loading
close
SON DAKİKALAR

Cehennemi andıran cezaevinde 10 saat

Can Ataklı
Tarih: 08.05.2012
Köşe: Günlük Yazılar

9 gazeteci arkadaşımızla konuştuk, dertleştik; an geldi hüzünlendik, an geldi kahkahalara boğulduk...

Geçen hafta cuma gününü Silivri Kampüsü’nde geçirdim. 10 saat tam bir tecrit durumunda, 8 metre yüksekliğindeki, yarım metre kalınlığındaki duvarların arkasında, cep telefonu da internet de olmadan müthiş bir deneyim yaşadım.

Tutuklu 9 gazeteci

Kampüste tutuklu 9 gazeteci arkadaşımızla konuştuk, dertleştik; an geldi hüzünlendik, an geldi kahkahalara boğulduk. Sırasıyla Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Turan Özlü ve Müyesser Yıldız’la görüştük...

Önce cezaevi izlenimi

Bu sevgili arkadaşlarımızla yaptığımız konuşmaları yarın ve perşembe günü ayrıntılarıyla sizlere yazacağım. Ama önce Silivri’ye giriş maceramızı ve tutukluların “esir gibi tutuluyoruz” dedikleri Silivri Kampüsü izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Hemen söyleyeyim, burada tutulmak gerçekten bir facia.

Eskişehir’de ödül

Önceki hafta cumartesi günü Eskişehir’deydim. Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti’nin kendi bölgesindeki yılın gazetecileri ödül törenine katıldım. Cemiyet kendi ödüllerinin yanı sıra aralarında benim de bulunduğum 5 gazeteciye “Yılın Başarı Ödülü”nü verdi. 48 ilden gazeteci de gelmişti.

Ben de gelmeliyim

Toplantı sırasında gazeteci Ümit Zileli Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel’in küçük bir grupla Silivri’deki gazeteci arkadaşlarımızı ziyaret edeceğini söyledi. “Keşke ben de gelebilsem” dedim. Zileli de “Hemen söyleyelim, izin listesi henüz imzaya gitmedi, seni de eklerler” dedi.

Listeye giriyorum

Atilla Sertel Adalet Bakanlığı’nın onaylayacağı listeye benim de adımı yazdırdı. Bu arada yurt dışına gidip geldim ve cuma gününe vardık. Sabah 09.30’da Silivri’de olmak üzere sözleştik. Ümit Zileli ile birlikte sabah 07.30’da buluşup yola çıktık. Otoyoldaki servis alanında kahvaltı edip, 09.30’da kampüse vardık.

‘Vardiya Bizde’

Nerede buluşacağız? En iyi yer “Vardiya Bizde” çadırı. Bu çadırın ilk kurulduğu günü hatırlıyorum. Derme çatma bir çadırdı. Şimdi küçük bir köye dönüşmüş. Büyük bir çadır, yanında üç konteyner. Her taraf Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle donatılmış. Sürekli nöbet değiştiriyorlar.

Asker eşleri

Asker eşlerinin direniş ruhu belli ki daha yüksek. Askerler ise hukuksal alanda direniş yapmayı, karşı çıkmayı, hak aramayı son zamanlarda öğrenmeye başladı. Vardiya Bizde alanında küçük bir köy oluştuğu gibi, tarım da başlamış. Çadırın önündeki boş alanda aklınıza gelen her sebze ekilmiş.

Koca bir cami

Direnişçiler bu mini tarlaya gözleri gibi bakıyor, her gün sulanıyor, aykırı otlar temizleniyor, ürünler ortaya çıkmaya başlamış, kimileri de toplanıp yenmiş bile.

Silivri Kampüsü’nün girişine koca bir cami inşa edilmiş. Bitmek üzere. Öyle büyük cami ki, 100 bin kişilik bir kente tek başına yetebilir.

Sonunda kapıdayız

Hepimiz toplandık. 6 kişiyiz. Cezaevinin ana kapısına yöneldik. Hüviyetlerimizi bıraktık. Ben acemiyim. “İçeri bir şey sokmak yasak” dendiği için ceketimi, cep telefonumu, kalemlerimi, pantolon kemerimi bile arabada bıraktım. Sadece gömlek pantolon var üzerimde. Bir sorun çıksın istemiyorum.

Otobüse biniyoruz

X ray cihazından geçeceğiz. Ayakkabıların çıkarılması mecburiymiş. Çıkardık. “Acele edin, otobüs kalkıyor, yoksa çok beklersiniz” dediler. Koşup, otobüse bindik. 1 numaralı cezaevine gideceğiz önce, Müyesser Yıldız hariç 8 arkadaşımız orada çünkü. Müyesser Yıldız 8 No’lu cezaevine konulmuş.

8 metrelik duvarlar

Kampüs içinde araba bulamazsınız hâliniz harap. Çünkü binalar birbirine yakın ama arka arkaya 4 sıra halinde. Ve her sıra arasında 8 metrelik duvarlar var, dikey geçiş yok, bu nedenle sıranın ucuna kadar yaklaşık 1.5 kilometre gidip diğer sıra için dönüyorsunuz. Aralarda yaya geçişi de yok.

İzin bekliyoruz


Geldik 1 No’lu binanın önüne. Gülerek karşıladı infaz memurları bizi ama, “Hayrola, nereye?” dediler. Çünkü izin belgesi gelmemiş. Meğer Atilla Serter bir gün önce saat 19.00’da imzalatmış izin belgesini Adalet Bakanı’na. Özel Kalem de “Sabah göndeririz faksı” demiş. Ama unutmuşlar.

1.5 saat gecikme

İşin kötü tarafı, cep telefonları olmadığı için Özel Kalem’i arayamıyoruz. Cezaevi görevlileri de aklına esince dışarıyı arayamıyor. Sonunda Müdür Yardımcısı imdada yetişti. Bakanlığa telefon edildi. İzin faksı gönderildi. Ama ne yazık ki saat 10.45’e kadar 1 No’lu cezaevinin önünde bekledik.

Göz taraması

Cezaevine girmek buna rağmen kolay değil. Bu kez bir görevlinin önünde dikildik. Kimliğimizin bütün ayrıntıları bilgisayara girildi. Ama yetmezmiş. Bir de göz taraması yapıldı. 8 metrelik duvarın arkasına, gözlerimizi özel bir cihazla okutarak geçebiliyormuşuz. Çıkış da aynı yöntemle.

Kimlik ya silinirse

Ama göz taraması ile kimlik belirlemesi de süreli. Belli bir süre sonra bilgisayar o taramayı siliyor, yani diyelim ki içerde oyalandınız, kapıya geldiniz, eğer göz taramanız silindiyse çıkmanız mümkün değil. Bir anda mahkzm ya da tutuklu safına geçmeniz işten bile değil. Amanın.

Çiçek bahçesi

O yüksek ve soğuk duvarlar insanın yüreğini daraltıyor. O koca duvarın altındaki küçük bir kapı açıldı, jandarmaların şüpheli bakışları arasında içeri girdik. Bir de ne görelim, küçük bir çiçek bahçesi hazırlanıyor. “Hani toprak yasaktı?” Buraya mahkzmlar çıkmıyormuş da ondanmış.Kontrollü yani.

Tünel artıkları

İçeride toprağa izin yok. Nedeni basit. Efendim, kaçmak için tünel kazanlar çıkardıkları toprağı saksılara dolduruyormuş, çiçek yetiştiriyormuş gibi. İyi de bir insanın sürünerek geçebileceği 20 metrelik bir tünelin içinden çıkan toprak acaba kaç bin saksıyı doldurur? Mantığı yok ama, kural kuraldır.

Artık içerdeyiz

Sonunda içeri girdik. Unutmadan, cezaevinin ilk giriş kapısından itibaren en çok göze çapan şey uyarılar listeleri. Mahkzmları kimler ziyaret edebilir, içerisinin kuralları neler, içeri sokulamayacak olan şeyler. Bir de her giriş kapısında ve idari binaların camlarında Kutlu Doğum Haftası afişleri var. Çok ilginç.

Buluşma salonları

Cezaevinde iki tür görüşme yapılıyor. Biri açık diğeri kapalı görüşme. Kapalı görüşmede camlı bir bölmenin arkasındaki tutuklu ya da mahkzmla telefon kullanarak görüşebiliyormuşsunuz. Açık görüşmede ise bir salonda karşı karşıya gelebiliyor, kucaklayıp öpüşebiliyorsunuz. Bir şey alıp vermek yasak.

Her taraf süslü

Yemekhane gibi bir salona aldılar bizi. Ahşap masalar ve çok sayıda sandalye. Açık görüş günlerinde burası hıncahınç doluyormuş. Bugün sadece biz varız. Duvarlarda rengârenk süsler var çok sayıda. Meğer kuyumcu Hayrettin Ertekin su şişelerinden yapıyormuş. Hiç yoktan iyi, hiç olmazsa sanat.

Arkadaşlarla buluşma

Yarın ve perşembe günü ise arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerin ayrıntılarına geçeceğim. Nasıl yaşıyorlar,sağlık ve moral durumları nasıl, yaşadıklarına nasıl bakıyorlar? Hangi mesajları verdiler, neler söylediler? Not alamadığım için aklımda kalanları yazacağım.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları