loading
close
SON DAKİKALAR

Gezi olaylarının sosyolojik anatomisi

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 07.06.2013

Ahmet Özer, ''Hele hele buna direnenlere çapulcu deyip hakaret etme hakkını hiç vermez''...

Neyin patlamasıdır yaşanan?

Gezi Parkı ile dışa vuran sosyolojik olgu, iktidarın ve özellikle de başbakanın son zamanlardaki söylem, tutum ve uygulamalarının toplumda yaratmış olduğu birikimin patlamasıdır. Bir kere başbakanın her fırsatta dillendirdiği %50 oyu çoğulcu bir rejimin manivelası olarak kullanmak yerine, çoğunlukçu bir anlayışın sopasına dönüştürmeye çalışması toplumda kaygı ile izlenen bir öfke birikimine neden oldu/oluyor. Ayrıca başbakan bu oya dayanarak her seferinde son derece öfkeli ve kibirli bir dil kullanıyor ve bu dilin yönlendirdiği bir tutumun esiri haline gelmiş bulunuyor.

Karşısındakini küçümseyen bu tutum, ben %50 oy aldım istediğimi yaparım yaklaşımına yol açarken, bu yaklaşım da ister istemez kendi zıddını besliyor. Toplumun alttan alta bu söylem ve tutumlarla beslenerek kabaran haleti ruhiyesi; 1 Mayıs baskısı, içki yasağı buyurganlığı, köprüye Yavuz Selim adının verilmesi, Gezi Parkı dayatması ile patlama noktasına geldi. Polisin orantısız güç kullanması toplumsal vicdanı harekete geçirdi, İstanbul’da başlayan eylemler, içişleri bakanının verdiği bilgiye göre Türkiye’nin 77 ilinde 603 eylemle destek buldu ve hala devam ediyor. Üstelik bu kadar büyük toplumsal tepki ve patlama karşısında başbakan durumu kabullenip düzeltmek yerine “tencere-tava, aynı hava” diyerek, kibirli tutumunu sürdürüyor. Toplumu huzur ve sükuna davet etmek yerine “%50’yi zor tutuyorum” diyerek aba altından diğer %50’ye sopa gösteriyor, bütünleştirmesi gereken toplumu kendi eliyle ve diliyle ayrıştırıp karşı karşıya getiriyor.

Bir parti %50 oy almış olabilir ama bu kimin içki ya da kimin ayran içeceğine karar verme hakkı tanımaz ona, o kişi başbakan olsa bile. Bütün Türkiye’yi ilgilendiren ve ülkedeki bütün vatandaşların vergisiyle yapılacak olan bir mega projeye, üstelik de Alevi vatandaşların hassasiyetlerini hiçe sayarak Yavuz Sultan Selim ismini verip Alevileri incitme hakkı vermez ona, başbakan olsa bile. Hem kullanımı açısından hem de işlev açısından sadece İstanbul’un değil adete bütün ülkenin sembol meydanı olan Taksim Gezi Parkındaki ağaçları keserek AVM yapma hakkını tanımaz ona. Hele hele buna direnenlere çapulcu deyip hakaret etme hakkını hiç vermez. 

Siyaset sosyolojisi açısından olan nedir?

Siyaset teorisi açısından bakıldığında aslında olan biten bu iktidarın meşrutiyetinin toplumun bir kesiminin gözünde giderek yok olduğudur. İktidar ise bu önemli tespiti yapıp hatasını düzeltmek yerine elindeki zor tekelini kendi vatandaşı üzerinde kullanarak zorla biat ettirmeye çalışıyor. Bu durumda meşrutiyetini yeniden tesis etmek yerine kendi elleriyle daha da yok ediyor. Çünkü baskı ile meşrutiyet arasında ters bir orantı vardır. Siyaset bilimci M. Kapani’nin dediği gibi meşruluk, siyasal alanda, iktidarın sağlanması ve elde tutulması bakımından en önemli faktörlerden birisini teşkil eder. Bir siyasal sistemde, yönetilenler iktidarın meşruluğuna inandıkları ölçüde onun emirlerine kendiliklerinden uyma eğilimi gösterirler; bu emirlere uymayı tamamen olağan, hatta gerekli sayarlar. Bu durumda iktidar, (istisnai haller dışında) zora başvurma gereğini duymaksızın itaati sağlamış olur. Yönetilenler arasında iktidarın meşruluğuna olan inancın zayıf veya düşük olması halinde ise, onun emirlerine kendiliğinden uyma eğilimi de zayıf olacaktır ve telaşa kapılan iktidar itaati sağlamak için ister istemez fizik kuvvete, şiddete ve tehditte başvurma yoluna gidecektir. Görülüyor ki kuvvet kullanma ve meşruluk birbiriyle ters orantılıdır. 

Diktatörlükler ise şiddet ve tehdit metotlarına başvurmaktan çekinmeyen katı ve otorıiter rejimlerdir. Aslında bu onların gerçekten güçlü olduklarını göstermez. Aksine rejimin meşruluk temelinin zayıf olması nedeniyle, ayakta kalabilmek için çıplak kuvvete dayanmak zorunluluğunda olduklarını gösterir. Şu halde meşruluk, yönetimi kolaylaştıran, sağlamlaştıran onu daha istikrarlı ve etkili kılan bir faktördür. Böyle olduğu içindir ki, her zaman her yerde iktidar sahipleri iktidarının meşru olduğu inancını halk arasında yaymak hususunda çaba harcarlar.
Modern totaliter sistemlerin tutumları ise oldukça farklıdır: Bunlar yerleşmiş meşruluk kalıplarına uymak yerine, toplumda hakim olan inancı değiştirmek ve kendi ideolojilerine uygun yeni bir meşruluk inancını yaymak amacını güderler. Bunu da propaganda, eğitim, doktrin aşılama,”beyin yıkama” gibi metotlardan yararlanmak suretiyle gerçekleştirmeye çalışırlar. İhsan Dağı’nın belirtiği gibi, AK Parti kamu ve devlet gücünü kullanarak “kendi değerlerini ve toplum modelini”, “hizmet eden devlet” değil, “dayatan devlet” modeli olarak icra ediyor. Bu model de, “İslami referanslar, çoğunluğun meşrulayıcı desteği ve devlet aygıtlarının gücüyle belli değer tercihlerini toplumun tümüne dayatması bizi ‘post modern otoriterlik’e götürür. Bu tür bir otoriterlik karşısında durmak zor, adeta imkansızdır, çünkü demokratik meşrutiyetle halka, İslami referanslarıyla dine, yaptırım gücüyle devlete dayanır. Dolayısıyla AK Parti İslamcılık yapmıyor, post modern otoriterliği kayıyor.”

Başbakan bunu neden yapıyor? 

Peki başbakan bunu bilmiyorsa bile danışmanları da bu gerçeği bilmiyor mu? Bilmemelerini varsayamayız. O halde bütün bunlara rağmen iktidar ve özellikle başbakan bunu neden yapıyor? Akla o zaman başka bir soru takılıyor: Acaba başbakan bütün bunları bilinçli bir stratejinin bir parçası olarak mı uyguluyor? Mesela Yavuz Selim adına bakalım. Acaba Erdoğan kendince İran, Suriye, Irak’tan oluşan Şii yayına karşı Yavuz ismi ile bir mesaj vererek, “suni kesimin lideri benim” demek istiyor olabilir mi? İçki yasağı, kürtaj meselesinde olduğu gibi Gezi Parkı eyleminde de “ben kimseye pabuç bırakacak bir lider değilim” narsisizmin bir gösterisi olabilir mi? Veya bunlarla birlikte safları ayrıştırarak kendi seçmen kitlesini tahkim etme isteği olabilir mi? Bütün bu saikler bu tutumların oluşmasında işlev görmüş olabilir, üzerinde düşünmek lazım.

Eylemlerden ne sonuç çıkar ya da sonuç ne olur?

Bir kere bu tür toplumsal olaylarda patlayan kesimin sosyolojisi, sonucu belirler. Bu kesime baktığımızda daha çok yaşam tarzına müdahale edilme endişesi taşıyan orta sınıfı görüyoruz. Henüz alt sınıflar bu akışa ve isyana dahil olmuş değil. Gençler var. Gençlerin heyecanı dinamizm katıyor ama orta sınıf bu işi uzun bir sürece yayamaz. Kademeli bir azalmayla, yönlendirme ve yönetme teknikleriyle ve nihayet alınmış bazı tavizlerle giderek son bulur. Zaten Taksim Platformunun talepleri de yerine getirilmeyecek talepler değil: Platform temsilcilerinin Arınç'a 6 talep ile gittiği biliniyor. 

Bu talepler şöyle: 

Topçu Kışlası'nın yıkılıp yerine herhangi bir yapının yapılması istenmiyor. Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmasını istenmiyor. Gösterilerde sorumluluğu olanların hepsi görevden alınmalıdır diyorlar. Biber gazının yasaklanmasını istiyorlar. Meydanlarda özgürce gösteri yapabilme hakkı istiyorlar. Ve gösterilerde gözaltına alınan tüm kişiler serbest bırakılmalı diyorlar. Bu talepler değerlendirilmeli, vakit kaybedilmeden yerine getirilmedir.
Asıl bu süreçte başka bir tehlikeye dikkat çekerek bu yazıyı sonlandırayım. Bütün bunlar yaşanırken barış ve çözüm süreci de devam ediyor. Birileri toplumun bu tepkisini bu süreci sabote etmek ve akamete uğratmak için kullanabilir. Bu konuda herkesin dikkatli ve uyanık olmasında yarar var.


Ahmet Özer


ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları