loading
close
SON DAKİKALAR

''CHP darbe mağdurudur''

''CHP darbe mağdurudur''
Tarih: 19.10.2012 - 17:02
Kategori: Siyaset

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu CHA'nın sorularını yanıtladı...

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHA Genel Müdür Yardımcısı Hakan İnce'nin sorularını CHP Genel Merkezi'nde şöyle yanıtladı:

Hakan İNCE- 28 Şubat döneminde sanıyorum bürokrattınız. Şu anda o dönem sorgulanıyor. Fişlemeler ortaya çıktı, bazı illegal dinlemeler sizin bahsettiğiniz kayıtlar ortaya çıktı. Siz herhangi bir mağduriyet yaşadınız mı bu dönemde?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yaşamaz olur muyum? Ben emekli olduktan sonra öğrendim. Benim hakkımda da bir rapor galiba düzenlemiş. Başbakanlık sonra bu raporu bir gazeteci arkadaşımızın köşe yazısını üzerine ben tazminat davası açtım. İddiaların yanlış olduğuna dair. O raporu Başbakanlık mahkemeye gönderdi ve ilk kez orada gördüm. Onun üzerine Başbakanlık aleyhine dava açtım.

Hakan İNCE- Bu raporu yapan Başbakanlık mı yoksa o dönemde Batı Çalışma Grubu diye oluşan bir grup tarafından 
mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim muhatabımız Başbakanlık. Çünkü, o dönemin Batı Çalışma Grubu Başbakanlığın dışında bir organ değil ki. Bizim muhatabımız Başbakanlık. Başbakanlık bu raporu savundu.

Şimdi darbeye karşıyım diyen bu hükümet o raporu savundu. Yani 28 Şubat sürecini araştırın falan bunların hepsi hikaye. Bir adam samimiyse o raporun gereğini de yapmalıydı. Ama ben anamuhalefet partisinin lideriyim, benim hakkında bu rapor yazıldı, ben şimdi o raporu savunacağım diyor. Zaten AKP’nin samimi olmadığını, bütün duruşlarının samimi olmadığını, ikiyüzlü olduğunu ben kendi hayatımdan biliyorum. Yani bırakın vatandaşı. Kendi hayatımdan biliyorum.

İhanet sözü hakaret mi?

-“Eğer siz parlamentodan karar almadan yabancı bir ülkenin askerlerini kendi ülkenize getirirseniz bunun adı ihanettir.”
Genel Başkan Kılıçdaroğlı CHA Genel Müdür Yardımcısı Hakan İnce’nin üslup konusundaki sorusunu şöyle yanıtladı

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hakarete varan bir kelime yok. Eğer siz parlamentodan karar almadan yabancı ülkenin askerlerini kendi ülkenize getirirseniz bunun adı ihanettir. Bu sadece bizim ülkemizde değil. Hangi ülkeye giderseniz gidin bu böyledir. Türk askerleri Amerika’ya, Amerika’nın izni olmadan gidemezler. Suriye’ye gidemezler. Rusya’ya gidemezler. Siz hangi gerekçeyle yabancı bir ülkenin askerlerini silahlarıyla beraber Mardin’e kadar götürürsünüz? 
Bana birisi çıkıp makul bir gerekçeyi söylesin. Parlamentonun kararı olmadan. Parlamento reddetti onlar gittiler.
O zaman şu sorunun yanıtı hala verilmiş değil; o askerleri buraya kim getirdi? Hangi gerekçeyle getirdi. Benim bayrağımın dalgalandığı yerde başka bir ülkenin bayrağının dalgalanmasına kim izin verdi? Ben buna ihanet demeyeceğimde ne diyeceğim? Bana çıksın bir Allahın kulu desin ki, yok kardeşim ihanet olmaz, ne olacak yani? Bizim bayrak dalgalanıyor, onun da bayrağı dalgalansın. Olmaz. Bağımsız olan hiçbir ülke bunu kabul etmez.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu, “Değişim bizim ruhumuzda olması gereken bir şeydir. Dünya değişiyorsa, evrim değişiyorsa, paradigmalar değişiyorsa CHP ben değişmiyorum diyemez. Değişeceğiz” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu CHA’na açıklamalar yaparken, seçimleri kaybeden İnönü’nün, “yenilgim benim en büyük 
zaferimdir. Çünkü, ben bu ülkeye demokrasi getirdim” dediğini hatırlattı ve şunları söyledi;

“Yeni CHP diyorsunuz, ne derseniz deyin. Tanım ne olursa olsun. Değişim bizim ruhumuzda olması gereken bir şeydir. Dünya değişiyorsa, evrim değişiyorsa, paradigmalar değişiyorsa CHP ben değişmiyorum diyemez. 
Değişeceğiz.

Türkiye şimdi bilgi toplumunu yakalamak zorundadır. Bilgi toplumundan koparsanız işte o zaman Türkiye kaybeder. İki üniversitemizin fizik bölümü kapandı biliyor musunuz? Tercih olmadığı için. Bilgi toplumundan kopmanın ilk belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Yazık günahtır bu ülkeye.

Biz çocuklarımızı çok iyi yetiştirmek zorundayız. Onlara entelektüel birikim vermek zorundayız. Türkiye’yi ne diye anıyoruz? Mehmet Akif’iyle anıyoruz. Nazım Hikmet’iyle anıyoruz. Necip Fazıl’lıyla anıyoruz. Karacaoğlan’ıyla, Yunus Ermesiyle, Pir Sultan Abdal’ıyla, Kaygusuz Abdal’ıyla, Mevlana’sıyla bunlarla anıyoruz. Bunlar entelektüel birikimi yakalamış önemli kişilerdir bizim tarihimizde. Fatih Sultan Mehmet’in ya da Kanuni’nin ya da herhangi bir Osmanlı padişahının beste yapması ne demektir biliyor musunuz? Müziğe duyduğu, sanata duyduğu hayranlık nedir? Bu entelektüel birikime derinlik kazandırmaktır.

Bizi entelektüel olduk diye eleştiriyorlar. Tam tersine. Halkın tüm katmanlarını o entelektüel birikimin içine koymak ve o değerleri yüceltmek zorundayız. Bizim yapmak istediğimizde budur. O nedenle halkın düzeyini yükselteceğiz. Neyle? Eğitimle yükselteceğiz. Bilgiyle, birikimle yükselteceğiz. Bütün dünyanın yapmak istediği odur. Bizden bir kişinin çıkıp Nobel Edebiyat Ödülünü alması bizim için bir onurdur. Yaşar Kemal, bizim için bir onurdur. Peyami Sefa, bizim için bir onurdur.

Bunların geçmişteki siyasal görüşleri bizim için hiç önemli değil. Onların bu topluma kattıkları değer önemlidir.
Zaten demokrasi demek iktidar demek değildir. Demokrasi demek muhalefet demektir. Her ülkede iktidar vardır ama sadece demokrasilerde muhalefet olur. O nedenle bizim demokrasiyi içselleştirmemiz ve zenginleştirmemiz lazım.
Muhalefet demek sadece muhalefet partisi anlamında söylemiyorum. Bir gazetede karikatür yapan, çizer, muhalefet yapar. Yazar, muhalefet yapar. Tiyatro, sinema, muhalefet yapar. İktidarı eleştirir. Bunlar bu ülkenin zenginliğini, kültürünü, demokrasisinin gelişmişliğini gösterir.

CHP’nin tarihi cumhuriyetle yaşıttır. CHP’nin tarihinde bir dönem gelmiştir, Valiler il başkanı görevini yapmışlardır. Sonra bunun yanlış olduğu çıkmıştır. Onu kaldırmışlardır. Ben şimdi sormak istiyorum; bütün o cumhuriyet kurulduktan sonra uluslaşma süreci başladıktan sonra çok partili hayata geçen kim? CHP.

İktidarı rahmetli İnönü kaybettiği zaman 1950’de gazeteciler gelip soruyorlar; Paşam, yenildiniz diyorlar. Evet, yenilgim benim en büyük zaferimdir. Çünkü ben bu ülkeye demokrasi getirdim diyor.

Şimdi ben sormak istiyorum; şu anda valilerin tamamı AKP’nin valisi mi? Evet. Kendileri söylüyorlar. O tek partide valiler yanlıştır il başkanlığı yanlıştır diyor, değiştiriyorlar aradan süre geçmiş, demokrasiye geçmişiz vali, ben devletin valisiyim demiyor. Ben AKP’nin valisiyim diyor. Geldiğimiz noktaya bakın.

O nedenle tarihte o geçen süreç içinde yanlışlar olmamış mıdır? Kim diyebilir ki, yanlışlar olmamıştır diye? Eksiklikler olmamış mıdır? Kim diyebilir ki, eksiklikler olmamıştır diye? Ama tarihimizle yüzleşelim. Elbette ki, yüzleşeceğiz. Kim yapacak bunu? Siyasetçiler değil tarihçiler yapacak. Çünkü olayı bütün yönleriyle araştıracaklar toplumun önüne 
koyacaklardır.

Ben dedim zaten, bütün arşivler açılsın. Bakın bir şey anlatayım; MİT’le ilgili bir yasa Plan Bütçe Komisyonunda görüşülüyor. Ben o zaman Plan Bütçe Komisyonunun üyesiyim. Şunu teklif ettim; bakın dedim batıda devletin gizli belgelerine 30 yıl önce, 40 yıl önce şunlar olmuş diye açıkladım. Bizde de çok sayıda kitap var. İşte İngiliz belgelerine, gizli belgelerine göre Türkiye, Amerikan gizli belgelerine göre Türkiye diye dışişleri mensuplarının yayınları var böyle. 
Eski büyükelçiler.

Bizim MİT’inde Nazım Hikmetler, Necip Fazıllar diğer pek çok yazarlar, çizerler hakkında ne tür belgeleri vardır. Niçin bunlar açıklanmıyor. Orada da bir süre getirelim ve o belgeler açıklansın kamuoyuna. Bizde bilelim. Ama AKP kabul etmedi, reddetti.

Hakan İNCE- Sayın Baykal’ı hedef alan kaset olayından sonra üzerinde bizde durduk ama yani bir gelişme göremedik. Yani bu konu araştırılıyor mu şu anda? Sizin emniyet nezdinde bir çalışmanız, bakanlık seviyesinde bir talebiniz var mı bu işi aydınlığa kavuşturma şeklinde. Ya da parti içinde böyle bir görev verdiğiniz kişiler var mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Ama bunun aydınlığa kavuşması için hem benim, hem Sayın Baykal’ın, hem de partimizin defalarca çağrısı var. Hükümete tabi. Başka kime olabilir. Hükümete çağrısı var. İsteriz bunun aydınlanmasını.

Hakan İNCE- Şu anda bu konu araştırılıyor mu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Herhangi bir bilgimiz yok ama yargıda olduğunu biliyoruz. Yani konunun araştırıldığını biliyoruz ama süreç nedir, hangi süreçtedir doğrusunu isterseniz bilmiyorum. Çünkü soruşturma süreci gizli olduğu için.

Hakan İNCE- Sayın Baykal’ın bugün gazetelere yansıyan Antalya gezimize katılmadığı için parti disiplinine verileceği yönünde bazı iddialar vardı.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tümüyle asparagas. Yani Sayın Baykal partimizin eski Genel Başkanı. Hepimiz saygı duyuyoruz. Bu iddianın akılla mantıkla bile bir bağlantısı yok.

CHP darbe mağdurudur

Önce şunu söyleyeyim Sayın İnce. Cumhuriyet Halk Partisi olarak darbelerden en büyük zararı gören partiyiz. Bizim mal varlıklarımıza el konuldu, bizim Genel Başkanlarımız hapse atıldı. Dolayısıyla darbenin bu ülkeyi hep geriye götürdüğünü bilen bir siyasi partiyiz. Türkiye’de darbe döneminin de bittiğine inanan bir siyasi partiyiz. Darbe yapanlarında yargılanmaları gerekiyorsa ki gerekir.Yani birisi darbe yapmaya kalkmışsa, onu projelendirmişse gidip yargılanabilir.

İki konu var. Birisi şu; iki kişiyi biz milletvekili adayı gösterdik. Bunlar gittiler Cumhuriyet savcılığından temiz kağıdı aldılar. Yani bu kişinin herhangi bir suçu yoktur, milletvekili olabilir. Yüksek Seçim Kuruluna gönderdik. Yüksek Seçim Kurulu da milletvekili olabilir dedi. Başbakanlığa gönderdik Başbakanlık oturdu resmi gazetede yayınladı evet bunlar milletvekili olabilir. Bunlar seçildiler. Şimdi gelip yemin etmeleri engelleniyor. Bu doğru değil. Anayasanın 90. maddesi diyor ki, uluslararası sözleşmeler iç hukukun üstündedir. İki uluslararası sözleşme var bunların gelip yemin etmelerini öngörüyor. Ama o anayasa maddesi Türkiye’de uygulanmıyor. Birinci noktamız budur.

İki arkadaşımız, birisi Mehmet Haberal, dünyanın saygı duyduğu bir cerrahtır. Türkiye’de ilk böbrek naklini, karaciğer naklini gerçekleştiren bir kişidir. Sayın Haberal’a rahmetli Ecevit gel seni Cumhurbaşkanı adayı göstereyim, seni Cumhurbaşkanı seçelim dediği zaman Sayın Haberal Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesi ve mecliste bir milletvekili olması gerekir deyip demokrasiye olan bağlılığının gereği olarak ben Cumhurbaşkanı olmam çünkü milletvekili değilim diyen bir insan. Bu insan nasıl darbe yapacak. İki; bunun elinde sadece neşter var ameliyat yapıyor. Ve bütün malvarlığını binlerce gencin okuması için bir üniversiteye bağışlamıştır. Bir üniversite kurmuştur, bütün malvarlığını da oraya bağışlamıştır. Bu kadar iyi bir insan.

Sayın Balbay bir gazeteci. Bir gazeteci nasıl darbe yapacak?

Biz kimse yargılanmasın demiyoruz. Bunlara dokunulmazlıkta istemiyoruz biz. Yani bunlar dokunulmazlık olsun, işte bunlar yargılanmasın. Hayır. Bizim istediğimiz bunlar gelip mecliste yemin etsin, yasama görevini yapsınlar. Gidip yargılansınlar. Sayın Sinan Aygün o da yargılanıyor. Biz dokunulmazlık istedik mi? Hayır. Sayın Sinan Aygün davası, duruşması olduğu gün gidiyor orada ifadesini verip geri dönüp geliyor. Yani biz Sayın Sinan Aygün’e aman milletvekili oldu, yemin etti dolayısıyla dokunulmazlığı olsun. Böyle bir talebimiz asla olmadı. Tam tersine dokunulmazlıkların kürsü dokunulmazlığıyla sınırlı olmasını hep istedik.

İki, istediğimiz nokta şu; herkes yargılanmalı. Yani varsa, sanık konumundaysa, bir iddianame varsa gidip yargılanacaktır tabi. Ama yargılamada adalet dediğimiz kavramın içinin boşaltıldığı bir yargılama süreciyle bu insanlar karşı karşıya geldi. Yargılama adalet içinde olmalı, hukukun üstünlüğü içinde olmalı. Eğer siz savunmaya söz hakkı vermezseniz. Ben Fatih Hilmioğlu’yla görüştüm. Çocuğu vefat etmişti. Şunu söylüyor; benimle ilgili iddiaların tamamını yanıtladım. Tamamının doğru olmadığını %100 kanıtladım. Ve yargıca şunu söyledim. Dön savcıya bir sor bakalım bu iddiayı neye göre yazdın sen? Hakim o soruyu sormuyor diyor savcı. Beni rahatsız ediyor bu ve ben içerdeyim diyor. İstediğimiz adalettir. Adalet dışında başka bir şey istemiyoruz biz. Eğer siz adaleti ihlal ederseniz o mahkeme kamu vicdanını rahatsız eder. Özel mahkeme.

Çünkü, itiraz ettiğimiz nokta şu; özel yetkili mahkemeler olmaz hukuk devletinde. Menderes’in idamı özel mahkemelerde olmuştur. Bu ülkede kamu vicdanı kabul ediyor mu onu? Hayır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildi özel mahkemelerde, Sıkıyönetim mahkemelerinde. Olmaz. 17 yaşındaki çocuğun yaşını büyüttüler 18 yaptılar idam ettiler. Özel mahkemelerde.

Özel yetkili mahkeme doğru değildir. Normal mahkemelerde yargılansınlar. Burada neden diyorum. Bakın şunun içinde söylüyorum. Sayın Haberal kendisini yargılayan yargıçların tarafsız olmadığına dair dava açtı ve kazandı. O yargıçlar tazminata mahkum oldular. Hükümet tuttu bir yasa çıkardı yargıçların tazminatını devlet ödeyecektir dedi ve devlet ödedi onu.

Şimdi eğer bir yargıç tarafsızlığını yitirmiş ve bu bir mahkeme kararıyla kanıtlanmışsa artık o yargıcın oradan çekilmesi lazım. Başka bir yargıcın bakması lazım. Çekiliyor mu? Hayır, çekilmiyor. Şimdi olay bir kan davasına dönüşmüş. O açıdan bu mahkeme sağlıklı mahkeme değildir.”

“Bir kişinin ihtiraslarına, beklentilerine uygun anayasa değişikliği yapılamaz”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, “Darbe hukukunun değişmediği yerde özgürlükten söz edemezsiniz. Biz AKP’ye, ‘Gelin anayasayı değiştirelim, ama darbe hukukunu da değiştirelim. Bunlar yasalar. Gelin bu yasaları da değiştirelim. 
Böylece Türkiye gerçekten demokratik, özgürlükçü bir ülke olsun’ teklifini götürdük. Ama AKP bizim bu teklifimizi kabul etmedi” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu CHA’nın sorularını yanıtlarken bu konuyla ilgili olarak şunları söyledi;

-“Ben AKP’nin Anayasa değişikliği konusunda samimi olmadığı inancındayım. Samimi olsaydı, gerçekten özgürlükçü bir anayasaya ihtiyaç duysaydı bizim darbe hukukunu değiştirme konusundaki teklifimize evet derdi.”

-“Eğer bir siyasal iktidar darbe hukukundan besleniyorsa, darbe hukukunun gereklerini yerine getiriyorsa, darbe hukuku benim için geçerlidir, benim özgürlükçü bir Türkiye’ye ihtiyacım yoktur diyorsa onun anayasa değişikliği konusundaki taleplerini samimi bulmuyoruz.”

-“Elbette ki, sivil, elbette ki demokratik, elbette ki özgürlükçü bir anayasaya evet diyoruz. Ama, medya mensubu olduğunuz için ben size bir soru sormak isterim. Anayasada bir hüküm var medyayla ilgili. Orada diyor ki, basın hürdür sansür edilemez. Yeni bir anayasa yazdığımızı düşünelim. Nasıl yazacağız? Aynı şeyleri yazacağız. Belki basın yerine televizyonları da kapsasın diye medya özgürdür sansür edilemez diye yazdık. Peki, anayasanın var olan bu hükmüne rağmen bugün medya özgürlüğünden kim söz edebilir?”

-“Parasız eğitim istiyoruz diye öğrencilerin hapiste olduğu bir ülkede siz demokrasiden söz edemezsiniz, insan haklarından söz edemezsiniz. Kişiler düşüncelerini özgürce ifade edebilmeliler. Bir üniversite öğrencisi ben parasız eğitim istiyorum diyor. Sen misin isteyen, doğru hapse atacağım seni.”

-“Anayasada iletişim özgürlüğü var, özel hayatın gizliliği var. Peki, telefonların dinlenmediğinden kim emin? Kim olursa olsun bu ülkede 80 milyon yurttaşa sorun, herkes telefonların dinlendiğinden endişe duyar. Anayasada telefonlar dinlensin mi diyor? Hayır, tam tersine kişinin özel yaşamının gizliliği esastır, telefon konuşmaları mahkeme kararı olmadan dinlenmez. Ama bu var mı Türkiye’de? Buna uyuluyor mu? Hayır. Ama Anayasa’da var.

Bütün bunlardan dolayı biz Anayasa değişikliği konusunda samimi bulmuyoruz AKP’yi.”

Kırmızı çizgiler

“Anayasa’da ilk 4 maddeyi biz kendi kırmızı çizgimiz olarak öngördük. Yani, başlangıç maddeleri. Başkentin Ankara olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olduğu. İlgili maddeler bizim kırmızı çizgilerimiz.”

Ana dilde eğitim

“Ana dilde eğitim konusunda bizim net duruşumuz belli. Hem seçim bildirgemizde var, hem yayınladığımız broşürlerde var. Kişi ana dilini öğrenme özgürlüğüne sahiptir, sahip olmalıdır. Ana dilini öğrenmelidir. Devlet bu konuda gerekirse katkıda yapmalıdır. Ama resmi dil Türkçedir, eğitim olmaz”

Cumhurbaşkanı'nın iade yetkisi tartışılmalı

“Sayın Cumhurbaşkanı’nın anayasa değişikliklerini geri gönderme hakkı var mı, yok mu önce bizim bunu tartışmamız lazım. Normal bir yasayı geri gönderebilir ama bir anayasa değişikliğini acaba Sayın Cumhurbaşkanı tekrar görüşün diye geri gönderebilir mi? Bunun tartışılması lazım. Anayasa hukukçularının önce bu konuyu açıklığa kavuşturmaları gerekiyor.”

Terörler mücadele konusu

“Sayın Başbakanın çağrısı şu; Sizden 3 kişi, bizden 3 kişi bir araya gelsinler, bu işi çözelim. Sayın Başbakan daha bu olayın toplumsal uzlaşmayla çözüleceğini bilmiyor. Biz diyoruz ki, bu sorun bir partinin veya iki partinin bir araya gelerek çözebileceği bir sorun değildir. Bu sorun toplumsal uzlaşmayla, bütün siyasal partilerin, hatta parlamento dışındaki partilerinde bir araya gelip oturup çözebilecekleri bir sorundur. Kronik bir sorundur. 30 – 35 yıllık bir sorundur. Eğer tek başına yasalarla çözülseydi AKP otururdu, zaten mecliste gücüde var istediği yasayı çıkarabilir. Bize ihtiyacı bile yok. Niye bize ihtiyaç duyuyor? Gel beraber çözelim. Bizde şunu söylüyoruz; bizim önerimiz akılcı bir öneri. 
Parlamentoda oturacağız, her siyasal partiden eşit sayıda milletvekili katılacak, onun dışında paralel bir akil adamlar heyeti olacak. Dolayısıyla ikisinin işbirliğiyle biz bu soruna çözüm üreteceğiz. Ben adım gibi eminim. Her siyasal partiden bu sorunun sağlıklı çözümü için katkı verecek bilgisine, birikimine güveneceğimiz insanlar var. O nedenle nasıl anayasa komisyonunda biz bir araya geliyor muyuz? Geliyoruz. Uzlaşma komisyonu oldu mu? Oldu. Pekala tartışıyoruz. Türkiye’nin en kronik sorununu çözme konusunda niye bir araya gelmiyoruz? Üstelik anayasa değişikliğinde uzlaşmasak da olur. Anayasa değişikliği olmaz. Sonunda ölüm var mı? Hayır. Peki bu sorunu çözmeksek ne olur? Sonunda ölüm var. Bu ülkenin gencecik çocukları şehit oluyorlar. Yazık günah değil mi? O halde sorunun çözümünde Sayın Başbakan samimiyse bizim çağrımıza destek verir. Sayın Meclis Başkanı’nın çağrısı da bizim çağrımızı doğruladı. Onun çağrısı da bütün bu siyasi partilerin bir araya gelmesi ve bu sorunu çözmesi konusunda emek harcamaları, çaba harcamaları gerek duyuyor diye. Bu sorunun çözümünde siz MHP’sini veya BDP’yi nasıl gözardı edersiniz?

Eleştiriler olabilir. Siyasi partiler birbirlerine eleştirebilirler. Ama siyasi partilerin ayrıca şöyle bir görevi vardır. Ülkenin en temel, en kritik sorununu çözme konusunda gerekirse siyasi partiler bir araya gelebilmelidirler. Bu sorun Türkiye’nin temel sorunu mudur? Evet. Çözülmesi gereken bir sorun mudur? Evet. Tek başına iktidarın çözebileceği bir sorun mudur? Hayır. Eğer bu ülkede bir çocuğumuzun bile burnunun kanamasını bile istemiyorsak herkesin üstünde bir sorumluluk hissetmesi lazım. Bizde sorumluluk hissediyoruz. O nedenle Sayın Başbakana gittik. Siz sorunun çözümünde, bir yol haritası verdik bizim. Bizim yol haritamıza destek verin, katkı verin ama sert üslup kullanmayın. Ben Sayın Başbakanı ziyaret ettim. Ertesi gün MHP’ye söylemediğini bırakmadı. O kadar sert bir üsluba siz yumuşak bir üslupla cevap verir misiniz? Hayır. Olmasın diye. Arkadan Sayın Leyla Zana çıktı bu sorunu çözerse Erdoğan çözer dedi. Arkasından Öcalan’ın kardeşini konuşturdular. İki gün bir gazetemizde manşet oldu. Arkasından aynı rol Sabah’a biçildi. Sabah aynı şeyi yaptı. Ne oldu?

Sonra, Sayın Başbakan bir çağrıda bulundu. Terör örgütü silahı bırakırsa bizde operasyonları durdururuz dedi. Yani seçim geliyor, cumhurbaşkanlığı seçimleri var, karşılıklı duralım. Biz şu seçimi de bir atlatalım ondan sonra tekrar çarpışmaya devam ederiz. Bu anlayışta olan bir kişinin terör sorununu çözmesi mümkün müdür? Bu anlayışta olan bir kişinin bu ülkenin gencecik çocuklarının şehit düşmesini engelleme yönünde bir düşüncesinin olacağı mümkün müdür?

Oslo görüşmeleri

“Devletin istihbarat örgütü görüşür mü? Görüşür tabi. Yenimi görüştü? Hayır, çok eskiden beri görüşüyorlar. Ayrıca yasalar izin veriyor zaten. Ama Oslo’da görüşme istihbarat örgütüyle değildi. Sayın Başbakan’ın özel temsilcisi, müsteşar yardımcısı görevlendirildi. Orada, ‘Ben Sayın Erdoğan’ın temsilcisi olarak buradayım’ diyor. İtiraz ettiğimiz nokta o, bir.

İkinci nokta şu; şimdi terör örgütüyle haklar görüşülmez, anayasa değişikliği, yasa değişiklikleri görüşülmez. Onların görüşülme yeri meşru zemindir. O da TBMM’dir. Siz terör örgütüyle oturuyorsunuz anayasa değişikliklerini, yasal değişiklikleri görüşüyorsunuz. Bunu bir hükümet batıda yaptığı andan itibaren o hükümet kamuoyuna açıklanırsa veya olay bir şekliyle kamuoyuna yansırsa o hükümetin yerinde kalmaması lazım. Geldiğimiz nokta budur.

Biz niye akil adamları önerdik? Bütün vatandaşların bilmesini isterim. Akil adamları önermemizin nedeni şudur; görüşme yapılacaksa bu ülkenin kanaat önderleri, devletle ilgisi olmayan, devletin meşru kamu görevlileri olmayan, gidecek kanaat önderleri görüşme yapacak ama gelip TBMM’de uzlaşma komisyonuna o görüşmelerin ayrıntılarını anlatacaktır. Biz devletin saygınlığını, hukukun üstünlüğünü bilen bir siyasal partiyiz. Ve attığımız her adımı günlerce düşünerek, kendi içimizde tartışarak, hem devletin saygınlığına, hem hukukun üstünlüğüne, hem sorunun çözümüne en sağlıklı çözümü nasıl oluşturabiliriz? En sağlıklı adımları nasıl atabiliriz? Biz bunun üzerinde çalıştık ve bu yol haritasıyla gittik. Özellikle şöyle çözülsün diye bir düşüncede ifade etmedik. Nedeni de şuydu; her siyasi partinin bu sorunun çözümüyle ilgili düşüncesi var zaten. Nerede görüşelim biz onu? Oturup tartışalım orada. Belki bizim düşüncemiz eksik olabilir, yanlışta olabilir. Bizim hiçbir önyargımız yok. Oturacağız, konuşacağız, belki bir siyasal partinin önerisi çok daha makuldür bizde kabul ederiz onu. Ama bunun önünü kesen kişi Sayın Başbakandır.”

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları