loading
close
SON DAKİKALAR

Erdoğan görevi bırakmalı

Barış Terkoğlu
Tarih: 22.04.2024
Kaynak: Barış Terkoğlu - Cumhuriyet

Barış Terkoğlu; Bakıyorum, ne zaman bu konu açılsa, aynı koro dile geliyor: Ama onlar kızlarımızın türbanla okula girmesini engellediler! Sözlerini trolleri “Gebersinler” temennisiyle sonlandırıyor.

İntikam kör eden bir bıçak gibi. İnsanı esiri yapıyor.

28 Şubat kumpası nedeniyle hapiste olan 84 yaşındaki emekli Orgeneral Çetin Doğan hastanede ölümle mücadele ediyor. Adli Tıp’ın “Hapiste kalamaz” raporunun gereği ise bir yıldır Erdoğan’ın masasında imzalanmayı bekliyor. Sadece Çetin Doğan değil, Fevzi Türkeri ve Yıldırım Türker 83, Cevat Temel Özkaynak 79, Erol Özkasnak 78 yaşında aynı durumda.

Bakıyorum, ne zaman bu konu açılsa, aynı koro dile geliyor: Ama onlar kızlarımızın türbanla okula girmesini engellediler! Sözlerini trolleri “Gebersinler” temennisiyle sonlandırıyor.

Oysa hapisteki yaşlı komutanların üniversitelerdeki türban meselesiyle ilgisi yok.

Önümde bir kitap var. Adı: Aklımdan Başka Silahım Yok ki.

Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz yazmış. Dönemin üniversitelerdeki en büyük muhatabı sorunun tarihini anlatmış:

“İlk olay 1968’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde meydana gelmiştir. Derslere türbanla girmekte ısrar eden 1859 nolu Hatice Babacan adlı öğrencinin disiplin kurulu kararıyla kaydı silinmiştir. (...) Bu olaydan sonra, uzun yıllar, türban sorunu ülke gündeminde yer almamıştır.”

Kemal Gürüz, 12 Eylül sonrasında Evren ve Özal’ın farklı eğilimlerde olsalar da mesele üzerine rektörlerle toplantı yaptığını hatırlatıyor. Gürüz, bu toplantılara katılan rektörlerin nabza göre şerbet verdiği yorumunda bulunmuş.

MAHKEMELERE NE DEDİ

Resmi kronolojiden devam edelim. YÖK, 20 Aralık 1982 tarihli genelge ile derslere başörtülü girilmesini resmen yasakladı. Danıştay 8. Dairesi, 13 Aralık 1984’de genelgenin iptali başvurusunu şu gerekçeyle reddetti: “Türbanın masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline geldiği...”

Bu kadarla kalmadı. 8 Ocak 1987’de Resmi Gazete’de yayınlanan YÖK kararıyla, “çağdaş kıyafet dışındaki kıyafetler”, kınama cezası gerektiren disiplin suçu olarak tanımlandı.

Gürüz, sonrasında, İhsan Doğramacı’nın çözüm bulma serüvenini anlatıyor:

“Mesele bundan sonra giderek çetrefilleşti. ‘Çağdaş kıyafet ve görünümü nedir’ sorusuna cevap aranmaya başlandı. Hoca hem Evren’i hem Özal’ı memnun edebilmek için YÖK’e ressamlar getirtti ve Mevhibe İnönü’nün başı kapalı bir fotoğrafı örnek alınarak kabul edilebilir bir baş örtme modeli arayışına girildi. ‘Türban’ terimi de bu aşamadan sonra literatüre girdi ve de olayı içinden çıkılmaz hale getirdi.”

Bu kadar değil...

Anayasa Mahkemesi de 2 ayrı türban kararı verdi. 7 Mart 1989’de, ardından 9 Nisan 1991’de üniversitede türban takılmasının anayasa uygun olmadığı hükmünde bulundu. 17 Haziran 1994’te de Danıştay İdari Davalar Kurulu aynı yönde karar belirtti.

Gürüz, 1996’ya gelindiğinde ortamın yumuşadığını haber veriyor.

TÜRBAN ÜZERİNDEN SİYASET

Buradan sonrası eski AKP milletvekili ve Meclis başkanı olan, 90’lı yıllarda milli eğitim bakanlığı yapan Köksal Toptan’dan alıntı:

“Üniversitelerde türban yasağı minimize edilmişti. İki üniversitemizin bir iki bölümünde kalmıştı. Karşılıklı oturarak, konuşarak bu iş çözülüyordu. Hiçbir sorun da yoktu. İmam Hatiplerle ilgili bir tartışma bile yoktu. Ama hemen arkasından ‘Rektörler türbana selam duracak’, ‘İmam hatipler bizim arka bahçemizdir’ şeklinde gelişen söylemler Türkiye’de ciddi hassasiyet yarattı.”

AKP’li Toptan, o yıllarda türban hadisesinin politik nedenlerle kaşınarak ülkenin türban kavgasına sürüklendiğini anlatıyor.

Nitekim...

28 Şubat, 1997 yılında gerçekleşen MGK’nin adıydı. Bu tarihten neredeyse 5 yıl sonra, 20 Aralık 2001’de, Danıştay 12. Dairesi, türbanlı bir çalışanın memuriyetten atılmasını hukuka uygun buldu. Yıllarca, açılan davaların tamamı türban aleyhinde sonuçlandı.

Öyle ki, 4 Eylül 2012’de, dönemin AKP’li Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer bile şunu söyledi: “Kız öğrenciler din dersinde başörtüsü takabilir. Onun dışında, herkes hukuka uymak zorundadır.”

Kemal Gürüz, başkanlığı döneminde, verilen hukuk kurallarını uygulamaktan başka çarelerinin kalmadığını anlatıyor:

Her vesileyle dile getirdik, anayasa ve yasaları değiştirin, yüksek mahkeme kararları ortadan kalksın, biz de bunları uygulayalım. İstismar ve zaman zaman acımasızca ağır hakaretlere varan beyanlar dışında hiçbir şey görmedik politikacıların çoğundan.”

Üstelik...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 2 Temmuz 2002’de, 29 Haziran 2004’te, 10 Kasım 2005’te türban aleyhinde karar verdi.

Gürüz, türban meselesinde devletin doğru bir tutum alamamasının “siyasal İslamcıların önünün açılmasına” neden olduğunu söylüyor. Bu yüzden de sağ politikacıların bu sorunu çözmeden ama bu hassasiyeti kaşıyarak kendisine oy devşirdiğini anlatıyor. Geçen yıl Kılıçdaroğlu’nun başlattığı çağrının fırtınalar koparıp sonuç alınmadan kapanması da belki de kapının açık kalmaya devam etmesi için. Bu dönemin asıl mağdurunu Gürüz şöyle anlatmış: “Sorunun belki de en acı yönü, kadınlarımız ve kızlarımızın erkeklerce yürütülen politikaların aracı haline gelmesidir.”

ERDOĞAN AİLESİ TARAF OLDU 

Yani türban krizini 28 Şubat MGK’si çıkarmadı. Peki bunları neden anlattım?

Sadece sosyal medya dalgası değil. 28 Şubat davasının katılanları arasında konuyu ilgilendiren 2 isim var: Sümeyye Erdoğan Bayraktar ve Esra Albayrak. Cumhurbaşkanının kızları, 28 Şubat MGK’sinin olduğu gün 12 ve 14 yaşındalardı. Ancak türban meselesini gerekçe göstererek yıllar sonra Çetin Doğan’ın sanık olduğu davaya başvurdular. Mahkeme ne yapabilirdi? Tabii ki kabul etti!

Cumhurbaşkanının kızlarının taraf olduğu davada cumhurbaşkanı da taraf oldu. Defalarca kürsülerde hüküm verdi. Örnek olsun, 17 Nisan 2012’de davadaki tutuklamalar için şunu söyledi: “Bugün sabrın selamete erdiği, mazlumun ahının aheste aheste çıktığı gündür. Bugün adaletin tecelli ettiği, bağımsız yargının hiçbir baskı olmadan vazifesini yerine getirdiği gündür.” Erdoğan’ın “bağımsız yargı” dediği 28 Şubat savcısı FETÖ’cü çıktı. Tıpkı davanın hakim ve polisleri gibi.

GENEL BAŞKANLIĞI BIRAKMALI

Kısacası...

Cumhurbaşkanı ve ailesi, 28 Şubat davasında açık taraf oldu. Sivas katilleri ya da Hizbullahçı sanıklar için tahliye yetkisini kullanan Erdoğan, 80’lik generaller için Adli Tıp’ın “Cezaevinde kalamazlar” raporuna rağmen serbest kalmalarını sağlayacak imzayı atmamakta işte bu yüzden direniyor. Elbette kör intikamdan başka bir şey değil. Bu intikamı ise Anayasadaki “tarafsız cumhurbaşkanı” vasfına dayanan yetkiyle alıyor. Yakasındaki parti rozeti, hukuk devletini temsil etmesini engelliyor. Siyasetçilerin baş sorumlusu olduğu 60 yıllık türban sorununu 80’lik generallerin sırtına yükleyip, onları kurban ederek siyasal intikam hırsına yenik düşüyor. Olması gereken, generallerin hapiste birilerinin diliyle “gebermesi” değil, Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı görevini bırakması ve intikam yerine tarafsızlığı seçmesi.

İnsanın yeneceği asıl düşman aslında kendi içindedir.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları