loading
close
SON DAKİKALAR

Deniz Baykal 6 yıl sonra ilk kez Meclis kürsüsünde

Deniz Baykal 6 yıl sonra ilk kez Meclis kürsüsünde
Tarih: 28.06.2016 - 13:27
Kategori: Siyaset

CHP Antalya Milletvekili ve CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal 6 yıl sonra ilk defa TBMM Genel Kurul'unda kürsüye çıktı. Baykal, hükümetin Danıştay'la ilgili kanunda yapmak istediği değişikliği eleştirdi.

CHP Antalya Milletvekili ve CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal 6 yıl sonra ilk defa TBMM Genel Kurul'unda kürsüye çıktı. Baykal, hükümetin Danıştay'la ilgili kanunda yapmak istediği değişikliği eleştirdi. 

Partisi adına konuşan Deniz Baykal, son 2,5 yılda 3 kez yüksek yargıya siyasi operasyon yapıldığını dile getirerek, “Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tümünü azledip, sıfırlayarak, HSYK ve Cumhurbaşkanı atamaları ile yüksek yargıyı siyasi kontrol altına alma amacına ulaşmayı öngören bir tasarı hazırlanmıştır. Bu yargıya yönelik müdahalelerin en kabasıdır” dedi.

Baykal, yapılan düzenleme ve uygulamalar için “Ne hakimlik teminatı, ne yargı bağımsızlığı kalmıştır” ifadelerini kullandı. Baykal, “148 yıl sonra bugün biz bu kurumları iktidarın Yargıtay’ı, iktidarın Danıştay’ı haline dönüştürüyoruz. İktidarın Danıştay’ı ve Yargıtay’ı diyorsam bilin ki nezakettendir. Belki birilerinin çıkıp sarayın Danıştay’ı, sarayın Yargıtay’ı demesi daha gerçekçi olacaktır” diye konuştu.

İşte Deniz Baykal’ın Genel Kurul’da yaptığı o konuşma:

“HSYK siyasi talimatla işleyen kurum haline gelmiştir”

"Bu dönemde Türkiye’de en büyük tahribatı yaşayan alana adalet ve yargı alanı olmuştur. 2010 referandumundan sonra yargı iktidar tarafından hedef olarak seçilmiştir. Kısaca hatırlayalım bu dönemde tabii hakim ilkesi tahrip edilmiştir. Sulh ceza hakimlikleri kurulmuş, DGM ve özel yetkili mahkemeler son olarak sulh ceza hakimlikleri ihdas edilmiştir. Masumiyet karinesi ihlal edilmiştir. Tutukluluk tedbir olmaktan çıkmış cezaya dönüşmüştür. Delilden sanığa değil, sanıktan delile gitme yöntemine gidilmiştir. Gizli tanık üretilmiş, hükümlülerle pazarlık yapılmıştır. CD’ler ve ıslak imzalar imal edilmiştir. İddianameler emniyette hazırlanmış; emniyet, savcılıkta ve hatta mahkemelerde davaları yönlendirmiştir. Sonucunda genelkurmay başkanı terör örgütü yöneticisi olarak suçlanmış ve müebbet hapse mahkum olmuştur. Yargı, TSK, deniz kuvvetleri ve aydınlarla hesaplaşmanın faaliyeti haline getirilmiştir. HSYK 3 kez siyasi operasyona maruz kalmış, 2010 referandumuyla yapısı değiştirilmiş sonuç alınamamıştır. Üye sayısı artırılmış sonuç alınamamıştır. Üye sayısı azaltılmış, sonuç alınamamıştır. Sonuncusunda listeli seçimlerle HSYK siyasi parsellenmeye tabi tutulmuş, siyasi ideolojik kimlikleriyle hakimler seçilmiştir ve adalet bakanlığının finanse ettiği seçim kampanyasıyla bu sonuç ortaya çıkmıştır. Bugün bu yapılan iş bölümü, oluşturulan daireler ve atamalar sonucunda HSYK siyasi talimatla işleyen kurum haline gelmiştir. O nedenle Gezi Davası’nda Beşiktaş futbol kulübü taraftarlarına dava açılmakta, bir gazetecilik faaliyeti casusluk suçlamasına sokulmakta, akademisyenler düşünce açıkladıkları için, gazeteciler bir yayın organına destek verdikleri için tutuklanabilmektedir. 

Deniz Baykal 6 yıl sonra ilk kez Meclis kürsüsünde

“Artık ne hakimlik teminatı ne de yargı bağımsızlığı kalmıştır”

HSYK eliyle ilk derece mahkemeleri siyasi yönlendirme ve denetim altına alınmıştır. Şimdi sıra yüksek yargıya gelmiştir. Son 2,5 yılda 3 kez yüksek yargıya siyasi operasyon yapılmıştır. Önce yüksek yargıdaki üye sayısını artırarak, yüksek yargıyı ele geçirme denemesi yapılmıştır. Daha sonra bunun tam tersi denenmiş ve üye sayısını azaltılarak aynı amaca ulaşılmak istenmiştir. Şimdi de Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tümünü azledip, sıfırlayarak, HSYK ve Cumhurbaşkanı atamaları ile yüksek yargıyı siyasi kontrol altına alma amacına ulaşmayı öngören bir tasarı hazırlanmıştır. Bu yargıya yönelik müdahalelerin en kabasıdır. 

“Yargıtay’ın azli 27 Mayıs, 12 Eylül askeri darbe dönemlerinde bile yaşanmamıştır”

Anayasa’ya göre bir yargı mensubunun bile azledilmesi bile mümkün değilken, Yargıtay ve Danıştay’ın tümünü azledip sıfırlamayı düşünmek, Anayasa’nın 138. ve 139. maddeleri karşısında nasıl bir zihniyeti ortaya koymaktadır takdirinize bırakıyorum. Artık ne hakimlik teminatı ne de yargı bağımsızlığı kalmıştır. Yargıtay’ın azli diye bir olay 27 Mayıs, 12 Eylül askeri darbeleri de dahil tarihimizde hiçbir zaman yaşanmamıştır. Hiçbir demokratik ülkede böyle bir uygulamanın örneği yoktur. Ulusal hukuka da, bir parçası olduğumuz uluslar arası hukuka da tamamen aykırıdır. İdareyi denetleyecek olan Danıştay’ın yüzde 25’inin de Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olmasını takdirinize sunuyorum. Yargı güvencesinin bir parçası olan kesintisiz yüksek yargıçlık anlayışı da ortadan kaldırılmıştır. 

“Anayasa’ya karşı fiili durum yaratma zihniyetinin elinden çıkacak Anayasa’ya önem atfetmek saflıktan ibarettir”

Yeni yüksek yargıçların görev süresi 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. 12 yıl sonra siyasi iktidarın tasarrufuna maruz kalma tehdidiyle baş başa bırakılacaklardır. Yargıçlık mesleğine giriş de keyfi takdire açık, sözlü sınavlara bağımlı hale getirilmiştir. Yargıtay başkanının ifadesiyle yüzde 30’lara düşmüş olan yargıya güven bu müdahalelerin sonrasında herhalde onu bile aratacak hale gelecektir. Bu düzenleme elbette hukukun temel ilkelerine de Anayasa’ya da aykırıdır. Ama öyle anlaşılıyor ki Anayasa Mahkemesi bu kanunla ilgili bir karar alıncaya kadar sıfırlanan üyeliklere yeni atmalar yapılacaktır ve Anayasa Mahkemesi kararı geriye dönük işlemeyeceği için Anayasa’ya fiili durum karşısında işlemez hale gelecektir. Daha önce HSYK’nın idari personeliyle ilgili yapılan düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Fakat Anayasa Mahkemesi kararı geriye yürümediği için Anayasa’ya aykırı fiili durum bugün hala devam etmektedir. Bu kurnazlıkların bir yönetim tarzı olarak, itibar gördüğü, hukuk ve Anayasa duyarlılıklarının önüne geçtiği bir dönemi yaşamaktayız. 

Anayasa ve hukuka karşı fiili durum yaratma zihniyetinin elinden çıkacak bir Anayasa’ya önem atfetmek, sadece saflıktan ibarettir. Bu hukuk dışı durum, hukuka ölçüsüz, sınırsız bir saldırıdır. Ne yazık ki Anayasa’nın kural ve ilkeleri değil fiili durum işletilecektir. Anayasa’ya aykırı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği halde.
 
Türkiye bu noktaya kimler tarafından, hangi hesaplarla, hangi işbirliğiyle taşınmıştır...

Düşünebiliyor musunuz, Anayasa Mahkemesi’nin muhtemel bir aykırılık kararına rağmen fiili durum yaratılarak, Anayasa’ya aykırı biçimde atanacak Yargıtay ve Danıştay üyeleri 12 yıl boyunca görev yapmaya devam edecekler. Böylesine bir zilleti hukukumuza yaşatmaya kimin ne hakkı var?

Anayasa’ya aykırı olduğu belirlenen bir kanunla oluşturulan yeni Yargıtay ve Danıştay üyelerinin alacağı kararlarla milyonlarca vatandaşımız adalet susuzluğunu gidermeye çalışacak. Bu milletle alay etmektir. Yargıtay ve Danıştay’da bu kadar hukuksuzluğu göze almanın gerekçesi olarak cemaat etkisini kırma ihtiyacı öne sürülüyor. Elbette cemaatten talimat alan bir yüksek yargı mensubu hiçbir şekilde kabul edilemez. Ne yazık ki böyle bir durumun var olduğu da bir gerçektir. Tabi Türkiye bu noktaya kimler tarafından, hangi hesaplarla, hangi işbirliğiyle taşınmıştır konusunu günü gelince ele alırız. Ama bugün yargıdaki cemaat etkisinin kırılması gerektiği açıktır. 

“Hukuk işinize gelmediğinde uygulamaktan vazgeçebileceğiniz bir oyuncak değildir”

Hukuk bir ihtiyaç varsa askıya alınabilir, ancak bir ihtiyaç yoksa uygulanabilir diye bir ilke olamaz. Hukuk tüm sorunların çözümünde temel almak zorunda olduğumuz temel bir çerçevedir. Hukuk işinize geldiği zaman uygulayacağınız, işinize gelmediği zaman defacto deyip uygulamaktan vazgeçebileceğiniz bir oyuncak değildir.
Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması sorununu, Anayasa’daki dokunulmazlık maddesini geçici bir süre askıya alarak çözmek garabeti ve hukuksuzluğu; şimdi yüksek yargı organlarındaki cemaat sorununu çözme bahanesi için de aynı şekilde kullanılmak isteniyor. Böylece yüksek yargı organlarındaki hakimler azlonulacak ve yeni atamalar yapılabilecektir. 

“140 yıllık tarihsel sürecin içinden gelen Yargıtay ve Danıştay iktidarın siyasi denetimi altına girecek”

Danıştay’ın yüzde 25’i cumhurbaşkanı tarafından atanacak, geri kalan atmalar da iktidarın kontrolü altında HSYK tarafından yapılacaktır. 140 yıllık bir büyük tarihsel sürecin içinden gelen Yargıtay ve Danıştay böylece siyasi iktidarın siyasi denetimi altına girecektir. Bu sadece hukuk sistemimizin değil, demokrasimizin de büyük bir darbe yemesi demektir. Düşünün ki 1868 yılında padişah Abdülaziz’in iradesiyle Divan-ı Ahkam-ı Adliye adıyla kurulan bugünkü Yargıtay’ın kuruluş amacı iradede ‘kişilerin hakları ve güvenlikleri açısından çok önemli olan hukuk işlerinin mülki işlerden ve yürütmeyle görevli hükümetten ayrı bir düzene kavuşturulması adalete değer veren padişahın büyük arzusu’ olarak belirtilmiştir. 

“Sarayın Danıştay’ı, sarayın Yargıtay’ı…”

148 yıl sonra bugün biz bu kurumları iktidarın Yargıtay’ı, iktidarın Danıştay’ı haline dönüştürüyoruz. İktidarın Danıştay’ı ve Yargıtay’ı diyorsam bilin ki nezakettendir. Belki birilerinin çıkıp sarayın Danıştay’ı, sarayın Yargıtay’ı demesi daha gerçekçi olacaktır. Cemaat sorununu hukuk içinde çözmenin geçerli yolları vardır. Anayasa’nın 139. maddesindeki ‘meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler’ ibaresi bireysel inceleme, soruşturma ve disiplin uygulamaları ile bu sorunun çözülebileceğini gösteriyor. İktidarın cemaatle bağlantılı yargı mensupları konusunda bilgi sahibi olduğu, 5 gün içinde atma öngören hükümden anlaşılmaktadır. Danıştay ve Yargıtay üyelerinin tümünü azletmektense bağlantısı olanların soruşturulması hukukun gereğidir. Fakat anlaşılıyor ki iktidar bu bahaneyle Yargıtay’ın ve Danıştay’ın tümünü bizzat belirlemenin peşindedir. Hükümet, bireysel inceleme, soruşturma, disiplin yöntemini kullanma ihtiyacı içine girerse inanıyorum ki Cumhuriyet Halk Partisi grubu yasal düzenlemelerde gerekli katkıyı yapmaya hazırdır. 

“Ne Osmanlı ne cumhuriyet tarihinde ne de herhangi bir demokratik ülkede yüksek yargı mensupları topyekun azledilmiş değildir”

Yargıya yönelik bu düzenleme Anayasa’ya uygun değildir. Legal değildir. Meşru değildir. Daha önce HSYK konusunda da bir Anayasa kuralını AYM kararları geçmişe uygulanamaz diyerek ihlal ettiniz. AYM kararında kamu görevlilerinin görevlerine kanuni düzenlemelerle son verilmesi hukuki güvenlik ilkesinin ihlalidir, Anayasa’ya aykırıdır’ demiştir. Bu defa kamu görevlileri de değil Anayasal teminatı olan yüksek hakimlerin görevine, yasama tasarrufuyla son veriyorsunuz. Ne Osmanlı ne de cumhuriyet tarihinde, ne de herhangi bir demokratik ülkede yüksek yargı mensupları topyekun azledilmiş değildir. Bu Anayasa’ya aykırıdır. Ama öyle anlaşılıyor ki siz bunu yine de yapacaksınız. Bu durum sizin pek çok önemli diğer konularda olduğu gibi hukuki, anayasal bir yönetim tarzı dışına çıkma alışkanlığı içinde olduğunuzu ortaya koymaktadır. 

“Anayasa’ya aykırı bir yargı sistemi oluşturma çabası içindesiniz”

Anayasa’ya aykırı bir cumhurbaşkanlığı sistemi oluşturdunuz. Şimdi Anayasa’ya aykırı bir yargı sistemi oluşturma çabası içindesiniz. Suç örgütleriyle zaman zaman işbirliği yapıyorsunuz. Tüm bunlar çok ciddi hukuk ve siyaset sorunları silsilesini doğuruyor. Cumhurbaşkanlığı konusu da bu tablonun içerisindedir. Siz de bunun fiili bir durum olduğunu kabul ediyorsunuz. Fiili durum olduğunu kabul etmek, durumun hukuki ve meşru olmadığını kabul etmek demektir. Fiili durum işliyorsa hukuki durum işleyemiyor demektir. Bunun hiçbir sonucu olmayacağını düşünemezsiniz. Yüksek yargıda fiili durum yaratacaksınız. PKK ile de bu fiili durumu yarattığınıza şahit olduk. Dokunulmazlıkların kaldırılmasında da fiili durum yarattınız. PKK ile gün oldu kol kola girdiniz. Habur’da sınırda mahkemeler kurup aklamaya çalıştınız. Alan hakimiyeti kurmasına göz yumdunuz. Tüm bunlar hukuka karşı birer fiili durumdur. 

“'Aldatıldık’ deyip tüm bu hukuksuzluklardan sıyrılmaya çalışıyorsunuz. Bu ancak yargı mercilerinin huzurunda yapacağınız bir savunmadan ibaret olabilir”

Bir cemaat ile içli dışlı ilişki kurdunuz. Ne istedilerse verdiniz. O cemaatle büyük, yaygın, kapsamlı işbirliği yaptınız. Yargı ve emniyet güçlerini birlikte dizayn ettiniz. Ordu güçlerini de birlikte tahrip ettiniz. Şimdi de aldatıldık deyip tüm bu hukuksuzluklardan sıyrılmaya çalışıyorsunuz. Bu ancak yargı mercilerinin huzurunda yapacağınız bir savunmadan ibaret olabilir. 17-25 Aralık döneminin üzerine de bir fiili durum perdesini çektiniz. Bu kadar hukuk dışı, bu kadar suç ve sorumluluk doğuran iş birlikleri iktidarı tehlikeli bir sarmalın içine çekmiştir. Bu sarmaldan Yargıtay’ı azlederek çıkmak mümkün değildir. Bu büyük kadar hukuk dışılıkları göze almayı gerektiren herhalde büyük bir korku vardır. Bu kadar büyük hukuk ihlali ancak büyük bir korkunun eseri olabilir. Yargıtay ve Danıştay’ı azlederek, hukuku susturarak korkudan kurtulamazsınız. Bu kadar hukuk ihlali ister istemez sistematik bir sivil darbe durumuyla karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir. Ortada tank, top yoktur ama görülüyor ki demokrasi mekanizmaları devre dışıdır. Ne hesap verme, ne hesap sormanın, ne hukukun ne demokrasinin gerekleri yerine getirilmemektedir. Bu da ancak defacto bir durumda mümkün olabilir.

Bizim siyasi kültürümüzde, aldatma, yalan dolan, kandırma yoktur. Ahlak, dürüstlük üzerine siyaset yapmak vardır. Machiavelli bizim kültürümüzde yoktur; Fatih’in hocası Akşemsettin, Nizam-ül Mülk, İbn-i Haldun vardır. Uzlaşma ihtiyacı var. Bu işin sonu iyi değildir. 

“Bu denli hukuksuzluğu göze alabiliyorsanız korkunuz büyük demektir”

Yüzde 50 oy Anayasa’yı ihlal hakkını vermez. Türkiye’nin temel, milli siyasi kimliğini, temel dış politika ilkelerini çiğneyip, ülkeyi savaşa sokma imkanı vermez. Milleti ayrıştırma hakkı vermez. Yargıç teminatını ortadan kaldırma hakkını vermez. Defacto demek illegal demektir. Fiili durum dediğiniz işte o defacto’dur. Bir şey yapılamıyor olması buradan kaynaklanıyor. Demokrasi denge mekanizmaları devre dışıdır. Bu ancak bir sivil darbeyle izah edilebilir. Bu denli hukuksuzluğu göze alabiliyorsanız korkunuz büyük demektir. Bunu yapmayın bunun sonu iyi değildir. Korkunun çaresi otoriterleşmek değil, milletle uzlaşmaktır. İsrail’e sergilediğiniz işbirliği anlayışını Türkiye’den kendi vatandaşlarınızdan esirgeyemezsiniz. 

“Kendi ülkenizdeki vatandaşlarınızla barışmanın değerini, hiçbir yabancı ülkeye vereceğiniz tavizlerle elde edilecek barışla mukayese edemezsiniz”

Avrupa Birliği’ne giriyoruz dediniz, şimdi kavga ediyorsunuz. PKK ile anlaştık dediniz, ortak miting yaptınız, şimdi Osmanlı ve cumhuriyet tarihinin en büyük iç çatışmasını yaşatıyorsunuz. Cemaat ile kol kola omuz omuzaydınız, şimdi onlardan kötüsü yok. Suriye, Mısır, Rusya, İsrail.. .Çatışırken de barışırken de size inanmamızı istiyorsunuz. Millet size inanıp peşinizde yürümekten perişan oldu, milleti çok yordunuz. Bu tutarsızlıklar sizin de ötenizde ülkenin güven kaybına yol açıyor. Size kimseyle barışmayın ya da kimseyle çatışmayın demiyorum. Barışacaksanız da çatışacaksanız da kendi özel siyasi hesaplarınız için değil, milletin menfaati için yapmalısınız. Kendi ülkenizdeki vatandaşlarınızla barışmanın değerini, hiçbir yabancı ülkeye vereceğiniz tavizlerle elde edilecek barışla mukayese edemezsiniz. Bir süre önce AB’ye girişinizi gündüz vakti havai fişeklerle kutluyordunuz. Şimdi çatışıyorsunuz. Otoriterleşerek, hakimleri azledip, Danıştay’ı Yargıtay’ı sindirerek bu çatışmayı kazanamazsınız. Tam tersine Avrupa’nın çifte standartlarına, islamofobisine meydan okumanın yolu Türkiye içinde hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktan geçer. Çözüm otoriterleşme ve çatışma değil, hukuku ve demokrasiyi işletmektir.”

Vişne Haber Ajansı




ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları