loading
close
SON DAKİKALAR

Bir Garibin Öyküsü

Barış Pehlivan
Tarih: 29.07.2021
Kaynak: Barış Pehlivan - Cumhuriyet

Barış Pehlivan; “Nejat Daş, 8 Kasım 1994’te duruşma için geldiği İstanbul’dan Sinop Cezaevi’ne götürülürken jandarmaların elinden kaçmıştı.” Merak ettim, o jandarma erlerine ne oldu acaba? Ve çok trajik bir bilgiye ulaştım.

Bataklık Operasyonu’ndaki örgüt lideri Nejat Daş’a dair haber üstüne haber okuyoruz. Uyuşturucu baronunun ilişkili olduğu bazı isimlerin nasıl kurtarıldığını öğreniyoruz. Onun bürokrasideki ve siyasetteki adamlarını fark ediyoruz.

Ve o haberlerin altında şu bilgiyi görüyoruz:

“Nejat Daş, 8 Kasım 1994’te duruşma için geldiği İstanbul’dan Sinop Cezaevi’ne götürülürken jandarmaların elinden kaçmıştı.”

Merak ettim, o jandarma erlerine ne oldu acaba? Ve çok trajik bir bilgiye ulaştım.

Baron Daş yurtdışına kaçarken daha yirmi yaşında olan askerlere cezaevi yolu göründü. Firara yardım etmekle suçlanıyor, beş yıla kadar hapisleri isteniyordu. Haftalarca tutuklu kaldılar, ilk duruşmada tahliye oldular.

Vatani görevini yaparken kendisini cezaevinde bulan erlerden biri de Levent Kuşoğlu idi. Dört duvar arasından çıkınca biraz dinlenmek için Sinop’taki birliğinden izin istedi. Ancak izin verilmesi bir yana, Hakkâri’nin Çukurca ilçesindeki Pirinççeken Karakolu’na deyim yerindeyse sürüldü. Vatan sağ olsun, dedi; gitti.

Tanıyanlar anlatıyor; uzun boylu, renkli gözlü, çakı gibi bir askerdi.

Suçlandığı davadan beraat etmiş, tezkeresine kısa bir süre kalmış, artık dinlenecekti.

Ama, işte...

PKK, 21 Haziran 1995 gecesi Pirinççeken Karakolu’na baskın düzenledi. Çıkan çatışmada 11 şehit verdik. Ve evet, toprağa verdiklerimizden biri de Levent’ti.

Parayla cezaevinden kaçırılan büyükleri konuşuyoruz da yerlerine beton mezarlara koyduğumuz suçsuz fidanların öykülerini unutuyoruz.

Âşık Mahzuni’nin “Bak taşına acı acı / Bu mezarda bir garip var” sözünü hatırlatır gibi...

Er Levent Kuşoğlu’nun yattığı mezarlığın adı Gariplik’ti.

15 TEMMUZ’UN HENÜZ İZLEMEDİĞİMİZ GÖRÜNTÜLERİ

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Nerede olduğunu biliyoruz ama bizde kalsın” demişti.

Anadolu Ajansı, “Berlin’de saklandı” diye yazmış, Alman medyası doğrulamıştı.

Gelin görün ki sırlarıyla birlikte halen kayıptı. 

Adil Öksüz’den bahsediyorum.

Beş yıl aradan sonra gazeteci Müyesser Yıldız, Akıncı’daki görüntülerini ortaya çıkardı. Gerçeğin inatçı izcisi bir gazeteci sayesinde, Öksüz’ün 15 Temmuz’da üste olduğu bir kez daha kanıtlandı.

Evet, Akıncı’daki gazinodan uğurlanırken birkaç saniye görünüyordu kilit isim.

Evet, darbe girişiminin yönetildiği gazinoyu gören yedi kamera çok önceden karartılmıştı.

Ve evet, Öksüz’ün konuşmaması için bazı eller onu kaçırdı.

Ama şu sorular da halen kafamı kurcalıyor:

Adil Öksüz, Akıncı’ya nasıl girdi?

Yani, lojman nizamiyesinden mi, TAİ tarafından mı yoksa Kazan cephesinden mi üsse giriş yaptı?

Çıkışı gördük de giriş yaptığı kapının önündeki kamera görüntüleri nerede?

Girerken kimler vardı yanında?

Gazinoya kadar hangi araçla taşındı?

Keza, sadece Akıncı’daki nizamiye kameralarından değil...

Ankara’daki MOBESE ve Plaka Tanıma Sistemi’nden bile onlarca Adil Öksüz görüntüsünün elimizde olması lazım değil mi?

Ya da birilerinin elinde de biz mi henüz izlemedik?

CEBİMİZDEKİ CASUS KİME ÇALIŞIYOR?

İsrailli bir şirketin yarattığı Pegasus adlı casus yazılım dünyada konuşulmaya devam ediyor. Biz ise yeterince irdelemiyoruz. Oysaki ülkemizde öldürülen Cemal Kaşıkçı’nın ve hatta o cinayeti soruşturan başsavcı İrfan Fidan’ın dahi gizlice dinlendiği ortaya çıktı, hakkıyla tartışmıyoruz.

Sahi, siyasetçilerden gazetecilere tüm dünyadan on binlerce kişinin her hareketinin takip edildiği bir skandal bizi neden ilgilendirmiyor? Alıştığımız için mi? Artık şaşırmıyor muyuz? Yoksa, biz de mi kirliyiz?

Doğru, bu ülkede devlet üniforması giyenler tarafından illegal şekilde dinlendik.

Doğru, bu ülkede güvenliğimizden sorumlu kişiler evlerimize gizli kameralar koydu.

Doğru, ülkenin en kozmik odalarına girildi, en mahremleri ifşa edildi, en gizlileri internete düştü.

Ama işte zehir kanıksamakta. O yüzden, Pegasus’a öfke duyarken kendi içimizde aslında ne yaptığımıza da bakmalıyız.

Mesela sormalıyız:

Türk Emniyeti’nin İtalyan Hacking Team adlı şirketten satın aldığı casus yazılım halen kullanılıyor mu?

Mesela sormalıyız:

2017’deki Adalet Yürüyüşü sırasında CHP’lilerin telefonlarına sızdırıldığı iddia edilen Finspy adlı casus yazılımı Türkiye’den kim satın aldı?

Mesela sormalıyız:

FETÖ’nün yasadışı dinleme üssü TİB’in yerini alan BTK, internette sayfa sayfa neler yaptığımızı neden öğrenmek istiyor ve o bilgileri kime veriyor?

Belki bu soruların yanıtı başka kapılar açar. Öyle ya Halil Cibran boşuna dememiş: “Bir su damlasında, tüm okyanusların tüm sırları saklıdır.”

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları