loading
close
SON DAKİKALAR

Damada hakaret edenlerle Çav Bellacılar’ın durumu hâlâ net değil

Can Ataklı
Tarih: 07.07.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı: İktidar tarafını ayağa kaldıran ve destursuz biçimde muhalefete linç kampanyası açtıran iki önemli olay yaşadık kısa sürede.

YENİ ÖĞRENDİM

Korona sonuçları şeffaf değil

Korona günlerinin “herkesi korkutan” dönemini atlattık.

Daha doğrusu resmi makamlar böyle düşünmemizi istiyor.

Görünürde “Aman” diye uyarıp “sevecen” biçimde ekliyorlar; “Rehavete kapılmayın, salgın henüz bitmedi, her an yeniden yükselebilir.”

Evet, rehavete kapılmayacağız, çok dikkatli olacağız, oysa yaşadığımız durum öyle değil.

Herkes sokaklarda, güvenlik mesafesine fazla dikkat edilmiyor, toplu taşıma araçları tıklım tıkış, parklarda herkes yan yana, halaylar çekiliyor, eğlenceler yapılıyor.

Resmi yetkililer “halkı suçluyor” ve sanki hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranmaya çalışıyor.

“Uyarıyoruz ya” sözü kandırmacadan ibarettir, sıkı bir dönemden sonra “rahata erdik” mesajları verirseniz, 81 milyonu çok dikkatli olma konusunda artık ikna edemezsiniz.

Şimdi gelelim konunun “bilimsel ve istatiksel” yanına.

Polimetre çok ciddi bir araştırma kuruluşu.

Özellikle korona günlerinin başlamasından sonra tüm dünya ülkelerinden gelen verilerle hazırladıkları raporlar ve yaptıkları analizler çok dikkat çekti.

Polimetre’nin korona korusunda son açıkladığı raporları okudum.

Çıkardığım sonucu hemen şunu söylemeliyim; “Koronaya karşı büyük başarılar kazanıldı, ölümcül riskler azaltıldı, ama tehlike geçmedi, korkmalıyız.”

Polimetre yine 161 ülkeden 160’ını mercek altına almış.

Dünyada sadece Kuzey Kore resmi bilgi vermiyor. Bu arada pek çok ülkenin gerçek olmayan veriler sunduğu da biliniyor.

Polimetre’nin korona raporunda çok sayıda tablo ve karşılaştırmalı analizler yer almış.

Bu tablolardan birkaç örnek vereyim.

“Olay Yoğunluğu” kriterinde, Amerika 1’inci, Türkiye 51’inci sırada.

“Ölüm Yoğunluğu” kriterinde, Belçika 1, Türkiye’nin 40’ıncı sırada.

“Olayların Ölümle Sonuçlanma Oranı” kriterinde, 1’inci Fransa, Türkiye ise 94’üncü.

Resmi verileri incelenen ülkelerden 35’inin “şeffaf bilgi verdikleri” anlaşılıyor.

Ne yazık ki Türkiye, “şeffaf bilgi veren ülkeler” arasında değil.

Polimetre analizlerine göre, korona vakaları dünya genelinde hızla artıyor.

Buna karşı ölüm sayıları azalma eğiliminde.

Türkiye’de ise olaylar ve ölümler tepe noktalarını geçmiş durumda.

Nisan-haziran döneminde, olay sayılarında yüzde 67, ölüm sayılarında yüzde 79 azalma gerçekleşmiş.

Polimetre analizlerinde dikkatimi çok çeken bölüm aynen şöyle;

Olay ve ölümlerin bitiş tarihleri belirsizdir. Bu raporun yayımlanmasını takip eden 10 gün içinde beklenen ölüm sayısı 200-280 arasındadır. Nisan sonunda 28 olaydan biri ölümle sonuçlanırken, haziran sonunda 52 olaydan biri ölümle sonuçlanmaktadır. Dünya ortalamasının 26 olduğunu dikkate aldığımızda, son derece iyimser bir rakamdır. 7 Haziran tarihinden itibaren “Testlerin Pozitif Çıkma Oranı” istikrarlı bir şekilde yüzde 2.0-3.8 aralığında değişmektedir. Olay sayılarının haziran ayının ilk 12 gününde 2 yüzlük bant, sonraki 18 gün içinde 4 yüzlük bir bant içinde değişmesi, ölüm sayılarının ay boyunca 14-27 arasında değişmesi, şeffaf veri paylaştığını hesapladığımız hiçbir ülkenin dağılımına benzememektedir. Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı veriler, şeffaf olmalıdır.

Rapor ve analizlerin sonunda “SON SÖZ” başlığı altında şunlar belirtiliyor;

1- Dünyada ve Türkiye’de olay ve ölümlerin ne zaman biteceği belli değildir.

2- Dünyada olay sayıları artma, ölüm sayıları azalma eğilimindedir. Türkiye’de her ikisi de yatay gitmektedir.

3- Dünyada ve Türkiye’de “ölüm başına düşen olay sayısı” artmaktadır, bu çok ümit verici bir durumdur.

4- Bu durumun nedeni de virüsün öldürücü etkisinin azalması olabileceği gibi, bilim insanlarının virüsle mücadelede etkili yöntemler geliştirmeleri de olabilir.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Önce böyle sözler, sonra şöyle sözler

Erdoğan, dünyanın en rahat konuşan siyasetçilerinden biri.

Çünkü konuşurken hiçbir sorumluluk duygusu taşımıyor.

Rahatlıkla bir gün önce söylediğinin aksini söyleyebiliyor, yaptığı bir hatayı bile “Kandırıldım, Allah’ın takdiri böyleymiş, kader işte” diyerek atlatabiliyor.

Aslına bakarsanız, Erdoğan’ın söylediklerini dünyanın herhangi bir medeni ülkesinde hiçbir siyasi lider söyleyemez, çünkü söylediği an yerinden olacağını bilir.

Oysa Türkiye, ne yazık ki düzeyi düşük bir ülke haline getirildi ve toplumun en kabalalık kesimleri bu söylemlerden hiç rahatsız olmadığı gibi, Erdoğan’ı yücelttikçe yüceltiyorlar.

Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz’den bir mesaj aldım hafta içinde.

Canı istediği gibi konuşan Erdoğan’ın, birbiriyle çok çelişen sözlerini toplamış, bir araya getirmiş, “İşte bu takıyyedir” demiş.

Buna takıyye mi denir, tam bilemedim ama Vecdet Öz’ün seçtiği çelişkileri sizinle paylaşayım, kararı siz verin;

Önce “BOB EŞ BAŞKANIYIM” deyip sonra “İŞGALCİ” demek.

Önce “HOCAEFENDİ” deyip sonra “HAİN FETÖ” demek.

Önce “AÇILIM ve MEGRİ MEGRİ” deyip sonra “TERÖRİST BUNLAR” demek.

Önce “KARDEŞİM ESAD” deyip sonra “ZALİM ESED” demek.

Önce “TÜRKİYE SENİNLE GURUR DUYUYOR” deyip sonra “KALLEŞ BARZANİ” demek.

Önce “HER TÜRLÜ MİLLİYETÇİLİĞİ AYAKLAR ALTINA ALMIŞIZ” deyip sonra “BOZKURT İŞARETİ” yapmak.

Önce “VER PAPAZI, AL PAPAZI” diye kafa tutup sonra “BRUNSON’u” kendi eliyle teslim etmek.

Önce “İNTERNETİN HER TÜRLÜSÜNÜ BİZ GETİRDİK” deyip sonra “TWITTER’in KÖKÜNÜ KAZIYACAĞIZ” demek.

Önce “DÜNYANIN 16’ncı, AVRUPA’nın 6’ncı BÜYÜK EKONOMİSİ OLDUK” deyip sonra “KATAR ve KOMÜNİST ÇİN’e” el açmak.

Önce “ÜLKEYİ BATIRMAK”, sonra da herkesten çok ağlamak.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Damada hakaret edenlerle Çav Bellacılar’ın durumu hâlâ net değil

İktidar tarafını ayağa kaldıran ve destursuz biçimde muhalefete linç kampanyası açtıran iki önemli olay yaşadık kısa sürede.

Biri İzmir’de birkaç caminin minaresindeki hoparlörlerden yükselen Çav Bella şarkısıydı.

Resmi açıklamalara göre, birileri merkezi ezan sistemini hacklemişti güya. Bunu yapanlar mutlaka muhalifler olmalıydı.

Üzerinden neredeyse bir ay geçti, o “hackci” muhalifler hâlâ bulunamadı nedense.

Bulunamadı mı, bulunamıyor mu?

Ya da işin içinde “bizden birilerinin provokasyonu” mu var?

Oysa biri eğer cumhurbaşkanına yönelik biraz argo bir şey yazsa anında bulunuyor.

İkinci olay ise yeni bir bebek mutluluğu yaşayan damat beye yönelik iğrenç tweetler olayı.

İktidarımız ayağa kalktı hemen ve sorumluları anında yakaladı.

Tamam da bunların kim olduklarını, hesaplarındaki profillerini hâlâ öğrenemedik.

Yakalananların muhalefetteki kişi, kurum ya da partilerle bir ilişkisi bulunsa çoktan ifşa edilirdi.

Oysa şimdi “tık” yok.

Hâlâ ısrarla sormak istiyorum; “Berat Albayrak ve eşi hakkında çok yakışıksız tweetler atılan hesaplar kamuoyuna açıklansın. Kimdir bunlar, kaç kişi takip ediyor bunları, bunlar kimleri takip ediyor, Twitter’a ne zaman girmişler, hangi nitelikte kaç tweet atmışlar, nelere beğenmişler, neleri rt’lemişler?

Bunları bilmeliyiz.

Bİ SORALIM BAKALIM

Mantar gibi fabrika mı yetişiyor yani?

Türkiye’de iyi şeyler olmuyor mu?

Olmaz olur mu, tabii ki oluyor.

Ama şunu bilelim, “o iyi şeyler ilk kez olmuyor veya iyi şeyler sadece bu iktidar sayesinde olmadı. Bu topraklarda yaşayanlar, binlerce yıldır iyi şeyler yapıyor.”

Sorun iyi şeyler olurken “kötü şeylerin” de olmasıdır ve “iyi şeyler de yapan” yöneticilerin, genellikle çok kötü yönetim de gösterdikleridir.

Bugünkü iktidarın yaptığı gibi “iyi şeylerin” abartılması, aslında kötü şeylerin üstünün örtülmesi içindir.

AKP Genel Başkanı, hafta sonunda “Özel sektörümüz son altı ayda 10 milyar TL’lik yatırımla 583 fabrikayı tamamlayarak üretime geçti. Üretim çarkları hızlandı” dedi.

Ne güzel, hepimiz mutlanıyoruz.

Aynı AKP Genel Başkanı, bir ay önce de “Bu yılın ilk 5 ayında, organize sanayi bölgelerimizde 520 yeni fabrikanın faaliyete geçmesi dahi başlı başına bir iftihar vesilesidir” demişti.

Bu durumda önceki 5 aylık dönemde ayda 104, son bir ayda 63 yeni fabrika açılmış demektir.

Acaba “fabrikadan kasıt” nedir?

Bir ülke ayda 100’den fazla fabrika açabiliyorsa bu müthiş bir şeydir.

Ekonomi çarklarının çok hızlı döndüğü, istihdam sorunu yaşanmadığı, iş ve çalışma dünyasının ahenk içinde olduğu anlamını taşır bu tablo.

Peki siz öyle bir hava görüyor musunuz?

Türkiye, ayda 100’den fazla fabrikanın açıldığı bir görünümde mi?

5 ay boyunca ki, bunun 4 ayı korona önlemleri ile geçti, bu fabrikalardan biri bile önemli bir devlet büyüğünün açacağı çapta değildi?

Deli sorular işte.

Ne gerek var?

AKP Genel Başkanı, “Ayda 100’den fazla fabrika açılıyor” diyecek, hepimiz “Helal olsun” diyeceğiz.

Bu kadar.

Dağılabiliriz.

BUNU YAZMAK GEREK

Biri Kılıçdaroğu’na, cumhurbaşkanının ülkeyi yönettiğini söylemeli

Kemal Kılıçdaroğlu’nu bazen anlamakta zorluk çekiyorum.

Bir taraftan demokrasiden, hukuktan söz ederken, diğer taraftan söylemleriyle iktidarın bulduğu ucube rejime üstü kapalı destek veriyor.

En son Amerika’nın Sesi radyosuna bir demeç vermiş CHP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı adayı siyasi parti genel başkanı olmamalı” demiş.

Kılıçdaroğlu, “Siz cumhurbaşkanı adayı olur musunuz?” sorusuna cevap verirken şöyle konuşmuş;

“O, o dönem değerlendirilir. Ama benim görüşüm bugün de yarın da bir başka gün de 10 yıl sonra da 30 yıl sonra da eğer cumhurbaşkanı dediğimiz bir kişi, 83 milyonu temsil edecekse, bu aynı zamanda bir partinin genel başkanı olmamalıdır. Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve bağımsızlığı çok önemlidir. Çünkü o, yargıç atayacaktır. Bir partinin genel başkanı bir yargıç atarsa, yargıya olan güven temelinden sarsılacaktır. Bizim görüşümüz dün de böyleydi, bugün de böyle, gelecekte de böyle olacak.”

Bu mudur yani?

Türkiye’yi iktidara taşıma iddiasındaki CHP’nin lideri, cumhurbaşkanının tarafsız olmasını mı istemektedir?

Diyorum ki, biri Kemal Kılıçdaroğlu’na ülkeyi yönetenin cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatmalı.

Şaibeli bir halk oylamasından sonra siyasal rejim, Cumhurbaşkanlığı Sistemi oldu.

Buna göre cumhurbaşkanı, tıpkı eski başbakan gibi hükümeti kuruyor ve ülkeyi yönetiyor.

Eski sisteme göre cumhurbaşkanı tarafsız ve sorumsuzdu, icra görevi yoktu, birkaç asli görev dışındaki görevleri sembolikti.

Oysa bugün cumhurbaşkanı, yönetimdeki tek söz sahibi kişi.

Siz bu görevdeki kişiyi “ama hakimleri de atıyor, hakim atayan bir parti başkanı olmamalı” söylemiyle eleştirmeye kalkarsanız fena halde yanılırsınız.

Bugün eleştirilmesi gereken cumhurbaşkanının partili olup olmaması değil, demokrasi olmayan bu sistemin eleştirilmesi ve “ortadan kaldırılacağı” vaadinin inandırıcı biçimde topluma söylenmesidir.

Kemal Bey’e şunu sormak da isterim; “Eğer cumhurbaşkanı, hakimleri de atıyor olmasa, partili olabilir mi veya daha da ötesi o zaman bu sistem sizin tarafınızdan da en iyi olarak kabul edilebilir mi?”

 

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları