loading
close
SON DAKİKALAR

Amerikalı heyet neyin nesi ki bu kadar gizli?

Amerikalı heyet neyin nesi ki bu kadar gizli?
Tarih: 24.08.2016 - 00:00
Kategori:

Can Ataklı; Amerika Gülen'in iadesi konusunda görüşmeler yapmak için özel bir heyet gönderecekti.

ANALİZ

O artık “istemese” de diktatördür

Birkaç gün önceki bir yazımın satır aralarında şöyle bir cümle vardı: “Erdoğan artık diktatör değilim dese bile kendi partisi tarafından kendisine diktatör muamelesi yapılacaktır.”
Çünkü yaşananlar gözlerimizin önünde.
Özellikle cemaatin dinci faşist darbe kalkışmasından sonra Erdoğan “tek adamlığını” ilan etti.
Artık görüyorsunuz “başkanlık” tartışması da kalmadı. Belki gerek yok, belki şimdilik durumu öyle idare etmek daha işlerine geliyor.
Ancak sorun şu ki, “tek adam” yönetimi ilk başlarda herkese cazip gelse, istikrarın daha güçlü olacağı sanılsa da, Erdoğan “tek adamlıktan” hızlı biçimde “yalnız adamlığa” geçecektir.
Bunu da altındaki hükümet, partisinin milletvekilleri, sivil asker bürokrasi ve hatta iş dünyasının tutum ve davranışları sağlayacaktır.
Şu anda Erdoğan'dan izinsiz ya da onaysız kimse adım bile atmıyor.
O'na sormadan konuşmak, bir konuda karar vermek, uygulamak mümkün değil.
Hatta öyle ki Erdoğan “beni bu kadar meşgul etmeyin, herkes işini iyi yapsın” dese bile kimse buna aldırmayacak ve “ne olur ne olmaz” düşüncesi ile mutlaka önce saraya danışacaktır.
Ki zaten olan da budur.
Bu da bir insanı “diktatör olmaya götüren” üzerine gül serpilmiş ama sonu uçurum olan tehlikeli bir yoldur.
Erdoğan çırpınırcasına “Ben diktatör değilim” dese bile çevresinin davranışları nedeniyle bu duruma düşecektir.
Önceki gün yaşadığımız bir olaydan çıkarak basit bir örneğini vereyim.
Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan Üçüncü Köprü'nün açılışı ile bilgiler verirken 26 Ağustos'taki törenden sonra muhtemelen bir süre ücretsiz geçiş olacağını söyledi.
Gazetecilerin “Bayramda bu köprü de ücretsiz olacak mı?” sorusuna bakan Arslan “Bu iş hesap işi. Bakanlıktaki arkadaşlarımız değerlendirecektir. Ama o kadar uzun süre bedava olmaz” dedi.
Ancak gazeteciler bu kez “Körfez Köprüsü bayram boyunca bedava olmuştu?” diye sorunca, pot kırdığını hisseden Arslan birden çark etti ve şöyle dedi;
“Osmangazi Köprüsü hemen bayram tatilinin başlangıcı ile açıldığı için sayın Cumhurbaşkanımızın öyle bir talimatı oldu. Dolayısıyla ücretsiz oldu. Eğer ‘26'sında bayrama ücretsiz olsun' derseniz 26 gün ücretsiz yapmak lazım ki bu sürdürülebilir değil. Ancak ancak sayın Cumhurbaşkanımız her zaman sürprizler yapmayı sever. O gün bir talimatları olursa arkadaşlarla birlikte değerlendiririz. Bizde sizinle birlikte 26'sında sayın Cumhurbaşkanımızdan öğrenmiş olacağız.”
Şimdi bu ne anlama geliyor?
Yeni köprünün bu kadar uzun süre bedava olması mümkün değil.
Ama Cumhurbaşkanı isterse olur.
Yani işin ekonomik tarafı, hak ve adalete uygunluğu değil önemli olan.
Cumhurbaşkanı istesin yeter.
O popülizm yapacaksa, halkı “ne cömert cumhurbaşkanı” diye oyalamak istiyorsa köprü bayram sonuna kadar bedava olur, hatta ne kadar isterse o kadar bedava olur.
İşte bu tutum ve davranışlar bir kişiyi “istemese” de diktatörlük yoluna sokar.
Erdoğan'ın bundan sonraki handikapı budur.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Her eleştiriye “Bunu FETÖ de söylüyor” savunması

İktidar yandaşları cevap veremedikleri eleştiriler ya da altından kalkamadıkları sözlere karşı yeni bir yöntem geliştirdiler.
“Bunu FETÖ de söylüyor.”
Yani?
Yanisi şu; eleştirine veya söylediklerine verecek cevap bulamıyorum. Sana çamur atıyorum.
Müthiş değil mi?
Örneğin 17-25 Aralık'ı cemaat tarafından dönemin hükümetini devirmek için kullandığı elbette bir gerçek.
Ancak o konunun gelmiş geçmiş en büyük yolsuzlardan biri olduğu da gerçek.
Ama madem cemaatçiler ortaya çıkardı bunu, bizlerin bunun hesabını sormamız da mümkün değil.
Çünkü “17-25 Aralık cemaat işi. Onu savunursan sen de teröristsin.”
Aynı şekilde Türkiye'nin yıllardır IŞİD'e yardım ve destek olduğu da bir gerçek.
Ama bunu söylediğin an “Bu FETÖ'cülerin iftirasıdır” savunması ile karşılaşıyorsunuz.
Operasyonların hukuka ve adalete uygun yapılması gerektiğini bir demokrat olarak söylüyorsunuz, karşılığı “her şey hukuka uygun, FETÖ'cüler çarpıtıyor” şeklinde oluyor.
Kısacası iktidar yandaşları yine en kolay ve ucuz yolu seçerek, algı operasyonunu sürdürüyor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

IŞİD'i de vurunca “hani destek oluyorduk” diye saçmalayanlar var

Artık Himalayalar'daki sağır çobanlar bile duymuştur ki Türkiye, Suriye iç savaşına müdahil olduktan sonra buradaki dinci terör örgütlerine büyük destekler
sağladı.
Kimileri “Yok böyle bir şey, hepsi iftira” diye karşı çıkıyor ama Suriye politikasının yanlış olduğunu ve “başımıza ne geliyorsa bu yüzden olduğunu” bizzat Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş açıkladı.
Suriye politikasının yanlışlığını söylerken Esad'ın yanında durmamız gerektiğini söylemiyorduk asla.
Dediğimiz basitti; komşudaki iç savaşta müdahil olursanız başınızı derde sokarsınız.
Ayrıca müdahil olmakla da kalmadık, açıkça terör örgütlerine destek olduk.
“Yok” dense bile inandırıcı değil. Elde yığınla bilgi belge var.
Sınır geçişleri, yaralıların taşınması, hastanelerde tedavi edilmesi, Güney illerimizde rahatlıkla dolaşmaları, ama en önemlisi bu örgütlere gönderilen silahların ortaya çıkması.
Sonuçta inkar edebilirler bu destekleri ama gerçeği örtemezler.
Tabii, bugünün koşullarında en güzel savunma “Bu FETÖ'nün iftirasıdır” bahanesi oluyor.
Gerçeği bildikleri için Amerika'nın da bastırmasıyla IŞİD'e karşı operasyonlara katılmamızı örnek gösterip “Hani IŞİD'i destekliyorduk, madem
destekliyorduk şimdi niye vuruyoruz” diye pişkinlik yaparak üste çıkmaları yok mu insanı deli ediyor.
Ama karakter böyle ne yapalım.
Düne kadar cemaati de sonuna kadar destekliyor “Ne istedilerse verdik” diyorlardı. Şimdi ise vuruyorlar.
Şimdi bu dinci faşist örgüte yönelik operasyonlar yapılıyor diye geçmişti bunlara yardım edildiği gerçeği ortadan kalkacak mı?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bu dava kazanmak için mi açıldı?

Habertürk'ün sahibi Ciner Grup dün Sözcü yazarı Özlem Gürses aleyhine 500 bin liralık dava açtığını duyurdu.
Çünkü Özlem Gürses bu gruba ait Kanal 1 televizyonunda çalıştığı sırada başından geçenleri anlattı iki gün önceki yazısında.
Gürses yazısında yaptığı ana haber programının çok iyi ratingler alarak gittiği bir sırada kapının önüne konduğunu belirtirken bunda “cemaat parmağı” olabileceğini ima ediyordu.
İşte Ciner Grubu bu yüzden 500 bin lira istiyor şimdi Özlem Gürses'ten.
Acaba Ciner gerçekten “haksızlığa uğradığını” düşünerek ve “kazanmak” için mi açtı bu davayı?
Yoksa, “cemaate yönelik operasyonların sürdüğü bir dönemde, kazara cemaatçi duruma düşmemek için hızlı bir önlem” almaya mı çalışıyor.
Bir medya grubunun bir gazeteciye yazdığı bir yazı nedeniyle dava açması ahlaki bir tutum değil.
Özlem Gürses bir gazeteci olarak yaşadıklarını “kendi gözüyle” yazmış.
Ciner Grubu bunun doğru olmadığını, Gürses'in gözlemlerinde yanıldığını belirten bir tekzip gönderir, Gürses de meslek ahlakına uygun biçimde bu açıklamayı köşesine koyardı mutlaka.
Ama 500 bin lira istiyorsanız bu sadece iktidar korkusuyla açılmış bir dava izlenimi yaratır medya dünyasında.

Bİ SORALIM BAKALIM

Amerikalı heyet neyin nesi ki bu kadar gizli?

Yandaş medya günler öncesinden sanki zafer kazanılmış gibi duyurdu haberi.
Amerika Gülen'in iadesi konusunda görüşmeler yapmak için özel bir heyet gönderecekti.
Bu heyetle yapılacak görüşmelerden sonra Amerika Başkan Yardımcısı Joe Biden de Ankara'ya gelecekti.
Biden bugün Türkiye'de olacak.
Amerikalı heyet ise dün görüşmeler yaptı.
Ancak ne gariptir ki bu heyet için bugüne kadar hiç uygulanmadık bir gizlilik ve koruma protokolü uygulandı.
Gazetecilere heyettekilerin görüntülerinin alınamayacağı, hiçbir şekilde fotoğraf çekilmeyeceği tembihlendi.
Öyle ki bir TV kanalındaki muhabir canlı yayında “Kameraları heyete çevirmemiz bile yasak” demek zorunda kaldı.
Bir terör örgütü liderinin iadesi görüşmelerinin yapıldığı Amerikalı heyet üzerindeki gizlilik ve korumanın nedenini anlayan bilen biri var mı acaba?
Yoksa asıl görüşme Gülen değil de çok başka bir şey mi?

ŞAŞIRDIM

Yargı, sarayın ayağına gidiyorsa o ülkede adalet sağlanamaz

Her ne olursa olsun hep “Bu ilk kez oluyor” demekten büyük keyif alan iktidar şimdi de yargıyı sarayın ayağına getirerek “yeni bir ilke” daha imza atıyor.
Adli yılın açılışı bu yıl sarayda yapılacak.
Yargı temsilcileri de açılış için saraya gidecekler ve Cumhurbaşkanı'nın huzuruna çıkacaklar.
Haydi yüksek yargıyı anlıyorum. Onlar zaten çoktan saraya bağlandılar, çareleri yok.
Barolar Birliği de açılış için sarayın yolunu tutacak. Hatta başkan Metin Feyzioğlu konuşma bile yapacak.
Parantez açıp kendisini uyarayım, konuşması 15 dakikayı geçerse saraydakinden yine fırça yer. Üstelik bu kez kendi mekanında olacağı için daha rahat hareket edecektir.
Demokratik bir ülkede bu tür bir törenin siyasi otoritenin evinde yapılması mümkün değildir.
Amerika'da yargı yılının açılışının (tabii varsa) Beyaz Saray'da yapıldığını düşünebiliyor musunuz?
Amerika'da bırakın bunu yapmayı, düşünmezler bile, düşüneni de tükürüğe boğarlar.
Avrupa'da ya da dünyanın herhangi bir yerindeki demokratik ülkelerde böyle bir uygulama olamaz.
Türkiye'de ise sanki çok normalmiş gibi herkes tıpış tıpış saraya koşacak.
“Efendim şu aşamada birlik ve beraberlik ruhu içinde olmamız gerek, gerginliklere, kutuplaşmaya gerek yok, hem böyle bir açılış toplumda da olumlu hava estirir” diyenler var.
Popülist açıdan doğru kabul eden çıkabilir.
Ancak demokrasiler ilkeleriyle ayakta durur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, binlerce yıllık demokrasi ve devletler tarihinde tesadüfen bulunan bir kavram değil.
Fiilen uyguladığınız “kuvvetler ayrımsızlığını” bir de üstelik bu tür tören şovlarıyla pekiştirirseniz demokratik dünyada yeriniz olmaz.
Sonra kalkıp “dünya bizi sevmiyor, kıskanıyor” türü zevzekliklere inanırsınız.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları