loading
close
SON DAKİKALAR

12 Eylül davası “cambaza bak” uyanıklığıdır sadece

Can Ataklı
Tarih: 09.04.2012
Köşe: Günlük Yazılar

Hiç darbe mağduru olmamış, Türkiye’yi dönüştürmek için demokrasiyi araç olarak kullanan iktidar ve yandaşlarının sahte sevinci ibret vericidir...

Sevgili okurlar; geçen haftanın en çarpıcı gelişmesi 12 Eylül’ü yapan hâlen sağ iki orgeneralin yargı önüne çıkarılmasıydı. Darbecilerin yargılanması elbette olumlu bir gelişmedir, ancak şov niteliği taşıdığı da çok açık bir gerçektir.

Sahte sevinçler

Darbecilerin yargılanması 12 Eylül’ün perişan ettiği bir kesimde büyük umut ve heyecan yarattı. Ancak hiç darbe mağduru olmamış, Türkiye’yi dönüştürmek için demokrasiyi araç olarak kullanan iktidar ve yandaşlarının sahte sevinci ibret vericidir.

Omuz omuzaydılar

İktidar, sanki demokrasi ve hukuku çok önemsiyormuş gibi darbecilerin yargılanmasını adeta festivale dönüştürdü. Oysa bu iktidarın pek çok mensubu geçmişte darbecilerle omuz omuza olmaktan çekinmemişti.

Çankaya’da ağırlama

Cumhurbaşkanı Gül 12 Eylülcülerin yargılanmasını demokrasinin zaferi gibi gösteriyor ama, Çankaya’ya çıktığında ilk ağırladığı ve büyük iltifatlarda bulunduğu kişi eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren’di. Sadece 5 yılda ne değişmiş olabilir acaba?

Erdoğan çok sayardı

Başbakan Erdoğan da darbecilerin yargılanmasını büyük sevinçle karşılıyor, buna karşın geçmişte Evren’in yanına oturmak için çabaladığı ve “Paşam keşke aynı dönemde birlikte çalışabilseydik, Türkiye’yi uçururduk” dediği hâlâ hafızalarımızda.

32 yıl öncesi

2012 yılında darbe karşıtı olmak, darbelere direnmek, parlak nutuklar atmak kolay. Ama 32 yıl önce iki kutuplu dünyada bunu yapanlar büyük eziyetler çektiler. İşkence gördüler, dövüldüler, sürüldüler, öldüler, işsiz kaldılar, yurt dışına kaçtılar.

Darbelere bugün yaşı 50 ve üzeri olanlarla daha küçük olanlar çok farklı bakıyor. 50 yaş üstü nesil her şeyi yaşamış ve hatırlıyor. 50 yaş altı olanlarsa darbelere kuramsal açıdan bakıyor. Bu da çelişki yaratıyor.

Kimileri şaşırıyor

12 Eylül’ün çilesini çektikleri halde bugün iktidarın sözde demokrasi adımlarına sıcak bakmayan, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını şüphe ile izleyenler, özellikle yandaşların, yetmezcilerin hedefinde. Bu kesime karşı hiç de hoş olmayan bir saldırı var.

Yaşayan bilir

12 Eylül’ü iki açıdan değerlendirmek gerek. Kavramsal olarak bakarsanız yanılabilirsiniz. O yıllar, yaşayanlar için kâbustu. Her gün onlarca genç insan öldürülüyor, bombalar patlıyor, silah seslerinden gece uyku uyunamıyordu.

Kurtarıcı beklemek

Halkın neredeyse tamamı içinden çıkamadığı o garip ortamdan kurtulmak için bir “kurtarıcı” bekliyordu. Günün koşullarında kurtarıcı, askerden başkası olamazdı. Siyasetçiler iç ve dış etkilerin etkisi altında tamamen pasif hâle gelmişti.

O ne sevinçti

Yaşamış birisi olarak, darbe sabahı gösterilen sevinci unutmak mümkün değil. Elinde silah tutan militanlar da “oh” demişlerdi. Çünkü o silah tutan el bile yarın belki öldüreceğini belki öldürüleceğini biliyordu. Ama bu sarmaldan da çıkamıyordu.

Askere düşmanlık

Şunu açıklıkla ve samimiyetle söyleyebilirim, bugünkü iktidar ve yandaşlarının asıl derdi darbelere karşı çıkmak değil, askere biraz daha hakaret etmektir. Çünkü bunlar askere darbeci olduğu için değil, kendilerince dine karşı olduğunu sandıkları için karşıdır.

Yanlış değerlendirme

İktidar zihniyeti askeri kendine karşı en büyük tehlike olarak görüyor. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için son 5 yıldır inanılmaz adımlar attılar, askeri aşağılayarak etkisiz hale getirdiler. Darbe karşıtlığı işin sosudur, bu dava da şovdan öte değildir.

Askerin asıl işi

Oysa, 12 Eylül mağdurları, bu ülkenin gerçek demokratları gerçeği biliyor. Asker 1990’a kadar laik demokratik cumhuriyetin koruyucu değil, NATO adına komünizme karşı etkili bir güçtür ve bu görevini de başarıyla yapmıştır. Komünizmi önlemiştir.

Neler oluyordu?

12 Eylül’den önceki 13 yıl sol, sosyalist ve komünist fikirlerin yeşerdiği, güçlendiği yıllardı. NATO üyesi Türkiye’nin buna tahammülü yoktu. 1952’den itibaren oluşturulan resmi ideoloji komünizmle mücadeleden başka bir şey değildi.

Aşırı şiddet kullanıldı

Özellikle 12 Mart muhtırasından sonra sola karşı aşırı bir şiddet uygulandı. Buna rağmen sol CHP’de güç bularak 1973’te iktidar ortağı oldu. İç ve dış dinamikler bunu kaldıramazdı. Türkiye’nin başına hemen bir Kıbrıs sorunu açılıverdi.

Buna rağmen sol gelişmesini sürdürdü. 1977 seçimlerinde CHP yüzde 42 oy olmasına rağmen tek başına iktidar olamadı. Sağ partiler bir araya gelip Milliyetçi Cephe’yi kurdu. Eş zamanlı olarak sola karşı sokakta da silahlı mücadele başladı.

Sola karşı mücadele

Sokaktaki mücadele iki yoldan yapıldı. Birincisi bizzat devlet güçleri, özellikle MİT ve polis operasyon adı altında pek çok solcu genci öldürdü. Ama asıl oyun “sağcı-solcu kavgası” olarak ortaya çıkarıldı. Sağcılar ve solcular birbirini öldürmeye başladı.

O günün ülkücüleri


Bugünün ülkücüleri alınmasın, ama o dönemin ülkücülüğü farklıydı. Resmen sokaklarda insan avına çıkılırdı. Sağ-sol çatışması denilerek binlerce solcu öldürüldü. Elbette solcular da sağcıları öldürdü, ama arada çok büyük farklar vardı.Ülkücüler eylemlerini “devlet için - vatan için” yaptıklarına inanırdı. Dönemin iktidarları, polisi, MİT’i de zaten öyle düşünürdü. Cinayet işlemiş Ülkücüler bile yakalandıklarında kollanırken, solculara asla müsamaha edilmez, zindanlara atılır işkenceler görürlerdi.

Asker MHP’liydi

Bugünün iktidar zihniyeti, askeri laik olduğu için solcu, CHP’li gibi göstermeye çalışıyor. Oysa askerin büyük bölümü, özellikle 12 Eylül’den önce MHP eğilimliydi. Bu nedenle ülkücü harekete sempati ile bakar, onları hep korur ve kollarlardı. Üstelik görev de verirlerdi.

Ünlü isimler

Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Oral Çalışlar, Alaattin Çakıcı gibi isimler 12 Eylül öncesinin ünlü ülkücüleriydi ve daha sonra bu kişilere devletin ne gibi görevler verdiğini ibretle öğrendik. Ama 12 Eylül mantığı farklıydı ve ülkücü hareket de ezildi.

Ülkücüler 12 Eylül’e ateş püskürüyorlar. Çünkü darbeden sonra Ülkücüler de hapse atıldı ve çoğu işkencelerden geçti, bazıları idam edildi, bazıları uzun yıllar hapiste kaldı. Ülkücüler kendilerini devletin yanında görürken başlarına geleni hiç anlamadılar.

Görevleri bitmişti

Oysa anlaşılmayacak bir şey yoktu. Devlet, komünizmle mücadelede Ülkücüleri tetikçi gibi kullanmıştı. Ama çare kalmayınca işe kendi el koymuş ve ülkücülere ihtiyaç kalmamıştı. Üstelik 12 Eylül’ün etkili bir gerekçeye ihtiyacı vardı.

Darbenin gerekçesi

12 Eylül darbecileri gerekçe olarak ülkedeki kardeş kavgasını göstermişti. Bu kavgada sağ da sol da vardı. Sadece birine yüklenmek halkta da tepki yaratabilirdi. Ayrıca ihtiyaç da kalmadığına göre Ülkücülerin de üzerine gidilebilirdi artık.

Darbe yapmak için

Bugün askerin darbe yapmak için olayları körüklediği ağızlarda sakız ama tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Çünkü ordunun amacı darbe yapmak değil, solun gelişmesini önlemekti. Aslında bu yöndeki eylemlere göz yumulmuştu, o kadar.

12 Eylül darbesiyle Türkiye’deki komünizm tehlikesi bitti. Zaten dünyada da kuşatılmıştı ve 10 yıl sonra çökertildi. Darbe dönemleri de sona erdi. Çünkü TSK’nın 1952’den beri süren asıl görevi de bitmişti.

Bugün farklı

Şimdi demokrasi havariliği yaparak askeri aşağılamaya çalışanlar 12 Eylül üzerinde tepinerek genç neslin beynini yıkıyor. Orduyu hâlâ darbeci olarak niteleyerek kendilerini tehlikeden korumaya çalışıyor. Ama korkmasınlar, Amerika istemezse darbe olmaz.

Hepinize iyi haftalar dilerim..

Can Ataklı - Vatan

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları