Dil devrimini anlamak
Sinan Meydan; Türk dilini geliştirmek, güçlendirmek, zenginleştirmek için Türk ulusunun okuma-yazma becerisini de geliştirmek, güçlendirmek gerekiyordu.
“Gece meşguliyetimiz, bildiğin gibi dil dersleri… Gündüz de yalnız olarak aynı mesele üzerinde birkaç saat çalışıyorum.” (Atatürk’ün, Afet İnan’a mektubundan, 23 Aralık 1937)
26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayında, Türkçenin zenginliğinin araştırılması ve öz güzelliğinin ortaya çıkarılması için Atatürk’ün katılımıyla Birinci Türk Dil Kurultayı toplandı. Kurultayın toplandığı 26 Eylül gününün her yıl “Dil Bayramı” olarak kutlanması teklif edildi. Bu teklifin oy birliğiyle kabul edilmesiyle her yıl “26 Eylül Dil Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı.
Atatürk’ün çok önem verdiği yazı ve dil devrimleri, birbirini tamamlayan büyük bir kültür devriminin iki önemli ayağıdır. Yazı ve dil devrimlerinin ortak amacı, Türk ulusunun dili Türkçe ile kendisini en iyi şekilde ifade etmesini sağlamaktı. Bu çerçevede yazı devrimi ile Türkçe, Türkçenin yapısına uymayan Arap harfleriyle yazılma zorunluluğundan kurtarılırken, dil devrimiyle de Türkçe, bir taraftan Arapça ve Farsça baskısından kurtarılmaya, diğer taraftan derleme, tarama ve türetme çalışmalarıyla zenginleştirilmeye çalışılacaktı.

Atatürk, yeni harflerin uygulanmasını kolaylaştırmak için Başbakanlığa gönderdiği bu talimatname ile bazı önemli yazım kurallarını belirlemişti.
(Hakimiyeti Milliye, 22 Eylül 1928)
TÜRKÇEYİ KURTARMAK
Osmanlı Devleti, sınırlarının da genişlemesiyle 16. yüzyılın ortalarından itibaren Arapça, Farsa ve Türkçe karışımı ve Arap-fars harfleriyle yazılan “Osmanlıca” adlı yapay bir yazı dili kullanmaya başlamıştı. Yaklaşık aynı dönemde Türklerin merkezden çevreye itilmesine paralel Türkçe de ikinci plana itilmişti. Arapça ve Farsçanın baskısı altında kalarak her geçen gün öz güzelliğini ve zenginliğini kaybeden Türkçe, halk arasında yaşamaya devam edebilmişti.
Osmanlı’da yazı dili ve konuşma dili arasındaki uçurumun giderek artması, 19. yüzyılda Osmanlı aydınları arasında tartışma konusu olmuş; Tanzimat döneminden itibaren Osmanlı’da, yazıda ve dilde reform konusu gündeme gelmişti. Çünkü Türkçe konuşan halk, Arapça ve Farsçanın egemen olduğu sistemde, devlet dairelerinde işlerini bile göremez olmuştu. Ayrıca 19. yüzyılda Osmanlı modernleşmesi sürecinde Osmanlıcanın bilim dili olmadığı çok net olarak ortaya çıkmıştı. Bu nedenle yeni sözcükler türetme zorunluluğu doğmuştu. Ancak bu türetme çalışmaları sırasında Türkçe değil, Arapça esas alınmış, bu da Osmanlıca içinde Arapça kelimelerin ağırlığını artırmak dışında bir işe yaramamıştı.
Osmanlı’da 1876’da Kanuni Esasi’nin 18.maddesiyle Türkçe resmi dil ilan edilmişti.
II. Meşrutiyet döneminde Türkçülük akımının da gelişmesiyle Genç Kalemler ve benzeri dergilerde toplanan genç aydınlar, Osmanlıcanın sadeleştirilmesi için mücadele etmeye başlamıştı. İşte bu süreçte Şemsettin Sami, “Hepimiz yalnız Türkçe sözcükler arayıp bularak Arapça ve Farsça sözcükler yerine onları kullanmalıyız” demişti. (Şerafettin Turan, Yeni Türkiye’nin Oluşumu, 3. Kitap, 2. Bölüm, s. 101)
Bu arada Osmanlı aydınları arasında Arap alfabesinin, Türkçenin yazılmasını ve okunmasını güçleştirdiği ileri sürülerek alfabe tartışması da başlamıştı. Mevcut alfabenin düzenlenmesinden yeni bir alfabe kabul edilmesine kadar birçok görüş ileri sürülmüştü. Hatta Enver Paşa, orduda – başarısız- bir alfabe reformu girişiminde bile bulunmuştu.
YAZI VE DİL DEVRİMİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili durumundaki Türkçenin gelişimine büyük önem veren Atatürk, Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” adlı kitabına, 2 Eylül 1930’da el yazısı ile şu notu düşmüştü:
“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin… Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Türk dilini geliştirmek, güçlendirmek, zenginleştirmek için Türk ulusunun okuma-yazma becerisini de geliştirmek, güçlendirmek gerekiyordu.
Türkçenin resmi dil olması demek, tüm Türk ulusunun ortak ifade aracı olması demekti. Bunun için yazı dili ve konuşma dilinin birbirini tamamlaması gerekiyordu.
1923’te cumhuriyet ilan edilirken yüzde 10’u bile okur-yazar olmayan Türkiye’de dil devriminden önce bir yazı devrimine ihtiyaç vardı.
Bu nedenle 1926 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Kuruluş Yasası görüşülürken yazı ve dil konularıyla uğraşacak bir komisyon kurulması gündeme geldi. Bu çerçevede aynı zamanda “Dil Heyeti” adı verilen “Alfabe Komisyonu” kuruldu. Bu “Dil Heyeti”, yaptığı çalışmalar sonunda 1928 yılında, Türkçenin yapısına uymayan Arap alfabesi yerine Türkçenin yapısına uygun Latin kökenli yeni Türk alfabesinin kabul edilmesini önerdi. 1928 yılında Harf Devrimi yapıldı. Yeni Türk harfleri kabul edildi. 1929 yılında kurulan Millet Mekteplerinde halka yeni harfler öğretilmeye başlandı.
Çalışmalarına devam eden Dil Heyeti, bir “Yazım Kılavuzu” yayınladı. Ardından “Türk Söz Kitabı” adıyla bir Türkçe Sözlük hazırlamaya başladı.
TÜRK DİL KURUMU’NUN KURULUŞU
MEB’e bağlı “Dil Heyeti”nin çalışmalarından istenilen sonuç alınamayınca Atatürk, dil konusundaki çalışmaları yürütmek için tıpkı Türk Tarih Kurumu gibi bir Türk Dil Kurumu kurulmasına karar verdi.
Atatürk, yazı devrimini tamamlayacak bir dil devrimi yapmak istiyordu.
Prof. Şerafettin Turan, dil devrimi ile gözetilen amaçları şöyle sıralıyor:
1- Tam bağımsızlık ilkesine uygun olarak Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak.
2- Yazı dili ile konuşma dili arasındaki uçurumu kapatmak.
3- Toplumsal anlaşma ve toplumsal birlik bütünlüğü sağlamak.
4- Okuma yazmayı kolaylaştırmak ve yaygınlaştırmak.
5- Yurttaşların yönetime katılmalarını kolaylaştırmak.
6- Dili zenginleştirip güzelleştirmek.
7- Düşünceyi kolaylaştırıp, yaratıcılığı artırmak.
8- Türkçeyi bir ilim kültür dili düzeyine yükseltmek ve kültür sömürgeciliğinin etkisinden kurtarmak. (Turan, s.103-104)
Atatürk, dil devrimini düşünceden uygulamaya geçirmek için, 11 Temmuz 1932’de aydınları Çankaya Köşküne davet etti. “Türk Tarih Tetkik Cemiyeti gibi (15 Nisan 1931’de kurulmuştu) bir de ona kardeş dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dil Tetkik Cemiyeti olsun!” dedi. 12 Temmuz 1932’de –hepsi milletvekili olan- Samih Rıfat, Ruşen Eşref, Celal Sahir Erozan ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun İçişleri Bakanlığına başvurusu ile Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Atatürk’ün himayesindeki Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin amacı “Türk dilini incelemek ve elde edeceği sonuçları yayınlayıp yaygınlaştırmak” olarak belirlendi.
26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayında Atatürk’ün katılımıyla Birinci Türk Dil Kurultayı toplandı. Kurultayın toplandığı 26 Eylül gününün her yıl “Dil Bayramı” olarak kutlanması teklif edildi. Bu teklifin oy birliğiyle kabul edilmesiyle her yıl “26 Eylül Dil Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı.
1936’da toplanan Üçüncü Dil Kurultayda Atatürk’ün isteği ile kurumun adı Türk Dil Kurumu olarak değiştirildi.
TÜRK DİL KURUMU’NUN ÇALIŞMALARI
Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin ilk yönetim kurulu, 17 Ekim 1932’de yayınladığı bildiride cemiyetin amaçlarını şöyle sıraladı:
1- Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek.
2- Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın önümüze getirdiği tüm ihtiyaçları karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek.
Bu amaçlara ulaşmak için Türk Dil Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) tarama, derleme ve türetme çalışmalarına başladı.
21 Ekim 1932’de halk dilinde yaşayan Türkçe sözleri derlemek için her ilde valilerin başkanlığında “Derleme Kurulları” oluşturulması amacıyla “Söz Derleme Yönetmeliğinin Uygulanması Hakkındaki Kararname” çıkarıldı. Anadolu’da halk ağızlarından derlemeler yapıldı. 600 bin civarında fiş hazırlandı. Bunlar “Söz Derleme Dergisi” (6 cilt) ve “Derleme Sözlüğü” (12 cilt) gibi yayınlarda toplandı. Yüzlerce sözcüğe Türkçe karşılık bulundu ve bunlar gazetelerde “Osmanlıcadan Türkçeye Karşılıklar Kılavuzu” adıyla yayınlandı. Ayrıca “Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu” ve “Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu” hazırlandı. Bu derleme, tarama çalışmaları sonunda unutulmaya yüz tutmuş çok sayıda Türkçe sözcük dile kazandırıldı. Örneğin Anadolu ağızlarından o zaman derlenen “abartmak”, “yoz”, “yozlaşmak”, albeni”, “ivedi”, “kuzey”, “güney”. vb. çok sayıda sözcük bugün kullanılmaktadır. Bu arada türetme çalışmalarıyla da çok sayıda Türkçe sözcük türetildi. Bu sözcüklerin birçoğunu bugün kullanıyoruz. Cumhurbaşkanı Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü, konuşmalarında yeni türetilen öz Türkçe sözcükleri kullanarak dil devrimine katkıda bulundular. Ayrıca Atatürk de Türkçe sözcükler türetti.
Okullarda Türkçe derslerine ağırlık verildi. Arapça ve Farsça dersleri müfredattan çıkarıldı. Yurttaşların Türkçe konuşmaları için kampanyalar yapıldı. Din dili Türkçeleştirildi: Kuran, ezan, hutbeler Türkçeye çevrildi. Türk Dil Tezi geliştirildi. Tarih ve dil çalışmalarına katılacak yerli uzmanlar yetiştirmek için Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu. Dil sorunlarını bilimsel düzeyde tartışmak için Dil Kurultayları düzenlendi.
Atatürk Türk Tarih Kurumu’nu ve Türk Dil Kurumu’nu kendi ayakları üzerinde durup bağımsız çalışabilmeleri için özellikle dernek olarak kurdurdu. Vasiyetinde, İş Bankası’ndaki hisselerin gelirini bu kurumlara bırakarak, bu kurumların geleceğini güvenceye almak istemişti. Gelin görün ki, 12 Eylül 1980 darbecileri, 1983 yılında Atatürk’ün vasiyetini çiğneyip Atatürk’ün bu kurumlarını adeta devlet dairesi yaparak siyasetin güdümüne aldılar.
ATATÜRK’ÜN DİL ÇALIŞMALARI
Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul Sarayburnu’nda yeni harfleri halka şöyle duyurdu:
“Arkadaşlar güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılamayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz…”
Atatürk, yeni Türk harflerini halka öğretmek için bir başöğretmen olarak işe koyuldu. Yeni harflerin devlet adamlarına, bakanlara, aydınlara, yazarlara, gazetecilere gösterilmesi için Ağustos 1928’de Dolmabahçe Sarayı’nda kendi huzurunda “Dil Dersleri”ni başlattı. Daha sonra kara tahtasını yanına alıp bir yurt gezisine çıktı. Ağustos-Eylül 1928’de Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, Eceabat, Gelibolu, Sinop, Samsun, Amasya, Turhal, Tokat, Sivas, Şarkışla ve Kayseri’ye giderek yeni Türk harflerini halka anlattı.
Başöğretmen Atatürk, bu yurt gezisi sırasında bizzat yaptığı gözlemler sonunda yazım kurallarında bazı düzenlemeler yapmaya karar verdi. 21 Eylül 1928’de Sivas’tan Başbakanlığa gönderdiği bir yazıyla yeni yazım kurallarını belirledi. Buna göre soru eki “mı”, “mi”, “mu”, “mü”nun, bağlama eki “ki”nin, “de” ve “da”nın ayrı yazılmasını ve bazı başka kuralları tek tek gösterip bunların uygulanmasını istedi. (Hâkimiyeti Milliye, 22 Eylül 1928) Bugün o kuralları kullanıyoruz.
Atatürk, son olarak 1936-1937 yıllarında geometri terimlerini Türkçeleştirmek için bir Geometri kitabı yazdı. Bugün o terimlerin büyük bir bölümünü kullanıyoruz.
Atatürk, Cenevre’de bulunan manevi kızı Afet İnan’a, 23 Aralık 1937 tarihinde yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Gece meşguliyetimiz, bildiğin gibi dil dersleri… Gündüz de yalnız olarak aynı mesele üzerinde birkaç saat çalışıyorum.”
Dil Bayramımız şimdiden kutlu olsun.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları





