loading
close
SON DAKİKALAR

Askeri vesayetten tam demokrasiye geçmenin yolu

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 25.08.2011

Yıllar geçti Türkiye hala askeri vesayetten tam olarak kurtulamadı...

Yıllar geçti Türkiye hala askeri vesayetten tam olarak kurtulamadı. Geçmişte on yılda bir yapılmış darbe ve verilmiş muhtıraların ötesinde her gün yeni bir askeri darbe hazırlığının ortaya çıktığı, cunta faaliyetinin su yüzüne vurduğu günler yaşadık. Bu amaca ulaşmak için yaratılan kaos ortamları, işlenen suçlar, etrafa saçılan bombalar, saklanan silahlar; yapılan tutuklamalar, hala bu mevzuda kaçak olarak yaşayanlar ve kovalamacalar yaşanıyor.

İktidarı normal yolla elde edemeyenler bu yollara başvurmaktan imtina etmemişti geçmişte. Geçmişte diyoruz ama hala gelecekte böyle bir şeyin olmamasının tam garantisi yok. Bu işin bir daha yaşanmamasının tek garantisi tam bir demokrasidir. O nedenle yakın geçmişte genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının aynı anda istifalarının bir alt üst yaşatmak yerine normal bir vaka gibi işlem görmesi demokrasi açısından, özellikle de vesayetçi sistemin sivilleşme yönünde evrilmesine katkıda bulunması açısından önemlidir. İktidar partisi bu mevzuda diklenmeden dik durması ona puan kazandırmıştır.

Çünkü artık gelinen noktada kimsenin bu tür teranelere tahammülü kalmamıştı. Ülke ya tam demokratik bir yolda ilerleyecek ya da askeri vesayetle demokratikleşme hamleleri arasında yalpalayacak. Diğer bir deyişle Türkiye bu bakımdan bir yol ayırımında bulunuyor: Ya sivil asker dengesini batı demokrasisi normlarına uygun hale getirerek aydınlık bir yolda ilerleyecek, ya da bu darbe muhtıra, cunta tartışmalarıyla zaman yitirerek gelişmemiş haki rengi yüksek üçüncü dünya ülkelerinin yanına savrularak ziyan olacak. Son YAŞ’ta yaşananlar, Kılıçdaroğlunun çıkışı ve 35. madde dolayısıyla sorun tekrar gündemleşti.  Şimdi karar verme ve uygulama zamanı. Bu nedenle sorunu çözmeden önce doğru teşhis gerekir.

Hükümet etmede önemli husus kontrol sorunudur. Hükümeti ele geçiren siyasal kadronun, aynı zamanda iktidarda olup olmadığı iktidarı kimin kontrol ettiğine bağlıdır. Bu konuda genellikle demokrasiyi öne alan İngiliz geleneğine göre, bir ülkede ordu ne kadar güçlü olursa olsun, yönetimde kontrol daima sivillerin elindedir. Seçimle iş başına gelen siyasi parti(/ler), gerçek anlamda iktidar olur, toplumu yönetirler. Fransız Bonapartizm geleneğinde ise  tam tersi bir durum söz konusudur.

Siyasi parti veya partiler ne kadar yüksek oyla “iktidara” gelmiş olursa olsun, önemli meselelerde kontrol askerî güçlerin elindedir. Bu durumda hükümet edenler tam anlamıyla iktidarda sayılmazlar, demokrasi askeri vesayet altındadır. Başta Türkiye olmak üzere, gelişmemiş Latin Amerika ve Ortadoğu ülkeleri uzun süre  bu gelenekle yönetilmişlerdir. Bu ülkelerde, siyasal partiler ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler, ülkenin temel meselelerinde son söz askerlerdedir. Asker söz geçiremediği ve kontrolü elden kaçırdığı zamanlarda ise Türkiye’de geçmişte görüldüğü gibi darbe yaparak fiilen iktidara el koymaktadır.

İşte 21. yüzyılın başında AB’ye girmeye çalışan bir ülke olarak hala askeri darbe, cunta ve muhtıralarla uğraşmamızın, askeri müdahale gerekçesi oluşturan ve darbe sonrası kendilerini güvenceye aldıkları, iç hizmet konunu 35. madde,  Anayasanın geçicici 15. maddesi, genel kurmayın MSB’nın üste olması gibi çıkış ve kontrol garantileriyle uğraşmamızın nedeni budur.

Bu mantalitenin olduğu sivil gelenek ve demokrasi kültürünün yeterince gelişmediği ülkelerin çoğunda, kurucu unsur genellikle askeri bürokrasidir. Bu ülkelerin sınıfsal yapıları bu mücadeleyi verecek ve demokrasi kültürünü geliştirecek yapıya pek elverişli değildir. Vatandaşlar, haklarını kullanmaktan ziyade görevlerini yerine getirme alışkanlığı içindedirler. Hukukun üstünlüğünden ziyade üstünlerin hukukunun geçerli olduğu imtiyazlı sınıflar ve zümreler vardır. Düşünce özgür değildir, gelir dağılımı ise bozuktur, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk vaka-i adiyedendir. Bu sorunları yaşayan Türkiye bundan dolayıdır yıllardır, gelenekçilikten sıyrılmış ama modernleşememiş, köylülükten kurtulma çabaları içine girmiş ama bir türlü kentlileşememiştir. Böylece gelişmemiş bir demokrasi ile gelişmemiş bir ekonomi, karşılıklı birbirine tuzak kuran, az gelişmişlik girdabını oluşturarak sorunları çözmek yerine ha bire büyütmektedir.

Oysa hükümet etmede, kontrolün sivillerde olduğu toplumlarda sosyal, ekonomik ve siyasal kurumlar yerine oturmuş, ekonomileriyle birlikte demokrasileri gelişmiştir. Sivil anlayışın ön planda olduğu bu toplumlarda, birey özgürce görevlerini yerine getirirken, haklarının da bilincindedir. Zira haklar yukarıdan aşağıya doğru verilmiş görevler manzumesi değil, aşağıdan yukarıya doğru (mücadele sonucu) kazanılmış bir yurttaşlık statüsüdür. İktidarı ele geçiren partinin, halk egemenliğini kendi imtiyazı için kullanmasına yurttaşlık bilincine varmış bireyler ve onun sivil kurumları engel olur. Burada devlet, başlı başına bir amaç değil, vatandaşlarının mutlu olması için kurulmuş bir araçtır. Devletin insanından ziyade, insanın devleti söz konusudur. Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Uzakdoğu'daki bazı ülkelerde bu örnekler mevcuttur.

Türkiye'nin 87 yıllık devlet geleneğinde, askerlerin yönetimde sürekli söz sahibi olmasında Cumhuriyet'in kuruluşunun ve kuruluş biçiminin önemli etkisi vardır. Bunu anlamadan, askerin demokrasi üzerindeki vesayetini ve hükümetler üzerindeki kontrolünü anlamak güçtür. Askerî bürokrasiden oluşan Kurtuluş Savaşı'nın elit gücü, iktidarı ele geçirdikten sonra, kendi devlet projesini yukarıdan aşağıya doğru yürürlüğe koymuş; savaş zamanındaki vaatler ve ittifaklar ise savaşın kazanılmasına yönelik birer taktik olarak tarihte kalmıştır. İktidarı ele geçiren bu gelenekçi, devletçi ve seçkinci elit toplumu kendi ideolojisine göre biçimlendirmeye çalışmış, yeni toplum projesinin başarıya ulaşması işinde ise ideoloji ve askeri araçlar devreye sokulmuştur. Son aşamada resmî ideoloji tüm toplumu etkisi altına almış, sınıfsal gelişme ve sınıflar arası ilişkiler (merkezî otoriteye yakınlık ve uzaklık oranında), yeni bir dengeye ulaşmıştır.

Çok partili rejime geçilmesiyle, tek parti rejiminin otoriterleşmiş çizgisi, eşrafı ve tüccarı CHP'den soğutarak DP'nin saflarına itince, asker sivil bürokrasiyi yönetimden uzaklaştırarak, DP'yi 1950'de iktidara taşımış, ancak bunu içine sindiremeyen asker 1960'ta askeri darbeyle tekrar iktidarı ele geçirerek bu işin adeta rövanşını almıştır. Bu askeri darbe geleneği yarım asır Türkiye’yi 1972, 1980, 1998’de askeri postalla demokratik gelişme arasındaki sarkaçta götürüp getirmiş ve her bakımdan geriletmiştir.

Bugün gelinen noktada Türkiye içinde barındırdığı sorunları çözerek Avrupa Birliğine uyum sağlamak demokratik bir refah devleti olarak yoluna devam etmek istiyor. Bunun için sırtındaki en büyük ağırlık olan ve bugünlerde birilerinin kışkırtmaya çalıştığı Kürt-Türk çatışmasını potansiyel olarak barındıran Kürt sorununu çözmek zorundadır. Burada kritik soru şudur: Bu sorunları kim çözecek? Cevap, elbette siyasal irade ve onun yansıması olan siyaset kurumudur. Bu sorunun da en önemli kısmı demokrasiyi vesayet altına alan asker-sivil dengesizliğinin demokratik ülkelerdeki gibi bir dengeye getirilmesidir. Sivil irade sorunlara askerin kontrol gücünden ve endişesinden dolayı tam olarak nüfuz edememekte ve çözüm için tam bir irade ortaya koyamamaktadır. Bunu yapabilmesi için askerin ulusal sınırları bekleme görevine tamamen geri dönmesi ve siyasetin üstünden elini tamamen çekmesi gerekir. Bunun da yolu, yeni meclisin özgürlükleri öne alan demokratik bir Anayasa yapmasıdır. Buna bağlı olarak tüm yasalardaki anti demokratik yasalar ve askeri darbeye teşvik eden müdahaleyi ima eden bütün yasaların ayıklanarak tarihin çöp sepetine atılmasıdır.

Bu nedenle CHP’nin Genelkurmayın MSB’na bağlanması, 35. maddenin değiştirilmesi teklifi (bürokratik devletten demokratik devlete geçişi için) olumlu bir fırsata dönüştürülebilir. Eksikleri varsa giderilebilir, bu vesileyle diğer yasa, yönetmelik ve tüzükler de taranarak temizlenebilir. İşte o zaman Türkiye bu birikmiş sorunlarını bihakkın kurtulur, sorunlarını çözerek yoluna devam edebilir ve kısa sürede demokrasisi ve ekonomisiyle bölgesinde saygın ve örnek bir güç haline gelebilir. Aksi takdirde bu tartışma, didişme ve hatta birilerinin bir yerde pişirdiği çatışmalar daha çok su kaldırır ve ülkeye zaman kaybettirir.  İşte bu yüzden diyoruz ki, gün vakit kaybetmeden bu basireti ve cesareti gösterme günüdür.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları