loading
close
SON DAKİKALAR

İmzasız ihbar mektuplarıyla yüzlerce kişi tutuklanıyor ama isimli ihbarlara itibar edilmiyor

Can Ataklı
Tarih: 30.05.2012
Köşe: Günlük Yazılar

Oysa yüzlerce kişi üzerinde isim, imza olmayan ihbar mektuplarıyla, e-posta mesajlarıyla tutuklandı. Bu işte bir gariplik yok mu?...

Bu yazımdaki bilgiler yeni değil. 2008 yılından bu yana medyada yer alan haberlerin bir özeti niteliğinde. Ancak buradaki bilgiler ve uygulamalar çok şaşırtıcı. Topluca bir kere daha bakmak yararlı olabilir.



Balyoz davası sanklarından Orgeneral Bilgin Balanlı’dan bir mektup aldım. Bu mektup belli ki sadece bana yazılmış değil. Balanlı benim gibi birçok gazeteci ve yazalara bu mektubun bir örneğini göndermiş.



Nitekim bazı yazarlar köşelerinde bu mektuptan söz ettiler.



Balanlı mektubunda sahteliği defalarca bilimsel olarak kanıtlanmış bir takım dijital deliller nedeniyle hapiste “rehin” tutulduklarını “bırakın yargı işlesin, hukuka müdahale etmeyelim” kandırmacasıyla bir hesaplaşma yapıldığını belirtiyor.



Orgeneral Balanlı’nın mektubunu da tıpkı başka tutuklu generallerden gelen benzer mektuplar gibi içim burkularak okudum.



Ancak Balanlı’nın mektubunda çok ilginç bir bilgi var. Bu bilginin üzerine gittiğimde çok çarpıcı ve korkutucu bazı gerçeklerle karşılaştım.



Balanlı mektubunda Orhan Aykut isimli bir kişiden söz ediyor. Aykut ünlü “Matkap” operasyonu sırasında tutuklanan ve 6 yıl hapse mahkum edilen, cezasını Tekirdağ F Tipi cezaevinde çeken bir mahkum.



Bu kişiyle ilgili bilgileri diğer yazıda bulacaksınız.



Orhan Aykut’un özelliği şu; Cezaevinde tehdit edildiğini ve can güvenliğinin olmadığını belirten Orhan Aykut 13 Aralık 2010’da Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak bir suç duyurusunda bulunuyor.



Aykut’un suç duyurusu çok çarpıcı.

Savcılık metni tek cümleden oluştuğu ve anlaşılmasının zorluğu nedeniyle maddeleştiriyorum.



Aykut’un iddiaları şöyle;



1- Ergenekon silahları olarak bilinen ve gömülü olarak bulunan silahları kimin gömdüğünü biliyorum.



2- Aynı kişiler henüz bulunmamış silah ve mühimmat da gömdüler, bunların yerini biliyorum.



3- Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan askeri rütbeli kişiler hakkında bilgiler topluyor, Ankara’daki 22 katlı binasının 5’inci katında bu belgeler üzerinde ilaveler yaptırıyor ve bazı sahte belgeler oluşturuyor.



4- Eski Van savcısı Ferhat Sarıkaya İhsan Arslan’a sahte belge hazırlama ve bilgi toplama işinde yardım ediyor.



5- Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma uzun saçlı bir subay Balyoz davasına neden olan belgeleri bir çuval içinde getirerek İstanbul 4. Levent’teki bir otelde benim de bulunduğum sırada İhsan Arslan’a teslim etti.



6- Çuval içindeki belgeleri İhsan Arslan bizzat kendi aracı ile Ankara’ya götürdü, söz konusu 22 katlı binanın 5’inci katında bu belgelere eklemeler yapıldı, ayrıca sahte belgeler oluşturuldu.



7- Zir vadisinde bulunan silahları Ankara Emniyeti İstihbaratındaki polisler gömdü. Bu silahlar hükümete bir başkaldırı olması halinde kullanılacaktı. Ancak Yarbay Mustafa Dönmez ile İhsan Arslan arasında bir anlaşmazlık çıkınca silahlar Dönmez ile irtibatlandırıldı ve Dönmez tutuklandı.



8- İhsan Arslan Tuncay Güney’e Mevlüt Çınar adına sahte pasaport hazırladı. Güney bu pasaportla Türkiye’ye giriş yaptı. Kendisine 300.000 dolar para verilerek Ergenekon hakkında açıklamalar yapması dikte ettirildi. Güney’in ifadesi yine Ankara’daki Arslan’ın ofisinde kayda alındı.



Orhan Aykut’un bu suç duyurusu Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı tarafından incelendi, savcılık 12 Ekim 2010’da yetkisizlik kararı verdi ve dilekçeyi ilgili gördüğü İstanbul Cumhuriyet Savcılığına gönderdi.



Aradan tam bir buçuk yıl geçmesine rağmen İstanbul Cumhuriyet Savcılığı hiç bir işlem yapmıyor.



Oysa yüzlerce kişi üzerinde isim, imza olmayan ihbar mektuplarıyla, e-posta mesajlarıyla tutuklandı. Bu işte bir gariplik yok mu?


*****


Orhan Aykut çok ilginç bir kişilik



Bilgin Balanlı’nın mektubunda sözünü ettiği “suç duyurusu yapan” Orhan Aykut çok şaşırtıcı bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor.



1969 Muş doğumlu Aykut, ticaretle geçinen ama her nasılsa her dönem iktidar ve güç sahipleriyle içli dışlı olmuş bir isim.



Aykut 7 Ocak 2008’de ünlü “Matkap operasyonu” çerçevesinde gözaltına alınıyor ve daha sonra tutuklanıyor. Aykut’un suçu organize suç örgütü oluşturmak, Jitem adını kullanarak çeşitli kişi ve kurumları tehdit etmek, şantajla ve şiddet kullanarak para sızdırmak.



Aykut “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın sağ kolu olarak bilinen Zakir Selvi ile İstanbul’da yakalanıyor.



Orhan Aykut’un adı kamuoyunda Güneydoğu’lu 14 milletvekiline PKK’nın suikast yapacağını ihbar etmesiyle duyuldu. Aykut AKP milletvekili İhsan Arslan’a giderek suikasti haber veriyor, Arslan bu ihbarı Başbakan Erdoğan’a iletiyor, Erdoğan da bununla ilgili çok kapsamlı bir çalışma istiyor.



Bu nedenle o sırada Ankara İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, milletvekili İhsan Arslan, bazı askeri kişiler Orhan Aykut’la bir dizi toplantı yapıyorlar.



Devletin istihbarat örgütleriyle bu kadar içli dışlı olan Orhan Aykut bir süre sonra her nasılsa “çete üyesi olmakla” suçlanıyor ve 6 yıl hapse mahkum ediliyor.



Orhan Aykut savunmasında tuzağa düşürüldüğünü söylüyor ve İhsan Arslan’ı suçluyor. Aykut İhsan Arslan’ın kendisinden AKP’nin mafyasının başına geçmesini, Tuncay Özkan’ı vurmasını, AKP’ye karşı çıkanların susturulmasını istediğini ileri sürüyor.



Kısacası Bilgin Balanlı’nın “Suç duyurusu neden işleme konulmuyor?” diye sorduğu Orhan Aykut, özünde “karanlık” bir isim.



Aykut şu anda iktidarı ve iktidara yakın kişileri suçluyor ama, geçmişine bakıldığında AKP, devletin önemli birimleri ve AKP’ye çok yakın isimlerle işbirliği içinde olduğu görülüyor.



Aykut’un elbette “kenara atılmış olma” duygusuyla bir tür “intikam” peşinde olduğu söylenebilir, ama bu yaptığı suç duyurusunda söylediklerinin gerçek olmadığı anlamına gelmez.



Savcılar, isimsiz imzasız ihbar mektuplarına gösterdikleri ilginin onda birini bu suç duyurusuna gösterseler, belki de çok farklı bir çeteleşmeyle yüz yüze gelebiliriz.


*****


İşte adresim



Henüz acemiyim ya, “twitterde ben de varım” diyorum ama adresimi yazmıyorum. İşte twitter adresim: can_atakli_



“Bu alt çizgiler neden var, neden direkt canatakli değil” derseniz, şöyle; çünkü daha önce can ataklı diye başlayan 5 isim alınmış. Bana bu kalmış. En çok takipçisi olan biri kendini kapattı. Bakalım diğerleri kendiliklerinden çekilecek mi?


*****


Günün Sözü


Bu ülkede gündemi takip etmek, Mehmet Ali Erbil’in “Değiştir” yarışmasını izlemek gibi: Birisi şarkıya başlıyor, saniyeler sonra “değiştir” komutu geliyor, şarkı yarıda kalıyor, yenisi başlıyor. Bir süre sonra ortada ne şarkı kalıyor ne de yarışma; iş komediye dönüyor. (Gani Yıldız)


*****


Demek ki Uludere cinayet değilmiş

Başbakan dün yine şaşırttı. Daha önce “cinayet” dediği Uludere olayının aslında zaman zaman rastladığımız bir tür “dost ateşi hatası” olduğunu açıkladı.



“Her kürtaj bir Uludere’dir” söyleminden bir günde “hata olmuş”a geldik

.

Peki şimdi ne olacak?



“Bu bir hunhar katliamdır, iktidar işin sonuna kadar gidecek” söylemleri nereye saklanacak?



Biliyorsunuz iktidar ve yandaşları konunun yargıya intikal ettiğini ve gerçeğin ortaya çıkacağını söylüyorlardı.



Bu durumda açılan soruşturmanın da bir anlamı kalmadı. Başbakan olayın bir “hata” olduğunu açıklıyorsa, hatayı kimin yaptığı da belli demektir.



5.5 ay sonra geldiğimiz nokta budur.



Geçmiş olsun.

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları