loading
close
SON DAKİKALAR

Darbeler ve 35. madde

Darbeler ve 35. madde
Tarih: 09.07.2013 - 00:00
Kategori:

Ahmet Özer, ''Darbecilerin meşrutiyet bahanesi olarak gördüğü TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi şimdi yenileniyor''...

Soğuk Savaşın bekçisi darbeciler

Bilindiği üzere Soğuk Savaş Döneminde Türkiye NATO içinde, özellikle ABD için sosyalizmi bariyerleyen, SSCB’nin güneye doğru yayılmasını engelleyen bir cephe ülkesi olarak işlev gördü. Bu süreci de, bir kamp değişikliği sinyali algıladığında, gene ABD’nin desteğiyle, darbeler yoluyla kontrol altında tuttu. Darbe hukuksuzluğuna ise her seferinde bir meşrutiyet aradı ve bu kılıfın adı da her seferinde TSK İç Hizmet Kanunu 35. Maddesi oldu.

Türkiye’de yapılan askerî darbeler ülkeyi siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan geriletmiş olmasına karşın yapılanlardan sonraki idareler hesap sormamış, soramamıştır. Çünkü askerler yaptıkları darbelerden bir süre sonra idareyi sivillere terk ettikleri hâlde, yetkilerini ve etkilerini yasalarla artırmış, kendileri için sonradan korunabilecekleri çıkış garantileri geliştirmişlerdir. Bunlar vesayet yetkisi, mahfuz alanlar oluşturma, seçim sürecinin yönlendirilmesi, askerî yönetimlere ait tasarrufların geri alınmaması ya da iptal edilmemesi ile af ve bağışıklık yasaları şeklinde işlemiştir.


35. maddenin değişmesi gerekli ama yeterli değil

Darbecilerin meşrutiyet bahanesi olarak gördüğü TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi şimdi yenileniyor. TSK’ya, Cumhuriyet’i ‘koruma ve kollama’ görevi veren madde ‘yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunma’ şeklinde düzenleniyor. Askerin siyasetle ilişkisini düzenleyen madde de ‘TSK mensupları siyasî faaliyette bulunamaz’ şeklinde netleştiriliyor. Bu gerekli bir düzenleme ama yeterli değil. 

Gerekli, hatta geç bile kalınmış bir düzenlemedir. Çünkü TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi bugüne kadar yapılan darbelerde cuntacıların en büyük dayanağı oldu. 27 Mayıs darbesini yapanların temel dayanağı bu maddeydi. 12 Eylül soruşturmasında ifade veren sanıklar, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya da darbeye gerekçe olarak 35. maddeyi işaret etmişti. 28 Şubat’ın mimarları da soruşturma kapsamında verdikleri ifadelerde bu maddeye sarıldı. ‘Darbeye teşebbüs’ suçlamasıyla yargılandığı davada ceza alan dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan da, Balyoz belgeleri yayınlandığı ilk günlerde kendisini yine TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine dayanarak savunmuştu. O nedenle bu maddenin değişmesi demokrasi için son derece gerekli bir hamle, ancak yeterli değil.


Genel Kurmay MSB bağlanmalı

Yeterli değil çünkü, darbe olduğu zaman, darbeciler anayasayı askıya alıyorlar, anayasanın askıya alındığı bir anda yasaların kıymeti harbiyesi zaten kalmıyor. Peki ne yapmak lazım? Öncelikle darbelere cevaz veren militer yapıyı değiştirmek lazım. Genelkurmay’ın mevcut yapısı korunurken, bu maddedeki değişikliğin hiçbir anlamı olmaz. Değişiklik yapılacaksa Genelkurmay’ın yapısında, özerkliğinde bir değişiklik yapılmalıdır. Genel kurmay şu anda, özerk ve adeta dokunulmaz bir kurum niteliğinde. Böyle bir bir yapıyı ve kurumu denetlemek olanaklı değil. Böyle kurumlar demokratik devlette değil, bürokratik devletlerde olur. Milli Savunma Bakanlığı’nın içi boşaltılmış, bütün yetkileri Genelkurmay’a verilmiş. Demokratikleşmek isteniyorsa başta Genelkurmay özerk bir kurum olmaktan çıkarılmalı. Genelkurmay Başkanlığı bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi Milli Savunma Bakanlığına bağlanmalı. Yanı sıra askeri eğitim sistemi darbe zihniyetini besleyen, teşvik eden bir mantaliteye sahip. Eğitim sistemini de demokratikleştirmek lazım. Askeriyede genç dimağlara daha başlangıçtan itibaren ülkenin asıl ve yegane sahipleri kendileriymiş gibi eğitim veriliyor bu zihniyetle insanlar yetiştiriliyor. O zaman da Harp Okulu ve askeri lisede darbe yanlısı subaylar yetişiyor. Oysa demokraside hukukun üstünlüğü esastır. Hukukun üstünlüğüne inanan subaylar yetiştirmeliyiz. Ayrıca MGK’nın kaldırılması, askeri harcamaların Sayıştay denetimine tabi olması, askeri ve sivil yapıdaki iki hukuklu sisteme son verilmesi gibi uygulamalar bu durumu perçinleyecektir. 


12 Eylül yasaları değişmeden darbecilik değişmez

AKP iktidarı bunu yapmak yerine Silivri'ye bazı generalleri göndermekle askeri vesayete son verdiğini sanıyor. Ancak bilerek ya da bilmeyerek yanılıyor. Çünkü hala 12 Eylül Darbesinin getirdiği bütün yasalar ayakta ve biz hala 12 eylül yasalarıyla yönetiliyoruz. Eğer darbelerle hesaplaşmak isteniyorsa hukuk sistemi yoluyla hesaplaşılmalı. Kişisel ya da partisel kaygı veya beklentilerle değil. Kişisel veya partisel kaygı ve beklentilerle yapılan uygulama veya düzenlemeler derde deva olmadıkları gibi sadece bazı rötuşlarla yapılan değişikliklerin de Türkiye'ye zaman kaybettirmekten başka işe yaramadığı açıktır. 

Sonuç itibariyle Türkiye çok partili sisteme geçtiği son yarım yüzyılda, dört asker darbe ve müdahale yaşamış, bu durum Türkiye'nin hiçbir sorununu çözemediği gibi, aksine ülkenin çağdaş demokrasilerle olan mesafesini daha da arttırmıştır. Bu süreç, askerin siyaset alanı üzerindeki etkisini ve kontrolünü artırırken, siyasal ve demokratik alanı çeşitli gerekçelerle sınırlandırmış, ekonomide kalkınmayı sağlayamamış ve ülkenin birçok sorunu birikerek ve artarak günümüze gelmiştir. Ayrıca asker darbe ve müdahalelerin bu kadar sık yaşanması, neredeyse olağan hâle gelmiş, bütün sıkıntılı zamanlarda "asker gelir mi" beklentisi ve tartışması, bu durumu adeta meşrulaştırmıştır.


Sivil- asker ilişkileri yeniden düzenlenmeli 

Bu düzlemdeki değişimin en can alıcı noktası sivil asker ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, en azından AB standartları düzeyine yükseltilmesidir. Bu da en pratik anlamıyla demokrasinin her türlü vesayetten kurtarılmasını, dolayısıyla askerin politikadaki ağırlığının sınırlandırılmasını gerektirir. AB'ye tam üye olmak için müzakerelerin başlatılması noktasında, hayati öneme haiz Katılım Ortaklığı Belgesi'nin (KOB) üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan birisi de budur. Askerî darbe ve müdahalelerin söz konusu olamayacağı böyle bir ortaklık sürecinde, Milli Güvenlik Kurulunun kaldırılması ya da bu yapılamıyorsa, en azından yapısının sivilleştirme yönünde değiştirilmesi, Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, askerî harcamaların Sayıştay denetimine tâbi tutulması ve şeffaflaştırılması, askerî mahkeme kararlarının üst mahkemelerin denetimlerine açık olması, darbecileri sivil yönetimde koruyan ve kollayan anayasal ve yasal düzenlemelerin (çıkış garantilerinin) kaldırılması gibi düzenlemeler, atılması gereken birkaç adım olarak sayılabilir. Bunlar yapılırsa 35. Maddenin kaldırılması büyük anlam taşıyacaktır. Ayrıca bütün bunlarla birlikte, yeni, sivil ve demokratik bir anayasa ihtiyacının her gün biraz daha arttığını söylemeye gerek var mı?.

Ahmer Özer


ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları