loading
close
SON DAKİKALAR

CHP'li Özel: Aynı gemide olmak isteriz ama batacak bir gemide hepimizin sonunu getirmeye hakkınız yok

CHP'li Özel: Aynı gemide olmak isteriz ama batacak bir gemide hepimizin sonunu getirmeye hakkınız yok
Tarih: 21.12.2018 - 17:10
Kategori: Gündem

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, bütçe konuşmaları sırasında, “Kuvvetler ayrılığına hassasiyet gösteren, hâkimlerin, savcıların kendilerini anayasal güvence altında hissettiği bir Türkiye'de, aynı gemide olmak isteriz" dedi.

CHP’li Özel, TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe konuşmalarının kapanış gününde, CHP grubu adına yaptığı konuşmada, “Bütçe hakkı, kısaca, vergi ve benzeri gelirler ile kamu harcamalarını yani giderleri belirleme, onaylama, denetleme hakkıdır. Bu, insanlık ve demokrasi tarihi açısından kazanılmış en önemli haktır. 1215'te İngiltere Kralı Yurtsuz John, Thames Nehri kenarında, ayaklanan baronlarla Magna Carta'yı imzaladı. Bütçe hakkı, monarşiye karşı, bir tek adam rejimine karşı büyük mücadelelerle elde edilmiş bir haktır. Halk adına, halk tarafından seçilenlerin, vergiyi toplayacak sağ el ile yardımları dağıtacak, harcamaları yapacak şefkatli sol elin dengesini kendi vicdanlarında kurma ve bunu kâğıda geçirmeleri demektir” dedi. Özel, şunları kaydetti:

800 YILLIK BİR GERİYE GİDİŞ

“Türkiye'de de seyir çok gecikmeli olsa da Avrupa'dan ve dünyadan farklı olmadı. 1808 Senedi İttifak, padişah ile ayanlar arasında, padişahın yetkilerini kısıtlayan ve demokrasi tarihimiz açısından ilk Batılılaşma belgesiydi. Ama Türkiye bunu Recep Tayyip Erdoğan'ın, adını söylemeden, ‘İki yüz yıldır milletimize istikamet dayatılıyor’ söylemiyle hatırlayacak. Sözün söylendiği günden iki yüz yıl geriye giderseniz Senedi İttifak'ı yani, tek adam rejiminden yetkilerin paylaşılmasına başlayan ilk adımı göreceksiniz. ‘İstikamet dayatılıyor’ diye itiraz edilen meselenin özü budur aslında. Meclis onaylamasa da bütçenin bir önceki yılın bütçe giderleri üzerinden yeniden değerleme oranlarında artırılarak yürütme tarafından yeniden uygulanabilmesi yani önemli bir kazanımın ve denetimin elden yitirilmesinden bahsediyoruz. Yani Türk demokrasi tarihi açısından iki yüz on yıllık, dünya demokrasi tarihi açısından da sekiz yüz yıllık bir geriye gidiş. Ne hazindir ki o Senedi İttifak'tan bu ittifak senedine yine aradan iki yüz on yıl geçmiş ve 16 Nisan referandumu üzerinden 24 Haziran’da bir ittifak senedi ve o ittifak senedinin yarattığı birlikteliğin bir Cumhurbaşkanı seçmesi sonucunda tüm bu kazanımları kaybettiğimiz bir süreci yaşadık.

ORTAK KAZANIMLARINI REDDETTİNİZ

Burada temel sıkıntı, insanlık tarihinin ortak kazanımlarını reddeden, ortak kurallarını hiçe sayan bakış açısıdır. Arşimet, bundan iki bin üç yüz yıl önce fırlar ve suyun kaldırma kuvvetini keşfeder. O kuralı gözeten gemiler yapılır, o gemiler yüzer, o gemiler batmaz, bu kuralı kimse tartışmaz. Nikola Tesla'nın bundan yüz otuz yıl önce bulduğu alternatif akımla Keban Barajı'nda üretilen elektrik bu salona gelir. Bundan yüz kırk yıl önce Edison tarafından icat edilmiş ampulün aydınlatmasıyla bu salonlar aydınlanır. Dünya Arşimet'i, Tesla'yı, Newton'u asla tartışmaz ama onlarla birlikte Montesquieu'yü de tartışmaz. Montesquieu, 1748'de, bundan iki yüz yetmiş yıl önce yazmış olduğu ‘Kanunların Ruhu Üzerine’ adlı kitabında ‘Egemenlik yetkisinin yasama, yürütme ve yargı olarak 3'e bölünmesi, hak ve özgürlüklerin en sağlam hukuki ve fiilî güvencesidir. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ne kadar ayrıysa o kadar ileri gidilir; yasama, yürütme ve yargı birbirine ne kadar yakınsa devletler o kadar kolay çöker’ demişti.

KUVVETLER BİRLİĞİNİ ÖNE ÇIKARAN REJİM

Biz, Montesquieu'nün söylediklerini göz ardı ederek yasama, yürütme ve yargıyı tartışmalı ve birbirinden ayrı değil, birleşen, kuvvetler ayrılığını değil, kuvvetler birliğini öne çıkaran, esas alan bir sisteme, bir rejime geçtiğimizden dolayı endişeliyiz ve tehlikenin yaklaştığı günleri hep beraber yaşıyoruz. Yakın geçmişini iç savaşlarla, askeri darbelerle harcamış, göstermelik parlamentolara sahip rejimlerin tamamı tek adam rejimleridir. Elimdeki Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi'ne göre ülkeler ve siyasi sistemlerini karşılaştıran basit bir tablo var. İnsani Gelişmişlik Endeksi'ndeki ilk 10 ülkenin 9'u parlamenter sistemle, 1'i başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Son sıradaki 10 ülkenin çoğu başkanlık, 4 tanesi yarı başkanlıkla yönetiliyor. Hiçbirinde Parlamento yok ama şüpheniz olmasın ki hiçbir tanesinde olmayan ortak özellik kuvvetler ayrılığı.

EN ŞOK EDİCİ FİKİRLERE TAHAMMÜL

Burası Parlamento, ‘parler’ fiilinden geliyor Fransızca, ‘konuşulan yer’ demek. Fikir özgürlüğünün ortak kazanımı, en şok edici fikirlerin bile şiddet içermediği takdirde özgürce bütün ülkede, bütün evrende savunulmasını söylerken bir de kürsü masuniyetiyle güvence altına alınmış burada herhâlde bu kürsüden söylenen en şok edici sözlere bile sabırlı olmak gerekir ama maalesef son yıllarda parlamenterlerin kürsüde söyledikleri sözlerden dahi haklarında fezleke düzenlenmesi, ceza almaları ve milletvekilliklerinin düşürülmesine son dört yıl içinde çokça şahit olduk. Fikirlere Atatürk'ün ve cumhuriyetin kurucu kadrolarının tahammülü hep anlatılır. İlk Mecliste en çok eleştirilen kişilerden biri de bizatihi Atatürk'ün kendisiydi. Kendisine Başkomutanlık teklif edildiğinde ancak üç aylığına kabul edip üç ayda bir yeniden oylama talep eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk Meclisteki tartışmalarda en sert şekilde eleştirilmekteydi. Kendisi kurtarıcıydı, kendisi kurucuydu, kendisi millî kahramandı.

O ANLAYIŞTAN NEREYE SAVRULDUK

Böyle sıfatları olmayan, bir partinin genel başkanı olan bir Cumhurbaşkanına, Atatürk'e yöneltilen eleştirilerin çok altındaki eleştirilerin şiddete varan karşı çıkışlarla bu salonda karşılandığını bir kenara not etmek lazım. Hatta daha da fenası var: Geçmişte Genelkurmay Başkanlığı yapmış, bugün Millî Savunma Bakanlığı’nda olan birisine sadece eleştiriler yöneltildiğinde bile ‘Sınır ötesi operasyondan önce ordumuza bu yapılır mı?’ diyenlere Sakarya Meydan Muharebesi'ne gidecek olan Atatürk'ün ilk Meclis’te hangi sözleri duyduğunu, hangi sözlere tahammül ettiğini, hangi sağlıklı müzakereleri yönettiğini ve Atatürk'ün demokrasi anlayışından nereye savrulduğumuzu hatırlatmayı bir borç bilirim.

 

BÜYÜK BİR GERİLEME YAŞIYORUZ

Millî Selamet Partisi’nin dışarıdan desteklediği Adalet Partisi Hükûmeti’nin Devlet Bakanı Hayrettin Erkmen'i kendi verdiği gensoruyla düşürdüğü 1980'den, Anavatan Partisi’nin çoğunlukta olduğu Parlamento’da kendi bakanı İsmail Özdağlar'ı Yüce Divan’a sevk ettiği 1985'ten, bugün katı grup disiplinlerinin ve bir kişinin yasamayı, yargıyı, yürütmeyi ve Parlamento grubunu tek başına belirlediği nasıl bir sürece savrulduğumuzun da altını çizmek isterim. Elbette büyük bir gerileme yaşıyoruz. Bu gerilemedeki en önemli kilometre taşlarından birisi şüphesiz 15 Temmuz darbe girişimi. Önlenmeyen, öngörülen ve sonuçlarından faydalanılan bu darbeye biz, ilk saniyeden itibaren karşı çıkmış olmanın rahatlığıyla söylüyoruz. Ama hemen arkasından OHAL ilan edildi. OHAL'in ilan edildiği gün 2,98 olan dolar kurunun OHAL kalkarken 5,55 olduğunu ve yüzde 8'lik politika faizinin yüzde 17,75'e tırmandığını bir kez daha hatırlatmayı bir borç biliriz. OHAL meselesini somutlaştırarak anlatacak olursak, olağanüstü hâl sürecinde hep artan faizler ve yükselen doları dış ülkelerin Türkiye'ye yatırım yapmamasına, yatırımcının kaçmasına, sıcak paranın seyir değiştirmesine bağladınız.

KİMSELERİ İNANDIRAMAZSINIZ

Bunların hepsinin bir uçağa binip Türkiye'ye geldiğini düşünsek, havalimanına iniş yapmak üzereyken yabancı yatırımcı ve kargosundaki milyarlarca dolarlık yabancı sermaye, siz OHAL'i ilan ederek havaalanının ışıklarını kapattınız, öngörülemezlik yarattınız. Sermaye öngöremediği bir piste inmez. Sermaye ve yatırımcı hukuk güvencesinin olmadığı, mal ve can güvencesinin olmadığı bir ülkeye yatırım yapmak istemez. Örneğin Osman Kavala'nın tutuklu olduğu, gazetecilerin tutuklu olduğu ülkeye bakarlar, insan hakları savunucularının en ağır şekilde itham edildiği, derdest edildiği, tecrit edildiği ülkelere dışarıdan bakarlar ve siz bunları yaparsanız bu ülkede yatırım yapılabileceğine kimseleri inandıramazsınız.

DİK DURAMADINIZ

Önce didiştiniz, sonra rest çektiniz, sonra karşı resti görür gibi yaptınız, sonra da teslim oldunuz. Geçmişte çok övündüğünüz dikleşmeden dik durma meselesinde önce dikleştiniz, sonra da dik duramadınız. İçeride ve dışarıda herkes şunu biliyor: Türkiye'de hukuk yok, kuvvetler ayrılığı yok, yargı doğrudan yürütmeden talimatlar alıyor. Türkiye'de kimin tutuklanacağına dünya liderimiz, kimin serbest bırakılacağına dünyanın diğer liderleri karar veriyor. Merkel telefon edince Deniz Yücel, Macron telefon edince Fransız gazeteciler, Trump telefon edince Brunson, Schröder telefon edince Büyükada tutukluları serbest kalıyor ama bunların her birisi için Cumhurbaşkanının ‘Bu fakir bu görevde oldukça, bu fakirin bedeninde bu can durdukça bunlar dışarı çıkamazlar’ dediğini, daha sonra Trump'ın çektiği resti, Trump'ın restine karşı önce diklenmeyi ama dik duramamayı Türkiye Cumhuriyeti tarihi kara birer sayfa olarak not etmiştir.

KAYINPEDER-DAMAT İLİŞKİSİ

Bir ülkeye dışarıdan bakanlar elbette neyi görmediklerini önemserler. Örneğin mahkeme kararlarına başta yürütmenin başının saygı duymadığını, kişisel hak ve özgürlüklerin olmadığını, kuvvetler ayrılığının olmadığını, anayasal hâkim teminatının ortadan kalktığını görürler. Bazen de gördükleri ülkenin imajını fevkalade bozar. Bir ülkenin başındaki kişinin kim olduğuna bakarlar, sonra ülkenin ekonomisini kim yönetiyor diye bakarlar. Aralarında kayınpeder-damat ilişkisinin izah edilir bir yanı yoktur. Hele hele ülkeyi yöneten kişi kendi tek imzasıyla Varlık Fonu'nun başına kendisini, vekaletine damadını atıyorsa, ülkenin hazinesi, maliyesi, ekonomisi ve ekonomiyle ilgili her şey damada emanetse; ‘Ama makroekonomi eğitimi almamış damadınız’ dendiğinde Cumhurbaşkanı ‘Altı ay Marmara Üniversitesi’ne gönderdik, makroekonomi dersi aldı’ cevabında demokratik ülkeler şu hakkı ister: Bu dersi alanı değil de o dersi veren hocayı ekonominin başına getirmek. Damadı ekonominin başına getirmek baştan aşağıya, şeklen de, esasen de ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür ve bunlar başımıza niye geldi diye kimsenin sorgulamaya hakkı da yoktur.

MECLİSTEN KAÇIYORLAR

Maalesef, biz yürütmenin başının bütçenin sunumunda ve son gününde gelip bütçesini savunmadığını görüyoruz. Bütçenin maddelerini görüşürken bakanların Meclise gelmeye dahi tenezzül etmediklerini, soruları cevaplamadıklarını, Meclisten kaçtıklarını ya da Meclisi hiçleştirdiklerini, önemsizleştirdiklerini üzülerek seyrettik, üzülerek not ettik. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu’ndan da aldığı rakamsal destekle sarayla birlikte Anayasa'ya karşı gizli iş birliği yapıyor, Anayasa'ya karşı muvazaa suçu işliyor. Öyle hazin bir durumdayız ki biz ‘Erdoğan'a değil her doğana Anayasa yapın’ demiştik, Erdoğan'a yapıldı, daha bir sene önce yapıldı, bir sene geçmeden "Kolu kısa geliyor, boyu biraz uzun mu olmuş, dar gelen yeri bolartsanız mı" diye kendisi için yapılan Anayasa'yla çelişkiler yaşamaya başladı ve kendi Anayasa'sını, kendisi için dönüştürülmüş Anayasa'yı çiğnemeye başlayan ve Anayasa'yı çiğneme geleneğinden ülkeyi Anayasasızlaştırma sürecine dönüştüren bir gerçekle karşı karşıyayız.

ÜLKEMİZİN DE HEPİMİZİN DE SONUNU GETİRMEYE HAKKINIZ YOK

Sadece yasama üzerinde tahakküm kurulmuyor. Olmuş, geçmiş, üstünden yıllar geçmiş, kapanmış dosyaları Kavala'nın ismi üzerinden hatırlatıp yaklaşmakta olan yerel seçimler için bir Gezi malzemesi ararken tam Cumhurbaşkanı prompterdan bunlara meydan okurken bir bakıyorsunuz, bir sayın savcı sabahleyin kalkıyor, beş yıl önceki dosyayı yeniden yazıyor ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Demirtaş kararını veriyor ve bu karara karşı Cumhurbaşkanı ‘Tedbir alacağız’ diyor ve nasıl oluyorsa oluyor bir mahkeme, aylar, belki yıllar sürecek bir kararı günler içinde almak suretiyle, bir yerlerden gelen talimatı yerine getirmenin iç huzurunu ya da getirmemenin riskini alamamayı yaşayan bir hâkimle karşı karşıyayız. Liman gemilerle doludur, gemilerin hepsi Arşimet'in kuralını bilen mühendisler tarafından inşa edilmiştir. Arşimet'in kuralına göre yapılmış gemiler güvenle yüzerler. İçine bineriz, sevdiklerimizi bindiririz, temel kurallarla çelişmeden orada güvenle seyahat etmelerini bekleriz. Bunun kadar temel bir kural bütün dünya tarafından uygulanıyorken ve ‘Kuvvetler ayrılığı yoksa devletler çöker’ prensibinin aksine hiçbir şey olmamış ama bu prensibi dinlemeyenlerin sonu hep hezimet, hüsran olmuşken buradan tarihî sorumluluğumuzu yerine getiriyor… Kuvvetler ayrılığına hassasiyet gösteren, milletin vekillerini seçtiği bir ağızdan, bir dudaktan listelerin dökülmediği, hâkimlerin, savcıların anayasal güvence altında kendilerini hissederek vicdanlarına göre karar verdikleri bir Türkiye'de hep beraber hepimizin çocukları ve torunları için aynı gemide olmak isteriz. Ama temel kurallara direnen batacak bir gemide kendinizin de ülkemizin de hepimizin de sonunu getirmeye hakkınız yok.”

 

Kaynak : Vişne Haber Ajansı-www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

hursıt kahraman

DİK DURAMADINIZ ,Eeee sey bu sozu başkanı dersımlı kemale mı soylemıs.(cumhurıyetın degerlerı ıcın)
not; dersımlı lakabı yakıstırma degıldır bızzat KK nın kendıne taktıgı lakaptır.

22.12.2018, 09:01
Yorum Yap

Facebook Yorumları