Atatürk’ün dünya barışını koruma formülü
Sinan Meydan; Atatürk’ün, II Dünya Savaşı’ndan yaklaşık 4 yıl önce açıkladığı dünya barışını koruma formülü bugün de geçerlidir. Sahte barış havarilerini bırak, Atatürk’e bak
“Şuna da kaniim ki, eğer devamlı sulh (barış) isteniyorsa kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek beynelmilel (uluslararası) tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin (baskının) yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.” (Atatürk, 1935)
Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken, güneyimizde İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları devam ediyordu ki, birden bire İsrail-İran Savaşı başladı. İsrail’in doğal müttefiki ABD’nin İran’a saldırması ve İran’ın da bu saldırıya karşılık vermesi üzerine insanlar birbirine, “Bu ateş bize de sıçrar mı?”, “III. Dünya Savaşı çıkar mı?” diye sormaya başladı. Ben bu yazıyı kaleme alırken “ateşkes” ilan edildi. Peki ya barış? Bugün emperyalist, faşist, saldırgan, diktatör, hatta yarı şizofren liderlerin dünyasında“gerçek barış” hiç ulaşılamaz bir hayal sanki…
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde barışa kafa yoranların, günümüzün yaşayan liderlerinden çok, düşünceleriyle yaşayan Mustafa Kemal Atatürk’ten alabilecekleri çok önemli dersler var.
BARIŞIN ANLAMI
Emperyalist işgale ve kapitalist sömürüye karşı direnen Mustafa Kemal Atatürk için “barış” demek her şeyden önce “tam bağımsızlık” demektir. Çünkü emperyalist işgalin, kapitalist sömürünün devam ettiği yerde gerçek barışın sağlanması olanaksızdır. Bu nedenledir ki Atatürk, önce Kurtuluş Savaşı sırasında, sonra da Lozan Görüşmeleri sürecinde Türkiye’yi tam bağımsızlığa kavuşturmayacak “sahte barış” tekliflerini (Sevr Antlaşması’nı ve yumuşatılmış Sevr’leri) reddetmiş, ısrarla “tam bağımsızlığı sağlayacak gerçek barış” için direnmiştir. Örneğin, Lozan Görüşmeleri sırasında İtilaf devletlerinin kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmaması üzerine 30 Ocak 1923’te İzmir’de, “Barış istiyoruz dediğim zaman bilinmelidir ki, bağımsızlık ve hâkimiyet istiyorum” demişti. (ATABE, C.15 s.43) 2 Şubat 1923’te yine İzmir’de “Arkadaşlar, barış istiyoruz; fakat dediğim gibi tam bağımsızlık istiyoruz. Barışın anlamı budur…” demişti. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, -ATABE-, C.15, s.86-87)
İtilaf devletleri, Lozan’da, kapitülasyonların Türkiye’nin istediği şekilde –kayıtsız şartsız biçimde-kaldırılmasına yanaşmayınca Lozan Konferansı kesintiye uğradı. İngiltere ve Fransa dünya kamuoyunda “Türkiye’nin barış istemediği” propagandasına başladılar. Bunun üzerine Atatürk, 16 Mart 1923’te – Lozan Görüşmelerine ara verilen günlerde- Adana’da, çiftçilerle konuşmasında, modern insanlık tarihine altın harflerle yazılacak şu cümleleri kurdu:
“Ne olursa olsun şu veya bu sebepler için milleti harbe (savaşa) sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça, harp bir cinayettir.” (ATABE, C.15, s.215)
Gerçekten de Atatürk’ün “haksız”, “hukuksuz” bir savaşı yoktu. O, tüm ömrü boyunca “Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmeyeceğiz” diyerek savaşmıştı.
24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Kapitülasyonlar kaldırıldı. Yabancı kapitalist şirketlere yeni ayrıcalıklar verilmedi. Türkiye’nin toprak bütünlüğü kabul ettirildi. Böylece “tam bağımsızlık”, dolayısıyla gerçek barış sağlandı.
Atatürk, Lozan’da sağlanan barışı, üstelik 1930’ların faşizm çağında, “Yurtta sulh cihanda sulh” formülüyle kalıcı bir barış düzeni (Pax Lozan) haline getirdi. Atatürk, ilk olarak 20 Nisan 1931’de millete beyannamesinde CHP’nin genel siyasetini “Yurtta barış dünyada barış için çalışıyoruz” diye özetledi.
Atatürk, gerçekten de söylediği gibi “barış” için çalıştı. Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki tüm gerçekçi barış çabalarını destekledi. Türkiye, komşu devletler başta olmak üzere tüm devletlerle iyi ilişkiler kurmayı esas aldı. Bu bağlamda çok sayıda dostluk ve kardeşlik antlaşması imzaladı. TürkYunan dostluğunu kurdu. Kurtuluş Savaşı’ndan beri devam eden Sovyet dostluğunu yeni antlaşmalarla güçlendirdi. 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olarak Avrupa ile 1934’te Balkan Antantı’nı imzalayarak Balkan ülkeleri ile ve 1937’de Sadabat Paktı’nı kurarak İslam ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirdi.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’nin belli başlı sorunlarını, sıcak savaşla değil, diplomasiyle çözdü. 1922’de Doğu Trakya’yı, 1923’te İstanbul’u, 1923’te ve 1936’da Boğazları, 1938’de Hatay’ı savaşsız antlaşma yöntemiyle kurtardı. (1922) Mudanya, (1923) Lozan ve (1936) Montrö ile Türkiye Cumhuriyeti’nde kalıcı barış sağlandı.
ATATÜRK'ÜN BARIŞ FORMÜLÜ
Mustafa Kemal Atatürk, - 90 yıl önce-Mayıs 1935’te, Amerikalı gazeteci Mis Gladys Baker’a verdiği bir röportajda, II. Dünya Savaşı öncesinde adeta dünya barışının formülünü açıklamıştı.
Tan Gazetesi 21 Haziran 1935
Gladys Baker’ın, “Yakın gelecekte savaş tehlikesi görüyor musunuz?” sorusuna Atatürk şu yanıtı vermişti:
“Yakın gelecekten bahsetmemeliyiz, harp tehlikesi bulunduğumuz zamanda vardır. Avrupa’daki vaziyet çok fenadır. Harbin ciddiyetini nazarı dikkate almayan bazı gayri samimi önderler taarruzun vasıtası olmuşlardır. Kontrolleri altındaki milletlere milliyetçiliği ve ananeyi yanlış bir şekilde göstererek ve suiistimal ederek aldatmışlardır. Bu buhranlı saatlerde hercümerce mani olmak için kütlelerin kendileri karar vermeleri ve mesuliyet mevkiini yüksek karakterli, yüksek moralli ve vicdanlı insanların eline tevdi etme zamanı gelmiştir. Bu gecikmeden yapılmalıdır.”
Atatürk açıklamalarında, sürekli barışın anahtarını da vermişti:
“Şuna da kaniim ki, eğer devamlı sulh isteniyorsa kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek beynelmilel tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin (baskının) yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.”
Atatürk, Amerikalı gazeteci Gladys Baker’ın, “Barışı korumak için tedbir alınması mümkün müdür?” sorusuna 7 maddede şöyle yanıt vermişti.
1 - İnsanlığa sürekli barışın önemini anlatmak için uygar ulusların ortak teşkilat yapmaları gerekir.
2 - İnsanlığın kalbindeki ve kafasındaki, geçmişten gelen düşmanlık duygularını silmek için her ulusun yüksek aydınları elbirliği ile çalışmalıdır.
3- İnsanlığın genel refahını sağlayıp dünyada aç ve sefil zümreler bırakılmamasını bütün insanlığın ortak amacı gibi gören uluslararası modern tedbirler alınmalıdır.
4- İnsanların kin ve hırs gibi olumsuz düşüncelerden kurtulması, onun yerine insanlığın büyüklüğü düşüncesi ve bu büyüklüğü sevme esası yerleştirilmelidir.
5- Tarih boyunca savaşların yarattığı yıkımlar ve felaketler genç kuşaklara anlatılmalıdır.
6- Bütün bu tedbirler insanlığı asıl insanlık düzeyine çıkarmaya yönelik tedbirlerdir. Şüphesiz bu amaç biraz zaman ister. Bunun için uygar ulusların aydınları birbirlerini arayıp bulmalı ve ortak kararlar üzerinde ortak çalışmalar yapmalıdır.
7- Eğer savaş birden bire çıkarsa milletler savaşa engel olmak için bütün mevcudiyetiyle çalışmalıdırlar (askeri ve ekonomik güçlerini birleştirmelidirler.) Nihayet barışı korumak için en hızlı ve etkili tedbir, barışı bozacak herhangi bir saldırganın istediği gibi hareket edemeyeceğini kendisine fiilen gösterecek uluslararası teşkilatların kurulmasıdır. (ATABE, C.27, s.260-261)
Gladys Baker’ın, “Birçok bölgesel antlaşmaların barışın korunması için tesirli olduğunu zannediyor musunuz?” sorusuna ise Büyük Önder bu konudaki bir ütopyasını dile getirerek şöyle yanıt vermişti:
“Esas gaye, bütün milletlerin, devletlerin paktıdır. Bu kadar büyük bir müessese yaratmak gayesine giderken, ondan önce herkesin kolaylıkla görüşebileceği, anlaşabileceği dar ve belirli muhitler içinde anlaşmaya başlamaktan daha tabii bir şey olamaz. Bir insan yüksek bir ideale giderken bu ideali bir anda ve ilk teşebbüste yeryüzündeki bütün milletlere anlatabilir mi? O evvela kendi yakınlarından olanlarla anlaşabilir. Bu anlaşmalar teessüs ettikten sonradır ki saha genişler; o halde bölgesel paktlar barışı bütün insanlığa yaymak gayesini hedef tutunca, bu teşekküllerin ne kadar asil ve ne kadar insani kıymette olduğuna şüphe yoktur.” (ATABE, C.27, s. 261)
Atatürk’ün, Gladys Baker’in, “Türkiye nereye doğru gidiyor? Türkiye için son amacınız nedir?” sorusuna verdiği yanıt da çok dikkat çekiciydi:
“Yeni Türkiye’yi görmüş ve tanımış olanlar bilirler ki, Türk Cumhuriyeti camiası kendisine hedef olarak insanlığı ve kültürü almıştır. Türk’ün yeni gittiği yol ve kurmak istediği nokta kültür hayatında yükselmek, insanlık yolunda ilerlemek ve elinden geldiği kadar barışa ve insanlığa hizmet etmektir…” (ATABE, C. 27, s. 263)
Gladys Baker’ın, 26 Mayıs 1935’te, Mustafa Kemal Atatürk’le yaptığı bu röportaj, 21 Haziran 1935 tarihli Tan ve Ulus gazetelerinde yayınlanmıştı.
Atatürk’ün, II. Dünya Savaşı’ndan yaklaşık 4 yıl öce Amerikalı gazeteci Gladys Baker’a sıraladığı barışı sağlama ve koruma tedbirlerinin önemini Avrupa ve Amerika ancak milyonlarca insanın öldüğü II. Dünya Savaşı’ndan sonra anladı. 26 Haziran 1945’te San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın girişindeki barışı koruma tedbirleri, Atatürk’ün 10 yıl önce sıraladığı barışı koruma tedbirlerine fazlaca benziyordu.
***
Yaklaşık 4 yıl önceden II. Dünya Savaşı’nın çıkacağını tahmin eden Mustafa Kemal Atatürk, savaşın ciddiyetini dikkate almayan ve milliyetçiliği yanlış anlatıp kullanarak halkı aldatan bazı samimiyetsiz liderlerin saldırganlıklarına karşı kitlelerin harekete geçerek sorumluluk makamına “yüksek karakterli, yüksek morali ve vicdanlı” insanları getirmesini önermişti. Atatürk, bir savaş durumunda, dünya milletlerinin askeri ve ekonomik güçlerini birleştirerek saldırganlara karşı birlikte hareket etmesini, her şeyden önce saldırgana, saldırısının yanına kar kalmayacağını anlatacak uluslararası bir teşkilatın kurulmasını, dünyadaki aydınların bir araya gelerek geçmişin düşmanlık izlerini silmek için çalışmalarını, insanlığın genel refahını sağlayıp dünyada aç ve sefil insan bırakılmamasını, insanların “kin” ve “hırs” gibi olumsuz düşüncelerden kurtulmasını ve “insanlığa sevgi” düşüncesinin yerleştirilmesini, bunun için genç kuşakların geçmişteki savaşların yıkımlarından ders almaları sağlanarak “insanlığı asıl insanlık düzeyine çıkaracak tedbirler alınmasını” önermişti. Atatürk ayrıca, dünya milletlerinin bölgesel paktlarla bir araya gelmesiyle ileride bütün milletlerin, devletlerin paktının kurulacağını ve böylece zamanla dünya barışının sağlanabileceğini ileri sürmüştü. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefinin de “kültür alanında ilerleyip barışa ve insanlığa hizmet etmek olduğunu” belirtmişti.
Atatürk’ün, 1935 yılında, faşizm çağında dile getirdiği bu düşünceler, onun genelde göz ardı edilen bir insanlık ve dünya barışı ütopyasına sahip olduğunu göstermektedir.
Atatürk’ün, II Dünya Savaşı’ndan yaklaşık 4 yıl önce açıkladığı dünya barışını koruma formülü bugün de geçerlidir. Sahte barış havarilerini bırak, Atatürk’e bak…
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları