‘İsmet İnönü’den Bugüne Işık Tutan Açıklamalar’: Aşiret-Tarikat Sorunu
Sinan Meydan: “Eşkıya ile devlet idaresinin bir tertibe, bir anlaşmaya girmesi olmaz. Devlet idaresinde böyle bir şeyi benim aklım almaz. Siyasette almıyor, nerede kaldı adi şekavette (eşkıyalıkta) alsın…” (İsmet İnönü)

Yeni açılım sürecinde etnik ayrılıkçı siyaset ve dinci, liberal ortakları, gerçeği çarpıtmaya devam ediyorlar. Türkiye’de, temel sorunun sınıfsal olduğunu görmezden gelerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ayarlarından kaynaklı bir “Kürt Sorunu” olduğunu ileri sürüyorlar.
AŞİRET-TARİKAT, EŞİTLİK VE YURTTAŞLIK
Bugün Türkiye’de etnikçiler, gericiler ve onlara eklemlenen kimi liberaller ile bazı sahte solcular, 21. yüzyılın Türkiye’sinde hâlâ varlığını koruyan aşiret-tarikat düzeninin eseri ağalık, şeyhlik, şıhlık, müritlik gibi Ortaçağ kurumlarını ve kavramlarını “demokratik kurumlar”, “sivil toplum örgütleri” diye yutturmaya çalışıyorlar. Yüzyıllardır bu topraklarda Türk-Kürt ayrımı yapmadan halkı ezen, sömüren aşiret- tarikat düzeniyle mücadele etmek yerine, bu Ortaçağ düzeniyle birlikte hareket ediyorlar; çünkü varlıklarını bu karanlık düzene borçlular.
Atatürk’ün kurduğu Laik Cumhuriyeti ve ulus devleti “Kürt Sorunu”nun kaynağı olarak görüp eleştirenler, aşiret ve tarikat düzenine en ufak bir eleştiri bile yöneltemiyorlar. Sabah akşam televizyon ekranlarında “eşit yurttaşlık” ve “demokrasi” diye bağıranlar, “aşiret-tarikat düzeninin neresinde ‘eşitlik’, ‘yurttaşlık’ ve ‘demokrasi’ vardır?” sorusuna yanıt veremiyorlar. Çünkü çağdaş hukuk önünde “eşitlik”, “yurttaşlık” ve “demokrasi” gibi kavramlar -Tanzimat’tan beri devam eden kırılgan ve kararsız Osmanlı Batılılaşmasının zayıf etkisi bir yana- bu topraklarda laik Cumhuriyetle birlikte kök salmaya başlamıştır.
Türkiye’de aşiret-tarikat düzenini yıkarak kaderi, ağanın, şeyhin iki dudağı arasındaki “marabayı”, çağdaş hukuk önünde eşit haklara sahip “yurttaşa” dönüştürme projesi Laik Cumhuriyetin en önemli projelerinden biridir. Atatürk, aydınlanma devrimleri ve toprak reformu ile bu karanlık düzeni yıkmak istemiştir. Ancak Atatürk’ten sonra yarım kalan toplumsal aydınlanma ve yapılamayan (daha doğrusu tamamlanamayan) toprak reformu nedeniyle bu karanlık düzen devam etmiştir. Bu nedenle Türkiye’de sorunun adı aslında aşiret-tarikat sorunudur. Sorunu çözmek için aşiret- tarikat düzenini etkisiz hale getirmek gerekir.
DÜZENİN PALAZLANMASI
Osmanlı, klasik çağlarında, Doğudaki Kürt aşiretlerinden yararlanmak için onlara bazı ayrıcalıklar vermişti. Osmanlı’nın bu yaklaşımı, zaman için bölgedeki aşiret yapısının kemikleşmesine yol açacaktı.
18. yüzyılda bazı Kürt aşiretleri Osmanlı için ciddi “sorun” olmaya başlamıştı. Öyle ki, Padişah I. Abdülhamit, 1787’de isyancı aşiret mensuplarını idam ettirmişti. (Veli Saltık, Tunceli’de Aşiret, Oymak, Ocaklar, Ankara, 2009, s.94- 95, 97-99)
19. yüzyılda II. Abdülhamit’in, aşiretleri kontrol etmek ve bölgede devlet otoritesini sağlamak için kurduğu Hamidiye Alayları ve Aşiret Mektepleri de sorunu çözmedi.
19. yüzyılda emperyalizm destekli Kürt aşiret isyanları çıkmaya başladı. 1812-1914 arasında Osmanlı topraklarında, bazıları etkili, çok sayıda Kürt aşiret isyanı çıktı.
19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başındaki Kürt aşiret isyanlarından bazıları -emperyalist destekli olanlar- Kürtçü temelliydi. “Özerk ve Bağımsız Kürdistan Projesi” Batı başkentlerinde ete kemiğe büründürülerek Sevr Antlaşması’na kadar sokuldu.
‘BİZ TÜRKLER VE KÜRTLER’
Kurtuluş Savaşı sırasında ve Lozan’da genel olarak Kürtler Türklerden ayrılmak istemediler, ayrılmak isteyenler bazı ayrılıkçı Kürtçülerdi.
İsmet İnönü, hatıralarında, Kurtuluş Savaşı’nda ve Lozan’da Türklerle Kürtlerin birlikte hareket ettiklerini, kendilerinin de Lozan’da “Biz Türkler ve Kürtler” diyerek Türklerden ve Kürtlerden “bir millet olarak” söz ettiklerini belirtiyor. (İsmet İnönü, Cumhuriyetin İlk Yılları, C.1, Ekim 1998, s.72)
Bu arada Lozan’da o “bir milletin” adı da açıkça belirtilmişti: Türk Milleti. 1924 Anayasası’na göre etnik köken ve din farkı gözetilmeden “yurttaşlık bağı” olan bu tanım, -etnik ayrılıkçılar hariç- genel kabul görmüştü.
CUMHURİYETİN SORUNU: AŞİRET DÜZENİ
Mütareke Döneminde “Kürt Sorunu” ifadesi, Kürtlerin Türklerden ayrılmasını ve bir “Kürdistan Devleti” kurulmasını isteyen İngiliz yetkililer ve ayrılıkçı Kürtçüler tarafından kullanılıyordu.
Cumhuriyeti kuranlar, Şeyh Sait İsyanı sonrası ülkede “asayişi bozan” önemli bir sorun olduğunu gördüler. Ancak onlara göre sorun “Kürt Sorunu” değil, “Aşiret Sorunu” idi.
İsmet İnönü, bu gerçeği şöyle anlatıyor:
“Bu isyanın (Şeyh Sait İsyanı’nın) sebepleri arasında, Doğu Anadolu’daki sosyal meseleler üzerine düşünmek icap eder. Doğuda şeyh hâkimiyeti ve herkesin kendine göre bir nüfuz mıntıkası, bir hâkimiyet bölgesi meselesi vardır. Öteden beri, Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri devam eden bu vaziyet, tahrikin ve cüretin temeli olabilir. Söylediğim tehlikeler ortadan kalktıktan sonra şeyhlik menfaatleri ile din konusunda memlekette açılmış olan geniş propaganda bunları tahrik etmiştir. Osmanlı idaresi şeyhlerin gözünde nihayet bir uzlaşma idaresidir. Bu defa da şeyhler, Osmanlı Devleti’nin tabiatında olan bu yeteneği değerlendirmek istemiş olabilirler...” (İnönü, C.1, s.72-73)
Türkiye’de 1919-1938 arasında, bazıları büyük çaplı olmak üzere, çok sayıda aşiret isyanı çıktı. Bunlardan bazıları “Kürtçü” kalkışmalardı.
İsmet İnönü, Erken Cumhuriyet Döneminde Şeyh Sait İsyanı ve Ağrı İsyanları dışında bir de Dersim İsyanları ile uğraştıklarını anlatıyor. Dersim aşiretlerinin ayaklanmaları karşısında Osmanlı’nın aciz kaldığını belirten İnönü, Dersim’deki aşiret reislerinin mezhep ve tarikatlardan yararlanarak ayaklandıklarını, Dersim halkını, aşiret reislerinin, dini reislerin, yani şeyhlerin kışkırttığını; isyanları yöneten şeyhlerin ve aşiret liderlerinin (yağmadan) payın büyüğünü aldıklarını ve “vatansever Dersim halkının şeyhlere ve reislere sözünü geçirmesinin mümkün olmadığını” belirtiyor. (İnönü, C.2, s.35-36) Kısacası İsmet İnönü, Dersim’de sorunun aşiret-tarikat düzeninden kaynaklandığını açıkça ortaya koyuyor.
CUMHURİYETİN ÇÖZÜMÜ
İsmet İnönü, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanları bağlamında sorunu aşiret-tarikat sorunu olarak ortaya koyduktan sonra Cumhuriyetin çözümünü de şöyle açıklıyor:
“Şeyh Sait İsyanı bastırılıp adli mekanizma işlemeye başlayınca ilk asayiş tedbirleri olarak Doğudaki şeyhlerin, ağaların ve beylerin oradan kaldırılıp Batıya nakledilmeleri kararlaştırıldı.” (C.1, s.73)
Yani Cumhuriyet Hükümeti, sorun çıkaran aşiret mensuplarını; şeyhleri, ağaları, beyleri Batıya gönderdi.
Aşiret-tarikat düzenine karşı Cumhuriyetin çözümü, bir taraftan bu düzeni yıkmak, diğer taraftan aydınlanma devrimleri ve toprak reformu ile toplumsal aydınlanmayı, yurttaşların eşitliğini ve ulusal kalkınmayı sağlamaktı. Bu amaçla aşiret-tarikat düzeninin egemen olduğu bölgeler yollar, köprüler, hükümet binaları, elektrik hatları, okullar, hastaneler, bankalar, halkevleri, sinemalar, tiyatrolar, sanayi kuruluşları ile donatılmaya çalışıldı. Halka toprak, tarım araç gereçleri, tohum ve fidan dağıtıldı. Salgın hastalıklarla mücadele edildi. Kız çocuklar okutuldu.
İsmet İnönü, “Dersim meselesini nihayet demiryolu halletti” diyor. O zamanki adıyla Dersim’e iki koldan demiryolu gittiğini, Dersim’in her tarafına yol ve okul yapıldığını belirterek şu önemli bilgileri veriyor: “Biz 1950’de iktidarı bıraktığımız zaman, bütün Türkiye illeri içinde ilk mektebi en çok olan vilayet Dersim’di. Kızları mektebe gittiler, erkek çocukları mektebe gittiler ve yetiştiler. Çocuklar Dersim içinde tahsil görmeye başladılar. Bütün bu tedbirler neticesinde Dersim’de yalnız asayiş sağlanmış olmakla kalmadı, Dersimli vatandaşlar, görgülü ve akıllı olarak her yerde Türklere iyi örnek teşkil edecek misaller verir hale geldiler…” (İnönü, C.2, s.36-37)
30 Kasım 1925’te, 677 sayılı kanunla tarikatlar kapatıldı. Şeyh Sait İsyanı sonrasında Doğu İstiklal Mahkemesi, yargı bölgesi içindeki bütün tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verdi.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 1928, 1929 ve 1937 yıllarında meclisi açış konuşmasında topraksız köylüye toprak dağıtılmasını istedi. Erken Cumhuriyet Döneminde topraksız köylüye yaklaşık 11-12 milyon dekar toprak dağıtıldı. (Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi: Toplu Eserler 1, İstanbul, 1980, s.454-455) 11 Haziran 1945’te “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” çıkarıldı. Kanun tasarısı meclise getirildiğinde CHP’nin bazı toprak ağası milletvekilleri 7 Haziran 1945’te CHP’den ayrılıp DP’yi kurdular. 1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle bu kanun gerektiği gibi uygulanamadı. 1951’de Halkevlerinin, 1954’te de Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla aşiret-tarikat düzeni de devam etti.
Yine İsmet İnönü’ye kulak verelim: “Feodal sistem, büyük toprak ağalarının veya şeyhlerin tesirleri ve nüfuzları kaldırılıp Şarkta ekonomik tesirleri görülmeliydi. Bunlar yapılmalıydı, yapılmadığı için Doğu meselesi halledilemedi, derler. Fakat düşünmek lazımdır ki, biz Doğuda geri kalmışlığı gidermek, memleketin batısında ve ortasında olduğu gibi gelişme ve bütünleşme mekanizmasını kurabilmek için yalnız sosyal meselelerle uğraşmıyorduk. Devletin zamana ihtiyaç gösteren enfrastrüktür tesislerini de tamamlamaya çalışıyorduk. Mali ve iktisadi bakımdan şartlar hazırlandıkça, demiryolları inşa edildikçe ıslahat ilerliyordu. 1950’de iktidardan çekildiğimiz zaman Doğu için ayrı bir kalkınma planı yapmak lazımdır kanaati ile işlere girişmiş bulunuyorduk…” (İnönü, C.2, s.37-38)
CHP Hükümetinin 1950’de “Doğu için ayrı bir kalkınma planı yapmak” için çalışmaya başlaması dikkat çekicidir. DP döneminde bu çalışma eleştiri konusu olacaktı.
CUMHURİYETİN ’TERÖRSÜZ TÜRKİYE’ YÖNTEMİ
Bugün yeni açılım sürecinde devleti temsil eden hükümetin, söz konusu süreci terör örgütünün hükümlü elebaşıyla birlikte yürütmesi haklı olarak çok eleştirildi ve eleştiriliyor. Oysa Cumhuriyeti kuranların terörle mücadele yöntemi çok farklıydı. İsmet İnönü, söz konusu yöntemi şöyle açıklıyor:
“Bir eşkıyayı ortadan kaldırmak için hükümetin başka bir eşkıya ile işbirliği yapması, asırlardan beri idare şekli olarak memleketin geleneğine yerleşmiştir. Biz Cumhuriyette böyle bir yola girmedik. Herhangi bir yerde asayişsizliğe ait en ufak bir eğilim gördüğümüz zaman, orasını ciddi bir surette temizlemişizdir. (…) Eşkıya adalete teslim olur. Mutlaka öldürmek şart değildir. Devlet, muayyen vakalar için bazı sebeplerle ve şartlarla umumi af ilan eder. Fakat eşkıya ile devlet idaresinin bir tertibe, bir anlaşmaya girmesi olmaz. Devlet idaresinde böyle bir şeyi benim aklım almaz. Siyasette almıyor, nerede kaldı adi şekavette (eşkıyalıkta) alsın…” (İnönü, C.2, s.43)
***
Cumhuriyeti kuranlar sorunu doğru teşhis etmişti. Sorun, kemikleşmiş aşiret-tarikat düzeniydi. Sorun, ağaların, şeyhlerin, şıhların egemen olduğu, halkın kanını emen feodal ilişkiler ağıydı. Sorun geri kalmışlıktı, sorun cehaletti, sorun eşitsizlikti, sorun dinin kullanılmasıydı. Sorun emperyalizmdi, sorun bölücülüktü, gericilikti. Laik Cumhuriyet’in çözümü aşiret-tarikat düzenini yıkmak ve ezilen, sömürülen, cahil bırakılmış halkı, ağanın, şeyhin, şıhın baskısından kurtarıp aydınlatarak çağdaş hukuk önünde eşit ve özgür yurttaş yapmaktı. Ayrıca bu sırada bölgeyi kalkındırmaktı.
Atatürk’ün tam 100 yıl önce söylediği ve kulaklara küpe olması gereken şu sözleriyle bitirelim: “Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Medeniyetin emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” (30 Ağustos 1925)
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları





