loading
close
SON DAKİKALAR

Mücadele Eden Kazanır!

Yüksel Işık
Tarih: 19.06.2022
Kaynak: www.istanbulgercegi.com

Yüksel Işık; Bu yazı, en kötü koşullarda dahi mücadele azmini yitirmemiş babalara ithaf edilmiştir. Günleri kutlu olsun!

Elinde asasıyla geçip gitmekte olan bir aksakallı, yol üstünde perişan halde oturan birini görmüş: 

Hayırdır, evladım” demiş; “ne oldu”? 

Var yoluna git dede” demiş adam bıkkın bir sesle. 

Aksakallı ısrarcı olmuş: 

Evladım” demiş, “insan, insanın kurdudur derler doğrudur ama aynı zamanda insan, insanın yurdudur da. Derdini anlat ki derman bulasın”. 

Anlatsam inanmazsın ki…” demiş adam. 

Sen hele bir anlat” diye ısrar etmiş aksakallı dede; “ben inanmazsam da, sen içindeki zehri akıtmış olur, rahatlarsın”. 

Adam başlamış anlatmaya. 

Çalıştım, çabaladım, uğraştım emek verdim; bir bahçe yaptım şuraya. Toprağını kardım, suyunu bağladım. Aklınıza gelebilecek her şeyi yetiştirir oldum. Herhangi bir zarar görmesin diye de etrafını da dikenli tellerle çevirdim. Birbirinden güzel sebzeler, birbirinden lezzetli otlar yetiştirip, satıyordum ki tavşanın bir bahçeye musallat oldu. Marulların dibini eşer, havuçları yer, kekikleri tanınmaz hale getirirdi.” 

Bütün bunları bir tavşan mı yaptı yani?” diye sormuş şaşkın bakışlarıyla aksakallı dede. 

“Yok” diye cevaplamış adam; “tavşana rahmet okutanlar yaptı”. 

HAYAT ÖNCE SINAV YAPAR… 

Ne diyorsun evladım” diye çıkışmış aksakallı, “bilmece gibi konuşmayı bırak da, neler olduğunu bir tamam anlat bakalım”. 

Devam etmiş adam: 

Tavşanla baş edemedim. Baktım olacak gibi değil, kasabanın ağasına gidip, dert yandım. ‘Bir umudum sende’ dedim. O da, değil tavşan, şeytan bile olsa benim elimden kurtulamaz’ deyip, ertesi gün geleceğine söz verdi. Ben bir umut bahçeme geri döndüm. Ertesi gün ağa geldi, keşke gelmez olaydı.” 

Bulamadı mı tavşanı?” 

Buldu, bulmasına da, gerisini anlatmaya dilim varmıyor.” 

“Sen anlat hele” 

“Ağa, öyle bir geldi ki, bir yanda atlılar, diğer yanda tazılar, efendiler, uşaklar, neredeyse Moğol ordusu gibiydiler. Sofra kurduk, körpe körpe piliçler kızarttık. Yediler, içtiler; hatta ağa kızıma dahi sırnaştı, görmezden geldim. Bitmek tükenmek bilmeyen bir nobranlığın sonrasında tavşanı yakalamak için başladılar hazırlıklara. Hazırlık dediysem, lafın gelişi… 

“Ne oldu ki?” diye merakla sormuş aksakallı dede. 

Bizi itip kaktılar, borular öttürdüler, köpekleri koşuşturdular, atlarla bahçedeki tüm sebzeleri ezdiler, fideleri kırdılar. Ne varsa ekili, hepsini söküp çıkardılar; bahçe, bahçe olmaktan çıkıp, bildiğiniz mezbelelik olup bu hale geldi.” 

Tavşanı buldular mı? 

Her şeyi söküp atınca tavşanı da buldular. Zavallı hayvan, korkudan, kendisinden büyükçe bir lahananın altına gizlenmiş.  Ağanın adamları, ‘bulduk, bulduk’ diye sevinç naraları atarken, tavşan da kaçıp kurtuldu darmadağın edilen çitin arasından. 

“E bak tavşandan kurtulmuşsun” demiş aksakallı müstehzi bir gülümsemenin eşliğinde… 

DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN… 

 “Ah benim sersem kafamdiye dövünmüş adam. Bir tavşandan kurtulayım derken, kapılarımı açtıklarımın canavarlaşacağını nasıl bilemedim? Dişimle tırnağımla biriktirdiğim ne kadar emeğim varsa bir anda tuzla buz olacağını nasıl düşünemedim? Dünyadaki bütün tavşanlar bahçeme dadansalar dahi, bu kadar zarar veremeyeceğini nasıl göremedim? 

“Sana bir büyük nasihati” demiş Aksakallı Dede, ağlamak faydasız, bu saatten sonra... Kendi gücüne güvenmezsen, hep başkasından seni kurtarmasını beklersen, olacağı budur. Bir tufeyliden kurtulmanın yolunun, başka bir tufeyliye bel bağlamak olmadığını artık öğrenmişsin. Kurtarıcı olarak bağrına bastığın daha büyük asalakları doyurmak, senin daha fazla yoksullaşman demektir. Sen sen ol, bir daha herhangi bir tufeyliden ne aman dile ne de onlara kapını aç. 

Böyledir işte! 

Mustafa Kemal’in, “kimsesizin kimsesi” olarak öngördüğü Cumhuriyet’in serüveni de bu öyküye benzer. 

Kurtuluşun ve kuruluşun coşkusu, asalakların, tufeylilerin “içeri” sızması nedeniyle zamanla yerini,  bıkkınlığa; bıkkınlık da yabancılaşmaya bırakmış. 

Nazım’ın Kuvayi Milliye’de dile getirdiği üzere, başlangıçta “iki kat soyulmamak için” verdiğimiz o muhteşem mücadeleden sonra pek çoğumuz evimiz”e geri döndük. 

Nasıl dizeleştirmişti Nazım? 

Kavgadan önce Kartal'da bahçıvandı, 
                    kavgadan sonra Kartal'da bahçıvan... 

Biz” tarlamıza, bahçemize dönünce, hep birlikte kurduğumuz  Cumhuriyet’inilkeleri”, tufeylinin tahribatıaltında ezim ezim ezilmek zorunda kaldı. 

Ve derken, denizde kaptansız kalmış gemi gibi sağa sola çarpan koskoca ülke, tavşandan kurtulmak isteyen çiftçinin ağaya teslim olması misali, kendisini, terminatörlere teslim etti. 

Yüzyıllık birikimin, satılıp savrulması da; fabrikaların yerini yellerin alması da,  vatandaşlığın bile parayla satılır hale gelmesi de bu teslimiyetin sonucudur.  

Bugün anlıyoruz ki “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuşuz.  

Teslimiyetin sonunun olmadığını da… 

TESLİMİYETİN SONU YOK… 

Peki ne yapacağız? 

Öncelikle dönüp tarihimize bakacağız! 

Samsun’a çıkılırken de, Amasya’da Genelge yayınlanırken de, Erzurum ve Sivas’ta kongreler toplanırken de ve nihayetinde Ankara’nın kapıları kurtuluşa açılırken de, hangi yoldan gidilmişse aynı yoldan gitmek olmalı hedefimiz. 

“Tavşan” karşısında bıkkınlığa kapılıp, “yönetme irademizi”,  iş bilmez “ağalar”a teslim etme yanılgısından arındıracağız. 

Kendimize güvenip, el ele verirsek, evrensel demokrasinin ilkeleri ışığında şekillenmiş toplumsal irademizi açığa çıkarabiliriz. İrademiz açığa çıkarsa yüzyıl önce elde ettiğimiz kazanımlarımızı yeniden işlevsel hale getirmemiz işten bile değil… 

Bunun yolu, küçük farklılıklarımızı devasa aynalar aracılığıyla büyük göstermek isteyenleri, yanılgılarıyla baş başa bırakmaktan geçer. 

“Bir olacağız, diri ve iri olacağız”! 

Toplumsal irademizin aynı hedef etrafında birleştirip, haklı olanın üstün gelmesi için mücadele edeceğiz. 

Derler ki “mücadele edenler her zaman kazanamayabilir ama kazananların mücadele edenler olduğu açıktır.” 

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları