loading
close
SON DAKİKALAR

'Alkışı özlemiyorum eşimi özlüyorum'

'Alkışı özlemiyorum eşimi özlüyorum'
Tarih: 12.02.2012 - 15:26
Kategori: Magazin

Ünlü sanatçı Ayten Gökçer iki yıl önce kaybettiği eşi Cüneyt Gökçer'in acısını hâlâ yaşıyor

Takvimler 23 Aralık 2009’u gösterdiğinde ünlü tiyatrocu Cüneyt Gökçer (89) solunum yetmezliğinden hayata veda etti. Türk Tiyatrosu duayenini, hocasını, direğini kaybetti elbet ama asıl yüreği yanan, 45 yıl boyunca aynı yastığa baş koyduğu eşi Ayten Gökçer oldu.
Büyük aşkın hayatta kalan kahramanı, hâlâ eşinin mezarına gidiyor, onunla konuşuyor, dertleşiyor, bir gün kavuşmayı diliyor. Günlerini de ailesi, arkadaşları, kitaplarıyla geçiriyor. Ayten Hanım ile tiyatroyu, dizileri, evliliğini, İstanbul’daki yeni düzenini, geleceğe ait projelerini konuştuk. Ve elbette bol anı dinledik... “Derya gibi” derler ya, Ayten Gökçer tam öyle.

Eşinizin, Cüneyt Gökçer’in hastalık sürecinden bahseder misiniz bize?

5 ay kadar Ankara’daki Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde kaldı, sonra GATA’ya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) geçti Cüneyt. Allah bin kere razı olsun, Sayın Genelkurmay Başkanımız’ın emirleriyle, tabii sanatçılığın verdiği itinayla öyle müthiş terapiler uygulandı ki. Biz Ulus’ta müthiş bir krem bulduk. Onu sürdüğümüz için ne yara açıldı vücudunda ne pişik oldu. Sonra GATA, bulduğum o kremi eczaneden çok büyük miktarlarda aldı. Keşfettiğimiz bir şeyden bütün insanlar faydalandı. Son anına kadar eşimin şuuru yerindeydi. Müzikalleri hatırlatıyordum ona, hastane odasında oturup müzikalleri söylüyorduk birlikte. Hatta koridordan doktorlar bizi dinliyorlarmış “Böyle fırsat bir daha bulunmaz; Ayten ve Cüneyt Gökçer birlikte müzikal söylüyorlar, dinleyelim” diye. Çok mutlu etmeye çalıştık Cüneyt’i. Allah’a şükürler olsun, ne yarası oldu ne şuurunu kaybetti... Uykusunda ruhunu teslim etti, nurlar içinde yatsın. Güzel bir ömür yaşadı. Onun gibi ne aktör ne yönetmen ne idareci geldi. Türk Tiyatrosu’na çok büyük hizmetleri oldu. Çocuklarını, konservatuar talebelerini çok iyi yetiştirmeye çalıştı. Çok uzak görünürdü ama herkesin ne olduğunu çok iyi bilirdi Cüneyt. Bazen gece eve gelirdi çocuklar “Ayten Abla, hocayla konuşabilir miyiz?” diye.

Onları alır, Cüneyt’e haber verirdim. “Ne münasebet bu saatte gelmişler, yarın tiyatroya gelsinler ve önce randevu alsınlar” derdi. Ben de “Tamam, o zaman bu gece salondayım, gelmiyorum odamıza” diye tepki verirdim. Ben karışmazdım işlerine ama haksızlıktan nefret ederim. Hep “İki tarafı da dinle” derdim.

Nasıl tanıştınız Cüneyt Bey’le?

Evlendiğimizde “İmkanı yok olmaz, aralarında çok yaş farkı var” dediler ama biz 45 yılı anlamadık bile. Ben aslında balerinim. Çocuk tiyatrosunda bale yaparken görmüş beni Muhsin Ertuğrul. “Ayten tiyatrocu olmalı” demiş. Bir gün geldi yanıma, yanında bir adam... “Cüneyt, bir tektaş geldi bugün tiyatroya, seni tanıştırayım” dedi. Cüneyt döndü, küçümseyerek baktı şöyle bir bana... “Söyle bakayım, Hamlet nasıl bir tiptir?” diye sordu. “Sarışın, mavi gözlüdür” cevabını vermemle kahkaha atması bir oldu. Ama sonra o kahkahasını fena ödettim ona. Orada tanıştık. Küçük Tiyatro’da oynadığım oyunlara gelip bakarlarmış Muhsin Ertuğrul’la beraber.
“Sapanımla kafa yardığım oldu”

Çocuk yaşta tiyatro hayatı zorlamadı mı sizi?

Bir şansım vardı; ailem. “Fiziği çok güzel, aman da neler istersin” tarzı yetiştirilmedim ben. Erkek çocuğu gibi büyüdüm. Zaten elimden sapanı bırakmam ve baleye başlamam arasında çok az bir zaman dilimi vardı. Bu sayede kendimi koruma şansım oldu. Öyle göz süzene bakacak bir karakter olmadım. Çok sinirlendim mi sapanı çıkarıp ‘şırrak’ diye bacaklarından vururdum. Hatta bir resepsiyonda yanıma çok hoş bir adam yaklaştı, sefir olmuş... Kafasındaki iki santimlik saç çıkmamış yeri göstererek “Bakın Ayten Hanım, başımdaki yarayı hatırladınız mı? Cebeci’de sapanınızla kafamı yarmıştınız” dedi. “Mümkün değil, ben mi yapmışım?” diyecek oldum, Cüneyt hemen “A, o yapar, yapar” dedi. Erkek gibi bir kızdım. Karşıma çıkan tiyatro öğrencilerden de erkek gibi olanlara, kırıtıp sırıtmayanlara bakarım.

Ankara’dan İstanbul’a nasıl taşındınız?

Cüneyt’i kaybettikten bir süre sonra kızım “İstanbul’a gelmiyorsan sigaraya başlıyorum” dedi. Ne süratle toparlanıp geldiğimi anlatamam. Ankara’daki evi kapattım, Cüneyt ile önceden ayarladığım bu eve yerleştim. Mezarlarımızı da İstanbul’dan aldım. Kadir Topbaş “Üzmeyin bizi Ayten Hanım” dediyse de “Şimdiden almazsam ilerde üzüleceğim” diye yeri aldım, hemen yaptırttım. Daha sonraya kalsa Kilyos’un tepesinde bulurduk herhalde, hiç yer kalmamış. Böylece ahireti de hallettim.
Niye tek çocuk?

Kısmet böyleymiş. Cüneyt’in aynı anneden 9 kardeşi var. Harp zamanlarında bile annesi onları çok iyi eğitimle büyütmüş. Benim de yanımda annem vardı, çok rahattım. Yoksa doğuramazdım. O zamanlar çocuklara uyku hapı veren bakıcılar vardı. Kamera filan yoktu. Kadın alsam eve, öyle bir şey yapsa, ben öldürürdüm kesin. O yorgunlukla, onca oyundan gelip kocaya sofra hazırlayıp bulaşıkları yıkamadan yatmazdım. Bulaşık bırakırsanız gece böcek getirir çünkü. Kırıntı bile kalmayacak. Ama iyi ki Aslı’yı doğurmuşum. ‘My Fair Lady’de 4.5 aylık hamileydim. Kimseye söylememiştim. Terzi “Ben nasıl fermuar dikiyorum ki her gün patlıyor” diye istifa etmek istedi.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları