loading
close
SON DAKİKALAR

Türkiye’nin huzuru için kimi feda edersiniz?

Türkiye’nin huzuru için kimi feda edersiniz?
Tarih: 08.02.2016 - 00:00
Kategori:

Can Ataklı; Gazetelere bakarken 12 Eylül öncesi günler geldi aklıma. O zaman da ilk ölümler başladığında gazeteler manşetten verirdi.

Güneydoğu’da çatışmalar bitmek biliyor. Bugüne kadar alışık olmadığımız bir ortam yaşıyoruz. Sayılarını bilmediğimiz ama hiç de az olmadıklarını gördüğümüz bir grup terörist kentlerde kazdıkları hendeklerin ve tünellerin içinde güvenlik kuvvetleriyle kıyasıya çatışıyor.
İç çatışma yaşayan başka ülkelerde hayretle tanık olduğumuz sokak çatışmaları ne yazık ki şimdi bizim başımıza geldi.
Hergün birçok aslan gibi yiğidimizi şehit verirken, yaşları henüz 20’lerde olan yüzlerce terörist de bu çatışmalarda ölüyor.
Cumhurbaşkanı Güney ve Latin Amerika gezisinde yaptığı bir konuşmada “Neden çok sayıda şehit verildiğinin” sorulması üzerine terörle mücadelenin çok zor olduğunu ve Türkiye’de huzur sağlanması için kayıpların da verilmesinin normal olduğunu söyledi.
O konuşmayı izlerken cumhurbaşkanının yüz iadesine dikkat etmeye çalıştım.
Donuktu.
Elbette üzüntülüydü ancak “fedakârca kayıplardan” söz ederken de kayıtsızdı. “Esas olan huzurun sağlanmasıdır.”
Evet elbette yapılan bir terörle mücadeledir ve bunun bir bedeli de olacaktır.
Soru şu; böyle bir fedakârlık için kayıp verilebilir. Ama kimi feda edersek gerçekten huzura ereceğiz?
Bunu düşünürken aklıma Swordfish- Köpekbalığı filmi geldi.
Ne tesadüftür ki, tam 11 Eylül faciasından hemen önce vizyona giren film, sanki 11 Eylül’ü anlatıyordu.
New York’ta büyük bir terör eylemi yapılıyor. Filmin sonlarına doğru anlıyoruz ki terör eylemini gerçekleştirenler aslında Amerikan devletin ajanlar. Aldıkları istihbaratlar sonucu yaklaşan terör tehdidini önceden yok edebilmek için sahte bir terör eylemi düzenlemişler. Böylelikle Amerikan halkı teröre karşı daha duyarlı olacak devlet de terörle mücadele için daha fazla kaynak ayıracak.
Filmin bir sahnesi beni çok çarpmıştı. Devlet ajanı olan teröristlerin şefi, bunu önlemeye çalışan ajana “Bu ülkenin huzuru ve refahı için gerektiğinde kayıplar da verilir. Bu bir kişi de olabilir, 10 kişi de, ama 100 bin kişi gerekiyorsa 350 milyon için bu bile kabul edilebilir fedakârlıktır” diyor.
Diğer ajan “Haklı olabilirsin” diyor ve ekliyor; “Tamam fedakârlık yapalım. 100 bine gerek yok. Diyelim ki sadece bir kişinin feda edilmesi ülkeye huzur getirecek. O bir kişi kim olacak? Örneğin sen kendi kızını feda eder misin?”
Önce teröre teslim olup batağa saplanınca terörle mücadele etmek için aşırı bir şiddet kullanan ve “elbette bazı kayıplar olabilir” diyen Cumhurbaşkanı’na aynı soruyu soralım, bakalım ne cevap verecek.
“Bir kişiyi feda edelim. Bu bir kişi kim olacak?”
Başkasının canı üzerinden “ne yapalım kayıp da olacak” demek ne kadar kolay değil mi?

---KAFAMI BOZAN ŞEYLER---

12 Eylül öncesinde de böyleydi
Haziran seçimlerinden sonra “patlatılan” terör bütün şiddetiyle sürüyor.
Günlerdir Güneydoğu’daki Sokak çatışmaları bitmedi.
Her gün gelen şehit haberleriyle Türkiye’nin yüreği yanıyor.
Ancak gözlediğim kadarıyla ne kadar üzücü olursa olsun şehit haberleri konusuna toplumda duyarlılık fazla değil.
Herkes üzüldüğünü söylüyor. O kadar.
Bir kanıksanma var. Sanki terörde verilen şehitler rutin olaylarmış gibi algılanıyor.
Bunun yansımasını medyadan anlıyoruz.
Terörün “patlatıldığı” dönemde her şehit haberi manşetlere çıkardı.
Oysa bir de şimdi bakın.
Örneğin dünkü gazetelerde Sur’da şehit olan bir teğmen ve astsubayın haberleri en fazla iki sütun yer bulmuştu kendine.
Gazetelere bakarken 12 Eylül öncesi günler geldi aklıma. O zaman da ilk ölümler başladığında gazeteler manşetten verirdi.
Sonra o kadar çok ölüm olmaya başladı ki herkes kanıksadı.
Hiç unutmuyorum 11 eylül günü 12 eylül tarihli gazeteyi hazırlıyorduk. 11 eylülde yurdun çeşitli yerlerinde çıkan olaylarda 33 kişi ölmüştü. Bütün ölüm haberleri gazeteye sadece tek sütun olarak “Dünkü olaylarda 33 kişi öldü” başlığı ile girmişti.

---DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—

Önce Manisa şimdi de Kayseri’de “cemaat” operasyonu
Sarayın “darbe girişimi” dediği 17-25 Aralık operasyonundan bu yana cemaate nefes aldırılmıyor. Bir numaralı sanığın Fethullah Gülen olduğu terör örgütü davası geçen hafta başladı.
Bu süreçte yüzlerce kişi tutuklandı, cemaatin ünlü simlerinin çoğu yurtdışına kaçtı.
Saray ve hükümet “cemaat operasyonlarının aralıksız süreceğini” açıklıyor.
Açıkçası cemaat operasyonlarını da kanıksadık sayılır, artık eskisi gibi gazete manşetlerine pek çıkmıyor artık.
Ancak son üç gün içinde yapılan cemaat operasyonları bana göre ayrı bir önem taşıyor. Bunlar biraz manidar gibi.
Önce Manisa’da gözaltılar oldu.
Dün de Kayseri’de bazı işadamları gözaltına alındı, beş işadamının ise yurtdışında olduğu anlaşıldı.
Bu operasyonları manidar bulmamın nedeni basit; son günlerde önemli çıkışlar yapan Bülent Arınç Manisalı ve operasyon yapılan cemaatçiler de Arınç’ın yakından tanıdığı ve ilişkide olduğu isimler.
Diğer operasyon merkezi ise Kayseri. Yani Abdullah Gül’ün memleketi.
Cemaat perasyonunda gözaltına alınanlar Gül’e yakın isimle mi bilmiyorum ama dünkü yazımı hatırladım bir anda.
“Arınç’ı bırakın Gül tutuklanırsa şaşırmayın” demiştim ya, bu son operasyonlarla Arınç ve Gül arasında bir ilişki kurmaya kalkarlar mı kalkarlar vallahi.
Bu iktidar için herhangi birini “terör örgütü ile ilişkili” diye suçlamak ve hemen hapse atmak çok kolay.

--KOMİK—

Yandaşların “bana mı diyorsun” tartışması
Bülent Arınç’ın son çıkışları yandaş medya içinde turnosol kağıdı etkisi gösterdi.
Kimin saraydan kimin hükümetten yana olduğunu anlıyoruz bu sayede.
Birbirlerini “karşı tarafta” olmakla suçlayanlar olduğu gibi tarafını belli ettiği gibi durumunu sağlama almaya çalışanlar da var.
Örneğin sarayın yılmaz cengaverlerinden Mehmet Metiner “karşı tarafta” olduğu için “atış serbest” niteliğinde gördüğü Hürriyet yazarı Akif Beki’ye saydırmış dün.
Ancak değişik bir üslubu var Metiner’in. Akif Beki’nin isim vermeden yazdığı “Arınç’ı bu kadar eleştirmek de ayıp” mealindeki yazısına karşı Metiner “bana mı diyorsun” diye soruyor.
Metiner yazısında kastedilenin kendisi olup olmadığını anlamadığını belirtiyor ama müthiş bir savunma yapıyor.
Arınç gibi AKP kurulduğunda kendisinin orada olmadığını ama daha sonra yaptıklarıyla en az Arınç kadar hakkı olduğunu söylüyor.
Ancak en komiği Metiner Beki’ye çağrıda bulunarak “Cumhurbaşkanımız da Arınç’ı eleştirdi, ona da bir şey söylesene” diye tahrik ediyor.
Kapışsınlar aralarında tabii bana ne de, aklıma çok bilinen anekdot geldi.
Menderes döneminde milletvekillerinden biri kürsüye çıkmış, isim vermeden eleştiri bombardımanı yapıyor. “Bunlar namusuuuuz, bunlar vicdansıııız, bunlar ahlaksıııız” diye kükrüyor.
O sırada arka sıralardan bir milletvekili ayağa fırlıyor ve “Sen bana namussuz, vicdansız, ahlaksız diyemezsin” diye bağırıyor.

---BUNU YAZMAK GEREK---

“Ekvador’da da olsa yine döveriz abi”
Türkiye ile Ekvador arasında ciddi bir ilişki olur mu bilemem. O kadar uzak ki, iş yapmaya kalksan bile attığın taş ürküttüğün kurbağaya değer mi meçhul.
Ama Cumhurbaşkanı gitti, konuştu, karşılıklı yatırıma davet etti.
Güzel tabii, hayata geçerse karşılıklı kazanırız.
Onlar bir yan Ekvadorlular herhalde Türkleri ve Erdoğan’ı asla unutmayacaktır.
Çünkü Erdoğan’ın gelişi Ekvadorlulara hiç alışmadıkları bir deneyim kazandırdı.
Erdoğan bir toplantıda konuşurken bir grup kendisini protesto etti.
Vay sen misin protesto eden, Ekvadorlu polislerden önce sarayın korumaları göstericilerin üzerine atıldı, tekme tokat hepsini dışarı attı.
Koruma da haklı tabii, Türkiye’de aynısını yapmıyorlar mı? “Cumhurbaşkanı neredeyse orası Türkiye’dir” diye düşündüler zahir.
Ancak hesaplamadıkları Ekvador yetkililerinin tepkisi oldu. Korumaların dayak şovundan sonra Büyükelçimiz Ekvador Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmış. Polis yetkilileri ise korumaları gözaltına almak istemiş ama imdada “diplomatik pasaportlar” yetişmiş.
Bir daha kim gidecek Türkiye’den Ekvador’a, olay böyle kapanır. Ama Ekvador’da bir iz bırakacağı kesindir. En azından beklemediğimiz bir anda, uluslar arası bir toplantıda olay karşımıza çıkıverir.
Tabii bunun Türkiye’deki yansıması ise hiç kuşkunuz olmasın saraya pirim kazandıracaktır.
Kahvelerde “Helal olsun, Cumhurbaşkanına laf söyleyen Ekvador’da olsa bile anında hakkından gelmişler” diye şişinir bazıları.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları