loading
close
SON DAKİKALAR

Fakir Baykurt’un 7 ciltten oluşan özyaşam öyküsü yayımlandı

Fakir Baykurt’un 7 ciltten oluşan özyaşam öyküsü yayımlandı
Tarih: 12.12.2018 - 11:05
Kategori: Gündem

Hürriyet yazarı Ömür Kurt, Işık Baykurt'la babası Fakir Baykurt'un 7 ciltten oluşan özyaşam öyküsü üzerine konuştu.

Işık Baykurt, Fakir Baykurt için hazırlanan özyaşam serisi için, "Doğduğu Anadolu ortamını, Köy Enstitüsü yıllarını, öğretmenliğini, Almanya’ya gitmek zorunda kalışını, dostlarını her şeyi anlatıyor" diye konuştu.

Işık Baykurt, "Babam 'Biz eserlerimizde doğru örnekler göstermeliyiz. Kızlarımızı üniversitede, okuyan araştıran, doktor veya öğretmen olmak için mücadele eden, başaran kişiler olarak göstermek yerine; kendini asan, öldüren, acı içinde yok olan kişiler olarak gösterirsek, kaderine boyun eğen insanlar olarak kalırlar' derdi" ifadelerini kullandı.

Ömür Kurt'un, Işık Baykurt'la yaptığı röportaj şöyle: 

Nasıl biriydi Fakir Baykurt?

Sakin bir insandı. Sesi yükselmezdi hiç. Çok çalışkandı. Sabah herkesten önce kalkar, yazar, çizer, okurdu. Düzenli olarak günlük tutardı. O gün neler yaşadığını akşam mutlaka yazardı. Akşam olmasa bile ertesi gün yazardı. Şimdi sayfalar dolusu günlükleri var evde. O günlükleri bir araya getirip özyaşamını yazdı sonra. Özyaşam öyküsünün ilk iki cildini sağlığında görebildi, ama devamı gelmedi. Ancak şimdi Literatür Yayınları, yedi ayrı kitap olarak tamamını yayımladı.

Neler var özyaşam serisinde?

Bütün hayatı var… Doğduğu Anadolu ortamını, Köy Enstitüsü yıllarını, öğretmenliğini, Almanya’ya gitmek zorunda kalışını, dostlarını her şeyi anlatıyor. Somut şeylere dayanıyor özyaşam. O bütün hayatın içinde bizler de varız. Örneğin ben de anımsamadığım veya bilemediğim pek çok şeyi özyaşamı okudukça öğrendim. Babamın edebi yönünü ve bütün hayatını şekillendiren şey Köy Enstitüleri’ydi. Enstitüler, babamda var olan okuma merakını daha da geliştirdi. Orada onun okuma sevgisinin yoğunluğunu gören öğretmeni Ali İhsan Bey’in babamı kütüphane sorumlusu yapmış. Böylece herkesten fazla okuyabilmiş babam.

Zor bir hayat yaşadığını biliyoruz… Alkışlandı, yuhalandı, arkasına polisler takıldı, izlendi, yargılandı, beraat etti. Çok yoğun ve zor bir hayat…

Evet. Bir takım şeyleri kendi kendine yapmak zorunda kaldı. Çocukluğundan başlıyor zorluklar… Örneğin Köy Enstitüsü’ne gittiğinde babaannem “Oraya gidiyorsun, ama mezun olmadan dönmek yok! Burayı bitireceksin!” demiş. Köy Enstitüleri onun için kurtuluş! Annesi de böyle görüyor kendisi de... Okumaktan başka çaresi yokmuş. Zaten çok meraklı bir çocukmuş. Okumaktan, araştırmaktan hiç vazgeçmemiş. Bu özelliğini daima sürdürdü. Yazdığı hiçbir şeyi bilgiye dayandırmadan yazmadı.

Hiç umutsuzluğa düştüğü oldu mu peki?

Hayır, asla! Eğer umutsuzluğa düşseydi yazmaya devam etmezdi. Çok şeyler gördü. Tehditler, polis takipleri, olaylar… Ancak vazgeçmedi o! Cebinde sürekli kalem kâğıt taşırdı. Her şeyi yazardı. Yazdıklarını sonra romanlarında öykülerinde kullanırdı. Emperyalizmi de iyi anlamış biriydi. Örneğin Batı dünyasının emperyalist olduğunu bilirdi, ama Batı’nın dünya kültürüne katkı sağlayan aydın ve sanatçılarını emperyalist görmezdi. Bu ikisini ayırmasını bilirdi. Her konuda okurdu, her konuda müzik dinlerdi. Hatta bir keresinde kız kardeşim arkadaşıyla The Wall filmine gidecekmiş, ama arkadaşı onu ekmiş. Babam, kardeşimin ne kadar üzüldüğünü görünce “Birlikte gidelim” demiş, gitmişler. Yani her konuda duyarlı ve açık biriydi. Kitap okumamıza da hiç karışmazdı. “Şunu oku, bunu oku” filan demezdi. Sadece merak ederdi. “Ne okuyorsun?” diye sorardı. Bizden de bir şeyler öğrenmeye bayılırdı.

‘Yılanların Öcü’ romanı çok sarsıcı bir roman… Kitabına da daha sonra çekilen filmine de yasaklar getirildi, sansüre uğratılmak istendi. Neler yaşandı?

Yılanların Öcü’nü babam 1954’te yazdı. Kitap yayımlandığında ilk olarak Cumhuriyet Gazetesi’nde tefrika edilmeye başlandı. Sonra bu eserden dolayı hakkında kovuşturma açıldı. 1961 yılında filme çekildi. Filmin Ankara’daki ilk gösterimine hepimiz gittik. Bir anda salondan homurtular yükselmeye başladı. Film bitti, babam sahneye davet edildi. Takım elbiseli, güzel giysiler içindeki insanlar sahneye yumurtalar fırlatmaya başladı. Ben çok küçüğüm o zaman. Korktum… Birileri bizi kaçırdı oradan. Erol Taş babamı korumaya çalışıyordu. O gece çok kötüydü. Çocuk aklım o geceyi hiç unutamadı.

Peki, Yılanların Öcü nasıl oldu da bu kadar sevildi sonra? Hatta dizisi bile çekildi?

Çünkü gerçekti. Kabullenildi. Hakkı teslim edildi. Ödüller aldı. Son yıllarda da televizyonda edebiyat uyarlamaları oldukça yaygın olunca Yılanların Öcü için de pek çok dizi talebi geldi. Uzun zaman direndim ben buna. Ancak yapım şirketi çok ısrarcı oldu. Ben de yeni neslin de bu eseri öğrenmesi için dizi uyarlamasını kabul ettim. Hakikaten de gençler “Aaaa Yılanların Öcü’nün kitabı çıkmış” diyor. En azından kitabı öğreniyorlar.

Fakir Baykurt, roman karakterlerini çok önemseyen bir yazar. Özellikle de kadın karakterleri…

Babam “Biz eserlerimizde doğru örnekler göstermeliyiz.” derdi. “Kızlarımızı üniversitede, okuyan araştıran, doktor veya öğretmen olmak için mücadele eden, başaran kişiler olarak göstermek yerine; kendini asan, öldüren, acı içinde yok olan kişiler olarak gösterirsek, kaderine boyun eğen insanlar olarak kalırlar.” derdi. İncelendiğinde görülecektir ki, babamın kitaplarındaki bütün baskın karakterler kadındır. Direnenler kadın, başaranlar kadın… Kadını hiçbir eserinde ikinci plana atmıyor. Örneğin Yılanların Öcü eserinde Bayram karakteri çok sönük bir karakterken annesi atak ve baskın bir karakterdir.

Peki, ya Türkiye Öğretmenler Sendikası?

TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) çok önemli bir kuruluştu. Öğretmenlerin bir araya gelerek kurduğu bir sendikaydı. Babam genel başkanıydı. 12 Mart’ta TÖS Davası’nda yargılandı, hüküm giydi, ama sonra beraat etti. O süre içinde de çok zor zamanlar yaşadı, ama yılmadı. Hep yazdı, okudu, düşündü. Beni en çok korkutan olayların başında ise Kayseri’de yaşadıkları saldırı gelir. TÖS Genel Kurulu her yıl bir şehirde toplanırdı. 8 Temmuz 1969’da da Kayseri’de toplandı. Şehre önceden gelen yabancılar karışıklık çıkartmışlar o gün. Salonun içine bir gece önceden benzin dolu şişeler yerleştirilmiş. Bir tanesi annemin ayağına çarpmış. O zaman bir plan olduğunu anlamışlar. Sonra dışarıdan içeri doğru yakılmış paçavralar atmaya başlamışlar. Dışarıda mahşeri bir kalabalık, öğretmenleri yok etmek istiyor. Korkunç bir gün yaşanmış orada! Neyse ki, hiçbirine bir şey olmadan kurtuldular. Ancak biz çok korktuk.

Özyaşam öyküsünü okuyanlar babanızın fırtınalı yaşamından neler öğrenecek?

Özyaşam yedi ayrı cilt. Çocukluğunun başladığı yoksul Anadolu köyünden vatanını bırakıp yerleşmek zorunda kaldığı Almanya’ya kadar her şey bu kitaplarda… Bu kitaplar aynı zamanda Türkiye’nin sorunlarını da masaya yatırıyor. Üstelik herkesin bütün seriyi okuması da gerekmiyor. TÖS’ü merak eden “Bir TÖS Vardı” kitabını okusun, Köy Enstitüleri’ni merak edenler “Köy Enstitülü Delikanlı” kitabını okusun.

Fakir Baykurt’un özyaşam serisi: Özüm Çocuktur, Köy Enstitülü Delikanlı, Kavacık Köyünün Öğretmeni, Köşe Bucak Anadolu, Bir TÖS Vardı, Genç Emekli, Sıladan Uzakta ve Dost Yüzleri.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları