loading
close
SON DAKİKALAR

Başöğretmen Atatürk'ün doğum günü

Can Ataklı
Tarih: 24.11.2012
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı yazdı, ''Apo'nun bir eve çıkarılması hatta bir başka ülkeye gönderilmesi kimseyi şaşırtmasın...''

Bugün eğitim tarihimizin en önemli günü. Çünkü Cumhuriyet’in ilanından sonra başlatılan “aydınlanma döneninin” ilk günü.

1 Kasım 1928’de ilan edilen “Harf Devrimi” ile açılmasına karar verilen Millet Mektepleri’nde öğretime başlanan gün.

Bugün Atatürk’ün “Başöğretmen” olarak kabul edildiği gün. Ve bugün Atatürk’ün “doğum günü” olarak kabul edildiği gün.

Bugün Öğretmenler Günü.

1928 yılının 11 Kasım günü Bakanlar Kurulu Atatürk’e “Başöğretmenlik” unvanını verdi. Atatürk Millet Mektepleri’nin açıldığı 24 Kasım günü bu unvanı kabul ettiğini açıkladı ve bu günün Öğretmenler Günü olarak kutlanmasını istedi.

İşte bugün, o gün. Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’de okur yazar oranı yüzde 5-8 arasındaydı.

Millet Mektepleri öce eski yazıyı bilenlere, kısa bir süre sonra da hiç okuma yazma bilmeyenlere yeni harfleri öğretmeye başladı. 8 yıl süren Millet Mektepleri uygulaması ile 2 milyon 500 binin üzerinde vatandaş yeni harflerle okuma yazmayı öğrendi. Okuma yazma oranı 8 yılda yüzde 8’lerden yüzde 25’e çıktı.

1936 yılında Millet Mektepleri uygulamasına son verildi. Bu işlevi Halkevleri üstlendi. Zaten yeni nesil çocuklar yeni harflerle, pozitif bilimin ışığında eğitimlerine başlamışlardı artık.

Bugün Atatürk ve Cumhuriyet değerlerini kendi fikirlerince yerden yere vurmaya çalışanlar işte bu günleri ve bu günlerin değerini asla anlayamazlar, anlasalar da kabullenmek istemezler..

Bir ulusun uyanışından rahatsız olurlar çünkü.

Büyük önder Atatürk eğer bu devrimleri yapmasaydı, bugün canlarının istediği gibi konuşacak ortamı asla bulamayacaklarının bile ayırdında değillerdir.

Ne yazık ki, Atatürk döneminde başlatılan bu “aydınlanma hamlesi” önce Atatürk’ün rahatsızlığı, sonra çıkan II. Dünya Savaşı, ardından çok partili hayata geçişin yarattığı “oy kapma” telaşı ile dinin siyasete alet edilmesiyle yarıda kaldı.

Eğer bu büyük hamle çok değil, 10 yıl daha sürdürülebilse Türkiye bugün her açıdan çok daha farklı, çok daha ileri, modern, demokratik bir ülke olacaktı. Elbette treni kaçırmadık ama ne yazık ki tren hedefine çok rötarlı biçimde ulaşacak.

Bugün, Öğretmenler Günü’nde pek çok kişiden öğretmenlerimize saygı ifadelerini dinleyecek, okuyacaksıız.

Çoğunun sahte olduğunu da bilmeniz gerek. Çünkü Öğretmenler Günü aynı zamanda “harf Devriminin” kutlandığı, bu milletin okuma yazma seferberliğine başladığı, dinini de pozitif bilimleri de kendi dilinden öğrenmeye başladığı gün.

Yani bir kesimin, çıkarları bozulduğu, imtiyazları ellerinden alındığı için “nefretle” andığı gün.

Başta her kisi de öğretmen annem ve babam olmak üzere, tüm öğretmenlerimizin bu büyük gününü kutlarım.

Öğretmen oldukları halde bir türlü atanamayan sevgili öğretmenlerimizi sesinin de artık duyulmasını dilerim.

*****


Af geliyorsa, Apo çıkıyor demektir

Başbakan Erdoğan Pakistan gezisi sırasında gazetecilerle konuşurken “Silah bırakan teröristlerin başka ülkelere gidebileceğini” söyledi. Bu sözleri “af geliyor” olarak değerlendirildi.

Kürt sorununa çözüm olarak “dağdaki” terörist liderlere bir tür af getirilecekse, bundan Abdullah Öcalan’ın yararlanmaması mümkün değildir.

En azından şu mantıkla bakalım; dağdaki terörist liderler herhâlde en az Abdullah Öcalan kadar suçludur. “Yakalayamadığına af, yakaladığına ömür boyu hapis” mantığı en azından adaletli değil.

Eğer dağdaki terörist liderler ellerini kollarını salayarak bir başka ülkeye gidebilecekse, İmralı’daki kişinin de bundan yararlanması gerekir. Zaten son zamanlarda yapılan yayınlar, önemli (!) kişilerin söyledikleri bazı sözler Öcalan’ın “ev hapsine” alınacağının sinyallerini veriyor gibi.

Tabii Başbakan’ın “O hiçbir yere gidemez. Cezası ev hapsine dönüştürülemez” sözleri bu savı bozuyor. Ancak Başbakan’ın kritik durumlarda “pragmatik” davranarak söylediği sözlerin aksine davrandığı görülmedi değil.

Apo’nun bir eve çıkarılması hatta bir başka ülkeye gönderilmesi kimseyi şaşırtmasın.

*****


Dış politikada geldiğimiz nokta gösteriyor ki, bazen uluslararası ilişkiler diploması diplomasiye yetmiyor...

(Gani Yıldız)

*****


Zaman da ilaç olmadı

Usulsüz araç çekilmesine Zaman Gazetesi’nin el attığını ve bakanlığın bu konuda soruşturma açtığını yazmıştım. Ancak belli ki Zaman da bu çirkinliğe ilaç olamadı. Bakın bir okurum ne diyor:

“Sevgili Can Bey; Fahri trafik müfettişi olduğum için kurallara sonuna kadar uyuyorum, aracımı da uygun yerlere park etmeye dikkat ediyorum. Geçen hafta arabamı otobüs durağına park etmiş sıralı araçlardan 5 araba uzağa park ettim. Otobüs durağındaki araçların plakasını yazdım ve gittim. Yemin ediyorum size döndüğümde o 5 araç yerinde duruyordu, ama benim aracım çekilmiş. Ataşehir emniyeti dâhil başvurmadığım yer kalmadı. Bana söylenen, otobüs durağına park etttiğim. Yalan. Günlük kontenjanlarını doldurmak için kafalarına göre çekiyorlar, o gün piyango bana vurdu. Hiçbir sonuç elde edemeden 70 lirayı tıpış tıpış ödedim. İnşallah bu haksızlığa bir çözüm bulurlar. İnanmıyorum da yine bekleyelim görelim. Mehmet Durmuşoğlu.

*****


Tetik bizde olsa ne olur ki...

Suriye sınırımıza yerleştirilmek üzere Patriot füzelerini resmen istediğimiz açıklandı. Hatta bunun için Diyarbakır’da “konumlandırma” çalışmalarının bile yapıldığı biliniyor artık.

Başbakan Erdoğan talebin kendilerinden geldiğini ve amacın Türkiye’nin hava savunma sahasını güçlendirmek olduğunu açıkladı. Sonra da ekledi; “Tetik bizim elimizde olacak.”

Ancak şu ayrıntıyı görmemiz gerek.

Patriot‘lar, bir bölgeye yönelik füze saldırılarına karşı koyma sistemi. Biz bu sistemi satın almıyor sadece kiralıyoruz. Daha doğrusu NATO bu sistemi bize vermiyor, emanet ediyor. Kullanmak için de kendi askeri personelini getiriyor.

Patriot’ları bundan önce iki kere getirdik. I. ve II. Körfez Operasyonlarında Saddam füzelerine önlem olarak sınırımıza konulmuş, savaş bittikten sonra sökülüp götürülmüştü. Şimdi tekrar geleceğine göre demek ki bir savaş tehdidi altındayız. O füzeler yerinden sökülmediği sürece de bu tehdit devam edecektir. O halde “tetiğin bizde olmasının” çok da anlamı yok. Türkiye’ye atılan bir füzenin havada imha edilmesi için tetiğe benim subayım bassa ne olur, Hollandalı bassa ne olur?

Öyle sanıyorum ki, “tetik bizde” sloganının asıl amacı, kamuoyunun “bir savaş mı geliyor?” endişesine emniyet supabı olarak kullanılıyor.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları