CHP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Birgül Ayman Güler CHP Milletvekili Aygün’den savunma isteneceğini ve Aygün’ün açıklamalarının parti görüşü olmadığını söyledi.
“Pek çok kurum by-pass edildi. Son olarak TBMM by-pass ediliyor. Bu çok önemli. Bu ülkeyi yönetme gücünün tek elde, tek adamda, yalnızca Hükümet’te toplandığı anlamına geliyor. Bütün kitaplar bu tarz yönetimlerin demokratik değil diktatöryel olduğunu yazarlar”
CHP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı
Birgül Ayman Güler MYK toplantısı sonrasında bir basın toplantısı düzenledi ve
CHP Milletvekili Aygün’den savunma isteneceğini, ayrıca Aygün’ün açıklamalarının parti görüşü olmadığını söyledi.
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan
CHP Sözcüsü Güler’in açıklamaları şöyle ;
Değerli basın mensupları iyi akşamlar. Bugün MYK’mız toplantısını tamamladı. MYK’da alınan bazı kararları bildirmek için buradayız. Öncelikle Van depreminden söz etmek gerekir. Biliyorsunuz Van’da deprem hala devam eden bir sorun ve çok sert kış koşullarında artık ailelerin ayrı ayrı trajedi yaşadıkları bir soruna dönüşmüş durumda. En baştan buyana eşgüdüm sorunları olduğundan söz etmiştik. İlk Van depreminde açıklamıştık bunu. Daha sonra Çevre Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar, Sayın Erdoğan Bayraktar’ın o talihsiz açıklamasına tanık olmuştuk. Demişti ki, evlerden az hasar görmüş, hasar görmemiş olanlara girilebilir. Ardından maalesef daha şiddetli bir deprem yaşadık ve Bayram oteli faciasıyla karşı karşıya kaldık. Hala biliyorsunuz deprem devam ediyor.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu sorumsuz açıklamayı yapan şehircilik bakanını kamuoyunun dikkatine pek çok defa getirdik. Kendisi dün genel kurulda bazı açıklamalar yaptı. İzlemişsinizdir açıklamaları. Sorumsuz açıklamalar ne yazık ki Genel Kuruldaki açıklamalarla beraber yine devam etti. Çok çeşitli iç yakan açıklamalara tanığız. Van valisi dünyaya sesleniyor bize yardım edin, yardıma ihtiyacımız var. Sayın bakanlardan biride kapıları açıp depoları gösteriyor. Bakın depolarda çok eşya var. Yardım için gerekli ihtiyaç malzemeleri gerçekten yeterlimi? Yeterliyse dağıtımı yeterlimi? Bunu bir kez daha Türkiye’nin gündemine taşımak istiyoruz.
Biz belediyelerimiz eliyle Van’a çok sayıda yardımda bulunduk. Orada sürekli olarak temsilcilerimiz biliyorsunuz çalışmaları sürdürdüler. Önümüzdeki günlerde şimdi Genel Merkezimizin deposunda toplanmış olan özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik malzemeleri kadın kolu üyelerimizle beraber önümüzdeki günlerde Van’a götüreceğiz. Orada depremzedelerle ne yazık ki yine buluşacağız. Buluşacağız ve onların dertlerine bir miktar daha çare olmaya gayret edeceğiz.
Bu çerçevede bir önerimiz oldu. Van’la beraber depremi Erciş’te yaşamıştık. Erciş’in sorunlarının biran önce çözülebilmesi için Erciş’in il olması yönünde bir öneri vermiştik. Bu önerimizin gündeme alınması ve yasalaşmasını arzu ediyoruz. Böylece yönetsel önlemlerle bu sorunları bir parça daha etkili şekilde çözebiliriz diye umut ediyoruz.
İkinci olarak söylemem gereken yasama organında yaşadığımız bazı sorunlar. Biz biliyorsunuz tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasına karşı bugün diyebilirim ki 4 aşamalı bir protesto süreci yaşadık. Önce bu tutuklamalar haksızdır diyerek aday göstermiştik. Aday gösterdiğimiz milletvekillerine seçmen mazbatasını verdi. Mazbata verildiğine göre milli iradenin gereği yerine getirilecek ve milletvekilleri serbest bırakılacaktı. Ama hükümet bunu duymazlıktan gelmişti. O vakit bunu dünya kamuoyuna ve Türkiye’ye daha etkili şekilde duyurabilmek için bir yemin boykotu yapmıştık. Yemin boykotuna başlarken açıklamamız şuydu; tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılma yolu açılıncaya kadar yemin etmeyeceğiz. Bu açıklamamız serbest bırakılıncaya kadar yemin etmeyeceğiz gibi ne yazık ki çok amaçlı bir şekilde saptırılmıştı. Biz sözümüzü tuttuk. Serbest bırakılma yolu açılıncaya kadar sözümüzün gereği olarak AKP’yi bir mutabakat metni imzalamaya zorladık. Üçüncü adımımız buydu. Ortak mutabakat metni imzalanmıştı. Bilmiyorum mutabakat metni o zaman elinize geçmiş olmalı. Eğer elinizde yoksa bir örneğini getirdim buradan fotokopi alabilirsiniz yine. Bu bir sayfalık diyelim biraz büyük yazılmış bir metin. Ne dediği de çok açık bir metin. Yanlızca bir cümlesini okuyacağım size. Tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevleri yerine getirmeleri için TBMM’de olmaları gerektiğine inanıyoruz. Bir kez daha okumama gerek yok herhalde. Tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için TBMM’de olmaları gerektiğine inanıyoruz. Ve bunun altında bizim 3 temsilcimizin imzası var. Akif Hamza Çebi İstanbul Milletvekili,
CHP Grup Başkanvekili. Turgut Dibek Kırklareli Milletvekili,
CHP Parti Meclisi Üyesi. Profesör Doktor Aydın Ayaydın
CHP İstanbul Milletvekili. Birde AKP’nin 3 milletvekilinin imzası var. Ama doğrusu sıradan yalnızca milletvekillerinin değil. Nurettin Canikli Giresun Milletvekili, AKP Grup Başkanvekili. Haluk İpek Ankara Milletvekili, AKP Genel Başkan Yardımcısı. Ahmet Aydın Adıyaman Milletvekili, AKP Grup Başkanvekili. İki grup başkanvekili ve partinin bir genel başkan yardımcısının imzaladığı bir basın açıklaması yapmıştık. Ve bu metni de iki partinin siyasi önderleri, Genel Başkanları onaylamışlardı.
Dün Sayın Başbakanın yaptığı bir açıklamaya tanık olduk hep beraber. Ne protokolü dedi. Biz protokol yapmadık. Sayın Başbakana sesleniyorum. İşte buydu. AKP ve
CHP milletvekillerinden 3’ü, üstelikte yöneticilik görevi olan üçer milletvekili tarafından imzalanmış olan bu bir sayfa ve artı bir paragraflık protokol metni. O zaman mutabakat metni diye adlandırılmış olan metin basın açıklaması olarak da tüm basına, dolayısıyla kamuoyumuza duyurulmuştu. Biz, yalnızca biz değil galiba herkes verilen sözü, hele söz yazılmışsa, yazılı hale gelmiş sözü namus sayarız. Dolayısıyla sözün namusunu yerine getirme beklentimiz dün yapılan o talihsiz açıklamaya rağmen hala sürüyor. Bunun TBMM’de çıkarılacak bir kanunla çözülecek sorunlardan olduğunu hepimiz biliyoruz. O kanununda tutukluluk sürelerinin normal, vicdana ve hukuka uygun hale getirilmesi, indirilmesi, kısaltılması olduğunu çok öncenden de açıklamıştık.
Bu tavrı son günlerde yaşadığımız TBMM’yi fonksiyonsuz bırakma, işlevsiz bırakma tavrının bir parçası olarak değerlendiriyoruz. Bu tavırdan hemen az önce yaşadığımız Tunceli Milletvekilimiz Kamer Genç’e yönelik saldırıyla birlikte değerlendiriyoruz ve öyle değerlendirmeye davet ediyoruz herkesi. Biliyorsunuz Salim Uslu kürsüdeyken Sayın Kamer Genç’e fiziki olarak, filen saldırdı. Bunun üzerine kınama cezası verilmesi ve bir daha böyle eylemlerin tekrarlanmaması güvence altına alınmalıydı. Ne yazık ki, Salim Uslu’nun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine AKP’yi temsilen gönderildiğine tanık olduk. Ve Sayın Başkan bu vandalizmi, bu kaba kuvveti, üstelikte parlamento kürsüsündeki bu şiddeti bir daha olmaması gerekir diye kendi parlamenterlerine tembih aracı yapacağına Salim Uslu’nun şiddetine arka çıktı. Bunu son zamanlarda TBMM tarihinde yaşanmış en büyük talihsizliklerden biri olarak değerlendiriyoruz.
TBMM öyle görünüyor ki şimdi şiddet aracılığıyla ama 28 Mart gününden buyana da yasama organının kanun çıkarma yetkilerini hükümetin üstlenmesi aracılığıyla uzun süredir baypas ediliyor. Kanun hükmünde kararnamelerden söz ediyorum.
3 Mart günü genel seçimlere gitme kararı alan mecliste değişeceksiniz, sizin değişinceye kadar geçen süreniz ve yeni gelecek olan meclis süresini de kapsayacak şekilde 6 aylığına yasama yetkinizi bana devredin demişti hükümet ve 12 Haziran seçimlerinden 3 gün önce 11 tane kanun hükmünde kararname, yeni hükümet daha güvenoyu almadan iki tane daha kanun hükmünde kararname. Sonra bunlar çok yalap şalap yapıldığı için çıkarılmış olan kanun hükmünde kararnamelerin son günü olan 3 Kasım’a doğru, 2 Kasım’da bir kez daha, bir kez daha değiştirilmesi, düzeltilmesi kanun hükmünde kararnameler serüveninin özetidir.
Parlamento işbaşında. Parlamento 1 Ekimden bu yana genel kurul salonlarında ve komisyonlarda. Bütün bu çalışır halde olma gerçeğine karşın 23.Dönem Parlamentosundan alınmış olan yetki kanunuyla Türkiye’nin bütün bünyesini değiştirme girişimini biz parlamentoyu AKP’nin by-pass etmesi olarak görüyoruz.
Başka nasıl açıklanabilir? Başka açıklama varsa bu açıklamayı doğrusu muhataplarımızdan ve ilgililerden talep ediyoruz. Parlamentonun by-pass edilmesine ilişkin ama aynı zamanda halkın parlamentoyu denetleme yollarını tıkamaya ilişkin bir başka uygulamayı daha hatırlatmama izin verin. Meclis televizyonunun yayınlarının sınırlandırılması. Parlamentonun üçten yediye kadar olan mesaisini halkımız televizyondan izleyebilir durumda. Yediden sonraki mesai son derece keyfi bir kararla halkımıza eriştirilmez hale geldi. Bu basit bir yayıncılık işi değil. Televizyondan parlamentonun genel kurulunda yapılan tartışmaları halkın birebir izlemesi halkın parlamentoyu denetlemesinin en etkili araçlarından biridir.
AKP bir yandan yasama organının gücünü hükümete devrederken bir yandan da halkın yasama organını denetleme haklarına el koydu. Bu söylediklerim ders kitaplarında çok açık olarak, bir ülkenin demokratik olup olmadığının göstergeleri olarak sayılır. Bir ülke demokratik midir değil midir nasıl ölçersiniz? Kuvvetler ayrılığı ilkesi olması gerektiği gibi yürüyorsa demokratiktir. Yürümüyorsa değildir. Halk parlamentoyu ve hükümeti denetleyebiliyorsa demokratiktir. Denetleyemiyorsa değildir.
Bu verdiğim örneklerle lisans öğrencilerimiz çok net sonuçlara varıyorlar. Parlamentonun ve halkın parlamentoyu denetlemesinin tıkanması bu ülkede demokratik düzenin ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Pek çok kurum by-pass edildi. Son olarak TBMM by-pass ediliyor. Bu çok önemli. Bu ülkeyi yönetme gücünün tek elde, tek adamda, yalnızda hükümette toplandığı anlamına geliyor. Bütün kitaplar bu tarz yönetimlerin demokratik değil diktatöryel olduğunu yazarlar.
Bunun daha küçük bir örneğini verebilirim. Bir başka konuya böylece geçme şansı bulayım. Merkez Bankası üzerindeki kontrol. Merkez Bankası iktisadi ve mali düzenin dengelerini serbestçe değerlendirme ve bu yönde hükümete doğru politika geliştirme yeteneğini yitirmiş durumda. Merkez Bankası bazı yabancı uluslar arası kuruluşlarında raporlarında yer aldığı üzere görevini iktisadi ve mali sistemin gerekleri doğrultusunda yerine getiremez haldedir.
Son dönemdeki başarısızlıklar da Merkez Bankasının güven yitirdiği savına destek oluyor. İktisadi mali alanda, idari alanda, yargı alanında, ordu alanında her alanda ve hatta futbol alanında, derneklerde, odalarda, sendikalarda her şeyi bir noktadan kontrol etme hevesi artık anlaşılan son örneklerini sergiliyor.
Biz burada bütün kurumların ama tabi en başında da TBMM’nin onurunu savunma mücadelesi vermek zorunda kaldık. Hükümeti kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereklerine uygun davranmaya, yasama organının yasa yapma yetkisini kullanabilir halde normalleşmeye davet ediyoruz.
Nihayet son derece önemli bir başka şey Suriye’yle ilgili gelişmeler. MYK’mız dış politikayla ilgili olarak da çok etraflı değerlendirmeler yaptı. Bu konuda biliyorsunuz iki ayrı heyet zaten Suriye’de yerinde gözlem yapmıştı. Çok kez açıkladık. Bir kez daha tekrar ediyorum. Türkiye sıcak bir savaşın tarafı olmamalıdır diyoruz. Türkiye olası bir savaşın yüksek maliyetlerini kaldıramaz. Türkiye’yi böyle bir ağırlığın altına sokmaya AKP’nin hakkı yoktur. Hem Suriye konusunda hem diğer bütün ülkelerle ilişkilerinde AKP’nin bağımsız bir dış politika yürütme zorunluluğu vardır. Daha başka güçlerin taşeronu olarak davranmak Türkiye gibi büyük bir ülkenin hükümetine yakışmaz. Bu nedenle bu politikayı uyguladığı, izlediği politikayı AKP’nin bir kez daha gözden geçirilmesi gerektiği kanısındayız.
Bu çerçevede bize yöneltilen Esat rejiminin savunuculuğu gibi değerlendirmeleri yalnızca hedef saptırma olarak görüyoruz ve yine Türkiye gibi bir ülkede yapılması gereken olgun politikadan çok uzak bir kurnazlık göstergesi sayıyoruz.
Benim MYK’mızın görüşmelerinde aktaracağım konular bundan ibaret. Sorunlarınız varsa alabilirim sorularınızı;
Birgül Ayman GÜLER- Tabi bu konu MYK’da gündeme geldi. Biliyorsunuz bu yazı Zaman Gazetesinde 10 Kasım günü çıkmış bir yazıydı. O gün biz MYK olarak toplantı halindeydik. Dolayısıyla MYK gündemine gelmemişti. Görmemiştik. Değerlendirmek o yüzden mümkün değildi. Bugün o toplantıdan sonra ilk MYK’mızı yaptık. Buna dönük olarak çeşitli değerlendirmeler oldu. MYK’da da değerlendirildi. Hüseyin Aygün arkadaşımızın yaptığı bu açıklamaya ilişkin savunmasının alınmasına karar verildi.
Soru- Karşı bir açıklama veya CHP’nin bu resmi görüşü değildir şeklinde Genel Merkezin bir açıklama yapması söz konusu olacak mı?
Birgül Ayman GÜLER- Bu CHP’nin resmi görüşü kuşkusuz değildir. Yani arkadaşımızın kendi görüşlerini dile getirdiği orada açık. Yaptığı açıklamada çeşitli rahatsızlıklar verdiği için zaten MYK kendisinden savunmasını talep ediyor.
Birgül Ayman GÜLER- Bugün üzerinde tartışma yaptığımız bir başka konuydu. Arkadaşımız vicdani ret konusunu gündeme getirdi. Vicdanı ret konusu ordu örgütlenmeleriyle de doğrudan ilgili bir konu bildiğiniz gibi. Bazı açıklamalar yapılıyor ki, zorunlu askerlik sistemine aykırıdır şeklinde. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin açık kararları var. Bizde uygulanan askerlik sisteminin ortadan kaldırılmasını gerektiren bir uygulama değil. Dolayısıyla niteliği ve sınırları kuşkusuz çok tartışma konusu. O tartışma yapılarak vicdani ret konusunda genel olarak partimizin bakışı olumlu. Ancak bir kez daha söylemek isterim önemine binaen bu askerlik sisteminin değiştirilmesi gibi bir sonuca götürülürse tartışma değişir. Niteliği ve sınırları itibariyle tanımlaması söz konusu olduğunda tartışma oldukça heyecanlı hale gelir.
Birgül Ayman GÜLER- Vicdani ret konusundaki kanun teklifini Sezgin Tanrıkulu arkadaşımız ve birkaç milletvekili hazırlamış. Bu metni görmedik.