loading
close
SON DAKİKALAR

İstanbul ülkeyi çökertecek noktaya ulaştı

Orhan Bursalı
Tarih: 30.01.2022
Kaynak: Orhan Bursalı - Cumhuriyet

Orhan Bursalı; Türkiye’de kente göç, sanayileşme geliştiği için değil, yapılaşma (inşaat) üretimin en büyük parçası olduğu ve ülke yeteri kadar sanayileşmediği için oldu. “Her şeyi yapan inşaat işçisi” hâlâ ekmeğini malzeme taşıyarak yapıyor. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk tarımı çöktü.

İstanbul ulaştığı megalopolis boyutlarıyla, ülkenin vücudunun taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüştü. Kent, ekonomik etkinliğin yurt yüzeyine dengeli yayılmasına engel, Anadolu halkına topraklarını terk ettiren, sonuçta uluslararası sermayenin aşağı düzeyde bir ortağı olarak fakir halkı tüketici olmaya teşvik eden, giderek Türkiye’nin sömürülen bir topluma dönüşmesine neden olacak bir emme basma mekanizması olarak çalışmakta.

Türkiye’de kente göç, sanayileşme geliştiği için değil, yapılaşma (inşaat) üretimin en büyük parçası olduğu ve ülke yeteri kadar sanayileşmediği için oldu. “Her şeyi yapan inşaat işçisi” hâlâ ekmeğini malzeme taşıyarak yapıyor. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk tarımı çöktü.

Dünyada nüfusu 20 milyona ulaşmış bir kentin sağlıklı yaşamını gerçekleştirebilen bir planlama yöntemi henüz keşfedilmedi.

MEGALOPOLİS: FAKİR ÜLKE HASTALIĞI

Megalopolis hastalığı sınırsız kapitalizmle nüfus artışının karıştığı, çaresiz bir “hipertrofi” olarak çok vurgulanan fakat çare bulunamayan bir fakir ülke hastalığıdır. Ülke ekonomisinde yarattığı dengesizlik yanında, toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını yan yana getirdiği için toplumsal ayrışmanın da mekânıdır.

Bu, fakir sınıfları iki türlü bilinçlendiriyor: Kentsel çevre, ulaşamadıkları zenginliğin görüntüsüdür. Öte yandan yaşadıkları çağın olanaklarını, yüzeysel olsa da onlara gösteriyor ve öğretiyor. Bu öğrenme tüketme eğilimini artırıyor ve kapitalizmin işine geliyor.

AHLAKSIZ VE DENGESİZ TOPLUM

Toplumsal hipertrofinin sonucu, ahlaksız ve dengesiz toplumdur. Bu dünyanın her yanında aynıdır. Dünyanın büyük kentleri toplumları kanatan yaralardır. Kuşkusuz Lagash ya da Karaçi ile Paris aynı değil.

Paris her zaman büyük olan ve örgütlenmesi yüzyılları bulan bir dünya kenti. Diğerleri, kendi çıkardıkları toz duman arasında boğulan aglomeralar. Çünkü kaşla göz arasında büyüyüverdiler. İstanbul da bu sonunculardandır. Kentin sadece 2 bin hektarı 550 bin hektar içinde (yani 225’te biri) tarihi bazı kalıntılar içeriyor. Bir de her gün bozulan eşsiz bir doğal yapısı var.

Bu dev kentlerde Batılı gelişmiş kentlerden herhangi bir yöntem ithal edilemez. Bu, maymuna inci kolye takmaya benzer. Kaldı ki bu büyük aglomeralar fiziksel planlama ile düzenlenecek yerleşmeler değildir. Zaten bu büyüklükte planlamanın birkaç yıl içinde gerçekleşmesi de ekonomik olarak olanaksızdır. İstanbul’da yapılan tıkanan bir dev su şebekesinin ara sıra birkaç borusunu temizlemek ya da değiştirmek gibidir. Bazen yüz kilometrede birkaç yüz metrelik çiçekli pasajlar olur. Bu, çölde saksıda çiçek anlamına gelir.

İSTANBUL PLANLANABİLİR Mİ?

Bu kentler, bir yandan sınırsız bir spekülasyonun doymak bilmez iştihasına sunulmuşken planlanamaz. Tek çare halkın planlı olarak yurt yüzeyine yeni yaratılacak sanayi merkezlerine, zaman içinde yerleştirilmesi ve ülkenin ekonomik dengesizliğinin önüne geçilmesidir. Spekülasyonu engelleyemesek de kontrol edilebilir büyüklükte yerleşmelere transfer ülke ekonomisinin giderek çökmesine engel olabilir.

Büyük kent, insanoğlunun bütün tarihinde kendi yaratıp kontrol edemediği en büyük deformasyondur. İnsanoğlunun yaşamını karartan bütün kötü insan davranışlarının, pek çoğunu suç diye tanımladığımız kişisel ve grupsal etkinliklerin en kolay oluştuğu ortamdır.

Uygarlık adına yaratılan bütün olgu ve araçlar büyük kentlerin bütün bu kötülükleri üretmesine engel olamaz. Bu iyi-kötü çekişmesinin kentin ortalama fizyonomisindeki verileri o toplumun uygarlık düzeyini açıklar. Her türlü suç, cinayet, hırsızlık, arsa ve yapı spekülasyonu, kuralsız davranışlar, eğitim, ulaşım, sanat etkinlikleri, müzeler, planlama, kent estetiği, yol, kaldırım, kentsel işlevler, yeşil alan, konut, adalet, güven, sağlık, temizlik ve daha pek çok alan kent için bir yaşamsal kalite standardı tanımlarlar.

Yaşam kırılgandır. İnsanların geleceğe güvenleri azdır. Onun için megalopolisler uygarlığın ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün kötülükleri içerirler. Büyüklükleri oranında suç yuvalarıdır.

Anadolu’ya yeniden yerleşmemiz gerek! 

Not: Bu yazı Doğan Kuban’a aittir. Kısaltılmıştır. Yazının uzun versiyonu şurada: www.herkesebilimteknoloji.com/yazarlar/dogan-kuban/dogan-kuban-istanbul-ulkeyi-cokertecek-kalkinmaya-engel-noktaya-ulasti . Burada size iki hafta boyunca, farklı yazılar paylaşacağım.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları