loading
close
SON DAKİKALAR

Yüksek kâr sağlamak uğruna parasını kaptıran Arda Turan meğer hiç faiz almazmış

Can Ataklı
Tarih: 13.03.2024
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Arda Turan ona da açıklık getirmiş, “Ben faiz almayacağımı söyledim, ama Seçil Hanım bunun bir fon olduğunu kazancın faiz sayılmayacağını söyledi, ben de inandım” demiş.

ANALİZ

Demokrasi ve hukuk olmadan bağımsız devlet olamazsınız ki!

Ramazan geldi, Erdoğan’ın iftar gösterileri de başladı.

Tabii iftarlar siyasi gösteri için çok elverişli alanlar.

Özellikle Erdoğan bunu en iyi kullanan siyasetçi.

Arkasında devletin tüm gücü de olunca hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyor bu iftarlar için.

Ramazan geldiğinde Erdoğan çoğunluğu sarayda verilen ve en az bin kişinin katıldığı iftarlar veriyor, iftar sonrası yaptığı konuşma ise neredeyse bir ikisi hariç tüm haber kanallarından canlı olarak yayınlanıyor.

Erdoğan ramazanın ilk gününde her zaman olduğu gibi yine şehit ailelerine iftar verdi.

İftar sonrası konuşmasında Türkiye’nin giderek büyüyen askeri gücüne vurgu yaparak bir “bağımsız devlet” profili çizdi.

Konuşma sırasında söylediği cümleler doğal olarak izleyenleri etkiliyor.

Ancak Erdoğan’ın “bağımsız ve güçlü devlet” profilinde çok önemli eksiklik var.

Önce Erdoğan’ın konuşmasındaki bu bölümü okuyalım;

“Savunma sanayine yaptığımız yatırımlarla Türkiye’yi gerçek anlamda bağımsız bir devlet haline getirdik. Çevrenizde yaşananları görüyorsunuz. Şayet siyasetiyle, ekonomisiyle, savunma sanayiyle, sosyal yapısıyla güçlü bir devlet değilseniz size her türlü zulmü reva görüyorlar. Vatan topraklarınızı korumanın ve o sınırlar içinde güvenle yaşamanın yolu, her bakımdan güçlü olmaktan geçiyor. Cumhuriyetimizin ilk asrında bu konuda yaşadığımız eksikliklerin bedelini geri kalmışlıkla, istikrarsızlıkla, kaosla, vaktimizi ve enerjimizi iç mücadelelere harcayarak ödedik.”

Öncelikle şunu söylemeliyim; “Türkiye Erdoğan’ın dediği gibi bu konularda ağır bir eksiklik yaşamadı, bunun bedeli geri kalmışlık, kaos, istikrarsızlık olmadı. Türkiye’nin eksiklikleri vardı elbette ama bunları gidermek için Erdoğan dönemine kadar çok önemli aşamalar kaydedildi. Erdoğan ne yazık ki bu sözleriyle aslında cumhuriyetle de bir hesaplaşma içinde olduğu duygusunu veriyor.”

Ancak daha da önemli bir nokta var.

Erdoğan bağımsız devlet olma koşullarını “siyaset, ekonomi, savunma sanayi ve sosyal yapıyı” sayıyor.

Oysa bağımsız bir devlet olmak için birinci öncelik demokrasi ve hukuktur.

Bu ikisi yoksa, diğerlerinin olması fazla bir anlam ifade etmez.

Bu açıdan bakarsak dünyanın en bağımsız ülkesi Kuzey Kore’dir.

Kendi içine kapanmış, bir lidere adeta tapan insanlar kendilerini dünyanın en güçlü en bağımsız ülkesi olarak görüyorlar.

Erdoğan’ın bağımsız olmak için olmazsa olmaz koşullardan demokrasi ve hukuku hiç ağzına almaması büyük eksikliktir.

Ancak sadece bu sözleri değil, tüm uygulamaları da Erdoğan’ın demokrasi ve hukuk kurallarından hiç haz etmediğini zaten gösteriyor.

Erdoğan ve yönetimi için demokrasi kendilerinin desteklenmesi, hukuk ise kendi kararlarının sorgulanmadan uygulanması demektir.

Böyle bir ülkenin bağımsız ve güçlü olması asla mümkün değildir.

KOMİK

Ramazan geldi yer sofrası adeti yine ortaya çıktı

Siyasetçiler seçim zamanı gelince “halka inme” telaşı içine girerler.

Seçim dönemi dışında halkla hiç karşılaşmayan, konuşmayan, tokalaşmayan siyasiler seçim geldiğinde “halka inme” yarışına başlarlar.

Asla girmedikleri kahveleri, bakkalları, terzileri, marangozları, demircileri, köy derneklerini, kağıt toplayanların pejmürde mekanlarını ziyaret ederler, onlara sarılırlar, öperler.

Halka inmenin vazgeçilmez kurallarından biri de eğer yemek yenecekse yer sofrası kurulmasıdır.

Sanki siyasetçiler ve “elitler” dışında halkımız yer sofrasında yemek yer.

Bunu her parti yapıyor, ayırım yapmıyorum, halka inmeyi “yer sofrasında” oturmaktan ibaret sanan siyasetçiler bunu gururla yerine getirirler.

Bunun son örneğini AKP’nin İstanbul adayı Murat Kurum yaptı.

Kurum öğrenci evini ziyaret etmiş.

Her şey planlanmış, videoları çekilmiş.

Görüntüler Kurum’un öğrenci evinin kapısını çalmasıyla başlıyor, sanki öğrenciler habersizmiş gibi kapıda Kurum’u görüyorlar.

Evde 18 öğrenci var, sanki hepsi aynı evde oturuyormuş da sahur için kalkmışlar gibi.

Kurum öğrencilere getirdiği malzemeleri kullanarak kendi eliyle menemen yapıyor.

Sonra da hep birlikte kurulan yer sofrasında oturuyorlar.

Oysa fotoğrafta görülüyor, evde koltuk var kanepe var sandalyeler var.

Ama masa yana çekilmiş, “halktan görünmek” için yer sofrasına kurulmuşlar.

Ne diyeyim, her yanıyla komik.

ŞAŞIRDIM

Yüksek kâr sağlamak uğruna parasını kaptıran Arda Turan meğer hiç faiz almazmış

Seçil Erzan davasının iki duruşması geçen hafta başında yapıldı.

Erzan’ın “dolandırdığı” ileri sürülen bazı futbolcular da ilk kez duruşmaya geldiler ve ifade verdiler.

Futbolcu Arda Turan “Seçil Hanım’ın durumuna üzülüyorum” dedikten sonra çok ilginç bir şey söyledi.

Arda Turan “Hayatımda hiç faiz almadım” dedi.

Bunu anlamak mümkün değil.

Çünkü Arda Turan’ın eğer bankada parası varsa, mutlaka faiz de alır, faiz için ille vadeli hesap açmak gerekmiyor, vadesiz hesaplarda da faiz işler, tabii bu pek görünmez ama mutlaka alır.

Ayrıca faiz almasa bile mutlaka kredi kartı vardır ve en azından faiz öder.

Sanıyorum Arda Turan “faiz almadım” sözünü biraz “dini inancı” gereği söylüyor.

İyi de Arda Turan milyonlarca Dolar’ı Seçil Erzan’a neden verdi o zaman?

Elbette yüksek getiri sağlamak için.

Bu faiz değil mi?

Arda Turan ona da açıklık getirmiş, “Ben faiz almayacağımı söyledim, ama Seçil Hanım bunun bir fon olduğunu kazancın faiz sayılmayacağını söyledi, ben de inandım” demiş.

Dini inanışlarını öne sürerek “faiz almam” diyenlerin ortak tavrıdır bu.

“Fon payı” ya da “kâr paylaşımı” adı altında paradan para kazanırlar oysa.

Üstelik Seçil Erzan’ın vaat ettiği kazanç faiz bile sayılmaz, o kadar yüksek bir getiri sözü veriyor ki, buna ancak riba denir.

NOT: Riba nedir? Tefecilik olarak tercüme edilebilecek Arapça bir kelime veya şeriat kapsamında olan veya olmayan ticaretle elde edilen haksız, sömürücü kazançtır.

Bİ SORALIM BAKALIM

Bu cumhurbaşkanlarının çocukları Türkiye’de ne arıyor?

Önce Somali cumhurbaşkanının oğlu kullandığı araçla kaza yaptı, ne yazık ki genç bir motokuryenin ölümüne neden oldu.

Bu kişi “ölüm vakasına” rağmen gözaltında tutulmadı, sıradan bir ifade verdikten sonra apar topar ülkesine koştu.

Arada ne oldu bilmiyoruz elbette, Somali Cumhurbaşkanı oğlunu tekrar Türkiye’ye gönderdi, bu kişi mahkemeye çıktı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı, hemen ardından da tekrar Türkiye’yi terk etti.

Geçen hafta da Sudan cumhurbaşkanının oğlu bir trafik kazası yaptı.

Neyse ki bu kazada ölen ya da yaralanan olmadı.

Kısa sürede iki Afrikalı cumhurbaşkanı oğlunun Türkiye’de karıştıkları kazalara tanık olduk sonuçta.

Peki bu cumhurbaşkanı çocukları ne arıyor Türkiye’de?

Bence cevabı basit.

Her iki ülke de Afrika’nın diktatörlükle, hatta baskıcı bir İslam rejimiyle yönetilen ülkeleri.

İki ülkenin diktatörü de çok zenginlüks ve şatafat içinde yaşıyor.

Ancak dünyada hiçbir itibarları olmadığı gibi “teröre destek veren ülke” konumunda oldukları için medeni ülkelere gidip gelmeleri pek mümkün değil.

Bu ülkenin diktatörlerinin yakınlarına ve yöneticilerine kapılarını açan birkaç ülkeden biri de Türkiye.

Avrupa’da, Amerika’da okuma ya da çalışma şansı bulamayan bu diktatör çocukları için Türkiye bir cennet.

Ayrıca bu diktatörler her an devrilme korkusu yaşadıkları için çocuklarını kendi ülkelerinde yaşatmaktan da korkuyorlar. O zaman çarelerden biri Türkiye oluyor.

SOSYAL MEDYADAN

Bu okulda oruç tutulur, nokta

Ramazan geldiğinde özellikle kamu kurumlarında çok sık rastlanan olaylardan biri çalışanların yararlandığı yemekhane veya kantinlerin kapatılmasıdır.

Yönetimler çoğu kez açıktan “Ramazanda yemek servisi yoktur” diyemezler bu nedenle hep “genel temizlik, bakım, boya badana veya yeniden düzenleme” bahaneleri bulunur.

Dün sosyal medyada güvendiğim bir ismin yayınladığı mesajı gördüm.

Selçuk Üniversitesi’nin öğrenci yemekhanesi oruç zamanı dışındaki saatlerde kapatılmış.

Bir bahane falan da uydurmamışlar.

Kahvaltı ve öğle yemeği yok yemekhane sadece iftarda açık.

Peki ya sahur?

Madem “Bu okulda oruç tutulur, oruç tutmayana yemek yok” deniyor, o halde sabah ve öğle üzeri verilmeyen yemek hizmetini sahurda vermek gerekmiyor mu?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları