loading
close
SON DAKİKALAR

Türkiye’de Eğitimde Devrim ve Karşıdevrim(3): Atatürk’ün Eğitim Devrimi

Sinan Meydan
Tarih: 28.06.2023
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; Aradan 100 yıl geçti. Cumhuriyetin birliği esas alan, eşit, yaygın, karma, parasız, akıl ve bilim temelli, laik ve ulusal karakterli, evrensel nitelikli eğitim-öğretim sistemi her geçen gün daha da zayıflatılmaktadır.

“Bir memleketteki azınlık eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” (Atatürk, 1923)

Türkiye’de 1923’te cumhuriyet ilan edilirken 40 bin köyün 37 bininde okul ve öğretmen yoktu. Nüfusun yüzde 90’dan fazlası okuma-yazma bilmiyordu. Kız çocuklarının çok azı okula gönderiliyordu. Mevcut eğitimöğretim sistemi de eski-yeni ve yabancı okullarla parçalanmış bir görünümdeydi.

Cehaleti Yenmek

Atatürk, cumhuriyeti kurarken öncelikli olarak çözülmesi gereken iki sorundan biri eğitimdi. (Diğeri sağlıktı, ülke salgın hastalıkların pençesindeydi).

Cumhuriyet kurulurken Türkiye’de yaygın bir cehalet vardı. Bu nedenle Atatürk, birçok defa, “her şeyden önce cehaleti ortadan kaldırmak gerektiğini” söylemişti. “Bu memlekette eskiden beri bir cehalet (bilgisizlik) devam ediyor. Eski idareler, bu cehaleti sürdürmeyi kendi devamları için bir gereklilik gibi görüyorlardı. Bu memlekette cehaleti süratle ortadan kaldırmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.” (Milliyet, 3 Aralık 1929; Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s.121)

Milliyet, 10 Kanunusani 1930, s. 1

Atatürk, Türkiye’deki cehaletin boyutları yanında, o cehaletin kaynağını da çok iyi biliyordu. Onun, bu konudaki –neredeyse hiç bilinmeyen- ancak bugüne de ışık tutan 1923 yılında dile getirdiği şu sözleri çok dikkat çekicidir:

“Memleketteki cehalet mutlaka giderilmelidir. Bunu yapmaya mecburuz. Hepimizin esenliği için bunu yapacağız. Yazık ki, memlekette bilenler azınlığı teşkil ediyor. Hepimizin şahsi saadeti, çoğunluğun hayat ve saadetiyle mümkündür. Eğer çoğunluk, yani memleket ve millet, mesut ve mamur olmazsa beş-on kişinin saadetinden ne çıkar? Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır. Şimdiye kadar izlenen yöntem, maalesef azınlığın refahının sağlanmasına yönelikti. Bu millet ve memleket beş-on kişinin saadet ve selameti için, beş-on kişinin sefahati yüzünden bu hale gelmiştir.” (Milliyet, 10 Kânunusani /Ocak 1930, s.1)

Hatırlayacaksınız! 2016 yılında, bir profesör, “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor! Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum!” demişti. İşte o profesör, Atatürk’ün ifadesiyle, “kendi menfaatini çoğunluğun bilgisizliğinde arayan azınlığa” iyi bir örnektir.

Bilimsel ve Uygulamalı

Eğitim Cumhuriyetin kurucu felsefesinde eğitimin öncelikli amacı, bilimsel ve uygulamalı eğitim-öğretimle yaygın cehaleti yenmekti.

Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı devam ederken tuttuğu özel notlarda şöyle demişti:

“İlim ve eğitim lazımdır… İlim ve eğitimin merkezi okuldur... Milleti yetiştirmek için okullar, üniversiteler kurmak için de aynı yöntemi izleyeceğiz. Milletin, siyasi ve sosyal hayatında, fikri terbiyesinde her türlü dış etkilere dayanabilmesi için ilim ve fenni rehber kabul edeceğiz.”

Atatürk, aynı notlarında “Maarif Programı” başlığı altında da şunları yazmıştı:

“En uygun program, milletimizin sosyal hayatıyla, çağın gerekleriyle tamamen uygun olandır. Bizim izleyeceğimiz eğitim politikasının temeli önce mevcut cehaleti gidermek olmakla birlikte bir taraftan da memleket evladının toplumda ve ekonomide etkili ve verimli olabilmesini sağlayacak uygulamalı yöntemler izlemektir. Erkek ve kız çocuklarımızı aynı eğitim derecelerinden geçirerek toplumsal hayatımıza ruh ve yaşama yeteneği vermek zorundayız.”

Atatürk, bilimsel ve uygulamalı eğitim konusunda 1923’te de şöyle demişti:

“İlk ve orta eğitim insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin. Fakat o kadar uygulamalı bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığından emin olsun… Eğitim programımızı takip eden insanlar güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak… Bundan başka bu güzel ve zengin ülkedeki serveti ortaya çıkarmak için yüksek meslek erbabına, uzmanlara ihtiyacımız vardır.” (Milliyet, 9-10 Kânunusani 1930, s.1)

Eğitim Devriminin Kilometre Taşları

6 Mayıs 1920’de TBMM’de Eğitim Bakanlığı kuruldu. TBMM, 25 Kasım 1920’de aldığı bir kararla öğretmen ve öğrencilerin askerlik görevlerini erteledi. Atatürk, savaşın ortasında, 16-21 Temmuz 1921’de Ankara’da -kadın öğretmenlerin de katıldığı- Maarif (Eğitim) Kongresi düzenledi. Kongre açış konuşmasında “ulusal eğitim” vurgusu yaptı.

Askeri orduların başkomutanı Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrası başka bir ordudan, “eğitim ve kültür ordusu”ndan söz etmeye başladı. 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere seslenirken şöyle dedi: “Hanımefendiler, efendiler! Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve eğitim ordusunun zaferi için yalnızca ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak, yaşatacak ve kesinlikle başarıya ulaştıracaksınız.” 1923’te yaptığı başka bir konuşmada da şunları söyledi: “Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu... Bu ikinci ordu olmadan, birinci ordunun verimli sonuçları kaybolur.” (Kocatürk, s. 127)

Atatürk, 1 Mart 1923’te eğitim devriminin boyutlarını şöyle ortaya koydu: “Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim öğretim için vatanın önemli merkezlerinde çağdaş kütüphaneler, botanik ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, atölyeler, müzeler ve güzel sanatlar sergileri kurmak… Bütün yurdu matbaalarla donatmak gerekmektedir.”

3 Mart 1924’te Tevhidi Tedrisat Kanunu ile öğretim birleştirildi. Bütün okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Medreseler kapatıldı.

Atatürk, eğitim devrimini, bu konuda uzman yetenekli ellere bıraktı. Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, Rüştü Uzel, Cevat Dursunoğlu, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel gibi isimler Cumhuriyetin eğitim devrimini şekillendirdiler.

1924’te Amerikalı eğitimci ve felsefeci Prof. John Dewey, 1925’te Alman eğitim danışmanı Prof. Kühne, 1927’de Belçikalı eğitimci Omar Buyse, 1932’de İsviçreli profesör Albert Malche davet edildi. Kendilerine eğitimle ilgili raporlar hazırlatıldı. Eğitim devrimi yapılırken bu raporlardan da yararlanıldı.

1926’da eğitim her kademede parasız hale getirildi.

1927’de kız-erkek öğrencilerin bir arada olduğu karma eğitime geçildi.

1928’de Türkçenin yapısına uymadığı için okuma-yazmayı güçleştiren Arap Alfabesi kaldırıldı yerine, Türkçenin yapısına uygun Latin kökenli Yeni Türk Alfabesi kabul edildi.

Halka yeni alfabeyi öğretmek için Millet Mektepleri açıldı. Okulsuz köyler için Gezici Dersaneler, Seyyar Muallimler, Gezici Kütüphaneler uygulamaları başlatıldı.

1929’da Arapça ve Farsça dersleri müfredattan çıkarıldı.

1930’larda okul programlarındaki zorunlu din dersleri önce azaltıldı, sonra -köy ilkokulları hariç- müfredattan çıkarıldı. Buna karşın 1930’larda okul kitaplarında “Evrim Kuramı”na yer verildi.

1932’de Halkevleri ve Halkodaları kuruldu. Buralarda halka kültür-sanat başta olmak üzere çok çeşitli konularda çeşitli bilgiler verildi, çeşitli kurslar düzenlendi. Halkevi kütüphaneleri sayesinde halk kitaba ulaşabildi.

Cumhuriyetin Okulları

1923’te cumhuriyet ilan edilirken Türkiye’de 40 bin köy, buna karşılık şehir, kasaba ve köylerde sadece 4.894 ilkokul vardı. Bu ilkokullara toplam 341.941 ilkokul öğrencisi devam ediyordu. Bu öğrencilerin 273.107’si erkek, 62.954’ü kızdı. Toplam öğrenci sayısının sadece yüzde 18’ini kızlar oluşturuyordu. Bu okullardaki öğretmen sayısı 10.238’di. Tüm ülkede sadece 72 ortaokul, bu ortaokullarda sadece 5.905 öğrenci ve 796 öğretmen vardı. Tüm ülkede sadece 23 lise, bu liselerde 513 öğretmen ve sadece 1.241 öğrenci vardı. Mesleki ve teknik öğretimde ise toplam 64 okulda, 583 öğretmenin gözetiminde 6.547 öğrenci öğrenim görüyordu. Ortaokullarda sadece 543, liselerde ise sadece 230 kız öğrenci okuyordu. Öğretmenlerin üçte biri öğretmenlik eğitimi görmemişti. Ülke genelindeki 9 fakülte ve yüksekokulda 307 öğretim elemanı ve 2.914 öğrenci vardı. Türklerin okul, öğrenci ve öğretmen azlığına karşın yabancıların okul, öğrenci ve öğretmen sayıları hayli fazlaydı. (İstatistik Göstergeler 1923-1992, DİE, Ankara, 1994; Komisyon, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Ankara, 2010, s.7-8; Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.3, s.666)

Cumhuriyetin ilanı sonrası köy okulları başta olmak üzere yeni ilkokullar, ortaokullar, liseler açıldı. 1934’ten itibaren kız sanat ve yapı enstitüleri, ticaret okulları, kız teknik, erkek teknik yüksek öğretmen okulları açıldı. 1927- 1933 arasında 5 yeni sanat okulu açıldı. Daha sonra bu okullar kız enstitülerine dönüştürüldü. 1940-1941’de bu okulların sayısı 15’e ulaştı. Kız ve erkek meslek okullarının sayısı 1938’de 50’ye çıktı. Kız meslek okullarına devam eden öğrenci sayısı da 1931- 1938 arasında 717’den 10.130’a yükseldi. 1937’den itibaren köylere öğretmen göndermek için Köy Eğitmenleri Projesi başlatıldı. Bu proje Köy Enstitülerinin altyapısını oluşturdu.

1933’te Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı. Ülkenin dört bir yanında tarım enstitüleri ve tohum ıslah istasyonları açıldı. Ayrıca Osmanlı’dan kalan 3 tarım okulu iyileştirildi ve bunlara ek, 13 farklı ilde 13 yeni tarım okulu açıldı. 1930’ların sonundan itibaren Sümerbank fabrikalarında fabrika ilkokulları açıldı.

Ankara’da Musiki Muallim Mektebi (1924), Hukuk Mektebi (1925), Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü (1926), İsmet Paşa Kız Enstitüsü (1928), Milli Musiki Temsil Akademisi (1934), Siyasal Bilgiler Okulu (1936), Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (1935), Devlet Konservatuvarı (1936) açıldı. 1933’te Üniversite Reformu yapılarak İstanbul Darülfünunu çağdaş bir üniversiteye dönüştürüldü. 1940’ta, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç öncülüğünde “eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitim” sloganıyla özgün bir eğitim-öğretim modeli olan Köy Enstitüleri hayata geçirildi.

Cumhuriyetin eğitim devrimi sonrası okul, öğrenci ve öğretmen sayılarında olağanüstü artışlar oldu. Örneğin, 1923’te 4.894 olan ilkokul sayısı, 1940’ta 10.596’ya çıktı. 1923’te 72 olan ortaokul sayısı 1940’ta 283’e çıktı. 1923- 1940 arasında ilkokulda okuyan öğrenci sayısı yaklaşık 342 binden 956 bine, ortaokullarda okuyan öğrenci sayısı yaklaşık 6 binden 95 bine, liselerde okuyan öğrenci sayısı 1.241’den 25 bine çıktı. Mesleki ve teknik okul sayısı 64’ten 103’e, buralardaki öğrenci sayısı da yaklaşık 6 binden 20 bine çıktı. 1923’te ülkede sadece 9 yüksekokul varken bu sayısı 1940’ta 20’ye çıktı. Yükseköğretimde yaklaşık 3 bin olan öğrenci sayısı da 13 bine çıktı. (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.3, s.666)

Atatürk’ün eğitimin devriminin temelinde öğretmen vardı. “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyen Atatürk, “Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” diyerek de Cumhuriyetin eğitim felsefesinin temel amacının “özgür düşünen insan” yetiştirmek olduğunu ortaya koydu.

Aradan 100 yıl geçti. Cumhuriyetin birliği esas alan, eşit, yaygın, karma, parasız, akıl ve bilim temelli, laik ve ulusal karakterli, evrensel nitelikli eğitim-öğretim sistemi her geçen gün daha da zayıflatılmaktadır.

İyi bayramlar...

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları