loading
close
SON DAKİKALAR

Liyakata uymak rakip siyasi partinin elemanlarına istihdam sağlamak değildir

Can Ataklı
Tarih: 10.07.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Korkusuz

Can Ataklı: Sırf “elalem bir şey demesin” diye liyakatlı kişiyi rakiplerden aramak iyi bir siyasi yöneticilik örneği olamaz.

SORDUM ÖĞRENDİM

Liyakat nedir ne işe yarar?
Aslında çocukluğumdan beri duyuyorum bu kelimeyi.

Ne demek olduğunu da bildiğimi sanıyorum.

Liyakat “layık olmak” anlamına geliyor.

Ancak son günlerde bu kelimenin olur olmadık her an kullanılması nedeniyle ben de kuşkuya düştüm ve “Acaba ben yanlış mı biliyorum?” düşüncesine kapıldım.

Bunun üzerine güvenilir sözlüklerde arama yaptım.

Liyakat;  Arapça  ‘lyk’ kökünden geliyormuş.

Layık olmak, yaraşmak, yakışmak ya da uygun olmak da denebilirmiş.

Liyakat daha çok siyasi görevlerde olanların tercihlerinde kullanılıyor.

Özel sektörde liyakat lafı pek kullanılmıyor gördüğüm kadarıyla.

Çünkü bir işi yapabilecek olana, layık olana vermek aslında akıl ve mantık işi.

Bu nedenle patron, öncelikle kendi çıkarını düşündüğü için zaten layık olmayan birini herhangi bir işin başına getirmez.

Bu yüzden liyakat konusu siyaseten bir göreve atama yapıldığında daha dikkat çekici oluyor.

İşin doğrusu şudur; “Seçimlerin kazanılmasından sonra işbaşına gelen bir yönetici, liyakata değil de ‘Benim partimden mi değil mi’ diye bakmamalı. Böyle yaparsa belki partilileri sevindirir ama bu ülke için hayırlı olmaz. Uzun vadede kendi partisine de bir faydası dokunmaz.”

Ancak özellikle seçimlerden sonra genellikle böyle olmaz.

İş başına gelenler önceliği kendi partilerine ya da yandaşlarına vermeye çalışır hep ve bu nedenle en düzgün çalışması gereken devlet aygıtı tekler.

Peki siyasi bir başarı sonucu işbaşına gelen kişiler liyakata önem vermek için ne yapmalıdır?

İşbaşı yaptığı andan itibaren mevcut kadroyu liyakat sahibi sayarak onlarla mı çalışmalıdır, yoksa kendine yakın liyakat sahibi isimleri mi aramalıdır?

Aslına bakarsanız böyle bir durumda “arama” yapılmaz bile, çünkü siyasi kadrolar zaten hazır gelirler, seçilmiş kişi göreve geldiği an kimle çalışacağını, kimlere yetki ve sorumluluk vereceğini bilir.

Bu nedenle dünyanın tüm medeni hukuk devletlerinde seçilmiş kişiler ekipleriyle gelirler ve mevcut kadro da hiçbir itirazda bulunmadan, hatta çoğu kez kendiliğinden eşyasını toplayıp gider.

Oysa bu konu Türkiye’de hep tartışılır.

Neden?

Çünkü Türkiye’de seçilen siyasetçi imza yetkisi ve sorumluluk vereceği kadronun dışında rutin işleri yapan personeli de hızla değiştirmeye, yerlerine kendi adamlarını koymaya çalışır.

Şimdi özellikle iktidar yandaşları “”liyakat” konusunu sanki çok önemsiyormuş havasındalar.

Bu konuda muhtemelen psikolojik eziklik içinde olan son dönem AKP dışındaki seçilmiş isimler de “liyakata çok önem verdiklerini” kanıtlamak için olsa gerek eski kadrolara ya da iktidar partisinin eski kadrolarına daha fazla önem verir görünümdeler.

Bu ne kadar doğru?

Bana göre yanlış ki ne yanlış.

Çünkü liyakata uymak eski kadrolarla veya rakip siyasi partinin elemanlarına istihdam sağlamak değildir.

Seçilmiş kişi imza sahibi yetkili ve sorumlu mevkilere atamalarını yaparken önceliği kendi ekibine veya kendisini destekleyenlere verecektir.

İyi bir siyasi yönetici, kendinden olan liyakatlı isimleri göreve seçebildiği oranda güçlü ve başarılı olur.

İyi bir siyasi yönetici, eğer kendi ekibinde bir göreve liyakat sahibi birini bulamazsa, hiçbir komplekse kapılmadan rakipler arasında liyakat sahibi arayandır.

Sırf “elalem bir şey demesin” diye liyakatlı kişiyi rakiplerden aramak iyi bir siyasi yöneticilik örneği olamaz.

AÇIKLAMA

Bu sefer galiba gerçekten gidiyorum
Geçen hafta bugün bu köşede “tatile çıkacağımı” belirten bir yazı yazmıştım.

Hem gazetedeki yazılarıma hem de Tele1’deki programıma ara vereceğimi belirtmiştim.

Ancak bir gün aradan sonra pazar günü yine yazım vardı.

Çünkü tatile çıkmaktan son anda vazgeçmiştim.

Sebebi Tele1’e verilen 5 günlük tam karartma cezasıydı.

RTÜK tarihinde verilmiş en büyük cezanın ne zaman uygulanacağını bilmiyordum ve öyle bir ortamda tatile çıkmanın doğru olmadığına karar verdim.

Tele1’de programa devam edince elbette Korkusuz’da yazmamak olmazdı.

Ancak geçen hafta içinde RTÜK’ten ses seda çıkmadı.

Bu görülmemiş cezanın ne zaman uygulanacağı belli değil. Tabii bugün öğleden sonra tebligat yapıp pazartesi günün başlatmaya kalkabilirler.
Böylelikle daha önce olduğu gibi yargıya gidecek zaman bırakmazlar.

Hem gazete hem televizyon yöneticisi olan arkadaşlarımla konuştum.

Onların da onayı ile galiba bugünden itibaren bir tatile başlıyorum.

Hem manen hem fiziken hayli yorulduğumu hissediyorum.

Bu nedenle en az iki hafta sadece ailemle baş başa kalarak dinlenmek istiyorum.

Belki bu süre içinde önemli bir şey  olması halinde Youtube sohbeti yaparım.

Herkese iyilikler dilerim.

Bİ SORALIM BAKALIM

17 milyon liraya fabrika kurma başarısı
Hafta başındaki bir yazımda Erdoğan’ın 6 ayda 583 fabrika yapıldığını söylemesi üzerine bir yazı yazmıştım.

Özetle demiştim ki “Ayda yaklaşık 100 fabrika kuruluyorsa ekonominin çok iyi durumda olması, işsizlikle ilgili de çok iyi rakamlara sahip olmamız gerek.”

Bu yazım üzerine okurlarımdan Cem Tekin bir mesaj göndermiş.

Tekin iktidara çok yakın bir gazetenin “Özel sektörümüz son 6 ayda 10 milyar TL’lik yatırımla 583 fabrikayı tamamlayarak üretime geçti” haberinden yola çıkarak basit bir hesap yapmış.

Diyor ki “Bu hesaba göre toplam yatırım yaklaşık 1 milyar 459 milyon dolar (1 dolar = 6.85 TL). Yani fabrika başı 2.500.000 dolar (1.459.000.000/583). İktidara yakın kimi gazeteciler Boğaz’da 10 milyon dolara yalı almıştı yanılmıyorsam. İkibuçuk milyon dolara, bırakın fabrika kurmayı, İstanbul’da iyi bir semtte bir çatı dubleksi alınabilir mi onu bilemiyorum.”

Yazımda fabrika başına maliyetten söz etmemiştim.

Gerçekten 583 fabrika için bir buçuk milyar dolarlık yatırım yapıldıysa, bunlar ne fabrikası acaba? Tez zamanda bu fabrikaların listesini, çalışan işçi sayısını, üretim kapasitesini açıklayabilirler mi acaba?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Muhbirliğin bu kadarına da pes doğrusu
Yandaş tetikçi medyanın en azgını artık gemiyi iyice azıya aldı.

Muhbirlik yapmayı her türlü ahlaki değerlerin de üstünde tutuyorlar.

Hrant Dink Davası’nın görüldüğü İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmada bir avukat, süreci yakından izledikleri gerekçesiyle dönemin MİT Bölge Başkanı ile 3 MİT görevlisinin tanık olarak çağrılmasını istemiş.

Şimdi bu azgın tetikçi gazetedeki haberi birlikte okuyalım;

“Yapılan duruşmayla ilgili Cumhuriyet ve Birgün Gazeteleri, Dink’in avukatının talebini haberleştirirken dönemin MİT Bölge Başkanı ile MİT mensuplarının isimlerini açık olarak yazdı. İki gazetenin de Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 27. maddesini ihlal etmesi dikkat çekti.

Bilindiği üzere, Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının ifşa edilmemesi için 17 Nisan 2014 yılında çıkarılan yasal düzenlemeye göre MİT mensuplarını ifşa edenler hakkında dört yıldan 10 yıla ya da üç yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.”

Bu gazete haberinin altına MİT kanununun metnini de eklemiş ki “Haberimiz belgelidir” demek için herhalde.

Pes ki ne pes yani.

Bu tetikçi gazete diyor ki “Aman dikkatinizden kaçmasın, bu iki muhalif gazete yine MİT’çilerin isimlerini vermiş, atın bunları içeri.”

İyi de mahkeme kayıtları zaten açık, yani avukatın talebi ile tanık olmaları istenen o MİT’çilerin adına isteyen herkes ulaşabiliyor.

Bu durumda o mahkeme heyeti de mi MİT’çilerin adını deşifre etmekten davalık olacak?

ÇOK GÜLDÜM

Memleketimden ilan manzaraları
Bugün sizlere memleketimden iki ilan sunmak istiyorum.

Biri yabancı dil bilen tercüman arıyor.

Demek ki yabancı dil bilmeden de tercümanlık yapılabiliyormuş.

Diğeri kadın bayan eleman arıyor.

Muhtemelen erkek bayan elemana ihtiyacı olmayan biri vermiş bu ilanı.

Yorum falan yok tabii, azıcık gülelim istedim hepsi bu.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Ne âlâ protokolmuş bu böyle?
Olayı Indipendent Türkçe muhabiri Can Bursalı’nın haberinden öğrendim.

Abdurrahman Tarık Şebik isimli biri 11 Ağustos 2016’da 15 Temmuz Derneği’ni kurmuş.

Derneğin yönetim kurulunda Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Cevat Olçok ve karikatürist Hasan Kaçan gibi isimler de yer alıyormuş.

Bu dernek Kadir Topbaş’ın başkan olduğu dönemde 17 Şubat 2017 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile 2020 Mart sonuna kadar geçerli olan bir protokol imzalamış.

Buna göre Topbaş yönetimi derneğe maaşları belediyeden ödenen 13 personel tahsis etmiş.

Ayrıca derneğe tüm masrafları belediyeye ait olan 6 da araç verilmiş.

Ekrem İmamoğlu protokol tarihinin bitmesinden sonra yenileme yapmamış.

Dernekte çalışan personel ve araçlar da geri çekilmiş.

37 ay süren protokole göre, 15 Temmuz Derneği’nin maliyetleri için İBB’nin kasasından toplamda 3 milyon 474 bin 633 lira çıkmış.

Böyle bir protokol olur mu?

Tamam belki belediyelerin kamu yararına çalışan kurum, dernek ve vakıflara destek olma hakkı vardır, ama belediye kasasından bu kadar kişiye maaş ödenir, araç tahsis edilir mi?

Bu nedenle sadece protokolu sonlandırmak  değil hesabını da sormak gerek, ayrıca böyle bir protokolün bundan sonra kim olursa olsun asla imzalanmayacağı da ilan edilmeli.

Ve tabii varsa bu tür bütün protokoller ortaya çıkarılıp iptal edilmeli.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları