loading
close
SON DAKİKALAR

Çin’in alfabe değiştirmediğini söyleyenleri üzecek bilgi

Can Ataklı
Tarih: 05.08.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı: Ama günümüzün cahilleri bu yalana çabucak inanır ve “Ah Atatürk, ne yaptın sen bu milletin diline?” diye de hayıflanırlar.

ANALİZ

Esef etmeye gerek yok, bunun tek yolu; girersin dağıtırsın olur biter

Halkın bir bölümüne sorarsanız; Erdoğan sayesinde Türkiye’nin süper güç olduğuna inanıyor.

– Artık Türkiye dünyanın önemli oyun kurucularından biri.

– Güya Türkiye olmadan artık hiçbir karar alınamıyor.

– Doğu Akdeniz’in tek sahibi Türkiye.

– Rusya’yı dize getiriyoruz.

– İsrail’e kafa tutabilen ve sözünü geçiren tek ülkeyiz.

– Amerika, Türkiye olmadan bölgede adım atamıyor.

– Avrupa Birliği önümüzde eğiliyor.

– Dünya Türkiye’ye kıskanıyor

– Bütün ülkeler Türkiye’de yatırım yapabilmek için birbirini eziyor.

Tüm bunlara inanan o kadar çok kişi var ki.

Ama örneğin bunlardan hiçbirinin aklına “Bu can bu bedende oldukça, o gazeteci hapisten çıkamaz” denilmesinden kısa bir süre sonra, “O gazeteci nasıl oldu da hapisten çıkıverdi?” sorusu gelmiyor.

Ya da “Yeri göğü inlettiniz, Amerika’nın Kudüs’te elçilik açamayacağını, bunu asla kabul etmeyeceğinizi dünyaya ilan ettiniz, peki niye hâlâ  o elçilik kapanmadı?” diye sormak da yok.

“Amerika’nın PYD’ye silah ve mühimmat yardımı yapmasına henüz 1000 kamyon gitmişken ‘Sabrımızı zorlamayın’ diye tepki koymaya başlamıştınız, şimdi 50 bin kamyonu geçtiler, bu ne sabırmış sizdeki” demeyi akıllarına bile getirmiyorlar.

“Dünya liderinin, Gazze’ye bir türlü neden gidemediği de” asla merak konusu olmuyor.

Soruları uzatın dilediğiniz kadar çünkü bitmez.

Şimdi burnumuzun dibinde yeni bir devlet kuruluyor, üstelik bu devlete Amerika tarafından zengin bir petrol bölgesi bahşediliyor, bununla ilgili anlaşmaları da anlı şanlı törenlerle imzalıyorlar.

Peki Türkiye’yi yönetenler ne yapıyor?

Esef ediyorlar.

Daha ne yapsınlar.

Diyor ki Dışişleri Bakanlığı, “PKK/YPG terör örgütü güdümündeki ‘Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki topraklarda petrol çıkarma, işleme ve ticaretini yapmak üzere ABD’de yerleşik Delta Crescent Energy LLC adlı şirketle bir sözleşme imzaladığı basında bildirilmiştir.”

Koskoca Dışişleri Bakanlığı, burnumuzun dibindeki gelişmeyi “basından” öğreniyor. Cevvaliyete bakar mısınız?

Sonra devam ediyor açıklama; “PKK/YPG terör örgütü, bu adımla Suriye halkının doğal kaynaklarına el koyarak bölücü gündemini ilerletme emelini açıkça gözler önüne sermiştir. Suriye’nin doğal kaynakları, Suriye halkına aittir.”

Yani aslında bizim için pek dert değil ama komşu ülkenin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine o kadar saygılıyız ki, bu fiili duruma çok kızıyoruz.

Bakanlık açıklaması şöyle bitiyor; “ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne, birliğine ve egemenliğine kasteden ve terörizmin finansmanı kapsamına giren bu adıma destek vermesini esefle karşılıyoruz. Hiçbir meşru saikle gerekçelendirilemeyecek olan bu tasarruf asla kabul edilemez.”

Görüldüğü gibi her zaman olduğu gibi yine “asla kabul etmiyoruz” da takan yok galiba.

Oysa yıllardır yapılmayan ve yapılması gereken şey çok basit.

Önce uyarırsın, sonra bir daha uyarırsın, baktın seni dinleyen yok mu, girersin içeri, dağıtırsın her şeyi, olur biter.

Yıllardır bunu söylüyorum yazıyorum.

Aklıevvel yandaşlar, “Savaş mı istiyorsun? Git kendin savaş” türü saçmalıklarla saldırdılar hep.

Ama sonunda Türk askerini operasyona sürüklemek zorunda kaldılar.

Buna karşı eğer bu musibetler henüz palazlanmadan müdahale edilse ve Türkiye’nin gücü gösterilse şu anda çok daha huzur içinde yaşıyor olabilirdik.

BUNU YAZMAK GEREK

Çin’in alfabe değiştirmediğini söyleyenleri üzecek bilgi

Türkiye Cumhuriyeti’nden hiç hazzetmeyen ve Atatürk’e her fırsatta düşmanlık edenlerin ortak söylemlerinden biri de “Arap harflerinden Latin harflerine geçilmesi ile birlikte bir gecede toplumun cahil kaldığı” yalanıdır.

Sanki Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda herkes okuma yazma biliyordu da harfler değişince herkes bir anda okuryazar olmaktan çıktı.

O yıllarda okuma yazma oranı yüzde 5’leri bile zor buluyordu.

Askerlerin, bir kısım devlet memurlarının, öğretmen, mühendis ve doktorların dışında zaten okuma yazma bilen neredeyse yoktu.

Kadınların ise yüzde biri bile okuma yazmaktan bihaberdi.

Ama günümüzün cahilleri bu yalana çabucak inanır ve “Ah Atatürk, ne yaptın sen bu milletin diline?” diye de hayıflanırlar.

Tabii bazıları da Kuran’ın, günün koşulları gereği Arapça indirilmesinden yola çıkarak bu dili ve harflerini “kutsal sandıkları” için pek meraklıdırlar Arapçaya.

Tatil yaptığım sırada, Erdoğan’ın mahdumlarından biri bir televizyonda yine harf konusunu diline dolamış ve “Harflerimizi değiştirdiler, bizi ilimden uzaklaştırdılar” demiş.

Sonra bu konudaki her bilgisizin yaptığı gibi “Dünyanın en zor dili olan Çin, harflerini değiştirdi mi?” diye sormuş.

Evet değiştirdi.

Çin alfabesi çok karmaşıktır, harf gibi değildir ve anlamlar üzerine kuruludur.

Çin’de harf gibi algılanabilecek on binlerce figür var.

Mao, 1954 yılında Kültür Devrimi sırasında Çin yazısındaki 45 bin figürü kaldırarak ya da sadeleştirerek halkın okuma yazma öğrenmesini kolaylaştırmıştı.

Dünyada en çok konuşulan dil Çince.

Ama karmaşık harf düzenleri nedeniyle herkes okuma yazma öğrenemiyor.

Harflerini belki tümüyle değiştirmemişler ama makul sayıya indirmişler.

Bilerek konuşmak gerek yani, öyle kulaktan dolma bilgilerle olmaz bu iş.

Bu arada bizdeki harfler ilk kez değişmedi ki.

1300 yıl önce Türkler Müslüman yapılırken, kullandıkları Göktürk alfabesi de değiştirilmiş ve Arapça harfler kullanılmaya başlanmıştı.

O zaman Göktürk harflerine dönelim, çünkü bizim asıl harflerimiz Arapça değil ki.

Ve son sözüm: Madem Arapça şimdiki harflerimizden daha iyiydi, 600 yıl niye gelişemedik, ileri gidemedik ve koca imparatorluğu batırdık?

ŞAŞIRDIM

Bayramda toplu taşıma araçları bedavaydı, öyle mi?

Artık hepimiz alıştık, bayram günlerinde toplu taşıma araçlarının bedava olmasına.

Aynı şekilde köprü ve otoyollar da bedava.

Ama bir şartla.

Millete ait yollar ve köprüler bedava, AKP’li müteahhitlerin pahalı yol ve köprülerinden geçmek ise yine paralı.

Bayramın ikinci günü Mersin’deki yakınları İstanbul’a gelen bir arkadaşımla sohbet ederken, “Yahu anlamadım, hani toplu ulaşım bedavaydı?” diye sordu.

Ben de “Bedava, niye sordun ki?” dedim.

“Sabah tünele bindim, yanında misafirlerimden ikisi vardı, onlar için de kart bastım, ekranda kalan hakkınız bir gibi bir yazı çıktı” karşılığını verdi.

“Nasıl olur, yıllardır bayramlarda otobüsler, metrobüs, metro, tramvay ve tünel bedava” dedim.

Sonra aklıma geldi Beyaz Masa’yı aradım.

Önce korona ile ilgili uyarıları dinledik, sonra Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun bayram mesajını öğrendik, sonra hangi konuda arıyorsak onunla ilgili birimlere ulaşmak için hangi numaraya basmamız gerektiğini belirten komutlara maruz kaldık.

Bir dakikadan fazla sürdü bu tören.

Sonunda bir genç kız sesi çıktı karşımıza.

“Toplu ulaşım bedava değil mi?” diye sordum.

Genç kız sesi “Mustafa Bey’le görüşüyorum değil mi?” dedi önce.

Demek ki kimin aradığını anında görüyorlar. Tabii Can olan adımın önünde Mustafa da olunca o isimle hitap ediyor.

Mekanik bir sesle “Evet Mustafa Bey, toplu araçlarımız bayramda ücretsiz” dedi.

“Tamam da” dedim “Tünel’e bindim, misafirlerim için de kart okutunca bir hakkımız kaldığı uyarısı geldi” diye ekledim.

Belediyenin sesi “Günde 24 kere binme hakkınız var. Ancak aynı araca üst üste sadece 4 kere binebiliyorsunuz” dedi.

Ben de “Yani” dedim, “Diyelim ki yanımda İstanbul dışından gelen ve İstanbul Kart’ı olmayan 4 misafirim varsa ve bir otobüse binmek istesek, kartı dört defa okutacağım, onlar bedava olacak beşincisi paralı mı?”

Muhtemelen kız anlamadı, “Bizdeki bilgi bu yönde” diye kendine bir tür kurtuluş yolu açtı.

Kapadık telefonu.

Daha önceki dönemlerde de bu böyle miydi bilmiyorum.

Ama “bedava” denmesinden sonra bu sınırlamayı yapmak acaba kimin aklı?

Madem bayramlarda bedava yapıyorsunuz, açarsınız turnikeleri herkes geçer.

Bİ SORALIM BAKALIM

S-400’lerin akıbetini biri çıkıp açıklasa

Nisan ayını 3 ay geçtik.

Bundan neredeyse tam bir yıl önce, AKP Genel Başkanı çok net konuşmuştu ve “S-400’ler nisan ayında hazır olur” demişti.

Zaman akıp gidiyor.

Nisan geldi geçti.

Üzerine mayısı, haziranı ve temmuzu da bitirdik.

Geçenlerde canımı çok sıkan bir haber okudum.

Aynen şöyleydi haber;

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’ne ifade veren Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “Türk Hükümeti’nin S-400’leri satın almasına yanıt olarak dikkate değer adımlar attık. Nihai hedefimize ulaşmak için yaptırımların nasıl uygulanacağını değerlendirmeye devam ediyoruz” dedi. Sputnik’in haberine göre Pompeo, amaçlarının Türkiye’yi “cezalandırmak” değil, Ankara’nın “ABD’nin ve NATO’nun güvenliğiyle tutarlı bir şekilde hareket etmesini sağlamak” olduğunu vurguladı.

Görüyorsunuz değil mi, Amerika’nın bir bakanı, Türkiye’yi cezalandırmaktan söz ediyor.

Ama duruma biraz daha bakacaklarmış, Türkiye’yi öncelikle hizaya getirmeye çabalayacaklarmış.

Ülkenin getirildiği hali görüyorsunuz değil mi?

YENİ ÖĞRENDİM

Yurt dışından para mı geldi, bankadan bunu döviz olarak alamıyorsunuz

Oğlu “medeni” ülkelerden birinde yaşayan emekli bir dostumla beraberdik dün.

“Bizim oğlan ara sıra para gönderiyor, nefes alıyoruz” dedi.

Son olarak 1000 dolar göndermiş.

“Yaşadığı ülkeye ve yaptığı işe göre onun için önemli para değil ama burada bizim çok işimize yarıyor” diye biraz da övünerek konuştu.

Sonra “Ama” dedi ve devam etti; “Son gönderdiği parayı almak üzere gönderdiği kamu bankasına gidince müthiş bir gerçekle karşılaştım.”

Tabii merakla “Hayrola nedir o müthiş gerçek?” diye sordum.

Anlattı;

“Bir” dedi; önce “Bin doları, 972 dolar olarak hesaba geçirdiler. 28 dolar güya bankacılık hizmetleri için alınıyormuş, artık ne hizmeti veriyorlarsa bilmiyorum.”

Ardından devam etti.

“İki” dedi; “Parayı dolar olarak hemen almak istedim ama vermediler.”

Şaşırdım tabii, “Nasıl vermezler, para senin değil mi?”

Emekli dostum, “Ben de öyle sanıyordum ama meğer tepeden talimat gelmiş, yurt dışından gelen paraların döviz cinsinden ödenmesi yasaklanmış.”

Tabii tam yasaklama değil, bu tür paralar en az 30 gün geçtikten sonra döviz cinsi olarak ödenebiliyormuş.

“Buna karşı eğer Türk Lirası olarak istersem hemen ödüyorlar” dedi dostum ve “Ama onu da piyasa fiyatlarının yüzde 3 altına bozarak yapıyorlar..”

Emekli dostumun bunların anlattığı gün, damat bakan imalat sanayinde müthiş artış olduğunu ve ekonominin iyice düzeldiğinin bir göstergesi olduğunu söylerken, Ticaret Bakanı da ihracatta yine rekor kırıldığını, Türkiye’nin pandemi günlerini güçlenerek atlattığını açıklıyordu.

Eş zamanlı olarak “Bin doların bile dolar cinsinden ödenemediğini” öğrenmenin şokunu yaşadım ben de.

Güçlenen, dünyaya parmak ısırtan, herkesi kıskandıran bir ekonomide, yurt dışından gelen bir parayı bile döviz olarak ödeyememek ne anlama geliyor acaba?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları