loading
close
SON DAKİKALAR

Hak arayanları dayaktan geçirenler hak aramanın erdemini savundu

Can Ataklı
Tarih: 22.11.2022
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Öyle “Devletler arasında ebedi düşmanlık olmaz” demekle olmaz.

ANALİZ

Öyle “Devletler arasında ebedi düşmanlık olmaz” demekle olmaz

Dünya Kupası, Katar’da başladı.

Muhtemelen tarihin en sönük geçecek dünya kupası finallerinin açılış töreni özellikle Ortadoğu ve Müslüman ülke liderlerinin de bir araya geldiği zirve niteliğindeydi.

Erdoğan da açılışa davetliydi.

Katar Şeyhi’nin verdiği resepsiyona katıldı, burada diğer ülke liderleriyle keyifli anlar yaşadı.

Bu resepsiyonun en ilginç anı kuşkusuz Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile hayli hararetli biçimde el sıkışmasıydı.

Konunun ilginç olmasının nedeni basit.

Çünkü Erdoğan, Sisi’yi iş başına geldiği 3 Temmuz 2013’ten bu yana tanımadığını söylüyordu.

Erdoğan’a göre Sisi, Mısır’ın başına darbe ile gelmişti.

Demokratik yollardan seçilen Mursi’yi askeri harekatla yıkmış ve ülkenin başına geçmişti.

Erdoğan bir darbeci ile asla yan yana gelemezdi.

Türkiye’nin de darbeci bir ülke ile iş birliği yapması mümkün değildi.

Öyle ki Erdoğan bir Birleşmiş Milletler toplantısında verilen yemekte Sisi ile aynı masaya düştüğünü öğrenince “O adamın oturduğu masada oturmam” diyerek durumu protesto etmişti.

Ancak aynı Erdoğan şimdi Katar’da Sisi ile son derece dostane görünümlü bir el sıkışma fotoğrafında yer aldı.

Gerçi bu tür ayıplı durumlara çoktan alıştık.

Daha önce de Suudi Arabistan, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ile de aynı duruma düşmüştük. Erdoğan ve çevresi bu tür “U” dönüşlerini hiç kafalarına takmıyorlar bile.

Kamuoyuna da “Devletler arasında ebedi düşmanlıklar olmaz, dış siyaset neyi gerektiriyorsa öyle davranırız” diyorlar.

Büyük palavra bu tabii.

İşlenen bir ayıbı güya kurnazlıkla örtmek istiyorlar.

Elbette “Devletler arasında ebedi düşmanlık olmaz” sözü doğrudur.

Ama bu söz düzgün bir dış politika yürüten ülkeler için geçerlidir.

Dünyada Erdoğan’dan başka dış siyaset konusunda kendini fena halde bağlayan başka bir ülke yöneticisi yok.

Sadece Erdoğan dış politikayı Kasımpaşalı edasıyla yürütmeye çalıştığı için “Ben bu görevde olduğum sürece” başlığı altında bazı ülkelere efelenmişti bugüne kadar.

Örneğin “Ben bu görevde olduğum sürece İsrail ile asla bir ilişki kurulamaz” demişti.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman’ın “bir katil olduğunu” söylemiş ve “Ben bu görevdeyken onlarla iş yapılamaz” diye konuşmuştu.

Aynı şekilde Birleşik Arap Amirlikleri’ne (BAE) de ağır hakaretler etmiş “Biz sizi Kut-ul Amere’de yaptıklarınızdan tanırız” demişti.

Saray medyası ise Birleşik Arap Emirlikleri için “Şerefsizler” başlığını atmıştı.

Sonra olanları ibretle izliyoruz.

Sıkıyı ya da parayı gördükleri anda “devletler arasında ebedi düşmanlık olmaz” lafının arkasına sığınıyorlar.

Başka ülkelerin yöneticileri dış politikalarını asla böyle yürütmüyorlar ve gerektiğinde düşman gibi oldukları ülkelerle iyi ilişkiler kurabiliyorlar.

Ciddi devletlerle günü kurtarmaya çalışan gayriciddi devletler arasındaki fark bu.

ÜZÜLDÜM

Babıali çok renkli bir ismini yitirdi

Hıncal Uluç deyince “Medya, bir büyüğünü kaybetti” demek gelmiyor içimden.

Çünkü Hıncal Abi, “Babıali” döneminden “gazetecilikten” gelme bir isim.

Olanakların çok kıt, teknolojinin bugüne oranla hayli geri, haberleşmenin ise neredeyse ilkel olduğu dönemlerde bütün olumsuz koşullara karşı harikalar yaratan bir gazeteciydi.

Popüler dergiciliğin babası olarak kabul edebiliriz Hıncal Uluç’u.

Spor yazıları o dönemler için çok şaşırtıcıydı.

Günlük gazeteciliğe ise yarım sayfadan fazla bir alanı 4-5 farklı yazıyla dolduran ilk yazar olarak geçmişti.

Yazılarıyla hem en sevilen bazen de en nefret edilen kişi olmayı başarmış nadir bir gazeteciydi.

Hayatının bir bölümünü çok ciddi bir sağlık sorunu ile geçirmesine rağmen direndi, kazandı ve çok uzun yıllar ülkenin en renkli gazetecilerinden biri olmayı başardı.

Ölümü pek çok seveni gibi beni de çok üzdü.

Son yıllarını sarayın emrindeki Sabah’ta geçirmesi içime hiç sinmiyordu.

Ama her şeye rağmen orada bile onurunu korumayı olabildiğince başarmıştı.

Mekanı cennet olsun.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Hak arayanları dayaktan geçirenler hak aramanın erdemini savundu

Maaş promosyonlarındaki çılgınlığı biliyorsunuz.

Çeşitli kurumlar bankalarla özel anlaşmalar yaparak çalışanlarına hayli yüksek miktarlarda promosyon çıkarabiliyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü de bir banka ile yaptığı anlaşma sonunda polislere 27 bin liralık promosyon sağlamış.

Banka sayıları 330 bini bulan polislerin paralarını geçen haftadan itibaren hesaplarına yatırmaya başlamış.

Bu haberde ilgimi çeken nokta ne biliyor musunuz?

Promosyon anlaşmasının sağlanmasından sonra Emniyet-Sen Genel Başkanı, “Yüzde 85’in hesabına yattı. Hak aramanın tadına vardık. Bundan sonra da başka haklarımız için aynı kararlılıkla mücadele etmeye devam edeceğiz” demiş.

Ne güzel.

Polisler de “hak aramanın tadını” anlamışlar demek.

Ama aynı polisler başka hak arayanlara hiç acımıyor, kırıp geçiriyor.

Hayat çoğu kez böyle ironilerle dolu.

Polisler “hak aradıklarında karşılarına onları kırıp geçirecek bir güç” çıkmıyor haliyle.

Onlar da “Mücadele ettik, hakkımızı aldık” diye övünüyor.

“Emekli polisler” hak aramaya kalksınlar bakalım ne olacak?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Terbiyesizlere dokunamıyorlar ama kalabalıkları görüntüleyen kameraları alana sokmuyorlar

Birkaç gün önce bu köşede sormuştum Anıtkabir Komutanlığı’na “10 Kasım günü terbiyesizlik yapanlara yönelik bir soruşturma açıldı mı?” diye.

Elbette ne bir ses ne bir cevap var.

AKP iktidarının temel anlayışı böyle zaten: Hiçbir şeye cevap verme kimseyi ciddiye alma, işi oluruna bırak.

Belli ki Anıtkabir Komutanlığı’nın yüreği o terbiyesizler hakkında soruşturma açmaya yetmemiş ve tahminen yetmeyecek de.

Ama aynı Komutanlık, Anıtkabir’e gerçekten Atatürk sevgisiyle, millet aşkıyla, vatan sevgisiyle gelenlere her türlü zorluğu çıkarıyor.

Bunun da ötesinde bu coşkulu kalabalıkları görüntülemek isteyen televizyon kameralarına da izin vermiyorlar.

10 Kasım günü sabah o densizlerin terbiyesizliği yaşanırken öğleden sonra millet akın akın Anıtkabir’e koşarken canlı yayın yapmak isteyen Halk TV ve Fox kameraları alana sokulmamış.

Ne günlere kaldık böyle…

BUNU YAZMAK GEREK

Sokak hayvanlarını öldürmeden önce belediyelerin veteriner kadrolarını yeniden açın

Son günlerde sokak hayvanları ile ilgili hayli sert tartışmalar yaşanıyor.

Başıboş hayvanların tehlike yarattığını örnekleriyle anlatanlara karşı hayvan severlerin ciddi bir savaşı var.

Sonunda konuya Erdoğan da müdahil oldu ve “Sokak köpeklerinin yeri barınaklardır” dedi.

Sonra da Konya Büyükşehir Belediyesi’ni örnek gösterdi.

Baktım, gerçekten Konya Büyükşehir Belediyesi’nin hayvan barınakları çok güzel.

Ancak bir iki belediyenin duyarlı olmasıyla çözülecek iş değil bu.

Birçok belediyenin hayvan barınağı var ama onlara barınak denir mi bilemiyorum.

Erdoğan, Konya Büyükşehir Belediyesi ile övünüyor ama kendi imzasıyla alınan bir karar belediyeleri bu konuda zora sokuyor.

Çünkü 2004 yılında Erdoğan imzasıyla belediyelerinin veteriner çalıştırma zorunluğu kaldırılmıştı.

Büyükşehir belediyeleri ise kendi arzuları doğrultusunda veteriner çalıştırabiliyor.

Belediyede veterinerler varken sokak hayvanları seri biçimde aşılanabiliyordu.

Veterinerler sokağa hakimdi ve hayvan hastalıkları da bugünkü kadar yaygın değildi.

Belediyelere yeniden veteriner çalıştırma zorunluğu getirilirse sokak hayvanlarının yarattığı tehlikelerle ilgili şikâyetler çok azalacaktır.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları