loading
close
SON DAKİKALAR

Son yılların hegemonik partisi AKP'nin gelişim çizgisi hakkında bir analiz: Nereden nereye... (1)

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 04.07.2018
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Özer

Ahmet Özer: Devlet adamı bir ülkeyi bir arada tutan kişişidir. Belediye başkanlığını da sayarasak, Türkiye’nin son yirmi yılına damaga vuran Erdoğan’ın varlığı ise Türkiye’yi bölmüş durumda, neden acaba? Nasıl oluyor da birileri için bitmeyen kabus, başka birileri için de batmayan güneş oluyor?

Erdoğan ve AKP kırın ve göçlerle oluşan bu çevrenin şehirde kenara savrulmuş kesimlerinin sesi ve örgütlemesi olarak ortaya çıktı, büyüdü, bugüne geldi. Sosyo psikolojik açıdan bakılırsa kırın (gelenekselin)  kenti (moderni) fethinin sesi olarak  değerlendirilebilir.  Bugün de (her ne kadar Muharrem İnce “Zenci” benim o “Beyaz Türk” dese de)  hala  bu kesimler tarafından öyle görülüyor. Nitekim hala yoksul ve eğitimsizlerin büyük çoğunluğu AKP ve Erdoğana oy veriyor.  Bu olgu nasıl oluştu? Cevaplanması gereken soru budur.  Bin dereden su getirmek, rakibi küçümsemek bir işe yaramaz. Yenmek istiyorsan önce anlamak zahmetine katlanacaksın, bu bir.

            Türkiye’de sosyoekonomik hareketlilik, kırdan kente göç eden kitleleri, şehirlerde ürettikleri nüfus baskısı doğrultusunda, ‘’Ben doğarken ölmüşüm’’ kültürel-psikolojisinden, “Ben de isterem’’ci bir kültürel psikolojiye taşıdı. Bu noktada, biraz sonra anlatacağım iç ve dış konjonktörün de etkisiyle ve itikisiyle ve de bu psikolojinin siyasetteki karşılığı olarak ortaya çıktı Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hareketi, bu iki.

            O yüzden kent yoksulluğunun palazlanmış karşılığı olan ‘’varoş kültürü’’ ne hitap ederek 1990’larda yükselen Refah Partisi’nin başkanı Erbakan olsa da ‘’gizli öznesi ‘’  hep o idi. Bunların hepsi bir araya geldiğinde, bugünün Türkiye’sinde çökmüş bir eğitim sistemi, elit ve aydın düşmanlığı eşliğinde yaygınlaşmış lümpenliğin dindar/muhafazakarlık ya da “siyasal islam” kisvesi altında kurumsallaşmanın kişilik bulmuş karşılığı olarak ortaya  çıkyor bu aktörler.  Bu yüzden sosyokültürel olarak Türkiye ortalaması Erdoğan’da ‘’ihtişam’’la tecelli ediyor. Bu üç. Tabi bu bir günde oluşmadı, bir geçmişi var.

                                                                  Neyin İntikamı!?

            Devlet adamı bir ülkeyi bir arada tutan kişişidir. Belediye başkanlığını da sayarasak, Türkiye’nin son yirmi yılına damaga vuran Erdoğan’ın varlığı ise Türkiye’yi bölmüş durumda, neden acaba? Nasıl oluyor da birileri için  bitmeyen kabus, başka birileri  için de batmayan güneş oluyor?  Nasıl olur da aynı kişi bu kadar uç bakışlarla karşı karşıya?  Neden kimileri “O  intikamımız , aldı ‘’ diyor, kimileri ise “O bizden intikam alıyor” diyor? Bu soruları anlamaya çalışmak ve açıklamak  ihtiyacı ile karşı karşıya Türkiye siyaset bilimi ve sosyolojisi.

            Bu cümlede cevaplanması gereken iki soru var; 1) Neyin intikamı 2) Kimden alıyor? Bu iki sorunun doğru cevaplandırılması bu harketin sosyolojisinin analaizini gerektirir kuşkusuz. Görmezden gelmenin, cevapları halının altına süpürmenin kimseye bir faydası yok….

            Erdoğan varoşun iktidarının ve bir bakıma yeni ‘’merkez” olarak ‘’kentleşmiş kırsallığın’’ temsilcisi, sözcüsü… Temsilcisi ve sözcüsü olduğu bu kitlenin intikamını, uzunca bir süre şehrin ve ülkenin merkezine kurulmuş görünen kesimlerden aldı… En azından birileri için algı bu... O, bu ülkede şehirli- Batılılaşmış laik kesimler karşısında kendini, ekonomik olmanın çok ötesinde, ‘’kültürel’’ olarak uzun süre dezavantajlı hissetmiş bir çoğunluğun hırs ve hıncına siyaseten tercüman oluyor ve bu yüzden iktidar kredisini kaybetmiyor. Ekonomik ve eğitim düzeyi bakımından Türkiye ortalamasının altında kalanların tevecühünden bu kolayca anlaşılıyor..

 

                                                             “Çevre”nin “Merkez”e Hurucu

            Burada ister istemez merkez çevre teorisinin pratiğine girmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi Cumhuriyet, Osmanlıdan kopuşunu gerçekleştirilmesi için laikliği bihakken uygulamak yerine onu ele geçirilmiş merkezde sunnileri terbiye etmek için bir sopa gibi  kullanıldı yıllarca. İlk yıllarda başlayan dini tandanslı kalkışma ve hareketler bu baskının dozunu daha da artırmıştır.

            Böylece tek parti dönemi yukardan aşağıya doğru inşa edilen devletin ağırlıkları altında ezilen İslami kesimlerin alttan alta kin, nefret ve öfke biriktirmesine yolaçtı. Çevreye savrularak sinmiş bu kesim ceberrut devletin gücü karşısında bir şey yapamadığı için bir köşede uzun süre öfkesini de bileyerek bekledi.

                                                         Demirel’den Özal’a...

            60’larda Demirellerin,  80’lerde Özalların dini önceleyen kimi liberal çıkışları onları biraz teskin etmişse de içlerindeki yangını söndürecek bir su serpmemiştir. Nihayetinde Erbakan ve Selamet Partisi geleneği bu birikimin üstüne oturdu. Devletle flört halinde olan Erbakan’ın bu kesimi çevreden merkeze taşıma hamleleri bir iki ufak iktidar ortaklığı dışında akim kaldı.

            Bu cenahın giriştiği dinci huruç hareketleri her seferinde  merkezin ceberrut  örgütlemesine toslayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır...  Bu denemelerden sonra, Erbakan hareketinin içinde pragmatik düşünen bir kesim anladı ki bu hareketin bu haliyle başarı şansı yok.. İslami sosa batırılmış Milli Görüş idolojisi Kemalist örgütlemenin jakoben aydınlanmacılığını aşamıyordu bir türlü. Kimi sağından solundan değiştirilse bile ileri sürdüğü tezler kabul görmüyordu                                                                   

                                                        Erbakanın Yanılgısı!

            Serbest payasanın faizci yapısını rıbacı ve haram ilan ederek ona karşı İslam Dinarı’nı öne sürüyordu Erbakan Hoca.  Türkiye’nin 150 yıllık hedefi olan AB’yi Hristiyan Klübü olarak damgalayıp karşı çıkıyordu. Milli Görüşçülük anlayışında demokrasinin hedefe ulaşmada bir araç olduğunu ileri sürüyordu. Daha cin olmadan  sistem karşısında adam çarpmaya kalkışması onu sistemin duvarlarına çarpıp her seferinde kenara fırlatıp, O ve ona inanaların hayallerini tuzla buz ediyordu..

            İşte bu noktada, bu sisteme bodoslama dalmanın kendi kafasını kanatmaktan başka işe yaramayacağının anlayan Erdoğan ve arkadaşları eski ile yollarını ayırarak yeni şeyler söylemeye başladılar. Üç önemli konuda söylem değişikliğine giderek yeni bir parti kurdular.  Partinin kurulduğu dönem aynı zamanda dünyada eski sistemlerin yıkıldığı dönemdi. Tabi yıllarca iki blok şeklinde çekişen dünya, SSCB’nın dağılması ile yeni bir dünya düzeni kurmaya girişmişti. İşte Erdoğanın AKP’sinin kurulduğu dönem eski dünya düzenin yıkılıp yerine  yeni dünya düzenin (YDD) kurulduğu dönmedi. Paradigmanın değiştiği, siyasi konjoktürün buna ayak uydurmaya çalıştığı dönem ile AKP’nın kuruluşu üst üste gelmişti..

                                                   YDD, Yeni Düşmanlar ve Yeni Dostlar..

            Sovyetler dağılmış, sosyalizm yenilmiştı. Batı için artık Türkiye’de komünizme karşı İslamcıları kullanarak oluşturdukları Yeşil Kuşak Teorisine ve uygulamasına ihtiyaç kalmamıştı.  Peki madem komünizm diye bir düşman yoktu artık, yeni düşman kim olacaktı? Çünkü büyük emperyal güçlerin zinde kalmaları için mutlaka düşman üretilmeleri şarttı! Batı için yeni düşman Fukuyama, Huntington, Fuller gibi  ABD’nin stratejist akılbendleri tarafından hemen bulundu: Yeni düşman Fundamental İslam’dı, yani kökten dincilikti.. Aktörleri de dinci örgütler.

            Bu yüzden ABD’nin bir zaman kominizme karşı besleyip büyüttüğü dost örgütleri olan (sonra İŞİD’le beraber içinden onlarca dinci örgütün çıkacağı) El Kaide birden düşman oldu. Peki çözüm neydi, bunlarla nasıl mücadele edilecekti ?  Ona da iki biçimde çözüm bulunmuştu?

                                             Fundamental İslama Karşı Ilımlı(/Uyumlu) İslam

            1) Bu devlet ve örgütlerin nerdeyse tamamına yakını Ortadoğu coğrafyasında yeralıyordu. Ortadoğu aynı zamnda enerji kaynaklarının de merkezi ve menbaıydı.  Dolayısıyla Yeni Dünya Düzenine  uymayan örgütler yok edilecek, uymayan devletler ise uydurulmaya çalışılacaktı. (Hatta bu konuda eş başkanının Erdoğan olduğu Büyük Ortadoğu Projesi diye bir proje de geliştirilmişti.) Kafa tutan olursa da güç kullanılarak sindirilecekti.  Birinci plan buydu ve hemen işlemeye başladı.  Afganistanının işgal edilerek CİA’nın eğitip yetiştirdiği Bin Ladin’in öldürülmesi, Irak’ın kimyasal silah bahanesi ile işgalı ve bir zamanlar ABD’nın bir numaralı adamı Saddam’ın idamı,  Suriye’nin içine düşürüldüğü hal buna delaletti. Süreç henüz tamamlanmış değil, sırda bu cenahın en önemli aktörü İran var(dı.)

            2)İkinci ve daha az maliyetli ve üstelik daha etkili olunacağı düşünülen yöntem Fundamental İslam’a karşı kendi içinden (ideolojik biçimde örgütlenerek) karşı  çıkmaktı. Diğer bir deyişle ılımlı ve uyumlu bir islamı destekleyerek, örgütleyerek ve örnek göstererek, radikal islamla mücadele etmekti amaç. İşte AKP projesi bunun bir tezahürüdür. Arap Baharı da bu projenin parçasıydı. Ne ki bu kısmı daha başlamadan bitti. Bitti bitmesine ama bizi de etkileyerek gitti.

            Çünkü, Arap baharı, aynı zamanda Erdoğan’ın ılımlı ve uyumlu islamdan yeniden köklerine rucu ederek “Siyasi İslam’”a geçmek istemesinin ve bu arada tamamen değilse de kısmen de olsa Batı’dan kopuşunun da başlangıcıdır. (Devam Edecek)

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları