loading
close
SON DAKİKALAR

Kanal İstanbul felaketinden kurtulmak için ciddi uyarı

Can Ataklı
Tarih: 15.02.2024
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; İstanbul Üniversitesi’nin halka açılması ne alaka? Haberi duyduğumda önce inanmadım, “Olur mu öyle şey, üniversite halka açıldı diye bir şey mi olur?” dedim kendi kendime. Meğer doğruymuş.

ANALİZ

Bu işin hiç şakası yok

İliç’teki altın madeninde yaşanan toprak kayması son yılların ün büyük doğa felaketidir.

Göz göre göre geldi bu facia.

Gözlerinin önünde paradan başka bir şey görmeyen iktidar uyarılara hiç kulak asmadı.

Çevreciler “Bir avuç bozguncu”, bilim insanları ise “Onlara mı soracağız” söylemleriyle itilip kakıldı.

Oysa şimdi anlaşılıyor ki böyle bir facianın yaşanması zaten neredeyse kesinmiş.

Çok değil iki yıl kadar önce yaşanan siyanür borusunun patlaması da ders olmamış, üstüne üstlük şirketin madeni üç kat daha büyütmesine izin verilmiş.

Bugün İstanbul’a belediye başkan adayı yapılan Murat Kurum çevre bakanı sıfatıyla madenin büyütülmesi ve yığma atık dağı oluşturulmasına “ÇED raporuna gerek yoktur” diyerek onay bile vermiş.

Yüzde 20’si Çalık’a yüzde 80’i bir Amerika/Kanada şirketine ait olan madenin vergi borcu bile silinmiş, önü açılmış.

Bunların hepsini gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada duydunuz öğrendiniz.

Diyorum ki; “Bütün bunları biliyoruz artık ve yüksek sesle tartışmanın çok da anlamı yok çünkü tehlike çok daha büyük.”

Şirket ve iktidar kayıp giden yığma toprakların çevre zararına yol açmayacağını ileri sürüyor ama uzmanlar bu toprağın içinde çok ciddi miktarda siyanür olduğunu söylüyorlar.

Altın madeninde kullanılan siyanür güvenli bir alanda bekletiliyor ama içinde siyanür de bulunan atık topraklar yine güya güvenli bir alanda depolanıyor.

Siyanürlü toprak dev kamyonlarla önceden belirlenen bir alana dökülüyor.

Zaman içinde bu toprak yığını koca bir dağa dönüşmüş.

İşte yağmur nedeniyle kayan ve bir nehir gibi akmaya başlayan toprak, bu toprak.

Yani doğanın kendi oluşumuyla değil toprak yığılmasıyla oluşmuş dev bir kütle.

Kayan toprağın gittiği yerde Fırat Nehri var.

Eğer siyanürlü toprak bu nehire karışırsa sadece Türkiye’de değil, Fırat’ın geçtiği bütün ülkelerde çok ciddi bir çevre felaketi yaşanabilir.

Asıl takipçisi olunması gereken konu bana göre budur.

Yapılan ihmaller, göz yummalar, hatalar, alınmamış önlemler bir tarafa devlet bütün gücünü kayan bu toprağı güvenli biçimde kontrol altında tutmaya vermelidir.

İktidar bu olaydaki ihmalinin ortaya çıkmasını önlemek için kamuoyunu yanlış bilgilendiriyor gözlediğim kadarıyla.

Şirketin açıklamaları resmi açıklama gibi tekrarlanıyor.

Seçime giderken böyle bir felaketin yaşanmasının kendilerine zarar vereceğini düşünen iktidar yetkilileri önlem almak yerine yayılan haberleri engellemeye çalışıyor.

Oysa buna kimsenin tahammülü olamaz.

Kimi siyasilerin “Merak etmeyin, siyanür yokmuş, öyle diyorlar” açıklamaları ile halkın kafasını karıştırmaya çalışmalarının hiçbir yararı yoktur.

Öncelikle yapılacak iş büyük tehlikeyi bertaraf edecek önlemlerin bir an önce alınmasıdır.

Sonra dövünmenin bir yararı olmayacağını herhalde hepimiz biliyoruz değil mi?

BUNU YAZMAK GEREK

Kanal İstanbul felaketinden kurtulmak için ciddi uyarı

İliç’teki faciayı konuşurken İstanbul 11. İdare Mahkemesi’nin Kanal İstanbul ile ilgili bir iptal kararı haberi düştü haber merkezlerine.

Buna göre; “İstanbul 11. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Yenişehir Rezerv Yapı Alanı imar planını iptal etti. İBB’nin Kanal İstanbul Projesi’nin imar planına ilişkin açtığı dava karara bağlandı. Mahkeme; Yenişehir Rezerv Yapı Alanı (Kanal İstanbul Projesi) 1. Etabıyla ilgili Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı imar planı değişikliğini iptal etti. Mahkeme ayrıca İBB’nin imar planına ilişkin İBB’nin itirazını reddeden Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın işleminin hukuka uygun olmadığına hükmetti.”

Kanal İstanbul AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın 2010 yılında açıkladığı ve “çılgın proje” diye nitelendirdiği bir yatırım olacaktı.

İstanbul Boğazı’na alternatif biçimde Karadeniz ile Marmara Denizi arasında bir kanal açılmasını öngören bu proje çeşitli açılardan eleştirildi bugüne dek.

Büyük rant, ekoloji değişikliği, nüfus sorunu gibi konuları bir kenara bırakalım, bu kanal projesi aslında bilimsel olarak mümkün değil.

Bunun da ötesinde böyle bir kanalın yapılması olağanüstü bir çevre ve doğa faciasına da yol açacak.

Bilim insanları yıllardır böyle bir kanalın, üstelik bir deprem bölgesi olan İstanbul’a çok zarar vereceğini anlatıyor.

Mahkeme kararı sadece imar durumu ile mi ilgili yoksa kanalın yapılmasına da engel mi olacak bunu anlamış değilim henüz, ama bunun özellikle İliç olayından sonra çok ciddi bir uyarı olarak kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum.

Bunca bilim insanı uyarırken ısrarla bu kanalı yapmaya çalışan iktidar, son faciadan ders çıkararak bu kez laf dinlemeli.

Hele ellerinde bir mahkeme kararı da olduğuna göre bahaneleri de hazır.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Bu nasıl ayıptır böyle!

Genel seçimlerde İYİ Parti’den Eskişehir milletvekili seçilen ama sonra kapağı AKP’ye atan Nebi Hatipoğlu, partinin genel başkanı Erdoğan tarafından Eskişehir Büyükşehir Belediyesi başkan adaylığına atandı biliyorsunuz.

AKP adayı Hatipoğlu yerel seçim için “Nasıl bir rüşvet veririm de medyanın desteğini kazanırım” diye düşünmüş ve harika(!) bir formül bulmuş.

Nebi Hatipoğlu yerel medyayı desteklemek için eğer seçimi kazanırsa Eskişehir’de çalışan gazetecilere asgari ücret düzeyinde maaş bağlayacakmış.

Bu nasıl bir utanmazlık, nasıl bir ayıp, nasıl bir kaba cesarettir anlamak mümkün değil.

Bu tavır açıkça medyayı da küçük düşürmek, değersizleştirmektir.

Bir yerel yöneticinin gazetecilere maddi destek sağlama gibi görevi olmadığı gibi bunu bir “rüşvet” gibi övünerek açıklaması da korkunçtur.

O şahıs böyle bir rüşvet vaadiyle partisinin ülke ekonomisini ne hale getirdiğini de itiraf etmiş oluyor aynı zamanda.

AKP’li adaylar emekliye, öğrenciye, gazeteciye rüşvetler dağıtarak seçim kazanmayı bekliyorlar.

Türkiye’yi ne hallere düşürdüler böyle?

ÖNERİ

Kuryeler 8’inci sınıf insan mı?

İstanbul’da lüks bir sitenin yönetimi evere servis yapan kuryelerin katlara ayrı bir asansörle çıkmasına karar vermiş.

Bu asansörde diğer asansörlerde olmayan bir havalandırma sistemi varmış, bu asansör diğer asansörlerden daha küçükmüş ve daha yavaş hareket ediyormuş.

Bir kuryenin görüntülü olarak attığı mesaj sosyal medyada büyük yankı uyandırdı.

Kuryeler “8’inci sınıf insan mıyız?” diye feryat ederken kimi hukukçular da “anayasanın eşitlik ilkesine aykırı davranıldığını” ileri sürüyorlar.

Bence konu bu kadar abartılacak kadar büyük değil.

Site yönetimi kuryelerin sürekli açık havada her türlü kirlenmeye maruz kaldığını düşünerek akılsızca bir karar almış.

Oysa bu sorunun çözümü çok kolay, ki bazı sitelerde uyguladığını görüyorum.

Kuryeler getirdikleri paketi sitenin girişindeki görevliye bırakır, sipariş veren ya kendi gelir alır ya da site yönetimi bina içi dağıtımı bir elemanı ile yapar.

Ayrıca kurye kılığında böyle büyük sitelere giren ve evleri soymaya kalkan çetelerin de olduğu biliniyor.

Kuryelerin siparişleri site girişlerine bırakması hem bina güvenliği hem de kuryelerin daha hızlı çalışmasını da sağlar.

ŞAŞIRDIM

İstanbul Üniversitesi’nin halka açılması ne alaka?

Haberi duyduğumda önce inanmadım, “Olur mu öyle şey, üniversite halka açıldı diye bir şey mi olur?” dedim kendi kendime.

Meğer doğruymuş.

İstanbul Üniversitesi rektörü, üniversiteye isteyen herkesin girebileceğini açıklamış.

İşin aslın bakarsanız dünyanın medeni ülkelerinde üniversiteler zaten herkese açıktır.

Bizdeki gibi kapılarda x-ray cihazları, kimlik okuyan makineler yoktur.

Üniversitelerin bahçesine de binaların içine de herkes girer.

Ama bizdeki üniversiteler “güvenlik” bahanesiyle açık hava cezaevine çevrili durumda.

Şimdi İstanbul Üniversitesi rektörü hangi akla hizmetse, “Kapıları açtık” diye açıklama yapıyor.

Ardından şaşırtıcı biçimde bir kalabalık üniversitenin içini dolduruyor.

Neden giderler, ne umuyorlar bilmiyorum.

Bunun üzerine rektörlük daha da komik bir karar alarak girişleri kısıtlıyor ve “randevu sistemi konulduğunu” açıklıyor.

Üniversiteler özgür alanlardır. Eğitim sistemini bozmadan, huzursuzluk yaratmadan herkes girip çıkabilir.

Ancak üniversiteler müze gibi gezilecek yerler değildir.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları