loading
close
SON DAKİKALAR

Birinci Ordu Komutanı’na sormak istiyorum

Can Ataklı
Tarih: 08.03.2022
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Neden bir subay ısrarla “İstanbul’da yeni taksiye gerek yok” diyen bir karara imza atar? Birinci Ordu Komutanı da İstanbul’da daha fazla taksiye gerek olmadığını mı düşünüyor? Bu kadar basit bir soruyu tekrar soruyorum.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Yazıyı sizlere sunayım, nasıl yorumlarsınız artık bilemem

Adalet Partisi Genel Başkanı Dr. Vecdet Öz, sosyal medyada sürekli yazılar yayınlıyor biliyorsunuz.

Zaman zaman bu yazılardan ben de alıntılar yaparak size sunmuştum.

Bugün Vecdet Öz’den gelen, bana göre çok hoş bir yazıyı paylaşmak istiyorum yine.

Vecdet Öz yüzyıllar öncesinin ünlü düşünürü Platon’un anlattığı bir öyküyü dile getirmiş.

Öyküde “cahillerin” aralarından çıkıp gerçeği görenlere nasıl tepki gösterdiklerini anlatıyor.

Ben yazıya bir yorum eklemek istemedim.

Ama sizler elbette nasıl yorumlarsınız, neye yorarsanız bu öyküyü bilemem.

O halde gelin Platon’un mağara öyküsünü birlikte okuyalım Vecdet Öz’ün kaleminden.

Atatürk’ün dehasını anlamak için Platon’un ünlü mağara alegorisini bilmeniz gerekir…

Der ki Platon:

Yer altında bir mağara düşününüz…

Çocukluklarından itibaren ayaklarından ve boyunlarından zincirlenmiş insanların yaşadığı bir mağara… Başları mağaranın duvarına dönüktür ve arkalarında bir ateş yanmaktadır…

Oradaki esirlerden birinin zincirlerini çözsek, sonra onu zorla ayağa kaldırsak ve geriye döndürsek. Esir ışığa doğru bakmakta zorlanacaktır…

Sonra onu ite ite yerin altındaki mağaradan yukarı ve dışarı doğru sürüklesek. Direne direne dışarı çıkarken her aşamada direnç gösterecektir, çünkü adaptasyon güçlüğü nedeniyle acı çekecektir…

Dışarı çıkınca önce güneşe bakamayacak, mehtaba ya da sudaki yansımalara bakacaktır. En son güneşe bakacaktır… Hakikati gösterdikten sonra tekrar mağaraya göndersek… Gitmeden önce de karanlıktakilere gerçeği anlatarak aydınlatmasını istesek… Esir tekrar mağaraya girdiğinde gözleri kamaşacak, bu kez de karanlıktan rahatsız olacaktır…

Esir buradaki yansılamaların masal olduğunu, asıl hakikatin dışarıda olduğunu, bunların birer gölge olduğunu anlatmaya başladığında çıldırdığını sanıp zarar görmemek için onu öldüreceklerdir…

Tıpkı Sokrates gibi..!

Sokrates de halkı aydınlatmaya çalıştığı için yine halk tarafından öldürülmüştür… 

Zira her yenilik, evlatlarını üzer…

Aydınlanma ve eğitimle yüz yüze gelen cahil toplumların ilk refleksi hakikate direnmektir…

Çünkü halkın, çocukluğundan beri öğrendiği ve inandığı, dünyasını onun üzerine kurduğu ethos ve mitosların gerçek olmadığının ortaya çıkması onun duygu dünyasında fırtınalar koparır.  Önceleri kabullenemez ve hayal kırıklığı içinde büyük bir tepki verir, bir anda huzursuz ve mutsuz olur…

Primitif toplumlarda cehalet emek verilmemiş sahte bir mutluluktur… 

Bu mutluluğu gerçeğe dönüştürmenin yolu medeniyettir lakin bedeli çok ağırdır… Tesis etmek her yiğidin harcı değildir… Hele bu cehaletten büyük menfaatler temin eden güç odakları varsa.!!

Bunun için ATATÜRK gibi dahi bir filozof ve köklü bir devrim gerekir…

Dünya Kadınlar Günü; eşitliğin sağlandığı, şiddetin hiç kalmadığı, kadınların özgürlüklerini alabildiğine yaşayabildiği savaşsız bir dünya yaratması umuduyla kutlu olsun.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Birinci Ordu Komutanı’na sormak istiyorum

Kim bilir kaçıncı oldu ama ben bıkmadan usanmadan soracağım.

Muhtemelen yine cevap vermeyecekler, hiç üstlerine bile alınmayacaklar.

Ama hiç kuşkum yok ki; Bunlar da günün birinde Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olduğunu anlayacaklar.

Bunlar da halkın haber alma hakkına saygı duyacaklar.

Bunlar da kamu adına ve kamu yararına olan konularda bilgi vermek zorunda olduklarını bilecekler.

Bunlar da demokratik bir ülkede biat kültürünün değil, hukuk ve adaletin geçerli olduğunu anlayacaklar.

Bunları anlayana kadar elbette tıpkı şimdiki gibi davranacaklar. Ama bu dönem bittiğinde ne olacaklarını ben de merak ediyorum.

Sorum İstanbul Birinci Ordu Komutanı’na.

İstanbul’da taksi plakaları 1990’da tahsis edildi ve 17 bin taksiye plaka verildi. O yıldan bu yıla nüfus neredeyse iki kattan fazla arttı ama taksi sayısı aynı kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi taksi sayısını artırmak için tam 12 kere girişimde bulundu ama UKOME adı verilen kurul bu izni vermiyor.

Bu kurulda İstanbul Büyükşehir Belediyesi temsilcileri ile AKP’nin görevlendirdiği memurlar var. Bunlardan üçü subay, biri Birinci Ordu’dan gidiyor, biri jandarma biri de Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndan.

İlk subay direk komutana bağlı. Diğerlerinin başı ise İçişleri Bakanı. Merakım şu: İstanbul Birinci Ordu Komutanı, emrindeki subayın tam 12 kezdir “İstanbul’a taksi gerekmiyor” kararına imza atmasının gerekçesini biliyor mu?

Neden bir subay ısrarla “İstanbul’da yeni taksiye gerek yok” diyen bir karara imza atar?

Birinci Ordu Komutanı da İstanbul’da daha fazla taksiye gerek olmadığını mı düşünüyor? Bu kadar basit bir soruyu tekrar soruyorum.

ÇOK GÜLDÜM

Markete yürüyerek değil koşarak giden kazanır

Sizlere iki kasa fişi ve hayali bir konuşma sunmak istiyorum.

Zonguldak’ta oturan iki arkadaş aynı anda evden çıkmışlar ve kapıda karşılaşmışlar.

Biri sormuş “Nereye?” diye.

Diğeri “Markete” demiş ve eklemiş “Ayçiçek yağı bitmiş evde, onu alacağım.”

Diğeri “Aaa, biliyor musun ayçiçek yağı bitecekmiş, Ruslar bizim yağ yüklü gemilerimizi göndermemişler, bizim evde şimdilik yağ vara ama ne olur ne olmaz gidip biraz daha alayım” demiş.

Sonra da hızlı adımlarla arkadaşından ayrılmış.

Diğeri ise “Önce bankadaki işimi bitireyim, dönerken de markete uğrarım, şimdi elim kolu dolu banka kapısına gitmeyeyim” diye düşünmüş.

Markete ilk giden 5 litrelik ayçiçek yağını 108 lira 95 kuruştan almış ve parasını saat tam 09.39.26’da ödeyip marketten çıkmış.

Bankada işi olan diğer kişi ise elindeki 5 litrelik ayçiçek yağı ile saat 11.04.38’de kasaya 128 lira 95 kuruşluk ödeme yapmış.

Yani arkadaşından tam 1 saat 25 dakika 12 saniye sonra aynı ayçiçek yağı için 20 lira fazla ödemiş.

Bankaya uğramasının ve markete koşarak gitmemesinin bir saatlik bedeli bu olmuş yani.

Burası Türkiye, iktidarda AKP var, hayal bile edilemeyen her şey oluyor sonuçta.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Hep aynı terane: ‘Ayrıcalık istiyor’

Demokrasiye dönüşü sağlamak için 6 parti iş birliği yapıyor biliyorsunuz ve bir ortak bildiri de açıkladılar.

Bu bildirinin imza töreni için doğal olarak çok sayıda gazeteci de davet edilmişti.

Ancak bu gazeteciler için de Korkusuz’dan bir kişi bile yoktu, 6 parti ne Memduh Bayraktaroğlu’nu ne Ümit Zileli’yi ne Ahmet Takan’ı ne Hüsnü Mahalli’yi ne beni toplantıya davet etmemişti. Gürkan Hacır ise Korkusuz kontenjanından değil, KRT’den davetliydi.

Buna tepkimi Flash TV Ana Haberleri’nde gösterdim.

Toplantıdan sonra bir tatsız olay yaşandığı öğrendim.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanlarından Ömer Topsakal, Sözcü yazarı Deniz Zeyrek’in üzerine yürümüş dövmeye kalkmış.

Konu medyada yazıldı ve öylece kaldı.

O danışman özür bile dilemedi.

Dilemediği gibi bir de üstüne “Bizden ayrıcalık istiyorlar, alamayınca da böle rezalet çıkarıyorlar” demiş.

Bu tür hep aynı mantıkla hareket eder ve suçlamaları da hep böyledir.

Derler ki “Bizden bir şey istediler, vermedik böyle oldu.”

Ya da “Ciddiye alınmak için böyle yapıyorlar” derler.

Veya “Kendilerini bir şey zannediyorlar” diye tezvirat yaparlar.

İşin kötüsü nedir biliyor musunuz, bu tür sığlıklara karşı elinizden hiçbir şey gelmez.

Biraz daha tepki gösterseniz genel anlayış da ne yazık ki bu yönde gelişir.

Siz olduğunuz yerde kala kalırsınız, bu türün temsilcileri ise yerlerini daha da güçlendirerek bugünden daha şımarık hale gelirler.

YENİ ÖĞRENDİM

4 yıldır bulunamayan silah

Karadeniz Bölgesi’nin önemli gazetecilerinden Kenan Aydoğdu sık sık konuştuğum, bölge haberlerini aldığım, değer verdiğim bir meslektaşım.

Geçenlerde yine bir haber için konuşurken “sorma başıma geleni” dedi.

“Hayrola” dedim tabii merakla.

Gazeteci olduğu, bölgede bir dönem terör eylemlerine çok sık rastlandığı, bu arada tehditler de aldığı için kendisine zamanında silah taşıma ruhsatı verilmiş.

Bir gün biri şikayet etmiş Aydoğdu’yu “Meskun mahalde silah attı” diye.

Hemen el konmuş silaha.

Ancak konuyla ilgili dava devam ederken mahkeme silahın Kenan Aydoğdu’ya iadesine karar vermiş.

Silah iadesi konusunda tüm işlemler tamamlanmış ama gel gör ki polisin teslim aldığı ve devlete teslim edilmiş olan silah ortada yok.

Kenan Aydoğdu “Tam 4 yıldır silahımı geri almak için mücadele ediyorum, bir türlü bulamıyorlar” dedikten sonra ekledi “Şimdi de tabancanın kırıma uğradığını (kazaya kurban gittiği) söylüyorlar, ama bana hiç inandırıcı gelmiyor.”

Kenan Aydoğdu’nun bir endişesi de bu silahla bir suç işlenmiş olması ihtimali.

Trabzonlu dostum “Kendim için bir şey isteyemem pek ama bu konu tehlikeli, yazarsan belki konu ulusal bir gazetede yayınlandığı için yetkililer daha ciddi eğilirler sorunun üzerine” dedi.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları