loading
close
SON DAKİKALAR

Muhtemelen Erdoğan ve ekibi Amerika'da bugüne kadar hiç görmedikleri kadar ağır bir muameleyle karşılaştılar

Can Ataklı
Tarih: 21.11.2019
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Korkusuz

Can Ataklı: Anladığım kadarıyla son Amerika gezisi çok kötü geçti. Muhtemelen Erdoğan ve ekibi bugüne kadar hiç görmedikleri kadar ağır bir muameleyle karşılaştılar. Tabii gerçeği de söyleyemiyorlar, o zaman karizma çok fena çizilecek. Şimdi zaman kazanma ve günü kurtarma telaşı hakim Ankara’ya. Yine eski numara sahneleniyor.

ANALİZ

Gerçeği söyleyemiyorlar; Trump’a övgü, Amerika’ya yergi düzüyorlar
Son bir haftaya baktığımızda eski Erdoğan’ın yerine daha munis, daha sakin bir Erdoğan görüyoruz sanki.

İçeriye yine şahin Erdoğan.

“Bay Kemal” diye başlıyor lafa, verip veriştiriyor, en ağır hakaretleri ediyor yine.

Ama Amerika’ya ve Avrupa’ya o kadar güçlü biçimde bağırmıyor.

Amerika gezisinden sonra oldu bu.

Trump, Beyaz Saray’da kendince söylemesi gerekenleri söyledi anlaşılan, ondan sonra yelkenler suya indi.

Şimdi önümüzde aralık ayı başında Londra’da yapılacak olan NATO toplantısı var.

Sanki kozumuzu orada paylaşacakmışız gibi hava yayıyorlar.

Erdoğan, NATO toplantısında bütün gerçekleri açıklayacakmış, NATO ülkelerine durum ayrıntılarıyla anlatılacakmış.

Ne olacak o zaman?

Elbette hiç.

Aynı, Amerika gezisi sonrası olduğu gibi yandaş tetikçi medya “NATO Zirvesi hiç de fena geçmedi. En azından Erdoğan bütün söylemek istediklerini NATO liderlerinin gözünün içine baka baka söyledi” diyecektir sadece.

Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim:

Anladığım kadarıyla son Amerika gezisi çok kötü geçti.

Muhtemelen Erdoğan ve ekibi bugüne kadar hiç görmedikleri kadar ağır bir muameleyle karşılaştılar.

Tabii gerçeği de söyleyemiyorlar, o zaman karizma çok fena çizilecek.

Şimdi zaman kazanma ve günü kurtarma telaşı hakim Ankara’ya.

Yine eski numara sahneleniyor.

Erdoğan ne diyor, “Trump çok iyi aslında. Sorunlara çok makul yaklaşıyor.”

Kötü olan Trump değil, o hariç Amerikan yönetimi.

Pentagon’uyla Dışişleri’yle, CIA’sıyla, Temsilciler Meclisi ve Senatosu’yla hepsi Erdoğan’a karşı birleşmiş, onu yıkmak için çabalıyor.

Aslında Trump, bize daha iyi davranacak ama onun başında bir de  “azil sürecinin işlemesi” var.

Ama şu bir yılı sakince geçsek ve Trump yeniden bir kazansa, işte o zaman bizi tutana aşk olsun.

Anladığım kadarıyla saray ekibi bu tuhaf söyleme inanıyor gerçekten.

Trump’ın yeniden kazanması halinde Türkiye’nin tüm sorunlarının çözüleceğine, Amerika ile tam bir dostluk kurulacağına umutla bakıyor.

Bu nedenle saray Amerika’ya karşı iyice frene basmış durumda.

Örneğin saray sözcüsü İbrahim Kalın yine S-400 konusuna değindi ve “geri adım atılmasının mümkün olmadığını” söyledi.

Zaten hep böyle söylüyorlar da ille şunu da ekliyorlar, “Bunun ABD-Türkiye arasında sorun haline gelmesini önlemek için tekliflerimizi yapacağız. S-400 ve F-35 meselesi çözülemeyecek bir problem değildir.”

Bıkmadan usanmadan ben de söyleyeceğim; “Eğer S-400’leri gerçekten aldıysak, kimse bize karışamazsa, Amerika ile ne çözümü arıyoruz? Çözüm ya S-400’den vazgeçmektir ya da Amerika’nın bunu kabullenmesidir. Amerika’nın böyle bir niyeti olmadığına göre, çözüm olarak elimizde tek şey var. Artık bu milleti kandırmayın lütfen.”

Bİ SORALIM BAKALIM

Saray, bu ölümlerin cinayet olduğunu nereden biliyor?
Kısa aralıklarla üç çok üzücü olay yaşadık.

Üç ayrı yerde siyanür içerek ölen insanlarımıza tanık olduk.

Elbette bu üzücü olaylara neden olan asıl etmenleri tam olarak bilemiyorum.

Ancak üç olayda da şiddetli geçim sıkıntısı yaşandığı bir gerçek.

İktidar bu yüzden biraz sıkıntılı.

Bu ölümlerin ekonomik krize bağlanmasına çok öfkeleniyor.

Yandaş tetikçi medya bu ölümlerin başka nedenlerle olduğunu anlatmak için adeta yırtınıyor.

Saray sözcüsü İbrahim Kalın ise önceki gün yaptığı açıklama ile olaya başka bir boyut kattı.

Kalın, “Siyanürle ölümler konusunu izliyoruz. Bunlar toplu intihar değil cinayettir” dedi.

Şaşırmamak mümkün değil.

Siyanürlü ölümlerin kesinlikle intihar olduğunu söylemek elbette mümkün değil ama buna “cinayet” demek de aynı şekilde mümkün değil.

Aileden bir kişinin ortak mutsuzluk ve umutsuzluğa son vermek için böyle bir yol bulması ve diğerlerine haber vermeden yiyeceklere siyanür koyması, bunu kendisinin de içmiş olması bana göre de daha büyük bir olasılık.

Ancak henüz adli incelemelerde bu yönde bir bulguya ulaşılmadan “Bu cinayettir” açıklaması yapmak çok yanlış.

Kalın, sarayın yanlış ekonomi politikasının tartışılmasını önlemek için bu yola sapıyor ama bilmeli ki bu bir çare değil.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Ya linç etmeye kalkıyoruz ya da sessiz kalıyoruz
Kocaeli’nin Kartepe İlçesi’nde bir genç kız, belediye otobüsüne biniyor.

Boş bir koltuğa oturuyor. Tam karşısında bulunan yaşlı bir kişi, “Karşımda oturma kalk, gözüm sana kayıyor” diyor.

Genç kız yerinden kalkarak, başka bir koltuğa otururken, “Allah Allah, benim ailem karışmıyor, sen kimsin?” diyor.

Bunun üzerine yaşlı kişi ile arasında bir sözlü tartışma başlıyor.

Derken konuya otobüsün şoförü karışıyor. “Hanımefendi biraz sessiz olur musunuz? Burası tartışma yeri değil” diyor.

Genç kız, “Hayır ben niye sessiz kalayım, baksanıza ne diyor” derken, şoför de “Siz bütün milleti rahatsız ediyorsunuz, biz sizi dinlemek zorunda değiliz” karşılığını veriyor.

Olayı biri cep telefonu ile çekmiş, sosyal medyada paylaşmış.

Ben de oradan izledim.

Çok sert ve kötü bir tartışma değil.

Dikkatimi çeken şu oldu; otobüsteki hemen hiç kimse ses çıkarmıyor. Herkes sessiz, başka tarafa bakıyor, şoför ise genç kızın kıyafetine takarak “Karşımda oturma, gözüm sana kayıyor” diyen adamdan yana tavır alıp kendince tartışmayı bitiriyor.

Tuhaf bir ülke olduk.

Böyle durumlarda ya herkes birden öfkelenip linç eylemi başlatıyor ya da herkes suspus oluyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Namaz saati değişebiliyorsa, iftar saati de değişebilir
İstanbul Müftülüğü dün bir genelge yayınlayarak, sabah namazı saatinin değiştirildiğini açıkladı.

Nedeni şu; bazı kişiler sabah namazı geç kılındığı için mesaiye yetişememekten şikayet etmişler.

Müftülük de bunun üzerine şu açıklamayı yapmış; “Vatandaşlarımızdan gelen yoğun taleplere binaen 20 Kasım Çarşamba gününden itibaren, sabah ezanı imsak vaktinde okunacak; namaz, ezandan yarım saat sonra kılınacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Düne kadar sabah namazı İstanbul’da saat 7.50’de kılınıyordu. Tabii bu saat her gün değişecek. 22 Aralık’a kadar da daha ileri bir saate kayacak. Sonra gerileme başlayacak.

Bu durumda sabah namazı bir saat daha erken kılınacak.

Ancak merakım şu: Demek ki günün koşullarına ayak uydurabilmek için namaz saatleri istendiği gibi değiştirilebiliyor. Bu mantıktan hareket edersek demek ki örneğin Ramazan’da iftar saatleri de değiştirilebilir.

Buna benzer bir öneriyi daha önce dile getirmiş ve şöyle demiştim; “Suudi Arabistan, ekvatora yakın olduğu için gece ile gündüz neredeyse yıl boyunca hep eşit. Oysa bizim gibi daha kuzeydeki ülkelerde oruç tutma süresi yaz aylarında çok uzun, kış aylarında ise çok kısa. Acaba Ramazan gece ile gündüzün eşit olduğu mart ya da eylül ayında uygulanamaz mı?”

Buna şiddetle karşı çıkanlar “dini kuralların asla değiştirilemeyeceğini, kural neyse ona uyulacağını” söyleyerek bana da hakaretler yağdırmışlardı.

Oysa şimdi anlıyorum ki namaz saati emirle değiştirilebiliyor.

Ben de “Ramazan’ı değiştirmeyelim, acaba iftar saatleri de genelge ile düzenlenebilir mi?” diye soruyorum.

Kimileri “aynı şey değil” diyebilir.

Peki neden aynı şey değil acaba?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Vay canına yandaş gazeteci de eleştirirmiş
Daha önce de kısa değinmiştim.

Yandaş gazeteciler bizlere çok kızıyorlar.

Bir de kompleksleri var.

Bizler “Yandaşlar soru soramıyor, eleştiremiyor, hep talimat alıyor” dediğimizde öfkeleniyorlar.

Bunların bazıları ise “Gerektiğinde biz eleştiriyoruz, biz hakaret etmiyoruz” diye savunuyorlar kendilerini.

İyi de yandaş medya iktidarı nasıl eleştiriyor acaba? Çünkü ben hiç rastlamıyorum.

Bunun nasıl olduğunu önceki gece bizzat iktidara yakın bir gazetecinin ağzından dinledik.

Meğer yandaşlar “Yapıyoruz” dedikleri eleştirileri, iktidarın ayağına giderek yapıyorlarmış.

Bu gazeteci diyor ki, “Erdoğan’a da birçok şikayetler geliyor. ‘Şimdi bakanlar bizlerle ilgilenmiyor, bizimle görüşmüyorlar’ diye vesaire vesaire bir sürü şey. Mahir Ünal’ın başkanlığında Ankara’da bir toplantı yapıldı. O toplantıda gazeteciler, STK’lar ve iş adamları eleştirilerini yaptı. Ondan öncesi Fuat Oktay bizi davet etti. ‘Lütfen gelin bize eleştirilerinizi, sokakta gördüklerinizi anlatın’ dedi. Yaklaşık üç ay önce yapıldı. Biz gittik oraya eleştirileri bir bir sıraladık, not tuttular. Bu eleştiriler götürüldü Sayın Cumhurbaşkanı’nın masasına konuldu.”

Ne güzel değil mi?

Meğer yandaşlar, eleştiriden falan kaçmazlarmış, sadece ayıp olmasın diye ulu orta söylemek yerine bizzat gidip anlatırlarmış.

Bu bir de sanki çok iyi bir şeymiş gibi anlatmıyorlar mı?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları