loading
close
SON DAKİKALAR

Siyaset=hizmet Devlet=aile şirketi Seçmen=müşteri

Mehveş Evin
Tarih: 24.07.2018
Kaynak: Mehveş Evin- Artı Gerçek

Mehveş Evin: 'Şirket-devlet' denkleminde atlanan genel bir kural var: Aile şirketleri, profesyonel yöneticiler olmadığı, kurumsallaşmadığı sürece batmaya mahkumdur.

24 Haziran seçimlerinden sonra tek adam sistemi kadar “devletin şirketleşmesi” de tartışılıyor. Malum, Cumhurbaşkanı (Başkan?) Erdoğan “devlet, şirket gibi yönetilmeli” fikrini uygulamaya soktu. Gerçi bu tanım, bakanlar kabinesine bakınca eksik kalıyor. Zira model şirket değil, aile şirketi.

Damat Berat Albayrak Hazine ve Maliye’nin başına geçirildi, Sanayi Bakanlığına getirilen aile dostu ve danışmanı Mustafa Varank’ın kuzeni Çevre Şehircilik Bakan yardımcılığına getirildi.

Çarşambanın gelişi perşembeden belliydi: Binali Yıldırım’ın başbakanlığındaki 56’ıncı hükümette, Erdoğan’ın akraba ve yakın arkadaşları ağırlıktaydı.

Ancak “şirket-devlet” denkleminde atlanan genel bir kural var: Aile şirketleri, profesyonel yöneticiler olmadığı, kurumsallaşmadığı sürece batmaya mahkumdur.

Öte yandan AKP siyasetiyle öne çıkan “hizmet” anlayışı giderek daha fazla kabul görüyor. Gazeteci Kemal Can, “hizmet” ilişkisine dönüştürülmüş siyaset algısının, herkes için bir konfor alanı yarattığına dikkat çekiyor: “... Fakat, halk olmaktan vazgeçip tüketici grubu gibi seçmen olmayı kabullenmiş kalabalıkların, bizzat bu ilişkiden doğmuş krizde kendilerinin payı olmadığını düşünmesi adil değil.”

Can’ın tespitleri, bu yazıya ilham verdiği gibi, muhalif kesimlerce de enine boyuna tartışılmayı hak ediyor. Tabii, geleceğe dair bir kaygı ve değişim arzusu varsa!

YILGINLIK VE YALNIZLIK

Evet, “bir müşteri olarak seçmen” portresini çizerken sadece AKP-MHP seçmeninin “faydacı”lığına değil, dönüp kendimize de bakmanın sırası.

Ancak bu yazıda, neden muhalif seçmenin örgütlenmesinin yetersiz, direncin sınırlı kaldığınadeğinmeyeceğim...

Basın ve ifade özgürlüğü, insan hakları ihlalleri alanında verilen mücadelelerin gittikçe daraldığınıgündeme getirmeye çalıştık. Önemli davaları, duruşmaları, eylemleri izleyen bir avuç insandı. Bir yandan fiziksel olarak büyüyen, betonlaşan, ulaşılması zorlaşan alanlarda (mesela Çağlayan, Silivri) bir yandan daraltılan, ağır baskılanan alanlarda (Yüksel, Taksim) hapsoldukça yılgınlık ve yalnızlık arttı. Zaten amaçlanan da buydu.

Bu psikoloji, Türkiye toplumuna veya OHAL’e has olmasa gerek... Ancak, “müşterileşen seçmen”den bahsederken oy verme ve “karşılığını alma”nın ötesinde bir durum sözkonusu:

21. yüzyılda hayatlarımız, alışkanlıklarımız, beklentilerimiz radikal biçimde farklılaştı. Çocuğumuzu “iyi” bir okula yollamanan bedelini, şikayet ederek de olsa ödüyoruz. Hatta kendimizi şanslı sayıyoruz. Betonlaşan şehirleri beğenmiyoruz ama alışveriş merkezlerine gidiyor, fırsat bulsak gayrımenkule yatırım yapmaktan bahsediyoruz. Çalışma koşullarına küfrediyoruz ama köle gibi iliğimizin emilip üzerine haklarımızın gasp edilmesini kabulleniyoruz. Televizyonlara lanet okuyoruz ama o kanalları bütün gün açık tutuyoruz.

DEĞİŞİ ZOR, ŞİKAYET BEDAVA

Liste böyle uzayıp gider... Anlayacağınız, zaten herşeyin müşterisi olmuşuz. Değişim çok zor ve giderek daha da zorlaşıyor, şikayet etmekse bedava. Peki tüketim sarmalındaki “birey”, Can’ın dediği gibi, “halk olmaktan vazgeçmiş” mi oluyor? Düşünmeye değer.

Bir başka sorun, pazarlamanın temel sloganı “müşteri daima haklıdır”ın, siyaset alanında kimi müşteri için geçerli, kimi için geçerli sayılmamasında.

Bu durumdan hoşnut olmayan ve imkan bulanların ülke değiştirme düşüncesi veya kararıysa en yaygın tepki: Vergimi veriyorum, iyi vatandaş olmaya gayret ediyorum, kendi halimde yaşıyorum... Ama bak, çocuğum dövülüyor, bir karikatür yüzünden hapse atılıyor, sevgilisine sarıldı diye mahallenin saldırısına uğruyor, yolladığım okul okul değil.

Belki başka türlü düşünmeye çalışmanın, çabalamanın zamanıdır. Tekrarlıyorum: Geleceğe dair bir kaygı ve değişim arzusu varsa!

Audre Lorde, “efendinin evini efendinin aletleriyle yıkamazsın” demiş. Ursula Le Guin, bu güçlü ve tehlikeli metaforu anlamaya çalıştığını söyleyerek şöyle yazar: “Toplumlar şiddetle de şiddetsiz de değişir. Yeniden icat etmek mümkündür. İnşa etmek mümkündür. Bir şeyler inşa etmek için, çekiç, çivi, testereden –eğitim, düşünmeyi öğrenmek, beceri edinmekten- başka ne var elimizde?” (Zihinde Bir Dalga, Bülent Somay’ın çevirisiyle, Metis Yayınları)

Sahi ne var? 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları