loading
close
SON DAKİKALAR

Erdoğan, çocuk evliliği ile ilgili bir hafta neden sustu?

Can Ataklı
Tarih: 14.12.2022
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Atatürk tarikatlar, şeyhler, müritler ve kıyafetleri hakkında ne demişti?

BUNU YAZMAK GEREKİR

Atatürk tarikatlar, şeyhler, müritler ve kıyafetleri hakkında ne demişti?

Bugün tarikatlar ve cemaatler çok tartışılıyor.

İşin garibi, bu tartışmalar siyasi anlamda olmuyor.

Çünkü pek çok tarikat ve cemaat işlevleri, hizmetleri ya da siyasi anlamdaki faaliyetleri nedeniyle değil türlü sapıklık ve uygunsuz tutumları nedeniyle gündemde.

Tabii asıl konu bu tarikat ve cemaatlerin işlevleridir ve inanın bu konu çok önemlidir.

Büyük Atatürk zamanında tekkeleri, zaviyeleri kapatıp tarikatların etkinliğini azaltırken bunu din düşmanlığı ya da İslamiyet’e karşı olduğu için yapmıyordu.

Bu tür tarikat ve cemaatlerin kendi çıkarları uğruna dini istismar ettiklerini, halkı kandırdıklarını, her türlü medeniyete ve gelişmeye sekte vurduklarını görüyordu, biliyordu.

Atatürk, 600 yıl kul olarak yaşamış bir halkı kendi özgür iradesine kavuşturmayı amaçlıyordu ve devrimler de bunun için yapıldı.

Aradan neredeyse 100 yıl geçti ama dini kendi şahsi amaçlarını için kullanan, cahil bıraktıkları halkı sürekli kandırarak egemenliklerini sürdürenler bitmedi.

Hatta öyle ki ülkemiz ne yazık ki 100 yıl öncesinin cehaletine savruldu gitti.

Bugün sizlere Atatürk’ün 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da yaptığı konuşmadan bir bölümü sunmak istiyorum.

Bakın Atatürk tarikatlar, bunları yönetenler, giydikleri kıyafetler hakkında bundan 97 yıl önce neler söylemiş:

Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.

En doğru, en gerçek yol; medeniyet yoludur.

Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.

Arkadaşlar, huzurunuzda millet karşısında düşüncelerimi sunarken hissettiğim ve gördüğüm konuları olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan karşısında görev bilirim.

Cumhuriyet Hükümetimizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurlar bulunmaktadır.

Bu görevli kişilerin ilim, erdem derecesi bellidir.

Ancak burada görevli olmayan birçok insanlarda görüyorum ki, aynı kıyafet giyiminde devam etmektedirler.

Bu gibiler içinde çok bilgisiz hatta okuma yazma bilemeyenlerle karşılaştım.

Özellikle bu gibi bilgisizler bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya âdeta bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar.

Bu gibilere sormak istiyorum. Bu durum ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?

Bilindiği gibi milletin temsilcileri seçtikleri milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Meclis’in güvenine sahip Cumhuriyet Hükümeti’dir.

Bir de yerel seçilmiş belediye başkanları ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle uygun değildir.

Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kimselerin görevli olan kişilerle aynı kıyafeti taşımalarındaki sakıncayı hükümetin dikkatine sunacağım.

YENİ ÖĞRENDİM

Erdoğan, çocuk evliliği ile ilgili bir hafta neden sustu?

Herkesin dikkatini çekti.

Erdoğan bir tarikat şeyhinin 6 yaşındaki öz kızını evlendirmesi üzerine uzun süre sessiz kaldı.

Peke neden?

Her konuda anında açıklamalar yapan Erdoğan neden bu konu karşısında sessiz kaldı ve bir hafta boyunca hiç konuşmadı?

Dini çevreleri de iyi tanıyan bir dostum aradı dün.

“Beklediler çünkü o genç kadını ikna etme çalışmaları sürüyordu” dedi.

Doğal olarak sordum, “Neye ikna edeceklerdi?” diye.

Dostum, “Bir hafta boyunca uğraştırlar, genç kadının aklına girmeye çalıştılar, olayı yalanlamasını, bir öfke sonucu gidip şikayetçi olduğunu ama şimdi bundan derin pişmanlık duyduğunu çünkü mutlu bir hayatı olduğunu açıklamasını istediler” dedikten sonra ekledi:

“Sakın bunun sakin biçimde sürdüğünü sanma, hayli ağır baskı yaptılar, tehditler; şantajlar havalarda uçtu. Ama nasıl oldu ben de bilemiyorum o genç kadın geri adım atmadı.”

Bunları dinleyince, 6 yaşında evlendirilen genç kadının yakınlarının sözleri kulaklarımda sızladı.

Ne diyorlardı: “Kardeşimiz psikolojik bunalımdaydı, birilerinin etkisi altına girdi, onlar kardeşimizin aklını çeldiler.”

Peki kimdir bu “birileri” söylemiyorlar.

Tıpkı Erdoğan’ın “dış güçler, karanlık odaklar” sözleri gibi bunlar da “görünmeyen, bilinmeyen” güçlerin etkisinden söz ettiler.

Ama sonuç ortada.

İstedikleri kıvamı tutturamayınca şimdi “Hesabı mutlaka sorulacak, olmaz böyle şey” demeye başladılar.

Tabii burada en kötü duruma düşenler, sarayın “Nasıl olsa reis bu konuya karşı çıkacaktır” diyerek ortaya atılan trollerine oldu.

“28 Şubat hortlatılıyor” falan gibi saçmalıkları öne sürenler fena bozum oldular.

OKURDAN

Giderlerse gitsinler derken şimdi doktorlara muhtaç oldular

Bir doktor dostum, bütçe görüşmelerinde Sağlık Bakanı’nı dinledikten sonra aradı.

“Sevgili Can, Bakan’ı dinlerken çok üzüldüm, bu konuda küçük bir not yazdım, köşene koyar mısın?” diye sordu.

Doktor dostumun mesajı şöyle:

AKP zihniyeti, doktorları da bölmüş durumda…

Sağlık Bakanı bütçe görüşmelerinde açıkladı; 45 bin sözleşmeli personel alınacakmış. Bunun yaklaşık 20 bini uzman doktor, 7 bini doktor olacakmış.

Sözleşmeli doktorların normal doktorlara göre pek çok avantajlı durumu var:

-En başta maaşları, aynı işi yapan diğer doktorlardan en az 2000-3000 TL daha yüksek.

-İstifa etmeleri ve daha sonra çalıştığı kuruma geri dönüşleri daha kolay.

Normal memur olan doktor; usullü istifa ederse 6 ay, usulsüz istifa ederse 12 ay memuriyete dönemiyor. Sözleşmeli doktor istifasında ise böyle bir durum söz konusu değil.

AKP, doktorları neden sözleşmeliye yönlendirmek istiyor olabilir?

Doktorlar; güvenlik, yaşam olanaklarının kısıtlı olması sebebiyle Doğu ve Güneydoğu’ya pek gitmek istemiyorlar. Bu bölgelerdeki bazı şehirlerde sadece bir tek uzman doktor var.

Bu şehirlerde yaşayan halk, AKP’ye oldukça kızgın. AKP, bu şehirlerde sözleşmeli doktor kadrosu açarak halkın tepkisini azaltmak istiyor. En azından seçime kadar durumu idare etmek istiyor.

“Giderlerse gitsinler” diyen zihniyet şimdi ise doktorların eline düşmüş durumda.

KOMİK

Açlık sınırını anlıyoruz da…

Hafta sonu gördüğüm bir tweete bayıldım.

Diyordu ki “Açlık sınırı biliyoruz, bir de tokluk sınırı konsa…”

Sonra bir cümle daha eklemiş: “Şu toklar da tokluk sınırını aşmasın.”

Kendimi tutamayıp sesli gülmüşüm.

Öyle ya hep açlık sınırını konuşuyoruz.

Bir insan ne kadar parayla ancak açlıktan ölmez?

Buna karşı “tokluk sınırı” yok gerçekten.

Ve işin kötüsü tokluk sınırı olmadığı için toklar doyduklarını bir türlü anlamıyorlar galiba.

BAŞIMDAN GEÇENLER

AFAD, İstanbulluların pazar gününü zehir etti

Cumartesi günü cep telefonlarımıza AFAD tarafından gönderilen şöyle bir mesaj geldi; “Meteorolojiye göre İstanbul’da bugün ve yarın fırtına beklenmektedir. Ağaç, direk devrilmesi, çatı uçması, baca gazı zehirlenmelerine karşı tedbirli olun.”

Bu mesaj İstanbul halkına yönelikti.

Doğal olarak pek çok kişi paniğe kapıldı.

AFAD gönderdiğine göre durum gerçekten çok vahim olabilirdi.

Ama o ne, cumartesi ve pazar günü yağmur yağmadı, şiddetli lodos vardı ama sadece İstanbul’un Marmara Denizi’ne bakan sahillerini etkiledi.

Dün, ara sıra gittiğim bir kahveye gittim.

Çok sevdiğim sahibi yanıma geldi “Bu AFAD var ya bu hafta sonunu rezil etti” dedi.

Söylediğine göre pazar sabahı AFAD’dan “Afet geliyor” mesajı alan yüzbinlerce İstanbullu dışarı çıkmaya çekinmiş.

Hafta sonları tıklım tıklım dolan pek çok kahvaltı mekanı ya da deniz kenarlarında kafeteryaların çoğu boş kalmış.

Peki bu AFAD’ın meteorolojisi, hangi meteoroloji acaba?

ŞAKA GİBİ

Bir yıl öncesini “umut” gibi pompalıyorlar

Ekonomide dibe vurmak üzereyiz ama AKP iktidarı sanki hiçbir şey yokmuş gibi ve hatta adeta alay ederek davranıyor.

Erdoğan hedef olarak “2023’te enflasyonun yüzde 20’ye, 2024’te ise tek haneli rakama indirileceğini” gösterdi.

Sanki 20 yıldır iktidarda oturan kendisi değil.

Haydi bunu geçelim, bugün hedef gösterilen yüzde 20 enflasyon geçen yıl kasım ayındaki enflasyonla aynı.

2021 yılında enflasyon yüzde 14.9 ile başlamıştı.

Her ay biraz artan enflasyon ekim ayında 19.8 kasımda ise 21.3 olmuştu.

Aralık enflasyonu ise 36.08’e fırlamıştı.

Ardından tutulamadı. 2022’de resmi enflasyon rakamı bile yüzde 85’e dayandı.

Şimdi kalkıp “Hedef yüzde 20” demek bir şaka olmalı herhalde.

Ya Nebati’nin sözlerine ne demeli?

“Asgari ücretliye de memura da emekliye de ne verilse haklarıdır. Fakir-fukaraya vermek bereket getirir.”

Kendi memurunu bile fakir gören bir kişiyi maliyenin başına getirmek de bir başka türlü şaka galiba.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları