loading
close
SON DAKİKALAR

Şimdi gelelim benim öyküme; Hacıbozanoğulları’nın sırrı neydi?

Can Ataklı
Tarih: 10.07.2022
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; O yıllarda üniversitede okuyup da Hacıbozanoğulları’nın kendilerine böyle bir iyilik yaptığını hatırlayan var mıdır, ya da zamanında bu jesti fark eden olmuş mudur?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Bayram sabahına dokunaklı bir öykü

Bugün bayramın ikinci günü.

Muhtemelen pek çok kişi kurbanını dün kesti, dağıttı bitirdi.

Bugün ziyaretler yapılacak ya da büyükler evlerinde küçüklerin el öpmeye gelmesini bekleyecek.

Ben de bayramınızı kutluyorum.

Geçen hafta içinde sosyal medya hesaplarıma bakarken zamanında bir benzerini bildiğim dokunaklı bir öykü ile karşılaştım.

Yazarını bilmiyorum, ama mutlaka gerçektir.

Önce o öyküyü sizlere sunayım, bir diğer yazıda da benim bildiğim gerçek öyküyü size anlatacağım.

Az kuru verir misiniz?

Üniversite’ye yeni başlamıştı. Ekonomik durumu iyi değildi. Ailesi yeteri kadar para gönderemiyordu. Mühendislik okuyordu.

Çarşıda bir lokantaya girdi: “Az kuru alabilir miyim?” dedi.

Lokantacı hali anladı. Ağzına kadar dolu bir tabak kuru, bir de pilav getirdi.

Para ise, sadece az kuru parası aldı.

Talebe her gün “az” dedi; lokantacı “çoook” verdi.

Yıllar geçti, okul bitti. Yıllar daha da geçti. Talebe, zengin bir mühendis oldu.

Aklına “az kuru” geldi. Atladı, okuduğu şehre gitti. Çarşıda lokantanın olduğu yere gitti. Baktı ki lokanta yok. Hemen esnafa sordu:

“Buradaki lokanta nerede, sahibi nerede?”

“Lokanta kapandı, amca da az aşağıda oturuyor.”

Yerini tarif ettiler.

Talebe gitti evi buldu. Kapıyı çaldı. Amca kapıyı açtı:

“Buyurun” dedi.

“Amca, ben yıllar evvel burada okudum. Hep az istedim, sen hep çook verdin.”

Amca talebeyi hatırlamadı. O her talebeye öyle yapardı.

“Hatırlamadım oğlum, kusura bakma yıllar oldu” dedi.

Talebe “Burada oturuyorsun galiba, ev senin mi amca” dedi?

Amca “Yok oğlum, kira. Hanım, ben idare ediyoruz” dedi.

Talebe “Peki” dedi evden ayrıldı.

Gitti, ev sahibini buldu. Evi satın alıp amcaya verdi. Üstüne hatırı sayılır bir paket para da bıraktı.

Amca “Aman oğlum, ne yaptın? Ne gerek vardı” dedi. Talebe “Amca, senin az kurun olmasaydı ben aç yatar, aç kalkardım. Büyük ihtimalle okulu bile bitiremezdim. Şimdi öyle zenginim ki! İnan, benim sana verdiğim, senin bana verdiğinden daha değersiz. Sen hakkını helal et o bana yeter.”

Sarıldılar, ağladılar.

Ahh insanlık!

NOSTALJİ

Şimdi gelelim benim öyküme; Hacıbozanoğulları’nın sırrı neydi?

Bir öğrencinin “az kuru fasulye” ile ilgili dokunaklı öyküsünü okuyunca yıllar yıllar öncesine gittim.

1980’li yılların başıydı, Laleli’de bekar evinde oturuyorum.

O sırada Günaydın’da gece çalışıyorum, bu nedenle öğleden sonra evden çıkıyorum, Laleli durağına gidip otobüse biniyor ve Cağaloğlu’na gidiyorum.

Öğle saatlerinde çıktığımda ise Hacıbozanoğulları’nın lokantasına uğruyorum.

Hacıbozanoğlulları Türkiye’nin en ünlü kebapçılarından, merkezi zamanında Laleli’deydi.

Hemen altında “Murat lokantası” vardı. Sulu yemekler verirdi.

İşte orası da aynı ailenin esnaf lokantası haliydi.

Ben de gide gele lokantanın sahibiyle bayağı ahbap olmuştum, ama ne olur kusura bakmasın çok uzun yıllar geçti, adını şu an hatırlayamadım, her gittiğimde uzun sohbetler yapardık.

Hacıbozanoğulları’nın nasıl yükseldiğini ve çok sevildiğini anlatmıştı.

O ünlü kebapçı ilk yıllarında tıpkı Murat lokantası gibi ev yemekleri yapan ve genellikle hemen biraz ilerideki İstanbul Üniversitesi’nin öğrencilerinin uğradığı yermiş.

Bu 50’li yıllar falan olmalı.

Hacıbozanoğulları’nın ilk kurucusu demiş ki; “Sakın ekmek ve su için para almayın.”

Sonra eklemiş; “Çünkü buraya en çok üniversite talebeleri ve çevrede çalışan işçiler geliyor, onların bir öğünde birkaç yemek yiyecek parası olmaz, bu nedenle ekmeği çok yiyorlar, o halde onlardan ekmek ve suyu esirgemeyeceğiz. Masalarda sürekli bol ve taze ekmek olacak.”

Bu nedenle porsiyonlar için kullanılan tabaklardan biraz daha büyüklerini almışlar, ekmeği banmak kolay olsun diye de yemeklerin suyunu fazla fazla koymuşlar.

Böyle olunca müşteri sayısı da her gün artmış, lokanta dolup taşmış.

Sonra da kebap işi başlamış ve doğal olarak orası da çok sevilen ve gidilen yer olmuş.

Dikkat ettim, Murat lokantasında da ekmek ve su için ekstra para alınmıyordu, sulu yemekler bol suyuyla geliyordu.

O yıllarda üniversitede okuyup da Hacıbozanoğulları’nın kendilerine böyle bir iyilik yaptığını hatırlayan var mıdır, ya da zamanında bu jesti fark eden olmuş mudur?

Ben şunu biliyorum; Türkiye’de Hacıbozanoğulları gibi hiçbir karşılık beklemeden ve ortaya çıkmadan başka insanlara yardıma koşan ve bunu hissettirmeyen o kadar çok insan var ki.

Biz bugüne kadar onca ahlaksızlığa, hırsızlığa, haksızlığa göğüs gerebildiysek millet olarak, bunu işte halkın ezici çoğunluğunu oluşturan iyi insanlara borçluyuz.

KOMİK

Bilcümle imarların mimarı…

Televizyonların en sevilen dizilerinden Çocuklar Duymasın’ı bilmeyen yoktur herhâlde.

Yıllar geçse de yayınlanan tekrarları bile yüksek izleme oranlarına ulaşıyor hâlâ.

Bu dizinin hayli ilerlemiş bölümlerinde “Seyyar Tayyar” tiplemesi vardı.

Emin Gümüşkaya’nın canlandırdığı Seyyar Tayyar. “her şeyi bilen ve ilk yapan adam” edasıyla asla doğru olmayan anılarını çevresine anlatmasıyla tanınmıştı.

Kahvede etrafına topladığı kişilere “Ateşi nasıl bulduğunu, Amerika’yı nasıl keşfettiğini, atom bombasını nasıl icat ettiğini” falan anlatırdı.

Herkes bilirdi Seyyar Tayyar’ın hayal dünyasının çok geniş olduğunu ama yalan da olsa dinlemek hoşlarına giderdi.

Sosyal medyada bir esprili yazar yeni bölümlerinin çekilmesi halinde Seyyar Tayyar için yeni diyaloglar yazmış.

Günümüze mi uyarlamış ben anlamadım, herhalde öyle değildir de ama bana komik geldi, sizlerle de paylaşmak istedim;

Bizden önce Samsun var mıydı?

Yoktu. Samsun’u biz kurduk.

Bizden önce Bandırma vapuru var mıydı?

Yoktu.

Bandırma vapurunu kim yaptı?

Kasımpaşa/Haliç tersanesinde bizzat ben yaptım. Plânını çizdim gövdeyi çattım. Tak tak perçin çaktım. Pruvasında şerbet şişesi patlatıp Haliç’e ben saldım.

Samsun’da iskele mi vardı?

Tabii ki yoktu. Kim yaptı? Biz yaptık. Yaptık ki Bandırma vapuru yanaşsın.

İskele açılış töreni için, Bandırma vapuru ile Samsun’a kim çıktı?

Tabii ben çıktım.

Amasya, Erzurum, Sivas’ta kongre binası var mıydı?

Yoktu.

Kim yaptı?

Biz yaptık.

Bizden önce Kurtuluş Savaşı var mıydı?

Yoktu.

Kurtuluş Savaşı’nı kim yaptı?

Biz yaptık.

Sakarya’da savaşacak meydan mı vardı?

Yoktu.

Kim yaptı?

Biz yaptık. Beş müteahhite imkan verdik. Dozerleri, greyderleri soktuk. Meydanı düzledik. Savaşa hazırladık.

Afyon’da Kocatepe diye bir tepe var mıydı?

Yoktu.

Kim yaptı?

Çıktık, biz yaptık. Sonra, Kocatepe’den dürbünle düşmana baktık.

Bizden önce dürbün var mıydı?

Yoktu. Dürbünü de biz icat ettik.

Afyon, Uşak, Turgutlu İzmir yolunu kim yaptı?

Biz yaptık. Sonra “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir” demek suretiyle orduları İzmir’e sevk ettik. İzmir’de Yunan’ı denize dökecek rıhtım var mıydı?

Yoktu.

Kim yaptı?

Biz yaptık.

Bizden önce Cumhuriyet var mıydı?

Yoktu Cumhuriyeti biz ilân ettik 21 pare top atışı eşliğinde.

Bizden önce top mu vardı?

Topu da biz icat ettik

ÇOK GÜLDÜM

Pazarın üç fıkrası

Bugün bayram.

Öncelikle hepinizin bayramını kutlarım.

Bugün sizlere Yıldırım Tuna’nın gönderdiği üç fıkrayı sunuyorum.

Haydi birlikte okuyalım;

Tek kelime etme

İki casus yakalanıp Gizli Servisin sorgu odasına götürülmüşler, 1. Casus arkadaşına “Ne yaparsan yap ama tek kelime dahi etme..!” diye sertçe fısıldamış.. Birazdan sorgu başlamış, sorgu ekibi “Adın ne?..” diye sorunca, 2. Casus bir müddet yere bakıp “Misingjlott..” diye cevap vermiş.

1. Casus “Ulan biraz önce sana tek kelime etme demedim mi?..” demiş öfkeyle ona bakarak..

2. Casus da sinirlenmiş, “Oğlum, yahu daha bir saat önce seninle kelime oyunu oynarken ve ben bu kelimeyi söyleyince hani ‘ Böyle kelime mi olur?.. Bu bir kelime falan değil ‘ diye itiraz ediyordun?.. Şimdi n’oldu ha?.. Kelime mi oldu?..”

Oğlanın dileği

Beş yaşındaki oğlan çocuğu Bilge Kral masalını okurken kitaptan başını kaldırıp

“Anne ben de bu kral gibi üç güzel kadınla evlenmek istiyorum..” demiş, “Biri yemekler pişirsin, diğeri şarkı söylesin, biri de beni yıkasın..”

“Hangisi seninle yatacak peki?..”

“Hayır anne, ben sadece seninle yatmak istiyorum..”

Annenin gözleri mutluluk gözyaşlarıyla dolmuş.. “Tanrı seni korusun oğlum.. Peki bu sefer o üç güzel kadınla kim yatacak?..” demiş muzipçe gülümseyerek

“Onlar babamla yatsınlar anne..”

Bu sefer babanın gözü mutluluk gözyaşlarıyla  dolmuş,

,“Tanrı seni korusun oğlum..” demiş heyecanla buğulanan gözlüğünü silerken..

Sarhoş koca

Sarhoş eve gelen adam karısını uyandırmamak için aşırı dikkat ederken koridordaki tabureyi devirmiş,

“Hayatım sen misin?.” diye uyanmış karısı,

“Yok bir şey tatlım, sadece tabure devrildi.. Geliyorum..”

Derken TRAKKKŞŞ..! diye bir gümbürtü daha.

Hayatım iyi misin?.. O ses neydi?..”

“Yok canım.. Gömleğimi asarken şey oldu..”

“Yahu gömlek nasıl o sesi çıkartır?..”

“Gömlek hâlâ üzerimde de hayatım..!”

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları