loading
close
SON DAKİKALAR

CHP'li Keskin gündeme dair açıklamalarda bulundu

CHP'li Keskin gündeme dair açıklamalarda bulundu
Tarih: 31.10.2013 - 16:23
Kategori: Siyaset

CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin ''AKP işbaşına geldikten sonra tarihimizin en sinsi, en planlı, en örgütlü kuşatmasını hayata geçirmeye başladı'' dedi...

-“Amaçları toplumu dönüştürmek, cumhuriyetle kazandığımız yaşam biçiminin yerine kendi ütopyalarını, kendi yaşam anlayışlarını geçirmek”



-“Özellikle toplumun dinamik kesimleri sindirdikten, toplumdan her gün bir tuğla çekerek ana sütunları çökertecek konuma geldikten sonra bu konudaki iç dünyalarını daha çok dışarıya vurmuşlardır”



Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin Halk Tv’de Rahmi Aygün’ün güncel konularla ilgili sorularını şöyle yanıtladı;



Rahmi AYGÜN- Başka gerçekleri ve onların yorumları için stüdyomuzda şimdi bir konuğumuz var. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Adnan Keskin bizimle beraber. Hoş geldiniz efendim.

Adnan KESKİN- Hoş bulduk efendim iyi yayınlar diliyorum.

Rahmi AYGÜN- İletişimde ve ulaşımda büyük başarılar gösterdiği düşüncesinde olan AKP iktidarının bu küçük kazalarını nasıl açıklayacağız efendim?

Adnan KESKİN- Acele işe şeytan karışırmış biliyorsun. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliklerini belli ölçüde bir etkisiz hale getirebilmek için hızlı bir şekilde Marmaray’ın açılışını gündeme getirdiler. Böyle bir olumsuzluğu hızlı trende de yaşamıştık. Orada maalesef ciddi can kaybına da neden olmuştu. AKP’nin bu konudaki alışkanlığının yeni bir tezahürünü, yeni bir örneğini görüyoruz. Ciddi bir şekilde deneme testleri yapılmadan Cumhuriyet Bayramında sanki insanların dikkatlerini buraya çekmek amacıyla böyle bir yapay girişim sergilendi. Arkasından da bu olumsuzluk yaşandı. Vatandaşlarımızın takdirine bırakalım daha fazla bir laf söylemeye gerek yok bu konuda yani.

Rahmi AYGÜN- Türkiye Mimar Mühendisler Odasının kaygıları vardı, açıklamaları vardı. Bunun yanı sıra CHP milletvekili Umut Oran’ında bir soru önergesi var konuyla ilgili. Ama dediğiniz gibi çok paldır küldür bir açılış yapıldı 29 Ekim’e denk getirildi. Cumhuriyetin o görkemli kutlamaları gözden kaçırılmaya çalışıldı. Bu kutlamalarla ilgili toplum ne mesaj verdi efendim AKP iktidarına sizce?

Adnan KESKİN- Şimdi bakınız, 60 yıldır çok partili yaşam içerisindeyiz. Değişik partiler iktidara geldi. O partilerin iktidarda olduğunda farklı partiler ana muhalefet, küçük muhalefet, yavru muhalefet görevlerini yaptılar. Bu süre içerisinde 2002 yılına kadar bir çizgi görüyoruz. Bütün iktidara gelen ve muhalefette kalan siyasi partiler farklı frekanslarla, farklı yorumlarla cumhuriyetin kurucu iradesiyle herhangi bir kavga etmeden cumhuriyetin kurucu iradesine saygı duyarak, onun kurulmasına özen göstererek siyasi yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ama 2002 yılından sonra işbaşına gelen siyasal iktidar toplumun gözüne baka baka ben değiştim, gömlek değiştirdim gibi laflar söyleyerek, yani bunu söylerken geçmişini inkar ederek, milli görüş döneminde cumhuriyetle ilgili yaptıkları değerlendirmelerin artık kendi gündemlerinden düştüğünü topluma yayarak bir anlamda topluma yalan söyleyerek, gerçekdışı beyanda bulunarak insanlara güven vermeye çalıştılar. Yani cumhuriyetin kurucu iradesiyle kendilerinin herhangi bir kavgasının olmadığını, geride kalan zaman dilimi içerisinde bu konuda yapmış oldukları değerlendirmelerin, suçlamaların kendi zihinlerinden ve gündeminden çıkarıldığına ilişkin bir güven verme ihtiyacını duydular. Ama işbaşına geldikten sonra tarihimizin en sinsi, en planlı, en örgütlü kuşatmasını hayata aktarmaya başladılar. Amaçlarının toplumu dönüştürmek, cumhuriyetle kazandığımız yaşam biçiminin yerine kendi ütopyalarını, kendi yaşam anlayışlarını geçirme peşinde olduğu tartışmasız bir şekilde bugün günışığına çıkmış durumdadır. Özellikle toplumun dinamik kesimleri sindirdikten, toplumdan her gün bir tuğla çekerek ana sütunları çökertecek konuma geldikten sonra bu konudaki iç dünyalarını daha çok dışarıya vurmuşlardır.

Şimdi ne yaptılar onun için? Önce medyayı ele geçirdiler. Gerçekdışı bilgiler ve haberlerle insanları zihinlerinden tutsak ederek sistemi esir almanın yolunu aradılar. Bugün demokrasinin vazgeçilmez temel unsurlarından birisi olan 4. güç olarak nitelenen medya maalesef demokrasilerde yapması gereken işlevi Türkiye’de yapmamaktadır. Dünyanın hangi demokrasisinde bir Başbakan kalkacak hangi gazetede kimin yazı yazacağına karar verecek, hangi gazetenin haber formatlarını şekillendirecek ve çıkacak televizyon ekranına batsın böyle medya diyerek televizyon ekranlarında nasırına basılmışçasına bağıracak, zaman zaman patronları suçlayacak, haşlayacak, hatta ben sizi tasmalarınızdan kurtardım diye avam bir yaklaşımla, maço bir üslupla bir Başbakana yakışmayan bir düzeyde değerlendirmeler yapacak. Bir Başbakan düşününki, bir medya yapılaşması düşününüz ki sahip değiştiren bir gazetemizin genel yayın yönetmenliğine kimin getirileceğini gazetenin yeni sahibi Başbakana açıp telefonla sorma ihtiyacını duyacaktır.

Şimdi ülkemizde basın yalnız bu yönden baskı altında değil. Ülkemizde basın bir başka baskınında altında. Geçmişte Türkiye’deki ulusal düzeyde yayın yapan yazılı ve görsel basın gerçekten basının içinden gelen insanlar tarafından yönetiliyordu, onlar bunlara sahipti. Ama günümüz Türkiye’sinde basın holdinglerin yan kuruluşları haline geldi. Artık görsel ve yazılı basında yayın yapan televizyonlar, gazeteler önce holdingin ticari çıkarlarını, holdingin siyasi iktidarla olan ilişkilerini bozmadan efeliği, kabadayılığı bir siyaset yöntemi gibi kullanan cehaletten kaynaklanan efelikleri çıkıp devlet yönetimi takdim eden Recep efendiyi öfkelendirmemek özen ve dikkati içerisinde kalmaktadırlar. O nedenle de demokrasilerde vatandaşların bilgi alma, edinme ve haber alma özgürlüğü Türkiye’de yoktur. Bilgi alma ve haber edinme özgürlüğü olmayan bir toplum nasıl, neyi hangi bilgilerle, hangi gerçeklerle Türkiye’deki siyasal iktidarın tasarruflarını, icraatlarını, eylemlerini, işlemlerini değerlendirebilecektir.

Bakınız, birkaç gün evvel TÜİK Türkiye’de yoksulluk sınırıyla ilgili bir açıklama yaptı. %17 yurttaşımızın yoksulluk sınırı içerisinde yaşadığını yazdı. Türkiye için vahim bir tabloyla karşı karşıyayız. İktidar kalkıyor makro düzeyde rakamlar açıklıyor. 700 milyar dolarlık Türkiye’nin ulusal geliri olduğunu söylüyor ve bu 700 milyardan GSMH’dan her bir yurttaşımıza 11 bin dolarlık milli gelirden pay düştüğü söyleniyor. Eğer milli gelirden her bir yurttaşımıza 11 bin dolar pay düşüyorsa bu %17’lik insan nasıl yoksulluk sınırı içerisinde yaşıyor? Eşi, iki çocuğuyla bir çekirdek aile düşününüz 44 bin dolar yapar. Ben gittiğim yerlerde zaman zaman etrafımda kalabalıklar oluyor. Şimdi diyorum bir eşkıya gelse eli silahlı birisi kalkın ceplerinizi çıkarın deseler hepimizden herhalde 4 bin dolar çıkmaz diyorum. Örnek veriyorum. Şimdi bu konuda medyamızda, televizyonlarımızda, gazetelerimizde ya bu vahim bir tablodur, bu toplumun 4/1’i yoksulluk sınırı içerisindeyse Türkiye’de 1 milyon insan açlık sınırı içerisinde kuru ekmeği bile bulamadan gece yatağa giriyorsa bu toplumun sosyal barışı, bu toplumun insanların sistemle uyumlu yaşaması güçtür. Bu neden kaynaklanıyor? Bunun arkasında ne yatıyor? Türkiye’deki bu gelir dağılımı çarpıklık kabul edilebilir mi? Demokratik bir yapıda bunun içe sindirilmesi mümkün müdür diye hiçbir tartışma yok, haber yok. Şimdi bu kadar insan yoksulluk sınırında ise peki bu 700 milyar dolar nereye gidiyor, kimlere gidiyor? Türkiye’nin bir gerçeği var. Belli bir azınlık Türkiye’de hızlı bir şekilde büyürken bankalardaki cüzdanlardaki rakamlar şişerken öbür taraftan da büyük bir çoğunluk yoksulluğun pençesine itiliyor ve yoksullaşan insanlar açlıkla mücadele alçaltılarak bu insanlar tutsak ediliyor. Yoksullukla pençeleşen insanlara miladı geçmiş gıda maddeleri, kalitesiz kömürler göndererek ve bunu da tantanayla, gösterişle o insanın yaşadığı toplum içerisinde mahcup olacak, esir düşecek, dik kafalı hareket etmesi engelleyecek bir gösterişle takdim edeceksiniz. Ondan sonra kalkacaksınız bu ülkede demokrasi var diyeceksiniz. Bu ülkede insanlar özgürce yaşıyor diyeceksiniz. Bunların tartışılacağı yer medya değil midir? Bu konuda muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, üniversitelerimizin değerlendirmeleri bu topluma niye yansıtılmıyor, neden bu kadar çarpık bir tablo var. Buradaki siyasal iktidarın uygulamalarındaki hangi eksikler bunu ortaya çıkarmaktadır? Niçin bu konuda önlem alınmamaktadır? Bunların tartışılması gerekmez mi?

Bakınız, ben her gelişimde bir şeyi vurguluyorum. Türkiye’de iş kazaları terörle mücadelede kaybettiğimiz insan sayısından 4 misli insan kaybetmişiz. Bu iktidar döneminde 12 bin insan iş kazasında hayatını kaybetti. Temmuz ayı içerisinde 140 kişi iş kazasında hayatını kaybediyor. Ama bu ülkede bu doğru dürüst tartışılamıyor. Açık oturumlarda, tartışmalarda maalesef ülkenin bu temel sorunları değil, yapay bir takım tartışma konuları getirilerek insanların dikkatleri bu sorunlardan uzaklaştırılıyor.

Şimdi Türkiye’de bir enerji sorunu var, yakıt pahalılığı sorunu var. Kırsa kesime gidin ben Erzurum, Elazığ taraflarındaydım tarlalar ekilmiyor, insanlar artık arazilerini ekmekten vazgeçmiş. Niye diye soruyorum bir litre mazot almak için 9 litre süt satıyorum vermek mecburiyetinde kalıyorum nasıl ekeceğim bu işi diyor. Bunu dönüp baktığınızda Türkiye’deki bu enerjinin bu kadar yüksek fiyata satılmasının altında Türkiye’deki vergi adaletsizliği yatmaktadır. Bu konuda niye bir tartışma yapılmıyor, niye medyamız bunu ortaya koymuyor? Türkiye’deki toplanan vergilerin %45’i vasıtalı vergi. En adaletsiz bir vergi sistemi olan vasıtalı vergiler Türkiye’de yaygın bir şekilde tatbik edilirken zenginle fakirin eşit koşullarda özlediği bu vergi sistemiyle ilgili doğru dürüst bir değerlendirme yapılmayan bir ülkede bunlar maalesef tartışmadan götürülüyor. Bunu medya yerine getirmemektedir. Önce bu konuda ciddi.

İki, bakınız bir türban tartışması geldi şimdi Türkiye’nin gündemine. Hatırlayın ne diyor şimdi AKP sözcüleri? Ya bu özgürlüktür diyorlar, bireysel özgürlüktür. El insaf vicdanınız kurusun, utanmaz mısınız? Parkta oturan gencin arkadaşının eli sıkmasına çıkıyorsun da ahlak vaaz verir gibi, dersler verir gibi konuşuyorsun Tayyip efendi. Tramvaya binen insanların birbirleriyle olan ilişkisine kalkıyorsun şikayetlerini, yüksünmelerini söylüyorsun. En yakınındaki sağ kolun partinin sözcüsü olan zatı muhterem bir televizyon kurumunda çıktığı ekranda dekolte kıyafetle çıktı diye eleştiriliyor. O kadıncağız, o genç bayanımız ertesi gün sabahleyin televizyonun kapısına atılıyor. Vicdanın sızlamıyor, utanmıyorsun. Ben bunu bu şekilde bunun için söylemedim, o insanı işinden etmek amacıyla ben bunu değerlendirmedim demiyorsunuz. Onun açlığa, işsizliğe itilmesini içinize sindirebiliyorsunuz, onun özgürlüğünün ortadan kaldırılmasını siz özgürlük olarak kaldırıp kendinizi özgürlük kabul ediyorsunuz ama bu tarafa dönüyorsunuz türban bireysel bir özgürlük diyorsunuz. Ve bugün bunu meclise getirerek kavga çıkartmaya çalışıyorsunuz. Her seçimde yaptığı bir oyun var. Her seçimde toplumumuzun kutsal değerlerini tartışma konusu yaparak insanları kendi kompartımanına dondurup oradan oy devşirme anlayışı. Yani dinimizi sömürüyor. AKP’nin siyaset anlayışının temelinde din bir gıda maddesi olarak, siyasi gıda maddesi olarak kullanılıyor. Bundan birkaç yıl evvel parlamentoya türbanla girilip girilmemesi konusu yine bir sıcak gündem maddesi olmuştu. Bir AKP milletvekili türbanla girilebilir diye bir açıklama yapmıştı. Hemen Tayyip Erdoğan aslan kesilmişti bu açıklama yapılamaz, böyle bir şey tartışılamaz demişti. AKP’nin grup başkanvekili arkadaşının yanlış yaptığı, disipline verileceğini söylemişti ve disipline verildi bu arkadaşımıza uyarı cezası verildi AKP tarafından. Ben buradan soruyorum hangisi doğru, hangisi ahlaki, hangisi bunun özgürlükle? O zaman özgürlük olmayan şey bugün mü özgürlük hale geldi? Bir başka soru daha soruyorum. Şimdi her gün gazetelere demeç vererek bunu bir kişisel tercihmiş gibi takdim eden, Makyavelistçe davranan hanımefendilere sesleniyorum. Arkadaş gelmişsin 50 yaşına, neredeyse öbür dünyaya ayağın kaymış, bugüne kadar başın açıktı İslam’ın kurallarına, İslam’ın gereklerini yerine getirmenin onun dışında mı yaşadın da şimdi hacca gidip geldikten sonra başına meteortaşı düşmüş gibi birden örtünme aklına geldi. İslam’ın gereklerini yerine getiriyorsun da çıkıp televizyon ekranlarında demeçler veriyorsunuz.

Rahmi AYGÜN- Geçen senede hacca gitmiş aynı kadın milletvekili.

Adnan KESKİN- Şimdi geçen yıl gittin, geldin, bir yıl başın açık yaşadın. Ya bunun hangisi doğru hanımefendiler. Bu kadar insan diniyle alay eder mi? Bu kadar insan toplumun inançlarını siyasete malzeme eder mi? Ayıp değil midir, günah değil midir? Bu İslam dinine niye böyle oynuyorsunuz? İslam dininin esaslarını gemicikler filo oldu bu memlekette. Gemicikler filo oldu. Birdi, ikiydi, üçtü. Allah’ın bütün yetenekleri, bütün becerileri Recep Tayyip’in oğluna vermiş, 75 milyon ülkede analar bunun çocuğu gibi bir tane daha doğuramamış, arkadaşımız 2 – 3 yıl içinde efendim ayakkabının altıyla dolaştığını, simit sattığını övünerek söyleyen Recep efendinin oğlu 2 yılın filo yaptı gemicikleri kimse bunun kaynağını soramıyor. Kimse bunun hesabını soramıyor. Kimse Recep Tayyip’in çevresine açtığı imkanları sormuyor.

Rahmi AYGÜN- Kızıyla ilgilide isterseniz bir belirlemede bulunun. Danışman olarak sürekli olarak yanında gösterildiğini.

Adnan KESKİN- Danışman var, damat biliyorsun bir holdingin başında. O holdingin Türkiye’nin kamu kaynaklarından neler aldığı, bir yayın organını ele geçirmek için hangi kamu bankalarından 750 milyon kredi aldığını bütün yurttaşlarımız biliyor.

Şimdi bakınız bir çelişki anlatayım size. Gezi olaylarında Türkiye’nin sayılı bir holdinginin sahibi olduğu otelin kapıları o olaylarda yaralanan insanlara açıldı. Bazıları da belki polisin orantısız güç kullanmasından korkarak oraya sığındı. Çıktı Recep efendi bu holdingi terörle aynı işbirliği içerisinde özdeş olarak ilan etti. Aradan 20 – 25 gün geçti Recep beyin mesajını algılayan kamu görevlilerimiz, maliyecilerimiz sabahın erken saatlerinde yanına polisleri de alarak o holdingin bir üretim ünitesine baskın yaptılar. Gazeteciler sordu niçin bu baskın yapıldı? Vergi kaçağını tespit etmek için yaptık bu işi dediler.

Şimdi bütün yurttaşlarımın vicdanına, insafına, ahlakına bu işi tevdi ediyorum. Bu ülkede kişisel ve kurumlar vergisi açısından en dürüst vergi ödediği konusunda Koç holdingin şüphesi olan bir yurttaşımız olduğunu sanmıyorum.

Rahmi AYGÜN- Sürekli birinci sırada.

Adnan KESKİN- Evet. Kaç yıldır ama. Peki Recep efendi sen gerçekten vergi kaçakçısı mı arıyorsun benim sana bir tavsiyem var. Oturduğun iftar sofralarında sağına, soluna oturan, karşına oturan, arkana oturana şöyle kafanı bir dön Türkiye’nin en büyük vergi kaçakçılarını görürsün. Uluslararası düzeyde yaptığın gezilerde uçağına aldığın zatı muhteremlerin simasına bak Türkiye’de kimlerin vergi kaçakçılığı yaptığını görürsün. Niye kendi yanında gece gündüz sofranda oturan, uçağından inmeyen bir tanesinin ismi Türkiye’de vergi rekortmenlerinin içerisinde yer almıyor? Her konuda olduğu gibi İslami açısından da maalesef bu konuyu sömürüyor. Şimdi seçim yaklaştı geride kalan seçimlerde terör meselesi toplumu yönlendirmek için kullanılmıştı. Bu seçimde de gene terörü getirdiler. Şimdi bu seferde de inanç özgürlüğü görüntüsü altında TBMM’de tartışma yapıyorlar. Bu meclis 1923’te kurulmuş, değişik siyasi partiler gelmiş, başbakanlar gelmiş, meclis başkanları gelmiş, hatta merkez sağda olan Başbakanlar, meclis başkanları ağırlıklı solda mensup iki tane meclis başkanı var yanılmıyorsam Hikmet Çetin’le Cahit Karakaş. Hepsi merkez sağda olan insanlar. Başbakanlarda öyle. O dönemlerde hiçbir kimse bunu meclise taşımamış, tartışma konusu yapmamış, demokrasilerde pozitif hukuk kuralları gibi genellikle gelenekler önemli, yönlendiricidir. 1923’ten bugüne kadar bu TBMM’de bu tartışma konusu olmamış. Kimse bu konuda bir türban takarak içeri girmeyi düşünmemiş. Burada şimdi Türkiye bir kaosa doğru götürülüyor. Kimsenin bu memlekette başını örttüğüne bir müdahale sözkonusu değil. Ben 50 yıldır siyasetin içerisindeyim hiçbir kimsenin başını niye örttün diye bir baskı altına girdiğini hatırlamıyorum ben. Özellikle özel yaşamda. Burada şimdi bir oyun oynanıyor. Yeniden bu mecliste bir tartışma yaratılacak, bu konudaki pozitif hukuka, geleneklere aykırı olan bu uygulamanın yanlış olduğunu söyleyen siyasi partiler ve kişiler türbana karşıymış gibi seçim boyunca Recep efendi çıkacak mikrofonlarda, kürsülerde bunu sömürecek. Benim iyi niyetli, dindar yurttaşlarımızın zihnini karıştırarak güya kendisi inançları, İslam dinini koruyan bir adam olarak ciddi bir şekilde oy devşirme anlayışının içerisine girecektir. Ben her toplantıda şunu söylüyorum. İslam dininin bence en önemli kurallarından birisi kul hakkı yiyenin tanrı karşısına çıkmamasıdır. Recep Tayyip Erdoğan efendi o kadar çok kul hakkı yedirdin ki sen bu kul hakkı yediren bir insan olarak cehennemde hesap vermeden cennete koşup hurilere kavuşmak istiyorsun ama seni cennete kimse almaz. Sen neticede öbür dünyada da cehennemde kapı ………… olmak mecburiyetinde kalacaksın. Aynı bu duruma düşecektir.

Dolayısıyla bu bir özgürlük meselesi değil. Ben şimdi buradan sesleniyorum. Eğer bu özgürlük meselesiyse herkes her alana özgürce girme şansına sahipse iki gün sonra bir erkek milletvekili ceketini çıkarmış, gömleğini çıkarmış atletle, şortla TBMM’ye girdiğinde bunun özgürlük olmadığını iddia edecek bir aklı başında adam çıkar mı? Eğer bir özgürlükse bu…

Rahmi AYGÜN- İç tüzükte böyle bir şey yok. Şöyle gelinecek, böyle gelinecek.

Adnan KESKİN- Şimdi diyor ya giyim kuşam özgürlüğüdür bu diyor. Bunu inançla bağlayamazsın. Neden? Kardeşim inançla bu ilgiliyse neden kaç yıldır bu hanımefendiler örtünmediler? Bugüne kadar bu hanımefendiler İslam’ın dışında mı yaşıyorlardı şimdi bunu inanç özgürlüğüne bir baskı gibi algılayıp inanç özgürlüğünün gereğini yerine getiriyorum diye sahte, yalan beyanlarda bulunuyorlar. Şimdi mi aklınız başınıza geldi? Kaldı ki bu konu İslam alimleri arasında tartışmalıdır. 1992 yılına kadar bunun bir içtihat meselesi, bir iman meselesi olmadığına dair diyanet işlerinin, yüksek din kurulunun bir kararı var.

Rahmi AYGÜN- Örtünme konusunda?

Adnan KESKİN- Evet. Bu içtihat meselesidir, bir iman sorunu değildir diye 92 yılına kadar ilahiyatın yüksek din kurulunun böyle bir içtihadı var. Sonra 1992 yılında anlaşılıyor ki siyasi baskılarla bu içtihat değiştirilmiş, bu konuda yeni bir yorum getirilmiştir. İslam alimleri hakkında tartışılan bir konuyu bir inancın gereğiymiş gibi takdim ederek TBMM’nin geleneklerini, göreneklerini ayak altına aldırarak yeni tartışmalar yaratmak bu topluma yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir. Eğer Recep efendi İslam’ın gereklerini yerine getiriyorsa komşusu açken tok yatan benden değildir İslami kuralını hatırlasın. %16 yoksulluk sınırında yaşayan yurttaşlarımızın yaşadığı ızdıraba dikkat etsin. 90 yıllık cumhuriyetin birikimlerini dikensiz gül bahçesi haline getirerek özelleştirme adı altında eşe dosta peşkeş çektiği bu birikimleri yeniden Türkiye kazanır ve bu yoksul insanları düşünsün biraz.

Kendisi bakınız yurtdışından gelen bazı devlet adamlarının verdiği hediyelerle ilgili milliyet gazetesindeki bir köşe yazarımız Mehmet Yılmaz her hafta soruyor garibim her hafta. Ya be vicdansızlar niye çıkıp bu konuda bir cevap vermiyor musunuz? Niçin 75 milyon insanın, kulun hakkının bulunduğu bu konuda aldık veya almadık, aldık ama şuraya kullandık diye bir açıklama yapmıyorsunuz? İki; Recep efendi neden kendi servetinle ilgili bu toplumu tatmin edecek düğünlerde takılan takıları ben sattım diye her gün yanında gezdirdiğin bir sarraftan aldığın belgeyle mahkemelerden beraat ediyorsun. O konulara geldiği zaman hiç İslam dininin kuralları aklınıza gelmeyecek. Yanı başınızdaki herkes zenginleşecek, her gün bir yolsuzluk, her gün bir lanetli çıkacak yerel yönetimlerde ama buraya gelince sanki türban meselesini tartışarak İslam’dan yana olanlar, karşı olanlar bir ayrım yapacaksınız. Bu ayıptır, çirkindir. Bu tartışmasız bir alanı tartışmalı bir alana taşımaktır. İnanç kutsaldır kimse bunu tartışamaz. Burada biat esastır, tapınma esastır, kabul esastır. Bir insanın inancına sen niye böyle inanıyorsun, sen neden dolayı bunu yapıyorsun diye sorma hakkı kimsede yoktur. Ama siyasette tartışma vardır. Siz tartışma olan bir alana tartışma olmayan biatın, tapınmanın esas olduğu bir alana çekerseniz orada en büyük kötülüğü tartışma olmayan inanç dünyasına yaparsınız. Recep Tayyip Erdoğan bunu yapmaktadır maalesef bunu yapmaktadır. AKP her konuda olduğu gibi bu konuda da maalesef muazzalı davranmaktadır. O kadınları da kullanmaktadır. O kadınlara da üzülüyorum, acıyorum. Bu kadar alet olmasın.

Birde onu şöyle takdim ediyorlar. Partinin meselesi değilmiş bu da kimin meselesi? Efendim kişisel kararlarıymış. Peki kişisel karar alan bu hanımefendiler 3 yıldır, 4 yıldır aklınız neredeydi de bu kişisel kararları bugün aldınız. Buda gerçekdışı, yalan bir yaklaşımın ürünüdür. Çünkü diyemiyorlar. Parti olarak biz böyle bir karar aldık bunun uygulanmasını istemiyoruz diyemiyorlar. Bakınız şimdi özürlük diyorlar değil mi? Burada da doğru ve dürüst davranmıyorlar. 7 yaşındaki, 6 yaşındaki bir kız çocuğunu daha hiçbir şeyi algılayıp değerlendirip özgürce karar verme yaşına gelmemiş, aklı meleykeleri bu kadar gelişmemiş, olgunlaşmamış bir kız çocuğunu götürüp de bir belediye başkanı aynı partiye mensup, kapatarak özgürlüğümü yerine getiriyor yoksa o insanın daha çocuk yaşta özgürlüğünü elinden alarak kendine göre o insanı tutsak ederek esir mi ediyorlar? Şimdi okullarda öğretmenler başı örtülü olarak giriyorlar çocuklar aynı şekilde bu anlayışın içerisinde götürüyorlar. Bu maalesef değişik kamu kurumlarına tartışmalar getirecektir. Bıraksınlar bu müdahaleyi. Bakın üniversitede herkes takıyor şimdi. Niye? Belli bir yaşa gelmiştir. Bu parlamentoda da böyle olabilir. Ama bunu bir dayatma olarak getirirseniz, bunu bir İslam’dan yana, karşı olan bu tartışma getirir. İki; AKP samimi değilsiniz. Eğer bugünkü tavrınız doğruysa iki yıl evvel o milletvekilini niye disipline verdiniz, niye ceza aldırdınız? Sen dürüst bir insansan Recep Tayyip Erdoğan önce çık bunun kamuoyuna bir açıklamasını yap. 2 yıl evvel parlamentoya girilsin dediği için sen kendi milletvekilini disipline verdin, ceza aldırdın. Şimdi kalkıyorsun bu bir kişisel özgürlük diyorsun. Sen erdin mi, olgunlaştın mı? Yoksa gece yattın da rüyana mı girdi bu işlerde bu noktaya götürüyorsun.

Türkiye’de oynanan oyun şu, bu cumhuriyet bu toplumun barışıdır, barışının çimentosudur betonudur. Bütün haksızlıklar yapılıyor cumhuriyete karşı. Zaman zaman bazı azınlıklar bu cumhuriyeti etnik devlet, etnik bir cumhuriyet gibi algılıyor. Belli bir ırkın, belli bir etnik grubun Anadolu coğrafyasında yaşayan diğer etnik gruplar üzerinde hakimiyet kurmasını öngören bir oluşum gibi değerlendiriliyor. Bu cumhuriyete karşı yapılabilecek en büyük haksızlıklardan birisidir. Bu cumhuriyeti kuranlar yalnız teorik bilgilerle bu cumhuriyetin temelindeki ideolojik ve felsefi tercihleri şekillendirmemişlerdir. Osmanlı’nın yaşamış olduğu inanç topoğrafyamızdan, etnik coğrafyamızdan kaynaklanan bütün acıları dikkate alarak, cumhuriyette bunları yaşamamak amacıyla cumhuriyetin temelindeki ideolojik ve felsefesi tercihler şekillendirilmiştir. Bu cumhuriyette hiçbir kimse bir ırk diğer ırkın üstünlüğünü iddia edemez. Bu cumhuriyette devlet kördür, insanların inançlarıyla meşgul olmaz. Herkes istediği inanca sahiptir. Hiçbir inanç grubu da diğer bir inanç grubu üzerinde kendi inancının en üstün, en rafine yorum olduğunu kabul etme, baskı kurma hak ve özgürlüğüne sahip değil. Bu cumhuriyetin bir tek temel ilkesi var. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım diyen herkes bu cumhuriyette saygı görmeye, en üst noktada kabul görme hakkına ve özgürlüğüne sahiptir. Şimdi Tayyip efendi bu temel ilkeyi değiştirerek bu cumhuriyetin kurumlarını, kurallarını aşındırarak kendine göre yeni bir yaşam biçimini devleti yeni biçime sokmaya çalışıyor. Bu amaçla yargı AKP’nin şube müdürlüğüne dönüştürüldü. Artık yargıda adalet filan dağıtılmıyor. Yargıdan çıkan kararlar kamu vicdanımızı zedeliyor. Hiçbir kimse bugün yargıya mülkün temeli olarak bakmıyor. Tam tersine yargıdan çıkan her kararın siyasal iktidarın buyruklarını yerine getiren yaklaşımlar olarak algılıyor. Polis bir korku jeneratörüne dönüşmüş durumda Türkiye’de. Ceza hukukunda evrensel kural kanıttan sanığa gitmektir. Ama günümüzde sanıktan kanıta gidiliyor. Önce sanık ilan ediliyor, sonra kanıtlar toplanıyor. Dolayısıyla polisin insanların hak ve özgürlüğünü koruyan bir kurum olmaktan çıkarılmış o da bir korku jeneratörü durumuna düşmüş durumdadır.

İki; ileri demokrasi deniliyor. İleri demokrasi masalıda çürütülen demokrasinin çürütülmesini gizlemeye yönelik bir yaklaşımdır. Bugün Türkiye’de demokrasi arka sokaklarda ucuz tezgahlarda satılan defolu mal haline gelmiştir. Demokrasi memokrasi yoktur Türkiye’de. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın post modern düşünceleri, onun egemenliğini sağlamaya yönelik bir siyaset anlayışı, demokrasi anlayışı vardır. Bu seçimlerde inşallah yurttaşımız, vatandaşımız bunun gereklerini yerine getirecektir. Cumhuriyet bayramındaki etkinlikler herhangi bir siyasi organizasyon olmadan, herhangi bir sivil toplum kuruluşunun öncülüğü olmadan yurttaşların kendiliğinden ortaya koydukları demokratik refleks, demokratik tepkidir. Ülkenin Başbakanının kadını yeniden cumhuriyetin 90. yılında ticari bir meta haline getirmek için onun doğuracağı çocuk sayısından doğurma yöntemine müdahale etmenin. İki; insanların özel hayatına el atmanın, insanların onuruyla, haysiyetiyle oynamanın yarattığı tepkiler, oluşturduğu birikimler cumhuriyet bayramında yurttaşlarımızın biz bu cumhuriyete sahip çıkacağız, bu cumhuriyetin temelindeki ideolojik ve felsefi tercihlere inanıyoruz. Bu cumhuriyet Türkiye insanının barış içerisinde yaşamasının betonudur, çimentosudur diye siyasal iktidara karşı bir başkaldırı, bir sivil silkiniş, bir sivil direniştir.

Rahmi AYGÜN- Sayın Keskin bir nefes alalım, seyircilerimize de bir izin verelim. Bir 3 dakika reklam aramız var. Sevgili seyircilerimiz daha sonra Sayın Adnan Keskin’le AKP’li vekillerin meclise girdiğinde CHP’nin koyacağı tavırla ilgili bir değerlendirme alacağız. Birde bilgimiz var Sayın Keskin Sarıgül’le de galiba yarın görüşecekmiş. Bu konuyla ilgilide düşüncelerini alacağız kendisinden.

Sayın Keskin şimdi şeye kadar geldik. Değerlendirmeleriniz yarın parlamentoda genel kurul çalışmalarına AKP’li 3 kadın milletvekili de türbanlarıyla gireceklerini açıkladılar. Mersin, Konya ve Kahramanmaraş milletvekilleri. Sayın Genel Başkanın CHP’nin Genel Başkanının da açıklamaları var. O da derki, biz grup başkanvekilleriyle tepkimizi koyacağız. Grup başkanvekilleri bir usul tartışması yapacaklar. Tepkimizi de böyle ortaya koyacağız gibi. Bu değerlendirmelerle ilgili yorumunuzu alalım. CHP’nin tavrı yarın genel kurulda ne olacak?

Adnan KESKİN- Biz kimin başını açtığı, kimin başını kapattığıyla meşgul değiliz. İsteyen istediği şekilde başını açar, istediği şekilde başını kapatır. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı üniversitelerde türban konusu çok tartışmalı bir maddeyken çıktı kamuoyuna bu türban sorununu Cumhuriyet Halk Partisi çözer dedi ve bu konuda yaklaşımlar bugün Türkiye’de üniversitelerde türban konusu tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Belli bir yaşa gelmiş, belli bir olgunluğa erişmiş herkes ister başını kapatır, ister başını açar. Bu Cumhuriyet Halk Partisinin gündeminde olmayan bir tartışmadır.

Burada bizim yarın parlamentoda ortaya koyacağımız şey bir; TBMM’yi Tayyip Erdoğan’ın bir çiftlik gibi kullanma anlayışının topluma yansımasını sağlayacağız. Tayyip Erdoğan kendi siyasi hırsları, kendi ihtirasları için biraz önce örnekte vurguladığım gibi bazen türbanla ilgili tartışmalara set çekiyor, o tartışmaları gündeme taşıyan insanları disiplin kuruluna veriyor. Sonra kendi siyasi çıkarları gündeme geldiğinde türban meselesini tartışma yaparak Türkiye’nin gündemine yapay bir tartışma yaratmaya çalışıyor. Önce TBMM Tayyip Erdoğan’ın çiftliği olmadığı gerçeğini yarın Grup Başkanvekili arkadaşlarımız ortaya koyacaklardır.

İki; 90 yıllık bir parlamentoya sahibiz. 90 yıldır bu parlamentoda yüzlerce kadın milletvekili olarak görev yapmıştır. Geride kalan geçen dönemde de çok sayıda kadın milletvekili olarak görevini yapmıştır. Bu konular hiç tartışma konusu olmamıştır. Demokrasilerde pozitif hukuk kuralları, iç tüzük, anayasa kadar geleneklerde oturmuş olan kurallarda çok ciddi bir şekilde yönlendirici bir rol oynarlar ve TBMM’de 90 yıldır uygulanan ve şekilleşen, kimsenin tartışma konusu yapmadığı bir gelenek oluşmuştur. AKP bu geleneğin maalesef ortadan kalkmasını sağlayacak bir yaklaşım içerisindedir.

Üç; bunu tamamıyla bir parti politikası olarak buraya dayatmaktadır. Dolayısıyla kalkıp da bunu bireysel özgürlük olarak takdim etmesindeki ikiyüzlülük, yapaylık, gerçek dışılığı da arkadaşlarımız ortaya koyacaklardır. Bu konudaki tartışmamız bu düzeyde olacaktır. Biz sen niye başını açıyorsun, niye başını kapatıyorsun diye herhangi bir tartışmanın içerisinde olamayız, olmadıkta, bundan sonrada olmayacağız. Ama AKP’nin de bu ülkeyi bir çiftlik gibi kullanmaya kalkmasını, TBMM’yi kendi arka bahçesi konumuna getirmesine izlinizle müsaade etmeyeceğiz, onun tartışmalarını toplumumuzun takdirine sunmak, toplumumuzun bu konuda doğru ve sağlıklı bir değerlendirme yapmasını sağlamak için bu konuda gerekirse bir usul tartışması yaşanacaktır.

Rahmi AYGÜN- Meclis iç tüzüğü kıyafet tanımı yapıyor. Fakat olmaması gerekenleri de söylemiyor.

Adnan KESKİN- Bakın, iç tüzük zaten olması gerekeni söylüyor. Diyor ki tayyör diyor. Bakınız bu kadar sahtekarlık o kadar kaba ki bundan bir müddet evvel Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili Şafak Pavey kadınların özellikle Şafak hanımı kendi özel konumu nedeniyle pantolonla gelmesi için bir talepte bulundu. Beyefendiler madem özgürlük diyorsunuz, madem bu konuda bir düzenleme yapacaktınız, madem bu bir kadının özgürlüğü olarak algılıyorsunuz, bunu inançla bağlantılı hale getirmiyorsunuz neden o zaman bu konuda bir sıcaklık yaklaşımı ortaya koyup bu konuda ciddi bir düzenleme yapmadınız da ona set çektiniz? Yani amacınız orada gerçekten kadınların özgürlüğünü korumak, onların özgürlüğüne saygı duymak, kıyafet konusundaki tercihlerine saygı duymaksa niçin o zaman yapmadınız? Şimdi kalkıyorsunuz da Türkiye seçime giderken böyle bir tartışmanın Türkiye’nin gündemine getiriyorsunuz. Amaç kıyafet mıyafet değil. Amaç üzüm yemekte değil bekçi dövmek, gürültü yapıp, tartışma yapıp Cumhuriyet Halk Partisini bugün yaptığı gibi geçmişte yaptığı gibi din karşıtı, türban karşıtı gibi takdim ederek toplumu kandırmak. Bu Başbakan değil mi ya sen camileri samanlık yaptın, camileri yıktın diye. Aynı Başbakan birkaç gün evvel dedi ki, yol için gerekirse camileri de yıkarım dedi. Bu iktidar döneminde belediye başkanları iktidarda camiler satıldı özel mülklere geçirildi. Şimdi geçmişte 90 yıl evvel veya 50 yıl evvel savaş koşulları sırasında bazı camiler askeri amaçla lojistik destek için kullanınca Cumhuriyet Halk Partisi camileri kapatmış, dine karşımı olmuştur da bir Başbakan kalkıyor toplumun karşısına çıkıp Cumhuriyet Halk Partisini din düşmanı gibi gösteriyor. E be vicdansız bu Cumhuriyet Halk Partisi değil mi Türkiye’ye diyanet kurumunu kuran? Bu Cumhuriyet Halk Partisi değil mi daha sen ananın karnındayken imam hatipler açıp aydın insanların Türkiye’de din hizmeti yapmasını sağlamanın yolunu açan. Bu Cumhuriyet Halk Partisi değil mi ülkemizde 74 bin olan camilerin Türkiye’de hayata geçmesinde ciddi bir şekilde katkı yapan. Bir Başbakan hangi vicdanla, hangi anlayışla bu kadar bir kitleyi suçlayabilir. Yani elinde benim inancımla ilgili hangi dökümanlar var. Ama ben senin bu konularda yapay bir takım yaklaşım içerisinde olduğunu, bu inancın, bu kutsal değerlerimizin gereklerini yerine getirmelerini biraz önce saydım.

Bakınız, 2 yıl evvel bu memlekette bir üniversite sınavı oldu değil mi? Bu üniversite sınavında 1,5 milyon gencimiz üniversite sınavlarına girdi. Bu sınava giren insanlarımızın ağırlıklı bir bölümü orta gelirli yurttaşlarımızın çocukları. 1000 lira emekli maaşı alan, 1500 lira memur olarak, hatta 770 lira asgari ücret alan ailelerin çocukları bu sınavlara girmek için kurslara gittiler, dershanelere gittiler. Anneler, babalar yemediler, içmediler, giymediler çocuklarının dershane parasını denkleştirerek onların iyi bir okulu kazanması için özveride bulundular. Bu sınavlarda soruların çalındığı tartışma götürmez bir şekilde günışığına çıktı. Önce inkar etti Recep efendi. Yok böyle bir şey dedi, efelendi, celallendi ama sonra soruların çalındığı somut bir şekilde kanıtlarla ortaya konulunca bu sefer döndü MİT’e talimat verdim bu hırsızlığı yapanlar yakalanacak dedi. Aradan 2 yıl geçti, 3 yıl geçti ne oldu talimat? Ne oldu bu soruları çalanlar? Şimdi bu soruları çalıp da kendi cemaatine mensup olan insanlar İslam dininin temel bir kuralını ihlal etmediler mi? Bu olumsuzluğu ortaya çıkarıp yakalayıp sorumluları mahkemeye sevk etmemekle Recep Tayyip Erdoğan kul hakkı yemedi mi? 1,5 milyon ailenin, 1 milyon ailenin çocuklarını ve o ailelerle nasıl helalleşecek Recep efendi? Hangi hakla, hangi vicdanı rahatlıkla o koltukta oturuyor? Gece yatağa yattığında ben 1 milyon yoksul Anadolu insanının çocuklarının haklarını belli çevrelere maalesef peşkeş çektim, bu konuda ben ciddi bir vicdanı ızdırap duyuyorum. Bunun sorumlularını yakalayıp adliyeye vereceğim diye niye demiyor? Bu konular gündeme geldiği zaman Recep efendi İslam dininin kurallarını unutuyor, vatandaşı kandırmak, vatandaşı kendi istediği yöne yönlendirmek gündeme geldiğinde Recep efendi neredeyse başına kavuk takıp hocalık işlevine soyunuyor. Be Recep efendim cemevi cümbüş evi diye söylüyor. İslam dininin bir başka yorumuyla ilgili suçlamaları bu İslam’a yakışıyor mu? Bizim inancımıza göre ölüler hakkında iyi şeyler konuşun denilir. Ama bu Recep efendi İsmet paşa hakkında söylediği sözler bu kuralla bağdaşıyor mu? Daha yeni alkolle ilgili düzenlemeler yaparken çıktı dedi ki, iki tane sarhoşun yaptıkları yasa oluyor da inançlarımızın gereklerini yerine getirirken niye yasa olmuyor diyecek kadar fütursuzca dinimizin bir temel kuralını ayak altına alabilmektedir. Amacı maalesef dinimizi kullanarak toplumumuzu esir almak, toplumumuzu yönlendirmektir.

Rahmi AYGÜN- Birde ekonomik sorunlarında altını çizdiniz de bugün İzmir’de bir kongre var iktisat kongresi 5. yapılıyor. İlki 23’te yapıldı ve Yüce Atatürk’ün çabalarıyla hayata geçen bir şey. Bu daha o aralar bağımsızlıkta kazanılmamış yani mücadelede devam ediyor. O arada iktisat kongresi toplanıyor. Şimdi 5.si yapılıyor. Sonra birkaç tane yapılmış çok büyük ara verilmiş. Orada Başbakan Erdoğan dedi ki Türkiye ekonomisi demokrasiye paralel olarak büyüme kaydetmiştir. Yani demokrasi büyüyor, büyüdükçe hani demokrasi gelişiyor, ileri demokrasi oluyor. Türkiye ekonomisi de ileri gidiyor. Aynı toplantıda Cumhurbaşkanı Gül’de dedi ki cari açık konusunda sorun var çok dikkatli olun.

Şimdi buradan yola çıkarak bir ekonomik değerlendirmeyi zaten siz yaptınız da bu çelişkiye ne diyeceksiniz?

Adnan KESKİN- Hangisine inanalım bunun? IMF’ye 5 – 10 milyar dolar borcumuzu ödedik diyor Amerika’ya 500 milyar dolarlık maalesef borcumuz var, dış borcumuz var.

Rahmi AYGÜN- Özel sektörün kredi borçları da…

Adnan KESKİN- 500 milyar dolar lira borcumuz var şimdi. İki; cari açıkla herkes maalesef bu konudaki vurgulamayı yapıyor. Üç; orada bir amacı yine Atatürk dönemini hafif kötülemeye yönelik bir yaklaşım var. Bu da çok insafsızca yapılan bir değerlendirme. Ya el insaf Recep Tayyip Erdoğan. Bu ulusal bağımsızlık savaşını yapan insanlar daha çizmelerinin tozu ayaklarından çıkarmadan bu ülkenin ekonomik özgürlüğü ve bağımsızlığıyla ilgili adımları atmışlardır. Bugün Türkiye’deki kendin satarak 35 – 40 milyar dolar elde etmiş olduğun cumhuriyetin bütün üretim üniteleri, hizmet üniteleri o dönemlerde hayata aktarılmış şeylerdir. Karayolları, Sümerbank, Etibank, limanlar o dönemin Türkiye’ye kazandırdığı değerlerdir. Sen onları haraç mezat sattın elden çıkardın şimdi kalkıyorsun demokrasi kurumsallaştıkça ekonomimizde gelişmiştir.

Şimdi Türkiye’de ekonomik politikalar demokrasiden dolayımı gelişmiştir? Ne dediğinin farkında değil. Güne göre, saate göre, zamana göre bukalemun gibi renk değiştirerek konuşma yapıyor. Gene hiç olmazsa Abdullah Gül biraz daha insaflı davranmış arkadaş öyle çok güllük gülistanlık bir ortamda değiliz, bu cari açık böyle devam ederse dünyadaki bütün aklı başındaki iktisatçıların yaptığı gibi Türkiye çok ciddi bir krizle karşı karşıya kalır diye uygun bir dille Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazmışta Recep Tayyip Erdoğan’ın bu mektupları okumakla hiç uzaktan, yakından ilgisi yok. O kendi kendine kendi çalıyor, kendi oynuyor. Bazen bakıyorsunuz efeleniyor, bazen bakıyorsunuz başka görüntünün içerisine giriyor. Derdi imanı onun herhalde önümüzdeki seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğuna giderek hesap verecek konumdan kurtulmak.

Rahmi AYGÜN- Siyasi geleceğini orada görüyor olabilir tabi ama o kadroda, o makamda şimdi dolu. O makamdaki kişinin de sonraki süreçte nasıl bir siyasi karar alacağı çok önemli. Sayın Keskin isterseniz şimdi biraz yerel seçimlere ve CHP özeline dönelim. Önümüzde birkaç ay kaldı Mart’ta yerel seçimler var. Pek çok yerin belediye başkanlığı ilçe bazlı belli olmaya başladı ama iller bazında ama özelliklede İstanbul bazında CHP’yle ilgili tartışmalar ve isimler havada uçuşur. Bugünde sizin CHP il başkanlığınızdan bir açıklama yapıldı. Sayın Oğuz Kaan Salıcı yarın siz ve Sayın Salıcı saat 12.00’de Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ü ziyaret edecekmişsiniz. Sebebi ziyaretiniz nedir efendim?

Adnan KESKİN- Şimdi biliyorsunuz Sayın Kılıçdaroğlu Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanlığı görevini üstlendikten sonra kamuoyuna bir açıklama yaptı. Yalnız Cumhuriyet Halk Partisinden geçmiş dönemde farklı nedenlerle uzaklaşmış olan yurttaşlarımızı Cumhuriyet Halk Partisine davet etmedi. Merkez sağda siyaset yapan Anavatan, DYP gibi partilerde siyaset yapan yurttaşlarımızın da Cumhuriyet Halk Partisi saflarına katılarak bu siyasal iktidar karşısında ortak bir mücadeleyi sürdürmeyi istediği talebini açıkladı.

Dolayısıyla o günden bugüne Cumhuriyet Halk Partisine çok farklı partilerden ciddi bir şekilde gelen arkadaşlarımız oldu. Geçen hafta biliyorsunuz İstanbul’da HAS Partide hizmet yapmış belli bir grup Cumhuriyet Halk Partisine kaydoldu. Bunların Hatay, Adana, Eskişehir, Kütahya gibi yerdeki uzantılarıyla temasımızı sürdürüyoruz. Ben telefonlarla kendileriyle görüşüyorum. Önümüzdeki günlerde bu illerde de bu siyasi partiye mensup olan çok sayıda insan Cumhuriyet Halk Partisine katılacaktır. DYP’de, ANAP’ta siyaset yapan bir takım üst düzeyde siyaset yapmış arkadaşlarımız ve yurttaşlarımızla temaslarımız sürüyor. Onlarda Cumhuriyet Halk Partisi saflarında siyaset yapma anlayışı içerisinde olduklarını bize beyan ediyorlar.

Bu arada Cumhuriyet Halk Partisinin kendi öz evlatları da var. Biliyorsunuz 1983’ten sonra ihtilalcilerin sivil siyaseti açmasını takip eden ciddi bir kriz yaşadık. O tarihlerde solun moral otoritesini elinde bulunduran rahmetli Bülent Ecevit maalesef kendine özgü bazı gerekçelerle ihtilalcilerin yaptıkları yasalarla demokratik bir siyaset yapma imkanı yoktur dedi ve partileşme süreçlerine mesafeli durdu. Onun mesafeli durması, onun temsil ettiği moral otoriteyi temsil eden bir başka simanın ortaya çıkmaması nedeniyle solda ikili bir yapı ortaya çıktı. SODEP, Halkçı Parti modeli. 1983 yılında yapılan seçimlerde Halkçı Parti seçimlere girdi, SODEP seçimlere sokulmadı. Ve orada bence yanlış bir uygulamada yapıldı. Halkçı Partinin seçime girmesi ihtilali yapan taraflarca uygun görüldüğü için bir muvazaa partidir diye bazı değerlendirmeler yapıldı. Cumhuriyet Halk Partisinin o tarihte de kanaat önderi durumunda olan bir takım insanlar Halkçı Partiye oy verilmemesi için bazı kararlar aldı ve bu konuda yüzbaşı tak tak diye uygulamalar yapıldı. Buna rağmen de Halkçı Parti ciddi bir şekilde oy alarak parlamentoya geldi. Ama tartışmalar maalesef kırıcı boyutlara ulaştı. Sonra yapılan yerel seçimlerde SODEP başarılı bir noktaya geldi. Ama SODEP geldikten sonra yine tartışmalar, kırgınlıklar. Velhasıl sol cenahta uzunca bir dönemdir ciddi tartışmalar yaşandı, suçlanmalar yaşandı, kurultaylarda insanlar gruplaştı, bir grup alkışlarken bir grup yuh çekti. Bunların sonucunda da bazı arkadaşlarımız partiden uzaklaşmak mecburiyetinde kaldılar. Sosyal demokrat partilerle ilişkilerini biraz askıya aldılar.

Mustafa Sarıgül’de bunlardan birisiydi. Mustafa Sarıgül hatırlarsanız önce başka bir partiden seçilmişti. O tarihte Genel Başkanımız olan Sayın Deniz Baykal bizzat Şişli’ye giderek Cumhuriyet Halk Partisine gelip siyaset yapmasını kendisi istemişti. Hatta hiç unutmuyorum Sarıgül’e yaptığı ziyarette kız istemeye geldim diye böyle incede bir değerlendirme yapmıştı. Mustafa Sarıgül bu davet üzerine Cumhuriyet Halk Partisine geldi. Sonra 2002 seçimlerinden sonra ciddi bir şekilde bir tartışma ortamı çıktı. Mustafa Sarıgül Genel Başkanlığa aday olması nedeniyle bu tartışmalar biraz başka boyutlara çekildi ve Mustafa Sarıgül disiplin kuruluyla Cumhuriyet Halk Partisinden ihraç edildi. Aradan bunca zaman geçti. Herkes herhalde geçmişte yapmış olduğu tasarrufları, icraatları kendi iç dünyasında değerlendirmiştir. Mustafa Sarıgül Cumhuriyet Halk Partisine bugüne değin olumsuz bir değerlendirme yapmadı, ihraç edildiği halde hükmü şahsiyete, Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişine, tarihine, ideolojisine, temel tercihlerine yönelik olumsuz bir yaklaşım içerisinde olmadı. Ama vurguladığım nedenlerden dolayı parti dışına gitti ve bir başka partiden yeniden belediye başkanı seçildi.

Şimdi herkesi partiye çağırdığımız bir süreçte merkez sağa mensup olan yurttaşlarımızın da Cumhuriyet Halk Partisine katılarak ortak bir mücadeleyi beraber götürme talebini yaptığımız süreçte ve bunun en üst noktada partinin Genel Başkanı tarafından kamuoyuna duyurulması elbette ki Mustafa Sarıgül’ün ve Mustafa Sarıgül gibi olan arkadaşlarımızın Cumhuriyet Halk Partisine gelmesi için bir çağrıydı. Genel Başkanımız çok değişik süreçlerde Mustafa Sarıgül ve arkadaşlarının Cumhuriyet Halk Partisine gelebileceğini vurgulamıştır. Bende bugüne kadar hiçbir hareketimi, hiçbir açıklamamı Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanının bilgisi dışında, onun çizdiği rota dışında yapmadım. Her hareketim, her davranışım, her sözüm Sayın Genel Başkanımın çizdiği rota içerisinde yürümüştür. Zaman zaman kamuoyunda şahsımla ilgili bu tartışmalar yapılmaktadır. Yarında Sayın Genel Başkanımın talimatları doğrultusunda İstanbul’a gideceğim. Talimatları doğrultusunda gerekli görüşmeyi yapacağız.

Dolayısıyla Mustafa Sarıgül Genel Başkanımızın yaptığı çağrıya olumlu yanıt verdi ve en üst düzeyde bu konuda gereğini yapacağını söyledi. Sanırım yarın görüşmemizde önümüzdeki günlerde bu işlemin tamamlanmasını, prosedürünü görüşeceğiz.

Rahmi AYGÜN- Şartlar mı görüşülecek yoksa bir davet mi olacak Sarıgül’ün istediği gibi?

Adnan KESKİN- Hayır hayır hiçbir şart yok. Zaman zaman sanki böyle şartlar dikte ediliyormuş, dayatılıyormuş gibi haberler çıkıyor. Bunların hiçbirisi doğru değil. Bugüne kadar ne ben, ne başka bir yetkili arkadaşım bu konuda hiçbir kimseyle konuşmadık. Zaten şarta falanda gerek yok. Yani Mustafa Sarıgül Cumhuriyet Halk Partisi kültüründen gelmiş bir insan. Burası hepimizin yuvası, burası Anadolu’nun soluk benizli insanlarının mutluluğu yakalayacağı bir siyasi kuruluştur. 90 yıllık Cumhuriyet Halk Partisiyle zaten bu tür bir şart, pazarlık sözkonusu olamaz. Mustafa Sarıgül’de bu konuda bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisine ilettiği herhangi bir talebi olmamıştır. Bu konuda çıkan haberlerin hepsi gerçek dışıdır. Cumhuriyet Halk Partisinin kuralları, Cumhuriyet Halk Partisinin tüzüğü konusunda Mustafa Sarıgül’ün gelişi de şekillenecektir. Geçmişte daha önce disiplin cezası alarak atılan arkadaşlarımıza hangi kural uygulandıysa Sayın Fikri Sağlar, Sayın Celal Doğan, Sayın Gürbüz Çapan’a hangi kural uygulandıysa Mustafa Sarıgül’e de o kurallar uygulanacaktır. MYK’mızın önerisi sonucunda Parti Meclisimiz bu konuda verilmiş olan disiplin cezasının tartışmasını yaparak bir karar alacaktır. O karar çıktıktan sonrada Mustafa Sarıgül’ün Cumhuriyet Halk Partisine kaydolmasının önü açılacaktır.

Yarın bu konuda belki izlenecek yöntemle ilgili bir görüşme sözkonusu olabilir.

Rahmi AYGÜN- Ama siz davet etmeye gitmiyorsunuz Sarıgül’ü CHP’ye?

Adnan KESKİN- Zaten halloldu biliyorsun benim davetime gerek kalmadı. Genel Başkanımızın Mustafa Sarıgül’ün kurmaya çalıştığı partiye mensup olanların Cumhuriyet Halk Partisine gelmesini istiyorum dedikten sonra Mustafa Sarıgül’de kalktı dedi ki, Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu talebine, bu açıklamasına en üst düzeyde yanıt verilecek dedi. Mesele bitti zaten. Böyle bir mesele yok orta yerde. Bu konudaki irade mutabakatı sağlanmış durumda.

Rahmi AYGÜN- Peki bir Sarıgül krizi var mıdır CHP’de efendim?

Adnan KESKİN- Hayır. Bakın, bu konuda da çok ciddi yanlış haberler çıkıyor. Elbette ki partimizde çok değerli başka arkadaşlarımızda aday. Sayın Gürsel Tekin aday. Cumhuriyet Halk Partisinde il başkanlığı yapmış, daha sonra partimizin üst düzeyinde görev yapmış, Genel Başkanlık Yardımcılığı görevini yapıyor. Ali Özcan arkadaşımız geçmişte Cumhuriyet Halk Partisinde il başkanlığı görevinde bulundu. Celal Doğan herkesin bildiği Gaziantep’teki belediye çalışmaları Türkiye’de sosyal demokrat belediyeciliğin yüz akı bir uygulamanın mimarıdır. Dolayısıyla Semih Eryıldız gibi geçmişte gençlik kollarımızda çalışmış sosyal demokrasiyi teorik boyutta en iyi yorumlayan arkadaşımızdır. O nedenle hiçbir kriz mriz yok. Doğaldır. Bu konuda kendi birikimini, donanımını, yetkisini o makama uygun gören her arkadaşımız aday olabilir. Demokratik bir şekilde bu arkadaşlarımızla ilgili değerlendirme yapılacaktır. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisine gelmesin diye ne iç kurulumuzda bir tartışma olmuştur, MYK’mızda herhangi bir tartışma olmamıştır. Bu konuyla ilgili bir görüşme bile yaşanmamıştır. Çıkan haberler tamamıyla haberleri yazan arkadaşlarımızın kişisel değerlendirmesidir.

Rahmi AYGÜN- Yani yarın siz İstanbul büyükşehir adaylığını konuşmayacaksınız, partiye katılım sürecini konuşacaksınız öyle mi?

Adnan KESKİN- Bakın bir şey söyleyeyim. Buradan da bütün yurttaşlarım, bu sefer Cumhuriyet Halk Partisi çok farklı bir yöntem uyguluyoruz biz. Geçmişte biliyorsunuz merkez yoklama yetkisi alındıktan sonra o yetkiyi MYK’mız isim belirleyerek kullanıyordu. Bu sefer Parti Meclisimiz bize koşullu bir yetki verdi. Dedi ki, size merkez yoklaması yetkisi veriyorum, adaylarımızı çalışarak bana getirin ama bir koşulla. Bir; adayları eğilim yoklaması veya kamuoyu yoklaması yaparak belirleyeceksiniz dedi. Yani MYK olarak ben İstanbul’da, Ankara’da falan aday olsun deme yetkisine sahip değilim. Belki partinin Genel Başkanı böyle bir yetkiyi kullanabilir. Biz şimdi 5 kişilik yerel yönetim komisyonu olarak hangi yerleşim alanında hangi yöntemi uygulayarak adaylarımızı belirleme çalışmaları. Yani bir hamallık yapıyoruz biz o 5 kişi.

Rahmi AYGÜN- Kamuoyu çalışması da olabilir, önseçimde olabilir öyle mi?

Adnan KESKİN- Oluyor zaten yapıyor. Şimdi mesela Bolu’da kamuoyu yoklaması yaptırdık önce. 3 tane aday arkadaşımız vardı. Yaptırdığımız kamuoyu yoklamasında aday adayı olan arkadaşlarımızın kamuoyundaki görüntüleri çok az farkla ortaya çıktığı için yetinmedik birde eğilim yoklaması yaptırdık. Eğilim yoklamasında mimar olan bir bayan arkadaşımız iki erkek aday adayı arkadaşımızdan daha fazla oy alarak Bolu’da Cumhuriyet Halk Partisi il belediye başkanı aday adayı olacak. Şuanda çalışmamız böyle gidiyor. Eğilim yoklaması yaptırdığımız yerler var. 3 Kasım’da, 9 Kasım’da eğilim yoklaması, bugüne kadar yaptık. Kamuoyu yoklaması yaptırdığımız yerleşim alanları var. Oradan çıkan sonuçlara göre biz çıkan sonucu MYK’mıza götürüyoruz, MYK’mız çıkan o sonuçları uyguladığımız yöntemle uygun bulursa oradan aldığımız kararla Parti Meclisine götüreceğiz. Asıl adayları atama yetkisi Cumhuriyet Halk Partisinin Parti Meclisi. Orası şekillendirir. Örneğin ben A ilçesinde bir aday adayını götürdüğümde Parti Meclisi uyguladığımız yöntemi veyahutta Parti Meclisinde görev yapan arkadaşlarımız kendilerindeki var olan birikimleri, bilgileri bizim adayımızla çakışır bulmazsa reddetme hakkına sahip. Onun yerine bir başka arkadaşımızın oradan aday çıkması muhtemeldir.

Vişne Haber Ajansı

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları