loading
close
SON DAKİKALAR

İspanya’da köpek adamı Türkiye’de adam köpeği ısırdı

Can Ataklı
Tarih: 03.06.2014
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Bakanlar kollarına taktıkları 700 bin liralık rüşvet saatleri nispet yaparcasına herkese gösteriyor ama istifa etmiyor.

Bir Anayasa mahkemesi üyesi dün hafif alkol aldıktan sonra meraklısı olduğu motosikletine binip evine doğru giderken, bir kavşaktaki kırmızı ışıkta geçti. O sırada orada olan bir trafik ekibi Anayasa mahkemesi üyesini durdurdu ve hem kırmızı ışıkta geçtiği hem de alkollü olduğu için ceza yazdı.

Anayasa Mahkemesi üyesi istifa etti

Anayasa Mahkemesi başkanlığı için de adı geçen bu üye, bugün istifasını verdi. “kırmızı ışıkta geçtim, bunun mazur görülecek hiçbir tarafı olmadığı gibi bahanesi de yok, bu durumda ülkemin en önemli kurumlarından birindeki görevimi yapmam kamuoyu adına doğru olmaz” dedi.

Yanlış anlamayın, sözünü ettiğim Anayasa mahkemesi üyesi Türkiye’deki anayasa mahkemesinin bir üyesi değil. Kırmızı ışıkta geçtiği için istifa eden kişi İspanya Anayasa Mahkemesi üyesi Enrique Lopez.
Bu haber bugün pek çok internet sitesinin manşetini süslüyordu. Sanıyorum bütün televizyon kanalları haberlerinde bunu verecekleri gibi yarın da bazı gazetelerin birinci sayfasında yer alacaktır bu haber.

Köpek mi adamı adam mı köpeği

Çok bilinen hikâyedir hani, “köpeğin adamı değil adamın köpeği ısırması haberdir.” İşte İspanya Anayasa Mahkemesi üyesi Enrique Lopez’in motosikletiyle kırmızı ışıkta geçmesi Türkiye için “adamın köpeği ısırması” türü çok önemli bir haberdir.
Neden? Çünkü bizde bırakın bir hatayı, herkesin yapabileceği bir kabahati işlemeyi, en ağır suçlamalarda bile istifa etmeyi yediremeyen bir yapı var.

Hiç ar haya yok ki

300 madenci tamamen ihmal, devletin görevini yapmaması nedeniyle ölüyor, enerji bakanı “Ama üç gün hiç uyumadım, gömlek de değiştirmedim, bir parça simit yedim” diye böbürlenip istifa etmiyor.
Bakanlar kollarına taktıkları 700 bin liralık rüşvet saatleri nispet yaparcasına herkese gösteriyor ama istifa etmek hiç akıllarına bile gelmiyor.
Bakanın birine elbise torbası, çikolata kutusu içinde giden paraların görüntüleri çekiliyor, adam bana mısın demiyor, “o görüntüler yasadışı elde edilmiş” bahanesi arkasına sığınıyor.
Bir başka bakanın “yahu adamlardan çuvalla para aldık, işlerini görmek lazım” dediği ses kayıtlarıyla ortaya çıkıyor, adam pişkin, “ne var yani, o kadar iş yapıyoruz” diyerek istifini bozmuyor.
Koca başbakanın “oğlum paraları sıfırladın mı?” sorusuna oğlu “bitiremedim babacığım, kalan 30 milyon euro ile daireler mi alsak” dediği yine ses kayıtlarıyla ortaya çıkıyor, bahane hazır “hepsi montaj, dış güçler yükselen Türkiye’yi çekemiyor.”
Hepsini saymaya kalksam günün yorumunun süresi yetmez.

İstifa zayıflık olarak algılanıyor

Tek gerçek var ki, o da bizde ne olursa olsun istifa etmek kimsenin aklına gelmiyor. İstifayı bir zayıflık, suçu kabul etme olarak algılıyor siyasetçimiz ve bürokratlarımız. Üstelik suç ne kadar büyürse halkın bir kesiminin o kadar hoşuna gittiğini ve oy desteklerini daha da artırdığını gördüklerinden olacak, yakalandıkça “Yetmez, şimdi gün daha fazlasını götürme günüdür” diyorlar adeta.
Neyse, 46 yıllık faşizmden sonra demokrasin, hukuk devleti olmanın, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmanın değerini anlayan İspanya’da muhtemelen “vaka-ı adi”den sayılan bu olay ülkemiz için son derece önemli bir haberdir ama anlayana tabii.

Hafta sonu iki önemli olay

Sevgili izleyiciler, hafta sonunu iki önemli olayla geçirdik. Birincisi Gezi direnişinin yıldönümü nedeniyle İstanbul’da estirilen devlet terörü ve sıkıyönetim dönemlerinde bile görülmemiş önlemlerle halka saldırılmasıydı.
İkincisi ise AKP’nin kaybettiği ama “nasıl olur, biz kaybedemeyiz” diye düşünülerek talimatla bazı önemli merkezlerde yeniden yaptırılan yerel seçimlerdi. Üç önemli yerde yapılan seçimleri AKP’nin kaybetmesi önümüzdeki günlerin siyasi haritasında bazı değişikliklerin olabileceğinin habercisi gibiydi.
Öncelikle Gezi direnişinin yıldönümünü biraz konuşmak istiyorum.

Gezi’de yine vahşet yine şiddet

Gezi direnişi herhalde Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı ve belki de en anlamlı halk hareketiydi. Bir lideri olmadan, belli bir ideolojiye kapılmadan, çeşitli sivil toplum kuruluşlarına veya partilere üye bile olmayan milyonlarca sıradan insanın isyanıydı.
İktidarın sağıyla, soluyla, inanıyla inanmayanıyla herkese bir yaşam biçimi dayatmasına karşı milyonlarca insanın masum baş kaldırışıydı.
Ancak bu masum eylem tamamen Başbakan’ın kin ve öfkesi nedeniyle bir devlet terörüne dönüştürüldü. Başbakan Gezi direnişine katılan milyonları “çapulcular, Vandallar, vatan hainleri, dış güçlerin maşaları” diye aşağıladı. Bizzat kendisi emir vererek polisi halkın üzerine sürdü. Sonuçta 10 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi gözünü kaybetti ya da sakat kaldı, binlerce kişi ise çeşitli şekillerde yaralandı.

İnsanlar elbette gelecekler

Aradan bir yıl geçtikten sonra elbette milyonlarca insan ölenleri anmak, gezi direnişinin anlamına uygun olarak yeniden bir araya gelmek isteyeceklerdir. Bu anayasal hakkı herkesin.
Ancak zaten bir yıldır Gezi paranoyası nedeniyle “beni devirmek, darbe yapmak istiyorlar” diyen ve özellikle 17 Aralık operasyonundan sonra bunun dozunu daha da artıran Başbakan, yine tamamen şahsi emirleriyle İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan etti.
Amerikan ordusu karşısında bir ordu varken bile 20 bin askerle Irak’a girerken, Türkiye’de başbakan silahsız, sıradan sivil insanları namusu gibi gördüğü Taksim’e sokmamak için 25 bin polis, 50 toma aracı ve 5 helikopter tahsis etti.

Ulaşımı yine durdurdular

Sonuçta tıpkı 1 Mayıs inadında olduğu gibi vapurlar, motorlar, metro, otobüsler, finüküler, tünel çalıştırılmadı, Taksim’e 3-4 kilometre mesafeden yollar barikatlarla kapatıldı, İstiklal Caddesi’ne girişler yasaklandı.
Buna rağmen girebilenlere vahşi bir saldırı gerçekleştirildi. Kaçanların sığındığı lokantaların, dükkânların içine bile gaz bombası atıldı, tazyikli su sıkıldı. Polis yine tenhada kıstırdığı kişileri kız erkek, genç yaşlı dinlemeden delice dövdü.
Beyoğlu’nun Emniyet Müdürü bile sokaklara çıkıp çocuk tutuklamaya kalktı. Fotoğraflarını çektirip medyaya servis etti ki başbakan görsün, aferin desin diye herhalde.

Bugünden sonra ne olacak?

Pekiii, cumartesi gününü devlet terörüyle bitirdiniz, Pazar günü zaten kimse gelmedi, bugünden itibaren ne yapacaksınız. 25 bin polis, 50 toma, helikopterler hep mi Taksim ve çevresini koruyup kollayacak. 10 ölüm var Gezi direnişi nedeniyle. O ölüm günleri geldiğinde bütün Türkiye’de ne yapacaksınız?
Bundan sonra ne olur bilemem. Ancak dikkat çekmek istediğim çok önemli ve tehlikeli bir nokta var.
Önce 1 Mayıs’ta denenen ama cumartesi günü çok açığa çıkan bir “sivil polis” olayı var. Artık onların hepsi sivil polis mi yoksa AKP gençlik kollarından, mahalle kabadayılarından, kimi suç örgütlerinden devşirilen adamlar mı bilemiyorum.

Sivil polis eylemci olamaz

Polis sivil polis kullanamaz mı? Elbette kullanır. Ama bir toplumsal olayda bu çapta sivil polis kullanılması üstelik bunların bir kısmının zaman zaman eylemci gibi davranıp kalabalıkları tahrik etmesi olacak şey değildir. Tehlike budur.
Sevgili izleyiciler, şu anda Taksim ve çevresinde görevlendirilmiş sivil polis sayısı inanın resmi üniformalılardan daha fazla. Bunların çoğunda sırt çantası var. Çantalardaki coplar aslında dışarıdan bakınca görülüyor.
Bunlar gruplar halinde geziyorlar, çevreden geçenlere sataşıyorlar, İstiklal caddesi üzerinde müzik yapan, gösteri sergileyenlere müdahale ediyorlar.

Kışkırtıp saldırıyorlar

Ama asıl işlevleri polisin halka gaz ve su sıktığı sırada ortaya çıkıyor. Çünkü o kargaşada kimse yanındaki polis mi protestocu mu yoksa o sırada oradan geçen biri mi anlamıyor bile. Bu sivillerin çoğunun polise doğru taş ve şişe atarken çekilmiş görüntüleri var. Sonra aynı adamlar bir anda yanlarındaki kişinin üzerine çullanıp vurmaya başlıyorlar.
Resmi polisler, herhalde ayırıcı bir özellikleri olduğundan bu sivilleri tanıyorlar ve hemen yardıma koşuyorlar. Resmi polisler dayağı ve gözaltını devralınca bu siviller tekrar kalabalığın arasına karışıp eylemlerine devam ediyorlar.
Şimdi, sokaktasınız, müdahale olsun olmasın, bu sivillerden birkaçın saldırısına uğruyorsunuz. Şikayetçi bile olmanız mümkün değil. Çünkü resmi polislerin kask numaraları var, sivil olarak etrafa dağıtılan ve üzerlerinde polis yeleği olanların yeleklerinde de numara var. Ama bu eylemci süsü verilmiş asıl görevleri ajan provokatörlük olanları tanımlamanız, şikâyetçi olmanız mümkün değil.
Bunlar ister adam döver ister adam öldürür, istenmediğinde yakalanmaları ortaya çıkarılmaları mümkün değil.

Devlet halkına tuzak kuramaz

Bu suçtur sevgili izleyiciler. Devlet kendi halkına böyle tuzak kuramaz. Deyin ki yasadışı bir eylem oldu. Devletin görevi mahalle kabadayısı gibi, terörist gibi davranmak, eylemci cezalandırmak değil, hukuk kuralları içinde bunu önlemek, müsebbiplerini tesbit etmek ya da yakalamak ve adalet önüne çıkarmaktır.
Polisin görevi budur. Ancak ceberut devlet olma yolunda taviz vermeyen iktidar, bir suçu önlemeyi değil, kendisine yönelik her protestoyu şiddet ve vahşet kullanarak anında cezalandırmak istiyor.
Şu anda bütün gücü ellerinde tuttukları ve demokrasiyi, hukuku, insan haklarını askıya aldıkları için her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar.

Mutlaka yargılanacaklar

Ama şunu mutlaka bilin sevgili izleyiciler, gün gelecek bunların hesabı mutlaka sorulacaktır. Bu bir kin ve intikam söylemi değildir, hukuk ve demokrasi bunu emrediyor çünkü. İstanbul’un valisi de, emniyet müdürü de bir gün mutlaka yargılanacaktır. Anayasal bir hakkı gaspettikleri için yargılanacaklardır. Kanunsuz bir emri Başbakan’dan geldiği için sorgulamadan yerine getirdikleri için yargılanacaklardır.

Yenilenen seçimler

Sevgili izleyiciler, Pazar günü Yüksek Seçim Kurulu tarafından bazı yerlerde iptal edilen yerel seçimler yapıldı. Bu seçimlerde üç önemli yer vardı. Biri Yalova, biri Ağrı, biri de Eskişehir Mahmudiye. Yalova ve Mahmudiye’de aslında CHP zaten kazanmıştı. Ağrı da ise AKP’nin itirazı üzerine 15-16 kere oylar sayılmış, hepsinde BDP adayı Sırrı Sakık önde çıktığı halde bu sonuçlar geçerli sayılmamıştı. Sonunda iktidar baskısı galip geldi ve Yüksek Seçim Kurulu seçim tekrarına karar verdi.

Yalova’daki komiklik

Yalova’da ise tam bir komedi vardı. Defalarca yapılan sayıma rağmen AKP bir türlü öne geçemeyince, AKP tarafından atanan bir sandık kurulu üyesinin aslında “kısıtlı” olduğu yani zaten seçimlerde oy kullanma hakkının olmadığı ortaya çıktı her nasılsa. İşe bakın ki AKP sandığa birini atıyor ve o kişi aslında seçimde oy kullanamayacak biri. Belli ki tuzak olarak hazırlanmış. “Ne olur ne olmaz, kazanamazsak ve seçim iptali gerekirse bunu kullanırız” dediler herhalde.
Yüksek Seçim Kurulu da aldığı talimatı yerine getirerek seçimi tekrarladı. Mahmudiye’de de benzer durum vardı.
Pazar günü seçimler yapıldı. Yalova ve Mahmudiye’de CHP, Ağrı’da da BDP AKP’ye karşı oylarını artırarak kazandılar.

Bütün baskılara rağmen

Sonuçta elbette bu seçim bölgeleri nüfus açısından çok büyük değil. Ancak bunu sembolik önemi var. AKP bizzat Başbakan’ın mitingler düzenlemesiyle bu bölgelerde bütün ağırlığını koydu. Vatandaş tehdit edildi. Esnafa “maliye baskınlarına hazır olun” müjdeleri verildi, banka müdürleri “aleyhte çıkarsa kredileri geri isteme talimatı aldık” bile dediler, buna rağmen AKP kazanamadı.
En önemlisi, sayısal olarak güçlü olmasa da diğer partiler Yalova ve Mahmudiye’deki seçimler “ikinci tur” gibi algılandı AKP’ye karşı güç birliği yaptı.

Ortak aday AKP’yi korkutacaktır

Bu Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’yi hayli düşündürecek bir tablodur. Muhalefetin ikinci turda eğer gerçekten aday olacaksa Erdoğan’a karşı birleşebileceğinin sinyalidir.

Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum, 2 Haziran 2014

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları