loading
close
SON DAKİKALAR

Barış çok anahtarlı bir kasa gibi

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 06.03.2013

Ahmet Özer, ''Eğer güvenlikle çözülseydi, şimdiye kadar sayısal olarak, beş defa örgüt bitirilmiş olurdu.''

Başlıkta belirttiğim gibi, barış çok anahtarlı bir kasa gibidir. Sadace bir anahtarla (bir faktörle) açılmasını beklememek lazım. Kasanın açılması için bir çok faktörün bir arada gerçekleşmesi ya da yürümesi lazım. Her şeyden önce kamuoyu algısının iyi yönetilmesi, partilerin ve örgütün kendi tabanlarını bu işe hazırlaması, uluslararası dinamiklerin hesaba katılması, sabotajlara pirim vermemesi ve en önemlisi savaş ve çatışma modundan çıkıp barış moduna geçmek gerek. Bunun için Mithat Sancar'ın güzel betimlemesi ile savaşın statükosunun uzantısı olmamak için, “görmek lazım geleni ve gitmekte olanı.” 

Gitmekte olan nedir bir hatırlayalım: Bundan 28 yıl önce 5 bin kişi vardı dağda, bu gün de 5 bin kişi var. Bu sürede 30 bin militan, 5 bin asker, bir o kadar güvenlik görevlisi ve bir o kadar da sivil öldü. Sadece 2012 yılında 800 civarında PKK’li ve 200 civarında güvenlik görevlisi çatışmalarda yitip gitmiş. Burada püf noktası şu: Eski genel Kurmay Başkanı Başbuğun deyimi ile, her beş yılda bir, beş bin kişi yok edilmiş, ama hep beş bin kişi var olmuş dağlarda. Eğer güvenlikle çözülseydi, şimdiye kadar sayısal olarak, beş defa örgüt bitirilmiş olurdu. 

Oysa durum şu ki; her beş yılda bir beş bin kişi yok edilmiş olmasına rağmen gene beş bin kişi olmaya devam etmişse demek ki güvenlikçi yaklaşım meseleyi çözmek bir yana daha da azdırmış. Yılda bin kişi ölmüş, gene de sorun çözülmemiş, aksine daha da büyümüş daha da ağırlaşmış. Nasıl olur da bu kadar ölüm, öldürme meseleyi çözmek yerine daha da büyütmüş? Çünkü her ölüm meseleyi yok etmekten ziyade büyütmüş ve düşmanlıkları çoğaltmış. 

İlk yıl bin PKK’lı öldürüldüğünde bundan birinci derecede beş bin kişi etkilenmişse, bugüne kadar 30 bin PKK’lı öldürüldüğüne göre demek ki 150 bin kişi doğrudan, bunun en az üç beş katı dolaylı etkilenmiş. Eğer ölen kişilerin sadece birinci ve ikinci dereceden akrabalarını da hesaba katsak (her birinin 4-5 akrabası olsa) bu sayı bir milyona varıyor. Bu hesabın bir de güvenlik güçleri bakımından ulaştığı bir yükün var, onu da hesaba kattığımızda her ölümün bizi biraz daha çözümden uzaklaştırdığını net biçimde görmüş oluruz. Her ölümle birlikte, karşılıklı ön yargılar ve düşmanlıklar daha da artmış. Çocuğu ister askerde ister dağda olsun, evladı ölen birinin diğerine dostça bakması mümkün mü? Bu sosyolojik gerçek neden bir türlü görülmüyor ya da hesaba katılmıyor, anlamıyorum. Ayrıca birbirine otuz yıldır diş bilemiş, kurşun sıkmış insanlardan, birbirine 30 günde güvenmeleri beklenebilir mi? O halde burada aktörler üzerinden değil, zihniyetler üzerinden bir ittifak yapmak lazım. Efendim “BDP’nin zihniyetini zaten beğenmiyorduk” diyenler yazıp çiziyor. Oysa konuşulan Kürt aktörlerinin kendi gözümüzle değil, Kürtlerin gözünde meşruiyetleri önemli. 

Şimdi bir de gelene bakalım. Türkiye'deki zihin kodlarını uzunca bir dönmedir Kemalizm belirlemiş ve yönlendirmiştir. Eğer yeni bir demokrasi inşası bu süreçle başlayacaksa öncelikle herkesin resmi ideoloji ile yüzleşmesi lazım. Biat kültürü terk edilmeli, bütünün değil, parçanın önemli olduğu ve demokrasinin bundan çıktığı bilinci çıkarılmalı. Kürtler ve Türkler birbirinin alternatifi gibi ele almak yerine birbirini tamamlayan bir birine bu küresel çağda güç katacak halklar olarak ele alınmalıdır. Çünkü bunlar rakip değil tamamlayıcı işlevlere sahipler. Hakları tanınmayan, uzun süre inkar edilen taraf Kürtler olduğuna göre onların hak ve hukukun ihyası ancak sadece Kürtlerin değil tüm tüm toplumun o arada Türk halkının da gerçek bir demokrasiye kavuşabileceği, özgürleşebileceği unutulmamalıdır. Daha da önemlisi düstur şu olmalı, Kürtler için iyi olan Türkiye için de iyidir. Çünkü Kürtlere hakları verildiğinde, Türklerin haklarında bir azalma olmayacak. Bilakis, savaşa giden para ekonomiye gideceği için daha müreffeh bir toplumun yolu açılmış olacak. O halde savaşı sürdürmek isteyenlerin gerçek yüzü ve amaçları topluma gösterilerek barışa olan toplumsal destek artırılmalıdır. 

Çünkü demokratik toplumun meşruiyeti halkın rızasına dayanır. Sorun ne olursa olsun çözüm arandığında, beraberinde aranacak diğer bir şey rıza olmalıdır. Söz gelimi toplumun tutuklama yetkisi verdiği kesimlerin yaptığı işlerin toplumun çoğunluğunun vicdanında onay görmüyorsa hala orada ısrar etmenin manası yok. Herhangi bir toplumsal sorun dile geldiğinde yönetenler ya onu dikkate alıp çözmeye çalışır, ya da dile getirenleri susturur. Susmazlarsa zorla susturur. Meşruiyetini aldığı unsuru zorla susturmaya çalışması yönetenin meşruiyetini zayıflatır, hatta duruma göre giderek ortadan kaldırır. Bu durumda toplum bunu yapanları destekleyenler ve ona karşı çıkanlar şeklinde bölünürse, “ruh birliği” bozulur. Ülkeleri batması şirketler gibi değil. Ülkelerin batması, birlikte yaşama umudunun kaybedilmesi ve ruh birliğinin bozulmasıdır. Bu bozulmayı önleyecek tek unsur toplumsal barışın yeniden tesis edilmesine dayanır. Ancak barış yapmak her zaman savaşmaktan daha zor olmuştur.

Barış, çok anahtarlı bir kasa gibidir; aynı anda anahtarları takıp çevirmek lazım kasayı açmak için. Oysa bugün gereğinden fazla bir kutuplaşma yaratmak isteyenler var. Çünkü yıllardır savaşı lanetleyenler birden şimdi barış geliyor diye korkuya kapılmış gözüküyorlar. Bu korkularını da barışa destek olarak gidermek yerine, kutuplaşmaları kışkırtarak dile getiriyorlar. Siyasi kutuplaşma, AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı şeklinde olurken; kimlikler, Kürt, İslamcı, modern biçiminde çatıştırılmaya çalışılıyor; yaşama biçimi ise laik, anti laik biçiminde bölünmüş durumda. Öte yandan değerlerle gündelik pratik hayat arasındaki açı gittikçe açılıyor. Toplumda eskilerin deyimi ile iki ahlaklılık neşru nema bulmuş. Bir tarafta yıllardır barış deniliyor, öte yandan sanki barış olacak diye bir kesim ha bire feveran ediyor. Oysa korkmaya gerek yok, savaşın kazananı olmadığı gibi barışın kaybedeni de olmaz. Barış sürecinin başlatılması her şeye rağmen toplumda umutları yeniden yeşertti, bu umudu soldurmamak başta sürecin aktörleri olmak üzere bu süreçte rol alan herkese düşüyor.

 
Ahmet Özer

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları