loading
close
SON DAKİKALAR

10 Kasım’ı bir de 11 Kasım’dan hissetmek gerek

Yılmaz Özdil
Tarih: 11.11.2022
Kaynak: Yılmaz Özdil - Sözcü

Yılmaz Özdil; Gayet iyi biliyorlar ki, kadın-erkek eşitliği var oldukça, Atatürk'ten kurtulabilmelerinin yolu yoktur!

11 Kasım 1938.
84 yıl önce, bugün.

Atatürk'ün naaşı, İslam Tetkikleri Entsitüsü direktörü Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya'nın nezaretinde yıkandı.
Başbakan Celal Bayar'ın talimatıyla, Profesör Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi yapıldı.
Vücudun bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon, 200 gram formalin, 1 gram sublime, 200 gram tuz, 10 gram acide pehenque, 1000 gram su'dan oluşuyordu.
Profesör Lütfi Aksu, tahnit işlemi bittikten sonra, iki küçük şişeye solüsyondan doldurdu, ağızlarını lehimledi, üzerlerine yapıştırdığı etiketlere terkibi yazdı, Atatürk'ün kollarının arasına sıkıştırdı.
Yüzünün ve sağ elinin maskı alındı.
Kurşun galvanizli tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı.
Gül ağacından yapılmış tabuta yerleştirildi, onun da kapağı kapatıldı.
Üzerine Türk Bayrağı örtüldü.

16 Kasım… Dolmabahçe Sarayı'nda muayede salonunda katafalka yerleştirildi, sabah saat 10'da ziyarete açıldı, insan seli aktı.
Güya saat 24'te son verilecekti ama, mümkün değildi.
200 binden fazla yurttaş bayrağa sarılı tabutun önünden hıçkıra hıçkıra geçti, yüzbinlerce yurttaş sıradaydı, aralıksız devam edildi.
17 Kasım… Hava çoktan kararmıştı, geceyarısı olmuştu. Ortaköy yönüne uzanan kuyruğun ucu bucağı görülmüyordu.
Maalesef, izdihamdan dalgalanma oldu, durun ittirmeyin demeye kalmadı, girişin kapısının önünde, Saat Kulesi'nin çevresinde çığlıklar yükseldi. Atlı polisler arkadan yüklenen kalabalığı dağıtana kadar iş işten geçti, insanlar sıkıştı, ezildi, 11 kişi hayatını kaybetti.
Ertesi günkü gazeteler, hükümetin resmi tebliğini yazıyordu:
Denizyolları işletmesi müdürü Raufi Manyasizade'nin 16 yaşındaki kızı Bilun, İstiklal Caddesi'nde oturan bayan Anna, İstiklal Caddesi'nde oturan Rona Kişnir ve kızı Bella, Bakırköy'den Hatice hanım, Kurtuluş semtinden sütçü Diyamandi, Topkapı'da
oturan Abdülhamid bey, Aksaray Laleli'de oturan bayan Kevser Mehmed, Tarlabaşı'nda oturan Satenik Ohannes, Saint Benoit
Leon'du.
Kadın erkek, genç yaşlı, müslüman hırıstiyan musevi, Rum Ermeni… “Ne Mutlu Türküm Diyene” şemsiyesi altındaki tüm yurttaşlar, memleketin ortak paydası Mustafa Kemal'e gözyaşı döküyordu.
18 Kasım… Kalabalık artarak devam etti. Ulus gazetesi muhabiri Cemal Kutay şunları yazıyordu:
“Bütün millet, kendisine haysiyet, hürriyet, istiklal, güzel şeyler armağan etmiş şefkatli bir babadan öksüz kaldığında nasıl gözyaşı döker? İşte öyle gözyaşı döküyordu. Şahit olmayanlara, bu asrın hadisesini, bu vefa ve minnet selini, yazı, söz, fotoğraf, beste, tabloyla anlatmak mümkün değildir. Zerrece protokol yoktu. Merasim gibi hiçbir fani hissin izi yoktu. Vakar içinde tavaf eden millet
vardı. Kadınlar çoğunluktaydı.”

19 Kasım, saat 08.10.
Cenaze namazı için camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusu, cumhuriyetimizin ilk diyanet işleri başkanı Mehmet Rifat Börekçi'ye danışıldı.
Milli mücadele kahramanımız Börekçi, muhteşem izah etti, “Mustafa Kemal Atatürk'ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatan toprağının her yerinde kılınabilir” dedi.
Dolmabahçe Sarayı'ndaki cenaze namazını, Mehmet Rifat Börekçi'den sonra ikinci diyanet işleri başkanımız olan Ordinaryüs Profesör Şerafettin Yaltkaya kıldırdı.
(İzdiham yüzünden 11 kişinin hayatını kaybetmesi, 50'den fazla kişinin ciddi şekilde yaralanması, bu kararın alınmasında ana etkendi. Cenaze namazına Türkiye'nin dört bir yanından gelecek olan yüzbinlerce vatandaşı sıraya sokabilmek asla mümkün değildi. Sarayın hemen bitişiğindeki Dolmabahçe Camisi'nde bile kılınsa, mahşeri kalabalığı düzen içinde tutabilmek imkansızdı.
Daha büyük facia olacağı kesindi. Cenaze namazının sarayda kılınmasının temel sebebi buydu.)
Mustafa Kemal'in tabutu, muayede salonunda büyük avizenin altına yerleştirilen iki mermer masaya konuldu.
Arkadaşları, hizmetlileri, diyanet görevlileri saf tuttu.
Şerafettin Yaltkaya yerini aldı, onun hemen arkasında Mustafa Kemal'in özel hafızı Yaşar Okur ve hafız İsmail vardı.
Yaşar Okur “Allah için namaza, meyyit için duaya, uyun imama ey hazirun” diye seslendi.
Tekbir, Türkçe verildi.
“Allahu ekber” yerine “Tanrı uludur” denildi.
Namazın sonunda selam verilirken de “esselamüaleyküm ve rahmetullah” yerine “esenlik üzerinize olsun” denildi.

15 yıl geçti.
Anıtkabir tamamlandı.

8 Kasım 1953.
Gece saat 23 sularıydı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi histoloji kürsüsü başkanı Profesör Kamile Şevki Mutlu'nun ev telefonu çaldı.
Arayan, Ankara valisiydi.
“Atatürk'ün tabutunun açılması ve tahnit işleminin çözülmesi için, hükümet tarafından kendisinin görevlendirildiğini” bildirdi.

9 Kasım 1953.
Sabah saat 7.30.
Profesör Kamile Şevki Mutlu, Etnografya Müzesi'nde, geçici kabirden çıkarılan ve katafalkın üzerine konulan gül ağacı tabutun önündeydi.
Titriyordu.
“Galiba bayılacağım” diye mırıldandı.
Ama, dayanmak zorundaydı.
Saygı duruşu yapıldı.
“Başlayalım lütfen” dedi.
Yardımcı olmaları için, Yüksek Teknik Öğretmen Okulu'ndan 10 öğretmen getirilmişti, öğretmenler gül ağacı tabutun vidalarını söktü, kapak kaldırıldı, kurşun tabutun lehimleri söküldü, onun kapağı da kaldırıldı, ortalığı tahnitte kullanılan solüsyonun kokusu sardı.
Cenaze, kahverengi muşambaya sarılıydı. Taşınma sırasında zarar görmesin diye, naaş ile tabut arasındaki boşluklar talaşla doldurulmuştu. Talaş ıslaktı, bu iyiye işaretti, koruyucu solüsyonun uçup gitmediğini gösteriyordu.
Profesör Kamile Şevki Mutlu, muşambayı göğüs hizasına kadar açtı.
Vücut parafinli sargılarla örtülüydü.
Yüzü ise, ıslak pamukla kaplıydı.
Adeta zaman durmuştu.
Çıt çıkmıyordu.
Nefesler tutulmuştu.
Profesör Mutlu, pamuk tabakasını yavaşça kaldırdı.
Atatürk'ün o dünya yakışıklısı yüzü ortaya çıktı.
Hiç bozulmamıştı…
Teni bronzdu.
Altın saçları, rengini kaybetmemişti.
Kalın kaşlarından bir kaç tel kopmuş, sol göz kapağının üstüne düşmüştü.
Sakalı hafif uzamıştı.
İnce dudakları yapışıktı.
15 yıl önce Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında uyur gibiydi.
Ne bozulma, ne kokuşma vardı.
İki yıl önce rahmetli olan Profesör Lütfi Aksu'nun tahniti son derece başarılıydı.
Profesör Kamile Şevki Mutlu, Atatürk'le yüz yüzeydi.
Yanağına dokundu, sevgiyle okşadı.
O an neler hissetti derseniz…
Hatıralarında anlatacaktı.
“Bir an için sanki konuşacakmışız gibi hissettim” diyecekti.
Salonda derin sessizlik hakimdi.
Duygular darmadağındı.
Naaşı kurşun tabuttan çıkarıldı, dualarla kefenlendi.
Ceviz ağacından yapılan yeni tabuta konuldu.
Türk Bayrağı'yla örtüldü.

Kadınları özgürleştiren adam, bir kadın tarafından uğurlandı.

Ölümünden 15 yıl sonra bir kadın tarafından yanağı sevgiyle okşanan ilk ve tek insandır Mustafa Kemal, dünya tarihinde sadece O'na nasip oldu.

Çünkü…
Bu milletin yetiştirdiği en büyük insan, vefat ettiğinde bir erkeğe, toprağa verileceği zaman, bir kadına emanet edildi.
1938'de Atatürk'ün naaşını emanet edebileceğimiz en yetkin kişi bir erkek'ken, 1953'te bir kadın'dı.
Kadınlarımız, Atatürk devrimleri sayesinde, sadece 15 yıl gibi kısacık sürede, hayatın pek çok alanında, erkeklerin önüne geçmeyi başardı.

10 Kasım'ı anlayabilmek için, 11 Kasım'a bu açıdan bakmakta fayda var.

Güya kadınları onore ediyormuş gibi “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” derler.
Halbuki, her başarısız kadının önünde takoz gibi duran bir erkek vardır.
Mustafa Kemal Atatürk, kadın-erkek eşitliğinin önündeki o takoz zihniyeti kaldıran insandır.

O takoz zihniyetin, 100 yıl sonra hâlâ, kadın haklarına, kadın eğitimine, kadın özgürlüğüne, İstanbul Sözleşmesi'ne düşman olmasının temel sebebi, budur.
Gayet iyi biliyorlar ki, kadın-erkek eşitliği var oldukça, Atatürk'ten kurtulabilmelerinin yolu yoktur!

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları