loading
close
SON DAKİKALAR

Cannes'ı sarsan hikaye

Cannes'ı sarsan hikaye
Tarih: 29.05.2012 - 13:48
Kategori: Özel Haberler

Sessiz'in Cannes ile gelen gümbür gümbür bir başarı öyküsü...

‘Sessiz’ değil gümbür gümbür bir başlangıç Rezan Yeşilbaş’ınki... Cannes’a başvuran binlerce (bu seneki rakamın 5 binin üzerinde olduğu söyleniyor) kısa film arasından finale kalmak sonra da yarışmadaki 10 kısa film arasından Belçikalı usta Jean-Pierre Dardenne başkanlığındaki jüriden Altın Palmiye almak, öyle “Kısa film ödülü işte” denilip hafife alınacak bir başarı değil. Zira Yeşilbaş, şu sıralar destek bulmak için senaryosunu koltuğunun altında dolaştırdığı ilk uzun metrajlı filmini çekip Cannes’a gönderdiğinde ciddi bir avantajı olacak. Çünkü CV’sinde Altın Palmiye ödülü yazacak ve eğer eli ayağı düzgün bir filme imza atarsa ana yarışma olsun yan bölümlerden biri olsun çok yüksek ihtimalle Cannes’ın resmi programına dahil edilecek.

‘Gümbür gümbür başlangıç’ demiştik... Zira ‘Sessiz/ Be Deng’, Cannes’dan bir gün önce, benim de jürisinde yer aldığım Atıf Yılmaz Kısa Film Yarışması’nda en iyi kısa film seçildi. Muhtemelen bundan sonra katılacağı başka yarışmalarda da benzer sonuçlar ortaya çıkacak. Çünkü 1982’de Diyarbakır Cezaevi ’ndeki kocasına ayakkabı götürmek isteyen bir kadının hikâyesini anlatan ‘Sessiz’, son derece çarpıcı bir kısa film. Hem sinema dili olarak çok sağlam hem de oyunculukları ve tekniği çok iyi...

Peki kim bu Rezan Yeşilbaş? Aslında onun hikâyesi de filmi kadar çarpıcı... Yeşilbaş, 1977 Diyarbakır doğumlu. İlkokul üçüncü sınıfa kadar bu kentte yaşamış ve devlet memuru olan babası hapisten çıktıktan sonra İstanbul’a taşınmışlar. “Aslında ‘Sessiz’de anlattığım da bir bakıma anne-babamın hikâyesi” diyen Yeşilbaş, Türkçeyi ilkokula başladığında öğrenmiş. Dil sorunu nedeniyle ilkokulu zar zor bitirmiş, sonra da okulu bırakmış. Ortaokulu ve liseyi dışardan bitirmiş.

Sinemacı olmaya ise askerliğini yaparken karar veriyor. Asker dönüşü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Sinema TV Bölümü’ne giriyor, 2008’de mezun oluyor. “Sinemaya yaklaşımıyla Türkiye’de kendime en yakın bulduğum yönetmen” dediği Zeki Demirkubuz’un asistanlığını yapan Yeşilbaş, ‘Sessiz’i de ‘Yeraltı’ filminden kazandığı parayla çekmiş. “Ayrıca bana ve projeye güvenip hiçbir karşılık beklemeden ‘Sessiz’i maddi olarak destekleyen Yeni Sinemacılar’dan Sevilay Demirci’nin katkısı da unutulmaz benim için” diyor.

Gelelim filmin Cannes yolculuğuna... ‘Nasılsa kimse ilgilenmez’ diye aklından geçirdiği için filmi Cannes’a göndermeyi düşünmemiş başlangıçta. Bir arkadaşının zorlamasıyla son başvuru tarihine iki gün kala filmi kargoya vermiş: “Son başvuru tarihi olan 5 Mart’ta mail attılar, ‘Filminiz elimize ulaştı’ diye. 16 Mart’ta Cannes’da hem kısa hem de uzun filmlerin seçiminde etkili bir isim olduğunu öğrendiğim Christian Jeune aradı. İngilizcem yetersiz olduğu için heyecan yaptım. Ama söylediklerinden filmin yarışmaya seçildiğini anladım. Filmden çok etkilenmiş, o yüzden seçildiğini bizzat arayıp kendisi iletmek istemiş. Çok sevindim tabii. Film Almanya’da bir festivalde gösterilecekti, hemen oradan çektik.”

Rezan Yeşilbaş, Cannes’da çok güzel karşılandıklarını anlatıyor. “Özellikle Christian Jeuna çok ilgilendi. İnsanlara anlatırken hâlâ tüylerinin diken diken olduğunu söyledi. Bu beni çok mutlu etti, heyecanımı yatıştırdı, huzur verdi. Ayrıca ödül sonrası jüri başkanı Dardenne’le de konuşma fırsatım oldu. Altın Palmiye için yarışan uzun filmleri de izlediğini ve onlar da dahil festivalden en akılda kalıcı sahnenin ‘Sessiz’deki o hapishanede ayakkabı değiştirme sahnesi olduğunu söyledi. ‘Sessiz’in önüne geçmesin diye özel ödülü vermekten vazgeçtiklerini ve bundan sonra beni takip edeceğini de ekledi.”

Türkiye ’de Şerif Gören-Yılmaz Güney’in ‘Yol’undan sonra ‘junior’ da olsa Altın Palmiye’yi kazandığı için çok mutlu olduğunu söyleyen Yeşilbaş, “Özellikle de kısa filmciler için umut verici bu ödül. İyi bir ruhla bir şeyler yaptığında bir şekilde görülüyor, yerini buluyor demek ki” diye konuşuyor. Yeşilbaş’a Belçim Bilgin ve Cem Bender gibi profesyonel oyuncuları nasıl ikna ettiğini soruyorum. “Belçim Bilgin’le prodüksiyonunda çalıştığım ‘Unutma Beni İstanbul ’ filminde tanıştım. Hikâyesini anlattığımda oynarım demişti. Sonra senaryoyu gönderdim, kabul etti. Cem Bender’in de bir fotoğrafını göndermişlerdi bana. Orada filmde anlatmak istediğim duyguyu görmüş ve budur demiştim. Sonra konuştuk ve kabul etti. Aslında bu hissiyatla ilgili. Çekmeye çalıştığım filmi onlar da çok iyi hissetti.”

Son olarak anadili Kürtçe olmasına karşın Cannes’daki konuşmasını neden Türkçe yapmayı tercih ettiğini merak ediyorum. “Dille ilgili anlatmak istediğim bir problemim var” diyor ve ekliyor Yeşilbaş: “Ben kendimi en iyi ifade edebileceğim dille konuşmak istedim; o an. Yedi yaşında okulda Türkçeyle tanışıp tüm öğrenim hayatını Türkçe sürdürdüğüm, Kürtçeyi sadece günlük dilde annemle konuşmak için kullandığım karmaşık bir süreçten geçtim. Bu ülkede bu ‘dil travması’nı yaşayan birçok insan olduğunu da biliyorum. Aslında bu, bir bakıma Kürtçenin nasıl kirletildiğini, kullanılamaz hale getirildiğini de gösterir. Ben filmimde bu sorunu anlatmaya calıştım. İnsanların dille ilgili meseleye empatiyle yaklaşmasını istiyorum. Bir dilin yasaklanması o insanlar üzerinde psikolojik şiddettir. Fiziksel şiddet bir şekilde geçer ama psikolojik şiddet hep kalır. O hapishanede çok şiddet vardı ama ‘Sessiz’de hiç şiddet sahnesi yok. Atmosfer olarak şiddetin sadece hissedilmesini istedim. Filmi de annemi izliyormuş gibi çektim.”

Rezan Yeşilbaş, yakında dil öğrenmek için Londra’ya gidecek. ‘Hüküm’le başladığı ‘Kadın’ üçlemesinin üçüncü filmini orada çekmeyi düşünüyor. İki yıl önce Kültür Bakanlığı’ndan senaryo geliştirme desteği aldığı ‘Mesafeler’ adlı uzun metrajlı film projesinin de senaryosu hazır. Bir dede torun hikâyesi ‘Mesafeler’ ve merkezinde yine dil meselesi var. Altın Palmiye’den sonra teklifler gelmeye başladı bile. Onları değerlendirip yola devam edecek. Biz de onu izlemeye...

Erkan Aktuğ-Radikal

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları