loading
close
SON DAKİKALAR

Barikat sıkıntısı

Melih Aşık
Tarih: 01.11.2012

Melih Aşık yazıyor; ''29 Ekim günü Ulus'ta polisin kurduğu barikat yaklaşık 13.00 sularında kalkıyor''...

29 Ekim günü Ulus’ta polisin kurduğu barikat yaklaşık 13.00 sularında kalkıyor...

Bundan yaklaşık 8 saat sonra Köşk’teki resepsiyonda gazeteciler Başbakan’a soruyorlar:

- Efendim barikatın açılması emrini kim verdi?

Başbakan, “Emri ben vermedim” diyor.

Erdoğan ertesi gün Almanya’ya giderken saat 13.30 sularında Esenboğa’da basın toplantısı yapıyor...
Basın toplantısında gazetecilerden aynı soru geliyor:

- Barikatı kaldırma emrini kim verdi?

Başbakan’ın yanıtı:

- Ben böyle bir talimat vermedim. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Valime böyle bir talimat verdi mi vermedi mi, bu konudan da haberim yok, ki ben Cumhurbaşkanımızın böyle bir talimat vereceğine de inanmıyorum. Çünkü bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik....

Burada ilginç olan mı?

Barikatın kaldırılmasının üzerinden 24 saat geçiyor... Başbakan, bir telefonla alabileceği bilgiyi henüz almamış. Tahminle konuşuyor. Cumhurbaşkanı da zan ve suçlama altında kalıyor. Başbakan Almanya’ya uçuyor... Arkadaşımız Fikret Bila İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e barikatı soruyor... 

Şahin’in cevabı:

“Ben talimat vermedim. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan da Sayın Başbakan’dan da böyle bir talimat benim bilgim içinde gelmedi. Bir talimatla barikatın açılması söz konusu değil. Oradaki kargaşa sırasında barikat açıldı...”

Bu arada Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında “çift başlı yönetim” tartışması ilerliyor. Suçlama altında kalan Cumhurbaşkanı geri adım atmıyor, görevini savunuyor. İkili arasındaki çekişme ilk kez bu kadar net ortaya çıkıyor. Neden? Başbakan İçişleri Bakanı’nı arayıp doğruyu öğrenmek yerine yorum yaptığı için... Tuhaf mı tuhaf...

Perşembenin gelişi...

“Şu andaki sistem ne idüğü belirsiz, melez bir yapı. Bu sistem sürerse yarın Cumhurbaşkanı ile Başbakan çatışır. Düşünün, halk seçmiş, Cumhurbaşkanı gelmiş yüzde 50’den fazla oyla. İktidar yüzde 35 - 40 oyla işbaşında. Kritik konularda karşı karşıya kalmazlar mı?”

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, dünkü Akşam gazetesinde gelecekte yaşanabilecek sorunu böyle dile getirdi. Arkadaşımız Fahrettin Fidan eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Bülent Serim’le bu konuyu konuştu... Serim dedi ki:
- AKP, 367 nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı seçemeyince tamamen buna tepki olarak Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öngören Anayasa değişikliğini yaptı. Biz o zaman, Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini öngören değişiklikle birlikte Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri de yeniden düzenlenmezse Başbakan’la Cumhurbaşkanı arasında sorunlar, sürtüşmeler çıkar, dedik ama dinletemedik.

- Sizce niye dinlemediler?

- Nasıl olsa Cumhurbaşkanı da bizden biri olacak, dolayısıyla sürtüşme çıkmaz, diye düşündüler.

- Ama şimdi çıktı.

- Bu tür ufak - tefek sürtüşmeler olur. Ama sonunda biat kültürü egemen olur ve bunu aşarlar, diye düşünüyorum.

- Tayyip Erdoğan seçimi kazanır da Köşk’e çıkarsa Anayasa meselesi ne olur?

- AKP’yi Recep Tayyip Erdoğan diye okursak ne olacağı belli: Anayasa’yı Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine göre değiştirirler.

- İşin doğrusu nedir?

- Görev ve yetkilerini yeniden düzenlemek koşuluyla Cumhurbaşkanı’nı eskisi gibi TBMM’ye seçtirmek en doğrusudur. Tüm ülkeyi ve ulusu temsil eden Cumhurbaşkanı’nın partili olması son derece sakıncalıdır...


Baykal

CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal Meclis Darbe Komisyonu’nda uzun bir konuşma yaparak üyelere hukuk ve Anayasa dersi veriyor. “Yetkisiz ve hukuksuz bir sorgulama yapıyorsunuz”, diyor. Sıra sorulara gelince de yanıt vermeden toplantıyı terk ediyor.

İyi de... Komisyonda CHP’li üyeler de bulunuyor... Suçlamanın bir bölümü de CHP’ye yöneliyor.
Komisyona üye veren CHP acaba bu konuda ne düşünüyor?
Bir açıklama yapmaları gerekmez mi?



Soru: Gül ile Erdoğan arasındaki en büyük fark ne?
Yanıt: Gül’ün geçmişte bir süre “demokrasinin beşiği” sayılan İngiltere’de yaşamış olması...

* * *

Şu askeri darbe denilen şeyi aslında en çok AKP’lilerin sevmesi lazım.. Çünkü o bahanenin arkasına sığınıp memlekette darbecilerin bile cesaret edemediği işler yaptılar...
Haldun Ertem



Tenis

Başbakan tenis şampiyonasında kupa veren siyasileri yuhalayanlara “terörist” unvanını layık gördü. Okurumuz diyor ki:
“İstanbul’daki tenis turnuvası finalindeki olaylar turnuvanın başından beri olaya sportmence yaklaşıp o spora gönül vermiş insanların; sporu politize etmeye, şova dönüştürmeye çalışanlara gösterdiği reaksiyondur. 

Maçları hiç umursamayan ve bütün dünyanın gözlerini diktiği çiftler ve tekler finalini dahi izlemeyen kişilerin kupa töreninde 10 dakikalığına şov yapmaya çalışılmasına karşı tepkidir. Tenis seyircisinin centilmenliği konusunda kimsenin kuşkusu yoktur sanırım.”


Tayyip Erdoğan, “AB’den vazgeçmedik” demiş.
Ah, bir de AB Türkiye’den vazgeçmemiş olsaydı ne güzel olurdu!
Fahrettin Fidan



10 Kasım

10 Kasım nasıl anılacak? Anıtkabir’deki törende de ulusal bayramlarda olduğu gibi geçen yıllara göre değişiklik var mı?
Programı hazırlamakla yükümlü Dışişleri Bakanlığı’na durumu sorduk dün... Programı hazırladıklarını bu yıl bir değişiklik öngörülmediğini bildirdiler. Şimdilik durum budur...


Bu kafayı anlayan varsa beri gelsin!
Mısır, Libya, Suriye vb. ülkelerdeki eli silahlı muhalifler “özgürlük savaşçısı”, Türkiye’deki eli bayraklı muhalifler “darbeci”...
Akif Kökçe


Milliyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları