loading
close
SON DAKİKALAR

Başbakanın emrindeki TÜBİTAK 'tapeler montaj' dedi. İnandık!

Can Ataklı
Tarih: 07.06.2014
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Benim de çeşitli internet sitelerinden birkaç kez dinlediğim o telefon konuşmaları gerçekten montajsa, inanın bu çok büyük bir teknik başarıdır.

Bugünden itibaren çok farklı ve hararetli bir tartışma ortamının başlayabileceğini söyleyebilirim. TÜBİTAK yani Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu bugün öyle bir karar aldı ki, gündemimize yepyeni bir polemik bebeği daha gelmiş oldu.

Uzatmadan söyleyeyim, ki zaten haberiniz olmuştur, TÜBİTAK Başbakan Erdoğan’ın 17 Aralık operasyonunun başlamasından hemen sonra oğlu ile yaptığı bir dizi telefon konuşmasının “yayınlanan bölümlerinin” montaj olduğunu açıkladı.

Bağış’ın konuşması da montajmış

TÜBİTAK aynı şekilde Avrupa Birliği’nden sorumlu devlet bakanı Egemen Bağış’ın gazeteci Metehan Demir ile yaptığı telefon konuşmasının yayınlanan tapelerinin de montaj olduğuna karar verdi.

TÜBİTAK’ın saptamaları doğruysa Başbakan’ın ilk günden beri “paralel yapının darbe girişimi” ve “konuşmaları montajlamışlar, böyle bir konuşma hiç olmadı” sözlerinin doğruluğu da ortaya çıkmış olacak.

Benim de çeşitli internet sitelerinden birkaç kez dinlediğim o telefon konuşmaları gerçekten montajsa, inanın bu çok büyük bir teknik başarıdır.

Müthiş bir teknoloji

TÜBİTAK raporunda bakın ne deniyor;
"Yapılan spectrum incelemesi sırasında tespit edilen kaydın içinde gözlemlenen çok sayıda çıkıntı, bu kaydın çok sayıda farklı kayıttan yararlanılarak oluşturulmuş bir montaj olduğunu ortaya koymuştur. Montajda dikkat çeken bir husus konuşma bütünlüğünü sağlamak için sadece tüm kelimelerden oluşan bir montajdan farklı olarak, kelimelerin dahi parçalanmış hecelerden oluşturularak, istenen yeni kelimelerin türetilerek ortaya çıkarıldığı ilginç bir uygulama ortaya konmuştur."

Kelimeler bile kesilmiş

Bugüne kadar bilinen teknolojiye göre bir kişinin çok çeşitli konuşmalarından bazen cümleler, bazen de kelimeler alınarak çok farklı bir konuşma yaratmanın mümkün olduğu biliniyordu.
Oysa TÜBİTAK raporuna göre montajı yapanlar bununla da yetinmemiş, bazı kelimeleri bile bölmüşler. Bu ilk kez olan bir şey. Gerçekten bu kadarı yapılabiliyorsa, artık dünyada hiç kimse güven altında değildir. Herkes için bu tür yöntemlerle akla hayale gelmedik konuşmalar yaratılabilir demektir.
Burada bir şey daha ortaya çıkıyor. Eğer TÜBİTAK’ın bilimsel incelemesi gerçeği yansıtıyorsa, montajı yapanlar ses tonuyla oynamayı da başarmışlar demektir. Yani sadece kelimeleri bölerek yepyeni kelimeler yaratılmasının da ötesinde kelimeleri yüksek sesle veya fısıltı halinde söyletmeyi de gerçekleştirmişler.
Tabii dediğim gibi, üstüne basarak ve altını çizerek söylüyorum “TÜBİTAK’ın incelemesi doğruları yansıtıyorsa.”

Uluslar arası tarafsız heyet gerek

Şimdi sorun TÜBİTAK’ın raporunun doğru kabul edilip edilmeyeceğinde. Başbakan ve iktidar yandaşları için bu rapor elbette geçerli ve doğrudur. Onlar iftira, kumpas, darbe girişimi gibi kavramların üzerinde tepinerek “tezgâh ortaya çıktı” çığlıkları atacaklardır.
Ancak ne olursa olsun kimse sadece TÜBİTAK’ın raporuyla yetinemez. Çünkü TÜBİTAK AKP iktidarı ile birlikte bilimsel saygınlıktan çok uzaklaştı. Kurumun yönetimindeki atama skandalları, bugüne kadar iktidardan gelen hemen her talepte arzu edilen raporları hazırlamaları, bazı bilimsel konularda TÜBİTAK’ın bilim heyetinin dini referans alan görüşler bildirmesi kuruma olan güveni ve inanırlığı da sarstı.
Bu nedenle telefon kayıtlarının uluslar arası tarafsız bir bilim kurulu tarafından mutlaka incelenmesi de gündeme gelecektir.
Bunu bir kenara koyalım.

Montaj ama bakanlar suçlu mu?

O zaman aklıma şu soru takılıyor. Başbakan 17 Aralık’tan beri ısrarla hiçbir yolsuzluk olmadığını, telefon konuşmalarının montajlandığını, devlet içinde yuvalanan paralel bir yapının darbe girişiminde bulunduğunu söylüyor.
Ama buna karşı, haklarında yolsuzluk iddiaları ortaya atılan ve aynı şekilde telefon tapeleri bulunan bakanlarını görevden almakta bir sakınca görmedi.
Bununla da yetinmedi “Bizim iktidarımız hiçbir yolsuzluğa göz yummaz. Gereken neyse onu yapar” diyerek 4 bakanı hakkında Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını da sağladı.Yani hem yolsuzluk yok, her şey senaryo ve montaj, hem de “biz hesap sorarız” efelenmesi.
Tabii o da ayrı bir komedi. Dün bu konuya değineceğimi söylemiştim. Araya onu da katayım bari.

AKP komisyona üye veremiyor

Şimdi sevgili izleyiciler, AKP her zamanki gibi yüksek perdeden konuşarak 4 bakanı hakkında Meclis Araştırma komisyonu kurulmasını, hem de kendi teklif ederek sağladı.
Ancak bunu yaparken komisyona üye olacak milletvekilleri için bazı koşullar da getirdi. Örneğin bu komisyonda görev alacak milletvekillerinin daha önce bu konularla ilgili hiçbir beyanda bulunmamış olması koşulu var.
Yani komisyona girecek üyeler, 17 Aralık’tan bu yana rüşvet operasyonu konusunda tek kelime etmemiş olmak zorunda.
Bu iktidar kanadı için mümkün de, muhalefet kanadında böyle birini bulmak çok zor. Zaten başta CHP olmak üzere muhalefet 30 Mart yerel seçimlerindeki ana propaganda unsurunu rüşvet ve yolsuzluklar üzerine kurmuştu. Bu durumda hemen her muhalefet milletvekili en azından kendi seçim bölgesinde çalışırken rüşvet ve yolsuzluklarla ilgili bir şeyler söylemiştir.
Nitekim Meclis Başkanı Cemil Çiçek komisyonun bir türlü kurulamamasına gerekçe olarak “Muhalefet Meclis’in aldığı karara uymamasını” göstererek şikâyet ediyor.
Çiçek’in “uymuyorlar” dediği muhalefetin komisyona verdiği üyelerin daha önce rüşvet ve yolsuzluk konusunda konuşmuş olmaları. İyi de konuşmayan yok ki.

Muhalefet tamam da iktidara ne oluyor?

Ama asıl sorun iktidarda. Tamam, muhalefet 17 Aralık’la ilgili daha önce konuşmamış milletvekili bulamıyor diyelim, iktidar ise henüz hiç milletvekili vermedi?
Neden acaba? Sanıyorum bunun tek nedeni var. Komisyona girecek AKP’li milletvekilleri ne konuşacaklarını, nasıl davranacaklarını bilemiyorlar.
Rüşvet ve yolsuzluklar ayyuka çıkmışken, ortaya saçılan paralar, telefon konuşmaları, rüşvet paketlerinin dağıtımını gösteren videolar varken hangi AKP milletvekili kendi bakanlarını nasıl savunacak?

“Yok” deyince yok olmuyor ki

Elbette TÜBİTAK raporundan sonra rüşvet ve yolsuzlukları inkâr etmek biraz daha kolaylaşmıştır teknik olarak ama ya vicdanen.
Sevgili izleyiciler, bazı bakanların suçlandığı rüşvet ve yolsuzluk olayları sadece telefon tapelerine dayandırılmıyor ki. Tanıklar var, işadamlarının kendi aralarında konuştukları var, rüşvetlerin nasıl verildiğini, yolsuzluğun hangi aşamada olduğunu yaşayarak bilenler var.
Böyle olunca da AKP milletvekillerinin komisyona girme konusunda tereddüt yaşamaları gayet doğaldır. Sonuçta siyaset de gelip geçici bir görev, bir hizmet. İnsanlar ileride çoluklarına çocuklarına torunlarına bugünleri anlatırken ne söyleyeceklerini de düşünmek zorunda olduklarını bilirler.
Neyse, gelelim tekrar TÜBİTAK raporuna. Örneğin TÜBİTAK Egemen Bağış’ın telefon tapesinin de montaj olduğuna hükmetmiş. Yalnız burada garip bir durum var.

Bakana göre montaj gazeteci özür diliyor

Telefon konuşması iki kişi arasında yapılmış. Bunlardan biri bakan Egemen Bağış, diğeri de gazeteci Metehan Demir. Bağış tapelerin yayınlanması üzerine “montaj” derken, Metehan Demir “Bir sabah saatinde, maksadını aşan biçimde iki dost arasında yapılan konuşmadan dolayı herkesten özür dilerim” demişti.
Bakın buradan şu çıkıyor; evet konuşmanın tapesi montaj olabilir. Bu montaj ille kelimelerin de bozulmasıyla yapılmamış da olabilir. Aradaki gereksiz bölümler atılıp can alıcı yerler arka arkaya getirilmiş de olabilir.
Ancak Metehan Demir’in özründen anlıyoruz ki, bu tür bir konuşma yapılmış. En azından eğer tapeleri dinledikten sonra edindiğimiz fikir yönünde bir konuşma hiç olmamış olsaydı, Metehan Demir de ilk gün “böyle bir konuşma olmadı, hepsi montaj” derdi.
Oysa, gazeteci namusu olan Demir, konuşmayı kelime kelime hatırlamıyor olsa bile demek ki bu mealde bir konuşma olduğunu biliyor ki hiç sesini çıkarmadı.
Bu durumda aynı şeyi başbakanın konuşmaları için de geçerli sayabiliriz.
Kelime kelime aynı olmasa bile başbakanın da bu mealde bir konuşma yaptığı varsayılabilir.

Görüntülü belgeler gelebilir

Ama diyorum ya, yepyeni bir polemik çocuğumuz doğdu. Başbakan ve iktidar yandaşları şimdi “işte gerçek ortaya çıktı” diye sevinirken, yolsuzlukların yapıldığına inanan kesimler yeni belgeler yeni deliller peşine düşecektir.
Bu da şu demektir; eğer gerçekten Erdoğan’ı yıkmak için her şeyi göze alan bir paralel yapı, bir çete varsa, şimdi hiç aklımıza gelmeyen ve muhtemelen bu kez ses kaydı değil görüntülü olarak bazı belgelerin ortaya saçılması kimse için sürpriz olmamalı.
Bu arada bir notayı daha belirtmek istiyorum. CHP başbakan hakkında meclis Araştırması için önerge vermişti, Meclis Başkanı Cemil Çiçek önergeyi reddetmişti. Çiçek ret gerekçesinde “Araştırma önergesinde Başbakan’ın yasadışı yolla elde edilmiş konuşma tapeleri var, bir hukuksuzluğu kabul edemem” demişti.
İşe bakın ki TÜBİTAK raporu tam da Cemil Çiçek’in tapeleri yasadışı bulduğu bir sırada ortaya çıktı. Böylelikle Çiçek de kurtarılmış oldu.

Ertuğrul Özkök tersten girmiş

Şimdi Hürriyet’in eski Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök Çiçek’in bu kararını alkışlamış. Özkök “Ben de dinleme mağduruyum, hukuk dışı yöntemlerle elde edilen belge ve delillere hepimizin karşı çıkması gerek” demiş.
Haksız değil ama, bugüne kadar hukuk ve yasadışı yöntemlerle oluşturulan delillerle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin canına okunmasına, yüzlerce gazeteci, yazar, akademisyen, aydın, sanatçı, sendikacının, kısacası yurtseverlerin yıllarca zindanlarda süründürülmesine neden olanlara sıra gelince mi hukuku akıllarına getiriyorlar. Bunu da not etmek gerek.

Atatürk, Hitler ve Mussolini

Sevgili izleyiciler, bu hafta son olarak Atatürk’ün Mussolini ve Hitler’le ilgili sözlerine yer vermek istiyorum.
Biliyorsunuz Türkiye’ye nedense hıncı olan eski komünist şimdinin liberal maskeli faşistleri, iktidara payanda olmak için AKP’nin diliyle Atatürk’e, cumhuriyete devrim ve ilkelerine saldırıyorlar yıllardır.
Yüzleşiyoruz adı altında aslında bir yüzsüzleşme sergiliyorlar oysa. Dün meclis oturumunda bu kez BDP Hakkari milletvekili Adil Zozani benzer biçimde Atatürk’e saldırdı. Zozani Atatürk’ün Hitler ve Mussolini’den esinlendiğini ileri sürerek “Bunun için öncelikli işimiz, Mussolini ve Hitler'den feyzalan kuruluş felsefesini değiştirmek olacaktır. Mussolini ve Hitler'e dayanan ırkçı anlayışa, tekçi anlayışa son vereceğiz diyoruz” dedi.

Atatürk’ün iki faşistle ilgili görüşleri


Tamam Atatürk’e, cumhuriyet ilkte ve devrimlerine saldırmak bir moda ama bari bunu yaparken doğruları söylemeyi de deneseler. Atatürk’ü Hitler ve Mussolini gibi halk düşmanı faşist liderlere benzetenlere Atatürk’ün bu iki faşist liderle ilgili söylediklerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakın Atatürk ne demiş Mussolini ve Hitler için;
“Dünya nimetlerinin emperyalist ülkeler tarafından pervasızca paylaşıldığını ve bu paylaşma esnasında gelişmemiş ülkelerin tarihten silindiğini hafızalardan da silmek kadar gaflet olamaz. Dünyanın bugünkü durumu hiç de parlak görünmüyor. Her ülke gençliğini bir başka ideolojiye sahip olarak yetiştirme gayreti içinde. İtalya faşizm ideolojisine dört elle sarılmış. Bu ülkenin diktatörü olan Mussolini ülkesinin sekiz milyon faşist gencinin süngüsü üzerinde yaşadığını haykırıp duruyor. İtalyan gençlerine kara gömlekler giydirerek çoktan tarihe gömülmüş bulunan Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurmayı bu şartlandırılmış gençlere aşılamaya çalışıyor. Almanya’da Hitler’in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik de faşizmin bir başka, bir büyük tehlikeli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz milliyetçi demiyorum, ırkçıdır diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir mecnundur(delidir). Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır”

“Faşizm ve Nazizm uzun sürmez”

Atatürk’ün bu sözlerini bugün bana eski CHP milletvekili Onur Öymen gönderdi. Öymen Atatürk bu konudaki görüşlerine Çankaya’daki bir yemekte konuklarıyla konuşurken daha büyük açıklık getirdiğini belirterek “O büyük lider faşizmin ve Nazizmin çökeceğini de öngörmüştü” dedi. Öymen daha sonra Atatürk’ün şu sözlerini paylaştı; “Faşizmin de Nazizmin de sonu yoktur. Ben belki bunu görebilecek kadar yaşayacak değilim. Ama aramızda onların sonunu görebilecekler olacaktır elbet. Bu ülkeler bir defa bu yola girdiler mi bir daha geri dönemezler. Halkı ve gençliği sürekli olarak heyecan içinde tutmak için durmadan silahlanmak, sağa sola tehditler savurarak ayakta kalmak zorundadırlar. Bu işin sonucu ise savaştır. Ve bu savaşın sonunda ne Faşizmin ne de Nazizmin ayakta kalabilmesine olanak göremiyorum.”
Evet, Türkiye’ye nedense hıncı olanların karalamaya çabaladıkları ama asla başaramadıkları Atatürk işte böyle bir büyük liderdi.

Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 5 Mayıs 2014

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları