loading
close
SON DAKİKALAR

İsrail’e emperyal destek, Filistin’e İslam-Arap ihaneti

Şükran Soner
Tarih: 11.05.2021
Kaynak: Şükran Soner - Cumhuriyet

Şükran Soner; Belleğime kazılmış umutlu sadece iki sahne var.. İkisinde de Arafat’ın kimliği var. Önce verdiği savaşımın başarısının ürünü Filistinlilerin haklarının BM tarfından tanınmasını getiriyor.

1960’ların ikinci yarısından bu yana gazeteci olarak içinde olduğum, tanıklık ettiğim gelişmelerin akışına baktığımda; nerelerden nerelere gelindiğini, neden hep Filistin halkının geçerli haklarının gaspı ile birlikte, sürekli kanının akıtıldığını sorguladığımda, yüzleştiğimiz tek gerçekliğin, İsrail’in payına nerede ise ittifak halinde emperyal güç odaklarından destek, Filistin halkının payına ise İslam-Arap kimlikli devletler, örgütlü güçler adına ihanetin düştüğünü görüyorum..

İnsanlık adına içimi acıtan en acı gerçeklik ise Nazi Almanyası’nda soykırım yaşatılmış Yahudiler adına varoluş yolunun, siyasetlerinin, insanca yaşam için seçilmiş çözüm yollarının, emperyal güç odaklarının çıkarları adına bu kadar ağır ölçeklerde güdülenebilmesi, sonuçta emperyal çıkarlara tetikçilik yapılan noktalarda savrulmalarla, gerçekçi, uzun erimli bakıldığında Yahudiler için de insanca, rahat yaşanan nefes alınan bir yaşam biçimine dönüştürülememesi..

Kimi maddi gerçekliklere çok çıplak bakıldığında Amerika başta, en ağır savrulanlar siyasal İslamın en ilkel mezhep yorumları baskın, ırkçılık, aşiretler parçalanmalarında Ortadoğu ülkeleri devletleri ile halkları ağırlıklı acılı, kanlı bir geçmiş var arkamızda.. İngiltere, Ortadoğu’da üstlendiği özel rolleri ile baskın, AB ülkeleri, Rusya, Çin olumsuz katkıları kadar seyirci kalmalarıyla sorumlu. Türkiye Atatürk devrimciliği, laik Cumhuriyet değerleriyle, dış politika birikimleriyle göreceli, iç siyasal sorunları cepheleşmelerinden bağımsız olarak Kıbrıs için de geçerli olduğu üzere en tutarlı çizgide, Filistin halkının soluksuz mağdur edilmesine karşı bir çizgide tutarlı sayılabilir.

***

Belleğime kazılmış umutlu sadece iki sahne var.. İkisinde de Arafat’ın kimliği var. Önce verdiği savaşımın başarısının ürünü Filistinlilerin haklarının BM tarfından tanınmasını getiriyor. Sonrasında gerçekleşme yerine kanlarının akıtılması pahasına ellerindeki toprakların, tapularının alınması süreçleri geliyor. İkincisinde ise yeniden el konulmuş hakların kayıplı da olsa geri verilmesi, Filistin’in varlığının tanınması için yeniden adımların atılması gündeme geliyor.

Birincisi Arafat’ın Filistin halkının hakları için değil, sadece dönem sürecinde ezilen halkların insan hakları adına başkaldıranlardan, efsane liderler arasında sayıldığı yıllardan. Ortadoğu’nun, dönem koşullarında fanatik baskıcı Sünni siyasal İslam, ırkçı Arap yorumlarında, Leyla Halid gibi direnişçi kadın lider yetişebiliyor. Kurtuluş Savaşı geleneğinden gelen ülkemizin gençlik tabanında bu gelişmeler fazlasıyla dayanışma duygularını yeşertiyor.

12 Mart’ın, düşünce özgürlüğünden başlayarak tüm toplumsal sendikal, sol siyasal, gençlik örgütlenmelerini dağıtmayı hedef almış acımasız provokasyonlar, operasyonlar sürecinde, nefes alamayan gençlik örgütlenmeleri, liderlerinden farklı yelpazede olanlarının nerede ise topluca, kendilerini de korumak üzere Türkiye’den kaçışlarında Filistin’e koşturdukları aylar, yıllar.. Simge liderleri oralarda da bir şeyler yapamamanın kıskacında geri dönüşlerinde, Deniz’lerin idamı ile sayısız sabotajlı baskınlarda mahkûm bile olamadan öldürüldüler..

***

1967’de BM’de alınan Filistin halkı için haklarının tanınması kararı, Arafat’ın başarı simgesi olsa da sonrasında planlı, adım adım bedel ödetilen yılların projelerinin sahnelenmesi gündeme girecekti. Özeti Arafat’ın sürgüne gönderilmesine giden yolda, kanlı çatışmalar, ev ve toprakların alınması yanında Filistinlilerin kitlesel sürgüne sürüklenmeleri süreçleri yaşanacaktı. Acılı yılların köşe taşlarının bile köşe yazısına sığdırılamayacağı gerçeğini gözeterek içimdeki umutları yeşerten ikinci sahneye hızlı geçiş yapmak istedim.

Arafat’ın sürgünden dönüşü ile eskisinin çok gerisinde kalacak olsa da yeniden barış anlaşmasının başında elbette Amerika olacaktı. 11 Temmuz 2000 tarihli, Clinton ikisinin koluna girmiş, Arafat ile Ehud Barak’ın, Camp David’de 9 gün kapalı tutularak imzalamaya zorlandıkları yeni bir barış anlaşmasından söz ediyorum. 2005 yılına kadar Filistin Devleti’nin kurulmasını öngören bu anlaşma, tarafların imzaları olsa da hiç yürürlüğe giremedi. Filistin devleti de kurulamadı.

İstanbul’da yapılan yuvarlak masa Taksim toplantısında, İsrail Barış Örgütü’nün başkanı fizik profesörü ile Arafat’ın, FKÖ’nün Anakara temsicisinin, nerede ise birbirinin aynısı durum değerlendirmelerinden umutlanmıştım. Filistin-İsrail halklarının barış içinde yaşamaları için yapılanların çok az ve yetersiz kaldığını anlatıyorlardı. Halkların yetkin temsilcilerinin barış adına ortaya koydukları gerçeklerin buluşmasından, ucundan olsun umutlanmıştım. Ne yazık ki kirli çıkarların baskın çıkması ile günümüzde çok daha kanlı bedeller ödeniyor.. Artık Filistinlilere vatansızlık çözümü dayatılıyor.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları