loading
close
SON DAKİKALAR

Gündemden düşmüyor

Gündemden düşmüyor
Tarih: 17.04.2014 - 00:00
Kategori:

Yalçın Bayer; KÖY Enstitüleri Yasası 17 Nisan 1940’da kabul edildi. Kuruluşlarının 74. yılında Enstitüleri anma toplantıları düzenleniyor.

KÖY Enstitüleri Yasası 17 Nisan 1940’da kabul edildi. Kuruluşlarının 74. yılında Enstitüleri anma toplantıları düzenleniyor.
Zeki Sarıhan, bu vesile ile Köy Enstitüleri hakkında bildiği gerçekleri 15 soruda özetliyor. Ladik-Akpınar İlköğretim Okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü mezunu alan Sarıhan, aylık Öğretmen Dünyası Derneği kurucularından. Eğitim, tarih, anı ve deneme türlerinde başta 4 ciltlik Kurtuluş Savaşı Günlüğü olmak üzere 22 çalışması var. Titiz çalışmasıyla şu soruların yanıtını veriyor Sarıhan:
“Köy Enstitüleri neden açıldı? Enstitüler gerek eğitimde gerek siyasi hayatımızda neden unutulmaz bir iz bıraktı? Bunlar devrimci kurumlar mıydı, amacına ulaştı mı? Köylüler bu enstitülere sahip çıktılar mı? Köy Enstitüleri yaşasaydı Kürt hareketi de olmaz mıydı? Enstitüler yeniden açılabilir mi? Köy Enstitüleri’ni en iyi yansıtan kitap hangisidir?”
1. Neden açıldılar? Köy Enstitüleri, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un 1939’da yayımlanan “Canlandırılacak Köy” adlı kitabında belirttiği gerekçelerle, kapalı bir ekonomi ve toplum hayatı yaşayan Türk köyüne kapitalist ilişkileri ve buna bağlı olarak da Kemalist ideolojiyi, köyden yetişmiş aydınlar yoluyla sokmak amacıyla açıldılar. 1940 istatistiklerine göre nüfusun yüzde 75’i köylerde yaşıyordu ve köyde öğrenim çağındaki çocukların ancak yüzde 25’i öğrenim imkânına sahipti. Mevcut öğretmen yetiştirme sistemiyle köye ulaşmak ve köyün çehresini değiştirmek mümkün değildi.
2. Enstitülerin diğer eğitim kurumlarından farkı neydi? Türkiye’de Fransız eğitim sisteminden aktarılma bir eğitim anlayışı vardı. Bu sistem kentli burjuva toplumun ihtiyaçlarını göz önünde bulunduruyordu. Mevcut sistem, bilgi sahibi insan yetiştirmeye hizmet ediyordu. Bununla feodalizm yıkılamaz ve köy nüfusu kapitalizme açılamazdı. Enstitü öğrencisi hem bilgili hem de üretici olacaktı.
3. Köy Enstitüleri devrimci kurumlar mıydı? 1940’ta Türkiye’de devrimci olan bir cumhurbaşkanı, hükümet veya parlamento yoktu. Kemalist devrim kabuklaşmış ve halkın sırtına bir yük haline gelmişti. Enstitülerin sistemin aleyhine çalışarak işçi ve köylülerin bürokratik-kapitalist bir iktidarı yıkması, yerine bir halk iktidarı kurulması amacıyla var edildiğini söylemek zaten mümkün değildir. Enstitülerle, 1940’a kadar ülkede yerleştirilmeye çalışılan siyasi ve sosyal düzeni köye de taşımak isteniyordu. 17 Nisan 1940’ta Meclis görüşmelerinde yasaya tek bir muhalif oy bile çıkmaması, sistemin ondan beklentilerine kanıttır. O dönemde ülkede özgür tartışma, gerçek bir parlamenter hayat yoktu. Bütün yasalar hükümetten geldiği gibi oy birliğe ile geçerdi.
4. Enstitüler, gerek eğitimde, gerek siyasi hayatımızda neden unutulmaz bir iz bıraktı? Enstitüler, köyün eğitilmesi konusunda özgün bir buluştu. Türkiye’nin koşullarını hesaba katmıştı. Yalnızca bu durum eğitimcilerin ona ilgi duymasını haklı kılar. Fakat daha önemlisi, enstitü çevresi halkçı bir iklim sundu ve burada sosyalist görüşler filizlenmeye başladı. Şöyle de söylemek yanlış olmaz: “Enstitüler, sistemden kaçırılmış kurumlardır!” Fakat hiçbir sistem, kendi aleyhine işlecek bir uzvuna izin vermez. Dönemin iktidarı bu kaçağı çok geçmeden fark etti ve onu yola getirdi. İz bırakan, unutulmayan sistem değil, bu “kaçak”tır.
5. Enstitülerde halkçılık nasıl filizlendi? 1940’ta Türkiye’de halkçılığı baskı altına almış siyasi bir tek parti yönetimi vardı. Fakat Türkiye büyük bir ülkedir. 1920’li yılların solculuğu bastırılalı henüz 15-20 yıl geçmişti. Her an sola açılacak aydınlar mevcuttu ve bunlar CHP ve devlet içinde de bulunuyorlardı. İsmail Hakkı Tonguç, onun yardımcısı Ferit Oğuz Bayır, onların seçtiği okul müdürleri, hümanist Hasan Ali Yücel’in koruyucu kanatları altında kendilerine özgü bir alan yarattılar ve burada halka hizmet ruhuyla donanmış öğretmenler yetiştirmeye başladılar. 1940’ların iktidar ideolojisi olan Kemalizminin gerek halk için, gerek aydınlar ve gençlik için bir çekiciliği kalmamıştı. O tarihlerde ülkede iki akım alttan alta aydınları etkiliyordu: Turancılık ve sosyalizm. Bazı yüksek öğrenim kurumlarında Turancılık, enstitülerde ise sosyalizm uç verdi. Fakir Baykurt’un anılarında (Köy Enstitülü Delikanlı) bu durum açıkça anlatılmaktadır.
6. Köy Enstitüleri niçin kapatıldı? Yönetim, kısa zamanda Enstitülerin onlar için çizilmiş sınırlar dışına taşmakta, yani “elden çıkmakta” olduğunu görerek, Tonguç başta olmak üzere yöneticilerini değiştirdi. Köy kalkınması için düşünülen programlar da artık serbest piyasaya teslim edildiğinden enstitüler gereksiz hale getirildi, 1954’te adları da değiştirilerek klasik birer öğretmen okulu yapıldılar.
7. Enstitüler amacına ulaştı mı? Enstitüler, köyleri tanıyan, eli kalem tutan, görevlerine bağlı bir öğretmen kuşağı yetiştirdi ancak onların köyün siyasi, ekonomik ve sosyal hayatını değiştirmeleri mümkün değildi. Eğitim seferberliği; toprak reformu ve sanayileşme ile bütünleşemedi. Bütün enstitü kadroları bir araya gelseydi bir liman ve 100 km. asfalt karayolu yapamazlardı. Bu işi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeye girecek olan yabancı sermaye ve teknoloji başaracaktı. Bu kalkınma hareketi, ne yazık ki ülkeyi dışarıya bağımlı hale de getirdi.
8. Köylüler Köy Enstitülerine sahip çıktı mı? Köy kalkınmasını, köyün canlanmasını sağlamak için kurulan enstitüler kapatılırken köylüler bu kurumlara sahip çıkamadılar. Zaten köylüler devlet tarafından pasif durumda tutuluyordu. Hiçbir örgütleri yoktu. Gençlere ise ancak Tan gazetesini tahrip edecekler ise izin veriliyordu! Köylüler tek parti döneminde yaşanan yoksulluk ve baskıdan kurtulma isteğindeydiler. Kendilerini 1950’den sonra daha iyi hissettiler. Hem çarıktan kara lastiğe geçebildiler, hem de istedikleri partiye oy vermeye başladılar. Bu arada köy enstitüleri de kim vurduya gitti. .
9. Enstitüleri ağalar veya Amerika mı kapattırdı? Her ikisi de doğru değildir. Bunlar, kabahati İnönü’nün üzerinden savuşturmak için üretilmiş komplo teorisidir. Açılmaları da kapatılmaları da Türkiye’nin kendi iç siyasi gelişmeler nedeniyledir. Ağaların enstitülerin açılmalarına bir itirazları olmamıştı. Siyasi nüfuzları da enstitüleri kapattıracak ölçekte değildi. Amerikalı John Dewey, enstitü tipi eğitimi öğütlemişti. Enstitülerin sonu Amerika Türkiye’ye girmeden daha 1946’da görünmüştü. UNESCO, bir kalkınma modeli olarak enstitü tipi kurumları az gelişmiş ülkelere önermiştir. Fakat artık bunlar halkçı kurumlar değil, kırsalı kapitalizme açan bir çeşit tarım okulu olacaktı.
10. Enstitülerin yetiştirdiği öğretmen tipolojisi nasıldır? Enstitüler, ortalama olarak Atatürkçü ve Halk Partili öğretmen yetiştirdi. İçlerinde sosyalist olanlar pek azdı ve bunların bir kısmı da 1960’dan sonraki ortamda sosyalist oldular. Bir enstitü mezununun en son yayımlanan anı kitabındaki şu satırlar, ortalama enstitü çıkışlının görüşlerine örnek sayılabilir: “İleriki yıllarda da epey gözlemledim. Halk böyle istiyor, halkın dediği olur türü siyasetler yapıldı. Halka çok ödünler verildi. Genç cumhuriyetin ilkeleri çiğnendi. Hiçbir devrim halka danışılarak yapılmaz. Halkın gelişmesine yönelik devrimi başlangıçta halka anlatamazsınız. Gelenekselleşmiş yapıyı kıramazsınız.” Fakat İsmail Hakkı Tonguç, Ferit Oğuz Bayır ve Fakir Baykurt gibi Enstitücüler olaya böyle bakmıyorlardı.
11. Köy Enstitüleri yaşasaydı Kürt hareketi de olmaz mıydı? Bu görüş tamamiyle yanlıştır. Bunu savunanlar, enstitüler yaşasaydı Kürt nüfusun asimile edilmiş olacağını, ya da Kürt köyleri de kalkınmış olacağından Kürtlerin düzenden şikâyeti olmayacağını varsayıyorlar. Kürt hareketine, Kürtlerin ister enstitüde, ister lise veya üniversitede okumuş kesimi tarafından önderlik yapılmaktadır ve bu hareket feodal bir hareket de değildir. İster Köy Enstitüsü ister Öğretmen Okulu mezunu olsun, öğretmenler onlarca yıl görev yapsalar bile Kürt köylülerini asimile edemedi.
12. Kemal Tahir ve Atilla İlhan gibi solcuların Enstitü karşıtlığını nasıl yorumlamak gerekir? Türk edebiyatının bu iki değerli adından Kemal Tahir İttihatçıdır ve Kemalizme karşı olduğu için enstitülere de karşı olmuştur. Atilla İlhan ise İnönü döneminde hapsedilip zulüm gördüğü için, o dönemin bir ürünü olan enstitülere karşı olmuştur. Her ikisinin tutumu da duygusaldır ve yanlıştır. Bu olay herkese doğru bir yöntem de sunmaktadır. Tek Parti dönemi siyasi bakımdan kötü ise o dönemde yapılan her işin kötü olmadığı, ya da Köy Enstitülerinin iyi birer kurum olmasının Tek Parti döneminin siyasi yapısının da iyi olduğu yolundaki genellemelerden sakınmak gerekir.
13. Enstitüler yeniden açılabilir mi? Enstitüler, köylük bir ülkenin eğitim ve kalkınma projesi idi. Günümüzde köy nüfusu yüzde 20’lere kadar inmiştir ve köyler şehirlerle bütünleşmiştir. Köye gidecek hizmetleri artık tek bir kişiye yüklemek, onu mecburi hizmetle 20 yıl köyde tutmak, maaşının bir kısmı yerine kendisine toprak ve iş makineleri vermek mümkün değildir. Enstitüler, yaşasalardı bile 1960’lardan sonra işlevlerini yitirirlerdi. Zaten taşımalı eğitimle köy okullarının büyük bir kısmı kapanmıştır. 15-20 öğrencilik köy okullarını açıp bunları tek bir öğretmene teslim etmek de doğru değildir.
14. Enstitülerin mirasından nasıl yararlanabiliriz? Enstitüler, insanın yaparak yaşayarak öğrenmesi, eğitim programlarının ülke koşullarına uygun olması, okuma çabası, öğretmenlerin birer ülkü sahibi olması, eğitimde fırsat eşitliği, eğitim kurumlarda demokrasi gibi konularda ulusal eğitimde yararlanılacak önemli bir birikim bırakmıştır.
15. Köy Enstitülerini en iyi anlatan kitap hangisidir? Enstitüler hakkında ülkemizde 300’den fazla kitap yayımlandı. Bunların önemli bir bölümü anılardır. Enstitülerle ilgili en derli toplu olanı Kanadalı bir sosyolog olan Fy Kirby’nin (Fay Körbi) 1960 sonrasında yayımlanmış “Türkiye’de Köy Enstitüleri” kitabıdır. Konuya dışarıdan bakabilmesi, enstitüleri Türk eğitim tarihi içinde yerli yerine oturtması, verilerinin sağlam ve analizlerinin güvenilir olması, alan araştırmalarına dayanması, kitabın değerini artırmaktadır.
Zeki SARIHAN

UNESCO’ya öneri
YAZAR Yahya Okur’un bir önerisi var:
“UNESCO tarafından 2015 yılının ‘Dünyaya Örnek Eğitim Kurumu-Köy Enstitüleri’ olarak kararlaştırılması ve dünyaya duyurulması için gerekli çalışmalar ilgililer tarafından acilen başlatılmalıdır. Kendi tarihimize ve değerlerimize sahip çıkmasını bilmeliyiz. Köy Enstitüleri’ne sahip çıktığımızı bir ‘Örnek Eğitim Kurumu Köy Enstitüleri’ müzesi ile uygulamaya koymak, bunun en güzel örneğini oluşturacaktır.”
CHP uyan, ‘işgal’ altına giriyorsun
BUGÜN önümüze getirilen ve yutturulmaya çalışılan şeyler: “Yenilenme” değil, CHP’yi başkalaştırmaya; CHP’nin “genlerini değiştirmeye” yönelik yeni tertipler, yeni oyunlardır. En tazesi, “OccupyCHP” şarlatanlığıdır!
Ama doğrusu bu oyunun adı da yapılana uymakta ve tam da Türkiye’ye yapılanın bir benzerinin CHP’ye yapılması niyeti anlamına gelmektedir. Cumhuriyet Türkiye’si gibi CHP de ‘işgal’ altına alınacaktır! Yalnız bu ‘işgal’ Arapça değil İngilizce; ümmetçilik ideolojisiyle değil kozmopolitizmle ve elbette ‘ABD damgalı’ olacaktır. Önümüzdeki haftalar, 12 Nisan’da CHP Genel Merkezi’nde provası yapılan yeni oyunun hayata geçirilmesi için yeni adımların atılacağı bir süreç olacaktır.
Arkadaşlar, ‘Son Çıkış’ için bir an önce davranmalıyız; yoksa CHP’yi de yitireceğiz.
Nazım GÜVENÇ
Yarımburgaz’daki limanı kurtaralım
ADI saklı okurumuz anlatıyor:
“Yıllardır İstanbul’un ilk yerleşim yeri olan Yarımburgaz mağaralarının turizme kazandırılması için uğraştım. Yazı yazmadığım merci kalmadı; televizyonlara çıktım, gazetelere yazı yazdım ama nafile, Yarımburgaz hâlâ yok olmaya devam ediyor.
2009 yılından beri de yine tarafımdan keşfedilen dünyanın sayılı arkeoloji dergisi International Journal of Nautical Archaeology dergisinde yer bulan ve arkeoloji literatürüne soktuğumuz İstanbul’un en eski limanı için mücadele ediyorum. ANGURYA limanı olduğunu düşündüğümüz limanla ilgili geçtiğimiz aylarda tüm televizyon ve gazetelere haber çıktı. Muhakkak görmüşsünüzdür.
Bu antik limanın görünen kısmında çok bir şeyler olmasa da edindiğimiz bilgilere göre liman ve gerisindeki alan çok fazla yayılıyor. Ancak sponsor bulmama ve bu konuda yetkili hocalarla anlaşmamıza rağmen Müzeler Müdürlüğü bize kazı izni vermedi. Neymiş, kurulan ekibi beğenmemişler, gelin siz kazın dedik, hiçbir hareket yok. İstanbul tarihine ciddi bir kaynak olacak bu konuya dikkat çekmek istiyorum. “İstanbul’un en eski limanı bulundu”, “Antik liman Beylikdüzü” şeklinde internette haber taraması yaparsanız konuyu daha iyi anlarsınız.
Lütfen bu limanın kurtarılması adına bana yardımcı olun.”
Babıâli’nin iki değerlisini kaybettik
ZİYA Nebioğlu ve Alpay Kabacalı, Babıâli ve edebiyat dünyasının ‘kıymetlileri’ydi. Nebioğlu’nu önceki gün, Kabacalı’yı da dün toprağa verdik.
İkisi de gazetecilik-eğitim, kültür-sanat alanlarında çok iyi yetişmişlerdi.
Ziya Nebioğlu, Cumhuriyet’in eğitim muhabirliğinden yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselmişti; Alpay Kabacalı da ünlü Ant’ın sorumlu yazı işleri müdürlüğünü üstlenmişti; Cumhuriyet ve Ortam’da edebiyatla ilgili yazılar yazmıştı. Nebioğlu, sendika başkanlığı ve cemiyet yönetiminde görevler yaparken, Kabacalı Pen Başkanlığı yapan Kabacalı’nın ‘Arap Çöllerinde Türkler’, ‘Türkiye’de Gençlik Hareketleri’, ‘Siyasal Cinayetler’, ‘Geçmişten Günümüze İstanbul’, ‘Bilinmeyen Yönleriyle Cumhuriyet Tarihi’ ve şairler, yazarlar üzerine monografik kitapları bulunuyor.
En mutlu seçmen AKP,en mutsuzu da CHP...
GAZETECİ-araştırmacı Tarık Yılmaz manset.at sitesinde farklı bir seçim analizi yaptı. “AKP’nin kazandığı il seçmeni fakir olabilir ama işsiz değil.” TÜİK’in mutluluk endeksini partilerin kazandığı illere göre değerlendiren Yılmaz, “En mutlu seçmen AKP’nin kazandığı illerdekiler olduğu ortaya çıkıyor. Hem de açık ara... En mutsuz ise MHP’nin kazandığı illerde oturuyor. Türkiye mutluluk endeks değeri 59 iken AKP 63.1 ile en mutlusu! İkinci sırada ise BDP geliyor (% 58.7). CHP’nin kazandığı illerdeki seçmenler ise 58.5 endeks değeriyle üçünçü sırada. Görünüşe bakılırsa AKP seçmeninden mutlusu yok!” diyor.
CHP’de ‘en demokratik İBB komisyon seçimi’
İBB grup ve komisyonların (5/4 oranlı) seçimlerinde CHP, ilk kez listesiz ve kavgasız olarak özgür iradeleriyle üyelerini belirledi. İmar Komisyonuna kadın ve erkek olarak 4 üye seçildi.
Pazar günü CHP Grup Başkanvekilliğine seçilen Ertuğrul Gülsever, üyelerin üzerinde hiçbir müdahalenin olmadığını belirterek “demokratik bir seçim” yaptık” dedi. Parti grubunda “Baykal’ın iki dönem önce eleştirdiği yavşak işler durumunun artık yaşanmayacağını” belirtildi. Bir üye “Çok güzel bir seçim oldu, kimse liste dayatamadı. Baskıcı bir durum olmadı; herkes özgür iradesini kullandı. Gülsever Kasımpaşalılığını gösterdi.” diye konuştu.
İBB Meclis Grup Başkanlığı yönetimine seçilen isimler şöyle:
İBB Meclis Grup Başkan Vekili Ertuğrul Gülsever (Beyoğlu)
Başkan Vekili Hüseyin Sağ (Kadıköy)
Grup sözcüsü Tonguç Çoban (Şişli
Sayman Özgür Aydın (Zeytinburnu)
Sekreter Handan Kantar (Avcılar)
Basınla İlişkiler Süleyman Nadir Ataman (Bakırköy)
Üye Eyüp Birgün (Beşiktaş)
Üye Coşkun Tanış (Büyükçekmece)

İMAR KOMİSYONU
Büyükşehir Meclisi’nde 18 komisyon bulunuyor. Bunlardan en dikkat çekici iki komisyona seçilen üyeler de şöyle:
İMAR ve Bayındırlık Komisyonu:
AKP: Hadi Diler (Başkan), Timur Soysal, Oktay Birinci, Maliki Ejder Batur, Serhan Kural
CHP: M. Sedat Özkan, Cemal Şerifoğlu, Esin Hacıalioğlu, Dila Damla Öner
PLAN ve Bütçe Komisyonu:
AKP: İsmail Yıldız, Mehmet Selim Bilmen, Erdal Yılmaz, Derya Bacacı, Mehmet Özgür
CHP: Hasan Tapan, Fatih Üstünbaş, Alper Kuş, Muzaffer Şahin.

KUMRACIBAŞI ARANIYOR
Bu arada Beşiktaş Belediyesi’nde meclis listesini değiştirdiği gerekçesiyle, CHP’den ihraç edilen ilçe başkanı Uğur Gedik’in, Belediye Başkanı Murat Hazinedar’a ‘başdanışman’ yapıldığı ortaya çıktı. Bu arada Beşiktaş meclis listesinin 1. sırasında seçilen eski Bayındırlık Bakanı Prof. Dr. Onur Kumbaracıbaşı’nın, listelerin ilan edilmesinden beri ortalıkta görülmemesi dikkat çekiyor.

KADİR TOPBAŞ’TAN 200 DOSYA
İBB Meclisi toplantısında Kılıçdaroğlu’ndan uyarı alan Hüseyin Avni Sipahi de bulundu.
Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, bir önceki oturumda “Parsel bazında plan değişikliği olmayacak” sözüne karşın dün İmar değişikliğine ilişkin 200 dosyayı göndermesi dikkat çekti.
Topbaş’ın bu adaylığının son olduğunu yakınlarına söylediği öğrenildi.
İnönü-Ecevit fotoğrafı 30.6.1972’de çekildi
CHP’li Sabri Ergül,
Fatih Çekirge’nin başlattığı, Yavuz Donat’ın da katıldığı İnönü-Ecevit’li fotografın ne zaman çekildiğini açıkladı.
Ergül;Atatürk Spor Salonu’nda 30 Haziran 1972’de yapılan 21. CHP Olağan Kurultayı’nda çekilmiştir. Ecevit bir ay önce genel başkan seçildiğinden İnönü’nün salona girdiğini görünce yanına giderek elini sıkmıştır bu sempatik fotoğraf ortaya çıkmıştır. Ergül bunun öyküsünü yarın anlatacaktır.
Yalçın Bayer - Hürriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları