loading
close
SON DAKİKALAR

Yaşar Seyman; Yangın Yeriydi Yurdum

Yaşar Seyman; Yangın Yeriydi Yurdum
Tarih: 04.08.2015 - 12:27
Kategori: Kültür & Sanat

CHP Parti Meclisi üyesi, sendikacı, gazeteci, yazar Yaşar Seyman; yazılarımda en karanlık, en hüzünlü yerlere bir umut ışığı yakıyorum...

CHP Parti Meclisi üyesi, sendikacı, gazeteci, yazar Yaşar Seyman kitabı 'Yangın Yeriydi Yurdum'da; 'yazılarımda en karanlık, en hüzünlü yerlere bir umut ışığı yakıyorum'...

Kitabı okuyanlar, Türkiye turu yaptılar, yemekleri, türküleri, kadınları, insanları, sokaklarıyla. Yaşar Seyman yollara yazdığı hüznü bu kitapta kaleme dökmüş. Neden Yangın Yeriydi Yurdum?

Yangınlar geride kalsın diye düşlemiştim. Artık yangınların olmadığı bir Türkiye olsun diye. Kitapta “Ah güzel memleketim… Bir de yangın yeri olmasaydı…” diye bir cümlem var. O nedenle artık yangınları geride bırakalım, bu yangınlardan ders çıkaralım, yangınsız olsun Türkiye. Bu özlemle yazdım. Çok ilgiyle karşılandı. Şükran Kuruoğlu kitap için; “Fikret Otyam’ın Anadolu’yu anlatması gibi, Yaşar Seyman’ın da bugün anlattıkları insanın yüreğini yakıyor” diyor. 

Hemen hemen her bölgemizde bir yangın, bir acı vardı, bunlar geride kalır, ders çıkarırız derken bugün Türkiye tam da yangın yeri oldu. 

Yeni Türkiye diye insanları kandırıyorlar ya benim de sorasım geliyor, yeni Türkiye Soma mı, Ermenek mi, Isparta’da tarım işçisi 12 yazmalı kadının cenazelerinin yan yana dizilmesi mi, yeni Türkiye hangisi? 

Ülke yangın yeri ve yangın her şeyi sarıyor; yürekleri, zihinleri sarıyor, insanları yaralıyor, insanlar o yangın içerisinde yeniden hayata tutunmaya çalışıyor. 

Tarih boyu, sanatçı mutlaka mevcut düzene, siyasi iktidara, sürekli muhalefet etmiş, muhalif olmuş. Sanatçıların böyle bir işlevi olmalıdır, topluma yeni perspektifler sunmalıdır. Bazen bir isyan türküsü ile onun ufkunu açmalı, bazen bir umut türküsü ile önünü açmalıdır. Bu nedenle yazan insanın sorumlulukları var. Kitabı eline aldığınızda büyükçe bir bölümünde güneydoğu var. Gerçekten yangının büyüğü oralarda yaşandı, ancak her yerde yangın var; Karadeniz, Ege, Orta Anadolu, yaşadığım şehir Ankara'da... 

Anlattığım yerlere çok naif bir yaklaşımım var, çok sevgiyle yaklaştım. Çünkü ben sevginin her kapıyı açacağına, her yarayı saracağına inanan bir insanım. 21.yy’daki en önemli sözcükler dayanışma ve paylaşım aslında, bugün bu yangınların temelinde yatan sevgisizliktir. Biz sevgi üretmeliyiz. Yeniden üretmeliyiz. 

Belli konularda subjectif olma şansınız yoktur, örneğin Madımak Yangını. O yangını anlatıyorum ki, artık tezlere konu olsun, filmi olsun, artık müze olsun o acı aşılsın. Bütün dünya ülkelerini gezdiğimde gördüm ki, her ülkenin tarihinde çok karanlık olaylar var. Fakat güçlü devletler o karanlık olayları yüzleşerek aşıyorlar. Bugün Berlin Parlamentosu’nun önündeki Yahudi anıtı çok güzel bir örnektir. Hemen düşündüm 1 Mayıs 1977’de Taksim’de ölen işçilerin anısına biz bir anıt dikebilir miyiz parlamento önüne? 

Bir kötü olay yaşanmışsa, o karanlık dönemi onunla yüzleşerek aşıyorlar. Bugün Madımak Müze olsa o acı bu kadar kanamaz. 

Hiroşima’ya gittim. Barış Parkında ve Barış Müzesinde küçücük çocukların barış adına turna kuşu uçurduklarını gördüm. Dünyanın her yerinde Madımaklar, Maraşlar, Çorumlar, Somalar, Ermenekler var. Fakat bunların üstünü örterek değil, aydınlatarak, yüzleşerek aşmak ve ders çıkarmak gerekir. Bugün Roboski’den ders çıkaramazsak her an yeni Roboskiler olabilir. 

En son yaşadığımız gezi olayları linç kültürünün bir eseridir. Oysa orada yeter artık demek mümkün. Orası, muktedir bir iktidarın her şeye bu kadar karışmasına patlama noktasıdır. Dünyanın gündemine oturacak kadar büyük bir olaydır. Onu bugün bir darbe girişimi ile tanımlamak o güzel hareketi, doğa, insan sevgisini görmemektir.
Anadolu’da çok güzel bir söz var; Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır. Siyasetçi için terbiye edilmemiş bir öfke, düşmanlık taşır. Anadolu anneler için ağıt yakılan bir yurt haline dönüştü ne yazık ki. Bu ülkede anayasa anneleri utandırmıştır, anayurt yaşanılır olmaktan çıkmıştır, ana dil yasaklanmıştır. 

Kitabınızda sadece kendi bakış açınız, hisleriniz değil, olayı sizinle yaşayanların da bakış açısı, hisleri de var.
Her yazının bir hikayesi var aslında, bir gün bu hikayeleri de yazmayı düşünüyorum. Kitapta pek çok okuru etkileyen kuaförle olan bir bölüm var. Kuaföre elimde bir dosyayla gittim, kapağında Mustafa Erdoğan’ın çektiği, gazeteci dostum Gül Demir’le benim Hakkari giysileriyle bir fotoğrafımız var. Saçımı tarayan genç, dosyaya baktı ve “bu siz misiniz” dedi. “Evet, benim” dedim. Yerel giysiler içinde görünce, “burası Hakkari değil mi” dedi, “evet” dedim. Askerliğini Hakkari’de yaptığını söyleyip anlatmaya başladı. Yılmaz Erdoğan’ın köyünü nasıl boşalttıklarını, o köylülere bakışını, o köylülerin askeri neden sevmediğini anlattı. Bende “Hakkari halkı çok sıcaktır ama elbette savaş döneminde gidildiği için bir sevgisizlik olur” dedim. Başladım ona Hakkari sevgisi anlatmaya. İkimiz çok farklı Hakkari yaşamışız. Bakışımız çok farklı, örtüşmesi söz konusu olamaz. Ona da hak verdim. Ben kutuplaşmalara karşıyım, linç kültürünü yaratmaya çalışanlara karşıyım, önyargılara, çatışmacı dile karşıyım. Sevgi, barış dille örülür. Önyargılardan arınmak lazım. Bu ülke hepimizin ve gerçekten çok güzel bir ülke. Ancak çok kötü yönetiliyor. Nehirler zengini bir ülkeyiz fakat nehirlerimiz bile yetim ve öksüz. 

Ben yazılarımda en karanlık, en hüzünlü yerlere bir umut ışığı yakarım. Çünkü buna ihtiyacımız vardır. Cumhuriyetin kazanımlarını da çok iyi değerlendirmediğimizi görüyorum ben. Ben cumhuriyetin eseri bir kadınım. Cumhuriyet olmasa ben sendikacı, yazar olabilir miydim, bir siyaset kadını, bir kadın hakları savunucusu olabilir miydim? Bu kazanımları da laik, demokratik Cumhuriyete borçluyuz. Eksiklikler kuşkusuz vardır. İşte o eksiklikler bu karanlık noktaları oluşturuyor. Onları da konuşarak tartışarak daha ileriye taşımak gerekir. 

Cumhuriyetin eseri sadece ben değilim, Kayseri’de bir demir döküm işçisinin oğlunun cumhurbaşkanı olması da cumhuriyetin eseridir. Kuşkusuz eksikleri vardır, ötekileştirdiği halklar, inançlar vardır. Bunu yadsımak mümkün değil. Hala onların sancıları sürmektedir. Tüm bunları öteki olmaktan kurtararak, halkların kendini ifade etmelerini sağlamak gerekir. Tüm bunlar ülkenin zenginliğidir, kültür bahçesidir. 

Soma’daki maden kazasında hepimizin yüreğine yazılan iki fotoğraf var; biri suyu boşaltmaya çalışan diğeri oğlum yüzme bilmez ki diyen iki anne. Kadınların yüreklerindeki yangın ne zaman sönecek?

Kadınların, anaların, kardeşlerin yüreğindeki yangın hiç bitmez. Fadime Göktepe’nin yangını büyükte Meryem Göktepe’nin yangını az mı? 

Kolunda milyonluk saat taşıyan bakanlara bir bakın, bir de “çizmelerim sedyeyi kirletmesin” diyen işçinin zarafetine, naifliğine bakın. Soma’da "oğlum yüzme bilmiyor" diyen anne bir yanda, İstanbul’da yaşayan ama denizi bir kere bile görmeyen insanlar diğer yanda. Bu insanların hikayesine kulak vermeyenler iktidara gelebilir mi? 

Kadınlara bir mesajınız var mı?

Ben bir kitap bitirdiğimde dünyanın en güzel kadını olarak hissediyorum kendimi. Bir film izleyip bir tiyatroya gidince güzelleşiyorum. Dünyanın en güzel kadını oluyorum. Annemden sonraki kadın kahramanım Frida’dır, Frida’nın yaratıları, toplumsal mücadelesidir. Virginia Woolf “kendinize ait bir odanız olsun” diyor. Ben de kadınlara kendinize ait saatleriniz olsun, kendinize zaman ayırın, kendinizi geliştirin, güzelleştirin diyorum. Kendimize bakalım; sürmeli gözlerimizle, fularlarımızla ama en önemlisi beynimizin içini süsleyelim. Bizi en kalıcı, en ölümsüz kılan, bizi eşsiz yapan şey bilgidir. Bilgili insan her şeyi aşar. Etnisiteyi, inançları aşar. Dünyalı olma yönünde yol alır. Sevgi çok önemlidir, sevgisiz insanlar kurutur her yeri. Bence kadının bir amacı, mücadelesi ve sevdası olmalı. Korkmadan yürümelidir kadın. 

Siz Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcılığı yaptınız. Siyasette kadın ve kadının yeri için ne düşünüyorsunuz?

Cumhuriyet Halk Partisi kadın konusunda ilk önemli adımları atan, kotayı getiren partidir. Daha sonra ÖDP, BDP geldi. Cumhuriyet Halk Partisi kota konusunda bile özlenen gelişmeyi ne yazık ki yaşama dönüştürememiştir.
Kadınların kariyer yolundaki ilerlemeleri muhteşem. Siyasette bunu görmek mümkün değil. Siyasette kadın kendi partisinin sözcüsü değil. Kadına bakış siyasette çok geri noktalara düşmüş durumda. 1999-2000 yılları arasında (yani 15 yıl önce) Anadolu’nun her yerinde çalışmalar, konuşmalar yaptım kadınlığım asla bir sorun yaratmadı. Tam tersine büyük bir sevgi ve sempati ile karşılandı. Halkımızın kadına bakışı çok aydın, asla cinsiyete takılmıyor. Sizin çalışmanıza, ona yaklaşımınıza, onunla kurduğunuz diyaloga, onun sorunuyla ne denli ilgilisiniz ona dikkat ediyor. Yutkunmadan, yüreklice onun sorununu dile getiriyorsanız sizin için efsaneler bile yazıyor.

Ayşe Merve Özden - Politus

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları