Tülay Hatimoğulları: Barışı örgütleyecek ve ruh katacak olan demokratik siyaset alanıdır

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları TBMM'de partisinin haftalık grup toplantısında konuştu. Hatimoğulları: çocukların, kadınların, yaşlıların emeğinin sömürüldüğü kapitalist sistemle mücadele edeceklerini söyledi.
Hatimoğulları, partisinin TBMM Grup Toplantısı'ndaki konuşmasında, Kocaeli'nin Dilovası ilçesinde 6 kişinin hayatını kaybettiği kozmetik fabrikasındaki yangına değinerek hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara şifa diledi.
Milletvekili arkadaşlarının olay yerinde inceleme yaptıklarını aktaran Hatimoğulları, "Bu çok acı bir olay. Bunu bize 'iş kazası' diye yutturmaya çalışıyorlar. Hayır, bu bir iş kazası değil. Bu düpedüz bir iş cinayetidir. Ölenlerin ikisi çocuk, yani okulda olmaları gerekiyor. Çalışmaları gerekmeyen, okulda olması gereken iki çocuk. Ölenlerden biri emekli olması gereken 65 yaşında bir insan. İşte Türkiye'nin manzarası bu ne yazık ki." diye konuştu.
Hatimoğulları, çocukların, kadınların, yaşlıların emeğinin sömürüldüğü kapitalist sistemle mücadele edeceklerini söyledi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkındaki kararına değinen Hatimoğulları, AİHM kararı uygulanarak Demirtaş, eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile Osman Kavala ve Can Atalay gibi isimlerin serbest bırakılmasını istedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin TBMM'de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyelerinin İmralı'ya gitmesiyle ilgili açıklamalarını hatırlatan Hatimoğulları, "Siyaset kurumu böylesi tarihi bir meselede neden en aktif şekilde görev almasın? 13 aydır bu süreç devam ediyor ve bir ölüm haberi almadık. Bu bizim için büyük bir mutluluk, büyük bir motivasyon nedeni değil midir?" diye sordu.
Ön yargılarla yol alınamayacağını dile getiren Hatimoğulları, "Komisyon, gecikmeksizin İmralı'ya gitmeli, adada bu görüşmeyi gerçekleştirmelidir." ifadesini kullandı.
- Asgari ücret
Hükümetin 2026 yılı bütçesini eleştiren Hatimoğulları, bütçenin topluma "yoksulluk ve sefalet dışında vereceği hiçbir şeyi olmadığını" ileri sürdü.
Türkiye'de milyonlarca yurttaşın asgari ücretle geçimini sağlamaya çalıştığını belirten Hatimoğulları, yılbaşından bu yana asgari ücretin enflasyon karşısında 6 bin 328 lira eridiğini savundu.
Hükümetin enflasyon hedeflerini tutturamadığını iddia eden Hatimoğulları, "Asgari ücretin hedef enflasyon oranında artırılmasını asla kabul etmiyoruz. Bu emekçilerin maaşına enflasyon aracılığıyla el koymaktır. Asgari ücret yoksulluk sınırının en az yarısı kadar olmalı. Yani bugün itibarıyla asgari ücret en az 46 bin lira olmalı. Başlangıç ücreti olan asgari ücret, ortalama ücret olmaktan çıkarılmalı. Asgari ücret enflasyon artışına göre yıl içinde yoksulluk sınırının en az yarısı olacak şekilde de güncellenmelidir. Bunun başka yolu yoktur. Milyonlarca hane 22 bin lirayla geçinemiyor. Bu bir sefalet ücretidir." açıklamalarında bulundu.
"Terörsüz Türkiye" sürecine ilişkin değerlendirmeler yapan Hatimoğulları, yaşanılan bütün zorluklara rağmen, barış ve demokrasi konusundaki ısrarlarından vazgeçmeyeceklerini, bu dönemde gerçek manada bir seferberliğe ihtiyaç olduğunu, seferberlik ruhuyla kapı kapı gezerek mücadelelerini sürdüreceklerini kaydetti.
Dilovası’nda yaşananı, bize iş kazası diye yutturmaya çalışıyorlar
Geçtiğimiz perşembe günü Kocaeli Dilovası’nda parfüm dolum tesislerinde çıkan yangında 6 yurttaşımız hayatını kaybetti. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyorum ve yaralılara acil şifalar diliyorum. Milletvekillerimiz, İstanbul ve Kocaeli kadın meclislerimiz yitirdiğimiz kadın emekçilerin cenazelerine katıldı. Ayrıca yanan o dolum tesisine de gittiler, orada bulundular. Bu çok acı bir olay. Bunu bize iş kazası diye yutturmaya çalışıyorlar. Hayır. Bu, bir iş kazası değil. Bu düpedüz bir iş cinayetidir. Ölenlerin 2’si çocuk, yani okulda olmaları gerekiyor. Çalışmaları gerekmeyen, okulda olması gereken 2 çocuk. Ölenlerden biri emekli olması gereken 65 yaşında bir insan. İşte Türkiye’nin manzarası ne yazık ki. Bu yangın kahrolası sistemin acımasızca çocukların, kadınların, bir türlü emekli edilmeyen yaşlıların emeğinin nasıl sömürüldüğünü, can güvenliklerinin nasıl hiçe sayıldığını gösteriyor. Ya bu kapitalist sistemin dişlileri arasında öğütülmeye devam edeceğiz ya da örgütlenecek, emeğin hakkını arayacak adil, eşit bir düzeni hep beraber inşa edeceğiz. Bizler ikinci yolu seçiyoruz. Yani işçinin, emekçinin emeği için, ekmeği için, can güvenliği için bizler örgütlenmeyi ve mücadele etmeyi seçiyoruz. Bugün, grevde olan Tapeten Mensucat Fabrikası işçileri, TPA Kozmetik işçileri aramızdalar. Bir kez daha sizlere hoş geldiniz diyorum. Mücadeleniz, mücadelemizdir. Direnişiniz, direnişimizdir. Destek ve dayanışmamız devam edecek.
Kobanî ve Gezi direnişi tutukluları bir saniye dahi içeride kalmamalı
4 Kasım'da AB Komisyonunun 2025 Türkiye Raporu yayınlandı. Bu sadece bir rapor değil. Türkiye’nin bugününün röntgenidir. Tespit net. Her alanda bir geriye gidiş var. Demokraside, hukukta, haklarda, özgürlüklerde geriye gidiş. 2018’den beri AB ile müzakereler donmuş durumda. Rapor diyor ki ciddi ve derin endişeler var. Yargıda kriz var, demokraside çöküş, temel haklarda alarm var. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, güçler ayrılığını yok etti. İnsan hakları kötüleşiyor. Muhalefete baskılar devam ediyor. Bunlar AB’nin tespitleri. Bu tespitlere Dışişleri Bakanlığı nasıl bir yanıt verdi sizce? "Önyargılı bir rapor" dedi. Bakan ve bakanlık Türkiye’yi gittikçe kötüye götüren bu koşulların açıklamasını ve savunmasını yapmaya çalışıyor. Oysa yapılması gereken bu hakikatle yüzleşmektir. Oysa yapılması gereken ülkeyi daha da kötüye götüren bu savunmadan vazgeçmek ve bunları düzeltmektir. Bir detay daha. Raporun adı ilerleme raporu değil. Sadece Türkiye raporu. Bu mesaj açıktır. İlerleme yok. Bırakın yerinde saymayı, gerileme var. En basitinden AİHM kararları kesinleştiği halde uygulanmıyor. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve tüm Kobanî kumpas davası tutukluları, Osman Kavala, Can Atalay, Gezi direnişi tutukluları bir saniye dahi içeride kalmamalı. Adalet Bakanı'nın bu kararlara ilişkin verdiği yanıt ve değerlendirme nasıl biliyor musunuz? "Bazı davalar siyasallaştırılıyor" diyor. Sizin iktidarınız değil mi ki bu davaları siyasallaştıran? Selahattinleri, Figenleri, Can Atalayları, AİHM’in ve AYM’nin kararlarına rağmen içeride tutarak siyasal kararlar alan sizler değil misiniz? Yargıyı da bu davaları da siyasallaştıran düpedüz sizsiniz. Türkiye’nin itibarını zedelemeye devam ediyorsunuz. Bir an önce bundan vazgeçin. AİHM kararları ve AYM kararları uygulansın. Kobanî kumpas ve Gezi direnişi davasından yargılanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.
Alt mahkeme en üst mercii suçluyor, bu düpedüz bir akıl tutulması
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz çarşamba günü Edirne'de sevgili Selahattin Demirtaş'ı ziyaret ettik. Onun selam ve sevgilerini sizlere iletmek isterim. Bakın bugün Sayın Ekrem İmamoğlu, seçilmiş kimi belediye başkanları ve arkadaşlarının hakkındaki iddianamenin çıkmasını bekliyoruz. Bu dava da yargının siyasallaştığının en önemli göstergesidir. Ekrem İmamoğlu, seçilmiş belediye başkanları ve belediye eşbaşkanları pekala tutuksuz yargılanabilirler. Buradan bir kez daha diyoruz ki Ekrem İmamoğlu ve seçilmişler derhal serbest bırakılmalıdır. Bakın geçen hafta İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ne yaptı? Gezi davası tutuklusu Tayfun Kahraman hakkında Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararı üzerine yapılan yeniden yargılama talebini reddetti. Bu talebi reddederken Anayasa Mahkemesini yetki gaspıyla suçladı. Yanlış duymadınız. Anayasa Mahkemesini yetki gaspıyla suçladı. Bu düpedüz bir akıl tutulması. Alt mahkeme en üst mercii suçluyor. Kararını tanımadığını söylüyor. Hukukun ayaklar altına alınması, siyasi rekabetin düşmanlığa dönüşmesi barışın önündeki en büyük bariyerlerdir.
Bütün harflerle cezaevi yaptılar, Türkiye’yi cezaevine dönüştürdüler
Türkiye'yi komple bir cezaevine dönüştürdüler. Bütün harflerle cezaevleri yaptılar. S ve Y tipi yani kuyu tipi, tabut tipi hapishaneleri hala inşa etmeye devam ediyorlar ve orası mahpuslar için bir işkencehaneye dönüşmüş durumda. Mahpusların yaşam, sağlık, iletişim ve insan onuruna yakışır koşullarda tutulma haklarına sistematik bir biçimde bir ihlal var. 30 sene yattığı halde mahpusların infazını yakmaya devam ediyorlar. Bu konuyla ilgili devam eden açlık grevleri var. Bütün bunlar görmezden geliniyor. Antidemokratik uygulamaların tavan yaptığı bir dönemden geçiyoruz ne yazık ki. Hükümet AB raporunu görmezden gelmemeli. Bu durumu daha fazla sürdürmemeli. Türkiye'ye daha çok zarar vermekten vazgeçmeli. Türkiye’nin bu raporu ters yüz etmesi için tarihi bir fırsatı var. İç barış sürecini başlatmak, demokrasiyi güçlendirmek, hukuku ayağa kaldırmak. Şimdi bütün bunları yapabilmek için daha fazla cesaret zamanı, daha fazla demokrasiyi sahiplenme zamanı, daha fazla barışı ve demokrasiyi bir bütün olarak görerek mücadele etme zamanı, harekete geçme zamanı. Bunu pekala hep beraber yapabiliriz.
Barışı örgütleyecek ve ruh katacak olan demokratik siyaset alanıdır
Barışı hep birlikte büyütebiliriz. Barışa giden yolda demokratik siyasete elbette ki çok önemli görevler düşüyor. Bu süreçte elbette meclise, iktidara ve bütün muhalefete önemli görevler düştüğünün altını her fırsatta çizdik, çizmeye devam edeceğiz. Ama esas olarak barışa ruh katacak ve barışı örgütleyecek olan demokratik siyaset alanıdır. Bakın bir yılı aşkındır devam eden süreç ikinci aşamaya geçmiş durumdadır. İkinci aşama demokratik siyasetin zamanıdır. Bu aşama savaş stratejilerinin değil, barış stratejisinin konuşulması gereken bir aşama. Barış stratejisi silahların gölgesinden tamamen çıkıp demokratik siyasetin ışığına yürümektir. Bu aşama geçilecek en önemli kapının eşiğidir. Bu dönem örgütlü halk iradesinin, yerel yönetimlerin, sivil toplumun, demokratik kamuoyunun aktif rol alabileceği bir dönem. Bakın, barış tohumu bu toprağa düştü. Tohumu toprağa gömdükten sonra artık biter deyip çekip gidemeyiz. Barışın filizi kırılgandır. İhmal edilirse kurur, sulanmazsa solar. Toplumsal muhalefet ve demokratik güçler olarak bizler, bu filizin daha güçlü bir ağaca dönüşmesi için gereken emek, özveri ve kararlılığı daha fazla göstermeliyiz. Bu dönemde daha fazla örgütlenmeli, daha fazla barışın ve demokrasinin sözünü kurmalıyız. Biz örgütlenmezsek şayet barış karşıtları örgütlenir, savaş ve nefret örgütlenir.
Barış ve Kürt sorununun çözümü kimi siyasi partilerin seçim hesaplarına kurban edilemez
Muhalefet barıştan yana ama maalesef barıştan yana olmayan bir kesim var. Tarihi fırsatın önüne set çekenler, çatışma ve kutuplaşma ekonomisinden beslenenler var. Siyaseten barış karşıtlığından nemalanmak isteyenler var. İktidar içinde iktidar adına açıktan barış karşıtlığı yapan manşetler görebiliyoruz. Bu manşetler barış adına büyük bir utançtır. Barış korkusu yaşayanlar, savaşın devamından beslenenler, toplumsal yaraların derinleşmesinden medet umanlar, yüzyıllar geçse de tarih huzurunda ve halkların vicdanında kötülüğün timsali olarak anılacaktır. Barışa karşı çıkmak, gelecek nesillere karşı işlenmiş tarihi bir suçtur. Barış basitçe anketlere, memnuniyet testlerine, belirsiz kamusal araştırmalara indirgenemez. Barış ve Kürt sorununun çözümü kimi siyasi partilerin seçim hesaplarına kurban edilemez. Barışın bir nabzı var değerli yurttaşlar. Bir ritmi var, bir zamanı var. Hiçbirini ıskalama lüksümüz yok. Barış ekmek, su gibi hayati bir ihtiyaçtır. Barışı bu topraklarda tesis etmek hepimizin boynunun borcudur ve bizler boynumuzun borcu olan bu görev ve sorumluluğu yerine getirme azim ve kararlılığından asla vazgeçmedik, asla vazgeçmeyeceğiz.
Barış bir taktik ve geçici bir manevra değil stratejik bir tercihtir
Değerli Türkiye halkları, bakın önce şunu çok net ifade etmeliyiz. Sayın Öcalan’ın barış için verdiği mücadele, açtığı yollar çok eskiye dayanır. Bunu doğru okumak lazım. Biliyoruz, Sayın Öcalan'a karşı toplumda algılar var, çok farklı duygular var. Bunu anlıyoruz, farkındayız ve görüyoruz ama toplum olarak hep birlikte şunu görmeliyiz. Yıllar içinde tutulan bir irade barış için ısrarla verilen bir mücadele var. İmralı’da geçen çeyrek asrı aşkın bir hayat. Bu sürede kaleme alınan yol haritaları, sunulan çözüm önerileri, sürekli yapılan barış çağrıları var. Bunlar gösteriyor ki barış bir taktik değil, geçici bir manevra değil, stratejik bir tercihtir. Sayın Öcalan, yaklaşık 30 yıl önce yayınlanan röportajında bile "halis muhlis anadolu çocuğuyum" diyor. İstediği barış Anadolu ve Mezopotamya halklarının yararınadır ve bütün Türkiye’nin faydasınadır.
Komisyonun Öcalan'ı dinlemesi topluma güçlü güven verecektir
1 Ekim 2024’te başlayan süreçte Sayın Öcalan’ın kararlılığı çok kritik. İlk günden beri pozitif bir dil kurdu. Yapıcı öneriler yaptı. Her tıkanmada yol açtı. Tali konulara takılarak toplumun önüne negatif gündemleri getirmedi. Daima sağduyuyla hareket etti. Sayın Cumhurbaşkanı ne dedi? "Şu anda İmralı bu konuyla ilgili her türlü desteği verdi, veriyor" dedi. Önemli bir tespit. Sayın Bahçeli ne söyledi bu konuda? "Mecliste kurulan komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı'ya giderek ilk ağızdan mesajları alması süreci güçlendirecektir" dedi. Son derece önemli bir vurgu. Bu soruyu sormaya sanırım hepimizin hakkı var. Devletin gittiği yere siyaset neden gitmesin? Siyaset kurumu böylesi tarihi bir meselede neden en aktif şekilde görev almasın ki? Bakın 13 aydır bu süreç devam ediyor ve bir ölüm haberi almadık. Bu bizim için büyük bir mutluluk, büyük bir motivasyon nedeni değil midir? Bu süreç ülkenin yüzyıllık geleceğini kazanma süreci ise siyaset izleyici olamaz. Ve gelin hep birlikte şunu düşünelim. Sayın Öcalan gibi bir aktörü atlamak mı yoksa sürece daha fazla dahil etmek mi doğru? Yanıt belli. Sayın Öcalan'ın rolünü tam oynayabilmesi, ortaya koyduğu iradenin 86 milyon yurttaşımızın ortak kazancına dönüşebilmesi. Bu sadece bizim talebimiz değil, herkesin talebi olmalı. Komisyonun Sayın Öcalan ile görüşmesi ve onu dinlemesi bu süreci daha da hızlandıracak ve topluma çok daha güçlü bir güven verecektir. Önyargılarla yol alınmaz, alınamıyor. Barışla dağlar ve denizler aşılır. İşte sağduyu bu, işte gerçeklik bu. Bizler böylece toplumsal dokuyu hep beraber onarabiliriz. Güvensizliği güvene, nefreti sevgiye böyle dönüştürebiliriz. Sözde değil, özde kardeşliği böyle tesis edebiliriz. Ez cümle bu kürsüden bir kez daha diyoruz ki, komisyon gecikmeksizin İmralı'ya gitmeli, adada bu görüşmeyi gerçekleştirmelidir.
Bu bütçenin topluma yoksulluk ve sefalet dışında vereceği hiçbir şey yok
Değerli yurttaşlarımız, iktidar 2026 bütçesini istikrar ve refah bütçesi olarak tanımlıyor. Allah aşkına bu bütçe hangi işçiye, hangi işsize, hangi yoksula, hangi emekliye refah sağladı? Bu bütçenin topluma yoksulluk ve sefalet dışında vereceği hiçbir şey yok. Fakat bütçe şu anda gerçekten şu konuda bir istikrar bütçesi hakkını yememek lazım. İktidar bu bütçeyi sermayeye, yandaşa, silahlanmaya, faiz lobilerine aktarmakta büyük bir istikrar gösteriyor. Yine bu bütçe emekçilerin sırtına yüklediği vergiyle de maşallah çok istikrarlı. Örneğin 2026 bütçesinde yurttaşlar günde 43 milyar, saatte 1 milyar 800 milyon ve saniyede 500 bin lira vergi ödeyecek. Sabah uyandığımızda çay, kahve, su içtiğimizde, elektriği açtığımızda zaten vergi ödemeye doğal olarak başlıyoruz Türkiye'nin bütün yurttaşları olarak. Yani 2026 bütçesi yurttaşları ve emekçileri vergilerle soymaya devam edecek. Peki emekçilerin, emeklilerin, kadınların, gençlerin, engellilerin, esnafın, çiftçilerin cebine ve çocukların geleceğine vergilerle çöken bu bütçe topladığı vergileri kimlere harcıyor? Asla asgari ücretliye harcamıyor. Bugün grevlerini devam ettiren ve aramızda bulunan değerli işçi emekçi kardeşlerime harcamıyor. Asgari ücretin ta 12 ay önce aldığı cüzi zam, enflasyon karşısında da çoktan eridi. Ki bu ülkede milyonlarca yurttaşımız asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışıyor.
Asgari ücret en az 46.000 TL olmalı
Yılbaşından bu yana asgari ücret 6.328 lira eridi, uçtu, gitti. Asgari ücrette hedef enflasyona göre belirlenecek. Bu iktidarın hiçbir ekonomik hedefi tutmadı, tutmuyor zaten. Bir de kalkmış hedeflenen enflasyona göre asgari ücreti arttırmak istiyorlar. Yakın zamanda Merkez Bankası 2025 yılı sonu enflasyon hedefini yine yükseltti. Bu iktidarın hedeflenen enflasyon rakamlarına bizler hiç güvenmedik, güvenilmeyeceğini de Merkez Bankası'nın yaptığı açıklamayla bir kez daha gördük. DEM Parti olarak asgari ücretin hedef enflasyon oranında arttırılmasını asla kabul etmiyoruz. Bu emekçilerin maaşına enflasyon aracılığıyla el koymak demektir. Asgari ücret yoksulluk sınırının en az yarısı kadar olmalı. Yani bugün itibariyle asgari ücret en az 46.000 TL olmalı. Başlangıç ücreti olan asgari ücret ortalama ücret olmaktan çıkarılmalı. Asgari ücret enflasyon artışına göre yıl içinde yoksulluk sınırının en az yarısı olacak şekilde de güncellenmelidir. Bunun başka yolu yoktur. Milyonlarca hane 22.104 lirayla geçinemiyor. Bu bir sefalet ücretidir.
Esnaflara yeni yükler bindiren uygulamadan derhal vazgeçin
Geçtiğimiz günlerde basit usulde vergilendirilen bakkal, manav, lokanta, taksi vesaire. Yaklaşık 800.000 esnafın gerçek usulde vergilendirilmesinin yolunu açtılar. Bu küçük esnafın vergi yükünün neredeyse iki katına çıkması demektir. Gerçek usulde vergilendirilmeye geçince zaten günü siftahsız kapatan küçük esnafın sırtında bir de defter tutma, KDV mükellefiyeti, geçici vergi ve muhasebe masrafları gibi yükler binecek. Geçtiğimiz hafta sürecin toplumsallaşması ve sivil toplumla buluşma çerçevesinde Van Barosu'nun davetlisi olarak Van'da sivil toplum örgütleri ve demokrasi güçleriyle birlikte bir ortak toplantımız gerçekleşti. Oraya Bakkallar ve Manavlar Odası Başkanı da geldi. Bu sorunu dile getirdi ve bizden şunu istedi. "Ankara'da Meclis’te sorunlarımızı dile getirin. Esnafa gidiyoruz. Küçük alışverişler ve esnaf ailesini geçindiremeyecek, aç kalacak bir durumla karşı karşıya". Esnaflara yeni yükler bindiren bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Milyonlarca ailenin perişan edilmesine hiç kimsenin gönlü razı gelmeyecek. Bu konuda somut adımlar atılmalıdır. Esnafın 3 kuruşluk gelirini vergilendireceğinize, yandaşları, sermayeyi, muafiyet tanıdığınız şirketleri önce vergilendirin. Hakettikleri gibi vergilendirin, kafanızdaki gibi değil. Ve esnafın cebinden elinizi çekin.
2026 bütçesine karşı emek ve barış için bütçeyi savunmaya devam edeceğiz
Bizler DEM Parti olarak yoksulluğun ve eşitsizliğin bütçesi olan 2026 bütçesine karşı çok güçlü bir muhalefet yürütüyoruz. Yürütmeye de devam edeceğiz. Bütçe görüşmeleri şu an komisyon aşamasında. Vekillerimiz gece gündüz muhalefetini de mücadelesini de sürdürüyor. Ben burada sizlerin huzurunda komisyon süresince emek veren, gece gündüz çalışan milletvekili arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Emeğinize, yüreğinize sağlık. Emekçilere sefaletten başka hiçbir şey vaad etmeyen 2026 bütçesine karşı ekmek ve barış için bütçeyi savunmaya devam edeceğiz. Değerli yurttaşlar buradan bu konuyla ilgili yürüteceğimiz kampanyanın da duyurusunu sizlerle paylaşacağım. 12 Kasım'dan itibaren yani yarından itibaren bulunduğumuz tüm yerellerde Ekmek ve Barış İçin şiarıyla alanlarda, meydanlarda olacağız. Adaletsiz planlanan bütçeye, sömüren vergi sistemine, geçindirmeyen asgari ücrete, emekli maaşlarına, işsizliğe, genç ve kadın işsizliğine, yoksulluğa, çarşı pazardaki fahiş zamlara, açlığa karşı oldukça yoğun bir programla eylemler, etkinlikler, buluşmalar gerçekleştireceğiz. Aralık ortasında bu eylemlerimizi dört koldan Ankara'ya görkemli bir yürüyüşle taçlandıracağız. Adaletli bir bütçe için, ekmek ve barış için tüm yurttaşlarımızı bu kampanyamızda ve yürüyüşümüzde yan yana olmaya davet ediyorum. Ekmek ve barış mücadelesi birlikte örgütlenerek, birlikte mücadele ederek kazanılır. Kazanacağız, kazanacağız, kazanacağız.
İskenderun Numune Mahallesi sakinlerinin talepleri yerine getirilmeli
Değerli arkadaşlar, bugün aramızda İskenderun Numune Mahallesi sakinleri var. Ben bir kez daha sizlere hoşgeldiniz diyorum. İskenderun Numune Mahallesi sakinlerini temsilen yurttaşlarımız bugün grubumuza gelerek taleplerinin bizzat kendi dilleriyle, kendi ağızlarından burada ifade etmek istediler. Ben de tam onların göndermiş olduğu notu olduğu gibi sizinle paylaşacağım. “6 Şubat depreminden sonra AFAD yetkilileri yaptıkları incelemelerle evlerimize sağlam raporu verdi. Bizler de evlerimizin tadilatını yapıp yerleştik. Şimdi de jeolojik inceleme sonucu heyelan riski var deyip evlerimizi acil boşaltmamızı istediler. Mahalle sakinleri olarak barınma hakkımızı kiracılar dahil garanti altına alınmasını yani elimizden alınacak evlerimizin yerine borçlandırılmadan başka evlerin verilmesini, taşınma giderlerimizin karşılanmasını, kiracılar dahil yeni evler teslim edilene kadar kira desteği sağlanmasını istiyoruz" diyorlar. Bu talepleri görülmeli, bu talepleri mutlaka yerine getirilmelidir.
Zor durumda olan depremzedeleri Türkiye unutmamalı
Bugün bu topraklarda en fazla acı çekip zor durumda olan depremzedeleri Türkiye unutmamalı. Bizler unutmuyoruz ama hiç kimse unutmamalı. Bakın Hatay'a adeta işkence çektiriliyor. İktidar hangi adımı attıysa altından zalimlik çıktı, mağduriyet çıktı. Rezerv alan, sağlam evleri yıkma, zeytinliklere, mandalina tarlalarına el koyma, konut teslimatındaki aşırı yavaşlık. İktidar deprem bölgesinde vergi mükellefleri için mücbir sebebi kaldırdı. Şimdi hem mükellefler hem de muhasebeciler mücbir sebebin geri gelmesini istiyor. Yine Hatay Eğitim-Sen başkanı 2 gün önce yaptığı açıklamada şunu ifade etti. Konteynırlarda yaşayan kamu emekçilerinin cep telefonlarına mesaj geliyor. "Bir hafta içinde konteynırları boşaltın" diyorlar. Be vicdansızlar, konteynır dediğiniz 20-30 metrekarelik plastik kutu. Hangi insan, hangi yurttaş bu plastik kutuda mecbur kalmazsa yaşamayı tercih eder? Ve siz bunu bile kamu emekçilerine fazla görüyorsunuz, onların cep telefonlarına mesaj gönderiyorsunuz "bir hafta içinde çıkın" diye. Bunu kabul etmek, bu vicdansızlığa rızalık vermek mümkün değildir. Bütün bu yaşanmışlıklardan hala ders çıkarılmıyor. Bakın Balıkesir her gün sallanıyor. Orada bir önlem alınıyor mu? Alınmıyor ama alınmalı. 6 Şubat depremi 11 kentimizi yerle bir etti. Bundan sonuçlar çıkarılmalı, ona göre hareket edilmeli. Ben burada sizlerin huzurunda Balıkesir halkına geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. Bütün depremzedeler şunu bilsin ki DEM Parti sizlerin yanında oldu. Bundan sonra da olmaya devam edecek. Hem kürsülerde sorunlarınızı dile getirecek, hem alanlarda meydanlarda sizlerle mücadelede ve dayanışmada olacağız.
Barışı kapı kapı gezerek, sokak sokak konuşacağız
Değerli Türkiye halkları, değerli yurttaşlarımız, çoklu krizle karşı karşıyayız. Ülke öyle bir ülke haline gelmiş ki bir dokun bin ah işit. Ve bu koşullarda bizler her şeye rağmen, yaşanılan bütün zorluklara rağmen barış ve demokrasi konusundaki ısrarımızdan vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Bu sürecin bütün bu sorun ağı içinde çok meşakkatli ilerlediğinin, zorluklarının hepimiz farkındayız. Ve bizler bundan bir çıkış yolunu hep birlikte aramalıyız. Tüm DEM Parti İl ve İlçe Örgütlerimize, PM üyelerimize, milletvekillerimize, kadın ve gençlik meclisimize, bütün üyelerimize burada sizlerin huzurunda sesleniyorum. Gerçekten herkes gece gündüz demeden barış ve demokratik toplumun inşasında, ekmek ve barış mücadelesinde çok yoğun bir mücadelenin içinde çok yoğun emek veriyor. Ben hepinize partimiz adına teşekkürlerimizi sunuyorum. Çok yoruluyorsunuz, çok çalışıyorsunuz. Evet, farkındayız. Ama bu dönemde gerçek bir seferberliğe ihtiyacımız var. Yani daha çok çalışmaya ihtiyacımız var. Seferberlik ruhu ne demek? Sabah uyanıp bugün barış ve demokrasi için ne yapacağım diye sormaktır ve harekete geçmektir. Seferberlik ruhu yorgunluğa rağmen bir adım daha atmak, karamsarlığa rağmen umut taşımak, engellemelere rağmen yeni yollar açmaktır. Peki, nasıl seferber olacağız? Barışı kapı kapı gezerek komşu komşu anlatacak, sokak sokak konuşacağız. Üniversite kapılarında olacağız. Kafe ve çay bahçelerinde olacağız. Pazarlarda, duraklarda, parklarda olacağız. Daha önce bize oy vermeyenlerin kapısını çalacağız. "Barış için geldik, dinler misiniz" diyeceğiz. AKP'li, CHP'li, MHP'li, İYİ Partili seçmen fark etmeksizin bizler işçiye, çiftçiye, emekçiye, herkese gideceğiz. Esnafla konuşacağız, öğretmenle konuşacağız, barışı anlatacağız. "Sizin derdiniz bizim derdimiz" diyeceğiz.
Farklı düşüncelerimiz ve kaygılarımız olabilir ama ortak bir geleceğimiz var
"Gelin birlikte çözelim" diyerek bizler bugüne kadar sayısız buluşmalar gerçekleştirdik. Bunları daha da arttıracağız, yoğunlaştıracağız. Gencin gelecek kaygısını paylaşacağız. Barış gelirse sofralarımıza nasıl bereket kapılarının açılacağını anlatacağız. Bu düzenden rahatsız olup demokratik dönüşüm isteyenlerle müştereklerimizi arttıracağız. Sendikaların kapısını çaldık, çalmaya devam edeceğiz. Meslek odalarıyla, demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum örgütleriyle yan yana durmayı sürdüreceğiz. Barış forumları kuracağız. Her ilçede, her mahallede barış platformları oluşturacağız. Sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, sporcularla buluşmaya devam edeceğiz. "Barış için ne söylüyoruz" hep beraber bunu konuşacağız. Farklı düşüncelerimiz olabilir, farklı kaygılarımız olabilir ama ortak bir geleceğimiz var. Ve bu ortak gelecek müştereklerde gizli. Ekmek müşterektir. Su müşterektir. Hava müşterektir. Barış ve demokratik toplum müşterektir.
Demokratik Cumhuriyet 86 milyon yurttaşın ortak kurtuluş paradigmasıdır
Mütedeyyinlerle konuşacağız. İslam barış demekse, barış İslam'ın emri ve en anlamlı ibadetse barış için ne yapmalıyızı konuşacağız. Seküler kesime gideceğiz. Barış Cumhuriyetin temel ilkesidir. Demokratik Cumhuriyet 86 milyon yurttaşın ortak kurtuluş paradigmasıdır diyeceğiz. O halde barış için birlikte daha fazla ne yapılabiliri konuşacağız. Sosyalistlere ve demokratlara gideceğiz. Barış için emek sömürüsüyle, işsizlikle, yoksullukla, güvencesiz çalışmaya karşı mücadele için ortaklıklarımızı nasıl arttırabileceğimizi konuşacağız. Herkes barış ve demokrasiyi kendi dünyasında inşa eder. Biz her dünyaya girecek her dili konuşacağız.
Elimizi taşın altına hep birlikte koyarsak bu ülkeyi barışla, demokrasiyle, adaletle, özgürlükle taçlandırabiliriz
Barış hepimizin umut ışığıdır. Bu ışığı büyütmek için bütün parti yapımıza çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ezberimizi bozmaktan korkmayacağız. Barış ve demokrasi karşıtlarının tehditlerine asla boyun eğmeyeceğiz. Yılmayacağız. Bir kapı kapandığında 10 kapıyı hep beraber çalacağız. Barışı sadece konuşmayacağız, barışı yaşayacağız. Barışı sadece savunmayacağız, barışı hep beraber sahipleneceğiz. Hep beraber yaşayacağız. Değerli Türkiye halkları, bizlerin barışa ve demokrasiye her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Bu dönem elini taşın altına koyma dönemidir. Bunu bizler hep birlikte yapabilirsek bu ülkeyi barışla, demokrasiyle, adaletle, özgürlükle taçlandırabiliriz. Ve bu bunun için hepimizi ve herkesi görev almaya davet ediyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle katılımınızdan dolayı sizlere teşekkür ediyor, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları












