loading
close
SON DAKİKALAR

Gezi Davası görülüyor: Bu dava, tarihsel olarak da güncel olarak da kendi iddialarını kendisi çürüten iddianame olarak tarihteki yerini aldı

Gezi Davası görülüyor: Bu dava, tarihsel olarak da güncel olarak da kendi iddialarını kendisi çürüten iddianame olarak tarihteki yerini aldı
Tarih: 18.07.2019 - 11:24
Kategori: Gündem

Osman Kavala'nın tutuklu bulunduğu, 16 kişinin yargılandığı Gezi Davası'nın3. duruşması bugün Silivri Ceza İnfaz Kurumları’nın karşısındaki salonunda görülmeye başlandı.

16 sanıklı davada avukatlar savunma yapıyor. 

Duruşmada ilk olarak, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay'ın avukatı Fikret İlkiz söz aldı.

Geziyi Savunuyoruz isimli Twitter hesabının duruşmadan aktardığı notlar şöyle:

"Fikret İlkiz: 19.2.2019 tarihli iddianamenin 23. sayfasından başlamak üzere 24. sayfada asıl iddia anlatılıyor. Deniyor ki "kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen eylemleri aslında kalkışma eylemleri olarak değerlendiriyorum. Hemen ardından sıraladığı telefon görüşmelerini "provokatif konuşma", "etki ajanlığı" olarak değerlendiriyor ve "ülkemiz için ne kadar vahim olduğu anlaşılmıştır" deniyor. İddianame, Arap Baharı'ndan, eylemlerin 2011'de başladığından, bu zamandan beri eylemler düzenlendiğinden bahsediyor ve "hükümeti 27 Mayıs'ta olduğu gibi sokak eylemleriyle devirmek istemişlerdir." diyor.  İddianame, 27 Mayıs öncesi hükümetle mevcut hükümet arasında benzeşme olduğunu ileri sürüyor. Eylemlerin, bir kalkışma gayretiyle planlandığı hükümete yönelik işlenen suçlar konusunda yönlendirme yapıldığı, kalkışma hareketinin asıl sebebinin AKP Hükümeti'nin iç ve dış politikalarla ülke içindeki alt yapı çalışmaları olduğunu ileri sürülüyor. İddianame Gezi'yi "Türkiye Cumhuriyeti devletine diz çöktürme operasyonu" olarak ifade ediyor. Bu savcı - artık hangi savcılıksa- 2011 yılından beri bu eylemleri biliyor.  Silahlı terör örgütlerine benzeyen, legal ve illegal yapıları bünyesinde eritip kontrol altına alabilen bir kalkışma/düzenleme hatta örgütlenme olduğunu, algı ile yönlendirdiğini, dünyada diğer Krallıkla yönetilen ülkelerde bu tip yapılanmaya benzerliğinden bahsediliyor. Ve iddianame Gezi Parkı'ndan "sui generis" olarak bahsediyor.

Bunları iddianameye karşı bir eleştiri getirebilmek için okuyorum.  Bu olayların, TC Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya engel olmayı hedefleyen, bugüne dek benzeri olmayan sui generis bir yapıyı haiz olduğu, ülkemizin sosyal nicelik ve şartlarını bilerek bunu sahaya yansıtmakta mahir olmuştur" deniyor. Yani bunlar, daha önce karşılaşılmamış Gezi olaylarını nasıl değerlendirdiklerini gösteriyor.
Sivil itaatsiz eylemlerle, devlet açısından olumsuz anlaşılan bir kapı araladığını söylüyor. Bu kapıları tutanlar savcılardır, eğer siz bu kapıları tutamıyorsanız yazamazsınız. Bizim anlamaya çalıştığımız, üstüne konuşmamız gereken bir dil meselesi var. Türkçe ne anlama geldiği anlaşılamadığı için böyle iddianameler karşımıza çıkıyor. Yıllar önce dönemin Adalet Bakanı bir TV konuşmasında "iddianamelerin kalitesiz" olduğundan bahsetmişti. 1960 ve 80 darbelerinde olduğu gibi TC devletini zora sokarak hükümetin görevini engellemeye teşebbüs ettikleri, erken seçime zorlamak istedikleri, gerçekleşmezse Suriye ve Mısır'da olduğu üzere iç savaş ve darbe ortamına zemin hazırlamak gayretinde olmak üzere" deniyor.  İddianamenin şöyle bir bölümü var: "iddianamemizin tanzim edildiği dönemde şüpheliler ve bazı basın organları tarafından bu soruşturmaların yapıldığı dönemde, FETÖ üyesi şahıslar tarafından bu soruşturmaların başlatıldığı öne sürülmüş olsa da,  soruşturmaya konu tüm delil ve "tape"lerin yeniden kıymetlendirmesinin yapıldığı ve bu nedenle dosya üzerindeki tüm dış etkilerin ortadan kaldırıldığı zaruret üzerine izah edilmiştir."
Eğer bana zaruret üzerine izahat etmek istiyorsanız kısa ve anlaşılır olarak anlatmalısınız.  Kim yaptı bu kıymetlendirmeyi?
Biz FETÖ, PDY olayının ne olduğunu baştan beri söylüyorduk. Ama dinlemiyorlar. Siz, o dönem toplanan hukuksuz telefon görüşmelerini, "TAPE"leri almak üzere yeniden kıymetlendirme yaptığınızı söylüyorsunuz. Kıymetlendirme ne demektir? Kıymet "değer" demektir. Kıymetlendirme "değerlendirme" demektir. Bahsettiğiniz bu kıymetlendirme ne anlama geliyor? Kıymetleşme değerli duruma gelmek, kıymetleştirmek değerli duruma getirmek demektir. 2018 yılında yeniden değerlendirmiş olmakla iddianamenin dilini biz anlamadık. Ama durumunu, felsefesini ve mantığını çok iyi anladık. Biz kıymetşinas mı olmalıyız yoksa değer takdir edemeyen savunma avukatları olarak kıymet naşinas mı olmalıyım? Ama genel felsefi duruşunuzu biz bu dille anladık. Heidegger'in dediği gibi "dil varlığın evidir." Dilin sınırları dünyanın sınırlarıdır. Biz bu iddianamenin dünyasının sınırlarını gördük. Şimdi bizim dünyamız sınırlarında, bildiğimiz dilden konuşalım. Eğer yasalar belirgin olmak durumundaysa o zaman yasalara uygun bir iddianame beklemek bizim hakkımızdır. Hukukun dilinde konuşan, kanunun diliyle, İnsan Hakları Sözleşmesi diliyle konuşan, direnmeyi bir hak olarak kabul eden kanunların diliyle konuşmalısınız. Bu davanın sanıkları zaten bu ülkenin siyasal ve ekonomik yapısı anlamında bilgili insanlar. Öbür tarafta bu anlamda baktığınızda evet, mahir insanlardır. İşte bu da aslında bizim tespitimizdir. Biz onların kıymetlerini biliriz. Biz insan kıymeti biliriz. Yargıtay 4. Ceza Dairesi 11.6.2011 tarihli kararında "iddianame ayrıntılı olmak zorundadır, sanık neyle suçlandığını anlamalı, savunma hakkı kısıtlanmamalı" diyor. Bu iddianame kısaca, 20.11.2007 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurul kararına aykırıdır. Bunu geçmiş bir karar olarak kabul edebilirsiniz. Bu karar bizim için geçerlidir. O zaman sizin için haydi haydi geçerlidir.  Hakim ve Savcılar bildirgesine göre "İnsan haklarına saygılıdır, insan onuru korur ve herkese eşit davranır" sözü verdiniz. İddianamenin duruşunda olduğunuz gibi gözükmektesiniz. 657 sayfalık iddianameyi şöyle sorgulamanızı öneririm: Delilden sanığa mı gittiniz?  Kıymetlendirmenizde, eylemle kanun arasında illiyet bağı kurdunuz mu? Kurmadınız, bu iddianame de bu nedenle böyle yazıldı. Madem ki kıymetlendirme yaptınız 2013'e geri döndünüz, İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi'nde bu eylem yargılandı. Hiç mi görmediniz? 2014'te 26 kişi hakkında ceza davası açıldı, bunlar arasında Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman soruşturuldu, Can Atalay, Turgut Kazan müdafiidi. O iddianame suç işlemek amacıyla örgüt kurma, ihtara rağmen dağılmama suçlarına ilişkin bir soruşturmaydı. Sui generis denilmedi, Tunus ve Mısır'dan bahsetmedi. Sanık ve eylemler arasında bağ kurarak bir iddianameyle geldiler.   Ve bu mahkeme Yapıcı ve diğer sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Ceza davasına baktığınızda muhtemel ve potansiyel sanıklar herhalde salonda. Eğer onları da bu davaya eklerseniz o zaman aynı kişiler de size 33. Asliye Ceza Mahkemesi'nden bahsedeceklerdir.  Yani sizin deyiminizle aynı eylemi 220'den çıkartıp yeniden kıymetlendirmişsiniz.

Taksim Dayanışması Platformu'nun suç örgütü olduğuna dair gösterilmiş hiçbir kanıt yoktur. Bununla ilgili yazılan iddianame 33. Asliye Ceza tarafından geri gönderildi.  Bu iddianameyi yazan ve karara itiraz eden savcının ne durumda olduğunu siz araştırın.
33. Asliye Ceza Mahkemesi, işlenemez bir suç olduğunun da altını çizdi.
Aynı eylemden dolayı verilmiş bir hüküm ya da açılmış bir dava varsa başka bir kovuşturmanın açılmaması gerekir. Bu sanıkların adil yargılanma hakkının ihlalidir. Aynı suçtan iki kez yargılanamaz.
Ve mahkum edilemez! Bizim Mücella Yapıcı için söyleyebileceğimiz, onun da dediği gibi "5 yıl önce bu soruları sordunuz, yargılandım. 5 yıl sonra yeniden kıymetlenme yapıldığı iddia edilirse bizim kıymetlendirmemiz yine aynı olacaktır." Madem ki potansiyel sanıklar mevcut, ön fezlekede 96 kişinin adını yazıp bir de X şahsınız varsa, o kişilerle ilgili gelecek olan davada yazmadığınız ama pek çoğu beraatle sonuçlanmış olan davalar da önünüze gelecektir.   Aynı suçtan iki yargılama yapılamaz denecektir. Tayfun Kahraman hakkında iki "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı var.
İki tane kovuşturmaya yer olmadığı kararı olsa da yeni delil elde ettik" diyebilirdiniz, biz bunu da gördük. Ama siz bunu bile demediniz. "Yeniden kıymetlendirdik" deyip geçtiniz.
Eğer kovuşturmaya yer olmadığı kararı varsa ki Kahraman için var, bunları usule uygun şekilde kaldırmadığınız sürece dava açamazsınız. Bu hukuk devleti ilkesini öğreten bir Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı. Yani ceza tehdidini insanların üstünde Demokles'in Kılıcı gibi tutamazsınız. Savcılık "Türkiye çapında gerçekleşen ve müştekilere yönelik işlenen suçlar" başlığı altında 25 ildeki olayları izliyor. Tıpkı bu fezlekede olduğu gibi.  Bu anlamda dosyada yer aldığına göre siz, İstanbul 35. Asliye Ceza, İstanbul Anadolu 15. Asliye Ceza Mahkemesi kararlarını yok sayıyorsunuz. Görmezden geliyorsunuz demeye utanıyorum. Can Atalay, özellikle bu davanın sanığı haline getirilirken avukat olmanın bilinciyle hareket etmiştir, yapmasaydı barodan atılması gerekirdi. Mahkumiyet kararları bile size böyle suç ileri sürmeyi, böyle bir iddianame yazmayı size yasaklar.  Yargı Reformu Stratejisi ya da ifade özgürlüğüyle ilgili kitaplar, sempozyumlar, eğitim çalışmaları, savcıların Strazburg'a gönderilmesi konusunda para nereden geliyor? Yargı alanında tamamlanan 21 proje var, toplam bütçesi 96 milyon Euro. Bütün kitapların üstünde AB amblemi var. AYM sempozyumları, Strazburg eğitimleri AB tarafından fonlanıyor.  İnsanlara yapmadıkları bir şeyi bu iddianamede soru olarak getiriyorsunuz. Bu fon ve hibelerde, devletin sonuna kadar kullandığı para konusunda Adalet Bakanlığı lider konumda "Zorba yönetim, kötü yönetim olarak karşımıza gelir" der Platon. Eski Yunan Atina Senatosu direnme hakkını ileri de taşıyarak, hakkın yerine getirilmesini görev tanımlamıştır. Hakların kötüye kullanılması yasağı vardır. İddianamenin AİHS'in 17. maddesine aykırıdır. Gezi olayları tarihteki yerini almıştır. Bunu tespit edebilmemiz için kaza-i bir işleme gerek var mıdır? Ya da mahkemelere gerek var mıdır? Çünkü kötüye kullanma yasağı sözü AİHS'in değerlerine karşı çıkmak olarak değerlendirilir.  Acaba böyle tarihi bir olay karşısında hakkı kötüye kullanma hakkınız var mıdır? Bizce yoktur. Son olarak, iddianameniz bizim açımızdan kıymet naşinas bir iddianamedir."

Can Atalay ve Tayfun Kahraman'ın avukatı Özgür Karaduman'ın savunması:

"Türkiye'nin yakın tarihi, demokratikleşme mücadelesinin yurttaşlarla devlet arasında aynı zamanda hukuk düzeyinde de gerçekleşmesinin tarihi.
Bu iddianame, Türkiye'nin yakın geleceği açısından da çok önemli. 15 Temmuz gibi devletin bir dönem siyasal ortaklığını yapmış Fethullahçı çetenin darbesini tartışırken, Fethullahçı çetenin hazırladığı  kıymetlendirilmiş bir iddianameyle yargılanıyoruz.  Kıymetlendirilmiş iddianamesi olan ülkenin kıymetlendirilmiş siyaseti olur
Eğer siyasi iktidar gerçek anlamda Fethullahçı çete ile mücadele ettiği iddiasını taşıyorsa, bu çete tarafından hazırlanmış iddianameye kıymet vermemesi, reddetmesi gerek. 
Ciddiyet, hukukun en önemli konularından biri. İddianamenin 29. sayfasında 5. Haziran 2013'te "anambunelan" takma adlı Uludağ Sözlük yazarının "OccupyTurkiye ve emperyalizm" başlığı altında, Gezi'nin sıcağı sıcağına yazdığı entry, iddianamede doğrudan yer almış.  İddianame işte bu kadar ciddi. Kıymetlendirilmiş iddianamenizin açık kaynak raporu, liseli ergenlerin, gece canı sıkılanların yazı yazıp sohbet ettiği sözlük sitesinden alınmış. UludağSözlük'teki açık rapor diyor ki, "Occupy eylemlerinin başlığını OTPOR CANVAS çekiyordu..."

(Avukat Karaduman, Uludağ Sözlük'te kullanılan OTPOR'a ait olan görselle iddianamedeki görsellerin benzerliğine dikkat çekti, görselleri mahkeme heyetine gösterdi) Uludağ Sözlük'ten bahsediyoruz, herhangi bir bilimsel ciddiyeti olan rapordan bahsetmiyoruz. Neredeyse birebir şekilde iddianameye alınmış. İnternetten basit bir lise öğrencisinin bile tarayarak 3 saniyesini bile almayacak
-Heyet Başkanı Mahmut Başbuğ: Lise öğrencilerine basit demezseniz...
Av. Karaduman: Lise öğrencilerinden özür dilerim. Lise öğrencilerine basit demedim, "yapacakları basitçe tarama" dedim.
Gezi zaten aklandığına, üzerinden 6 yıl geçtiğine göre, Rahip Brunson vakası sonrası Türkiye'de siyasal paranoyaya dönüşen siyasal iktidarın her şeyi başarılı şekilde götürmesine rağmen dış güçlerin engellemeye çalıştığı algısıyla McCarthy dönemi cadı avı mantığıyla yapılan bir yargılamayla karşı karşıyayız.
Gezi direnişi ile Gezi'yi organize edenler arasındaki ilişki delillendirilememiş ama emperyal güçlerle bağlantısı dile getirilmiş.  Bu ülkede biri emperyal bağlantı arıyorsa hükümet önce kendisine bakmalı. Tüm faaliyetleri emperyal güçlerle yönetilen siyasal ortamda Türkiye'de halk ve yurttaşların kendi özgürlüklerini kullandığı bir eylemi emperyal bağlantılı olduğunu iddia etmek hem mesnetsiz, delilsiz hem de siyasal gerçeklere aykırıdır.  İddianame bir rezerv iddianamedir, bir komplo iddianamedir, politik muhalefetin kendisine has mücadele yöntemlerinin bloklanmasıdır. Aksi halde neden 6 yıl sonra böyle bir davanın açıldığının cevabı da yoktur. Haydi Fethullahçı Çete, sanıklar aleyhine bir şey bulamadı, peki kıymetlendirenler neden 6 yıl sonra bu hususu iddianameye eklemedi?
Her tarihsel toplumsal olayın arkasında bir dizi başka gelişme, birbiriyle bağlantılı farklı siyasal ve toplumsal vektörel etkileşimler olur. Nisan 2012'de Fethullahçı çetenin ÖSYM sınavında soruları verdiği iddiasıyla liseliler 31 ilde eylem yaptı. ÖSYM başkanı hedefe oturtuldu. Bu eylemlerin merkezi neresiydi? Taksim Meydanı. Nasıl örgütlendiler? İnternet üzerinden.  Taksim'e nasıl geldiler? Kendi itirazlarını dile getiren pankart, tişörtlerle geldiler. Tıpkı Gezi'deki gibi. Gezi'de ne olduğunu anlamak istiyorsanız bu liselilere bakmanız gerekir.
Hayvan hakları savunucuları yine internetten örgütlenerek Taksim Meydanı'nda eylem yaptılar.  "İnternetime Dokunma" eylemi Türkiye'nin dört bir yanında gerçekleşti. 1 Mayıs 2010, 2011 Taksim Meydanı'nda gerçekleşti. Polis müdahale etmediği, emniyet kuvvetleri bu kullanılan hak ve özgürlüklere müdahale etmediği sürece kimsenin burnu kanamadan, aynı topluluk nasıl şen ve şakrak geldiyse aynı şekilde ayrılmıştır. Neden 6 yıl sonra Gezi, bu şekilde, hem de hak etmediği "Batı'nın Türkiye'deki etki ajanlığı, uzantılığı" suçlamasıyla itham ediliyor?Türkiye'de deniyor ki mesleğini yürüten insanlara "Eğer iktidarın çizdiği siyasal sınırlar içinde kalmazsanız, 5 yıl da 10 yıl da geçse yargılanırsınız, bir daha, bir daha yargılanırsınız." Ali Babacan'a rezerv soruşturma açılması, Meral Akşener'e rezerv iddianame konması yeni Türkiye'nin hukuk düzenine işaret ediyor. Diyor ki, "Bugün benim için suçlu değilsiniz, ama yarın siyasal pozisyonum değişirse sizi nasıl yargılayacağımı bilemem" Fethullahçı Çete'nin iddianame iskeletini birebir koruyarak Uludağ Sözlük'teki entryi iddianamenin temel merkezine oturtmasıyla iddianamenin geleceğe nasıl bir sonuç doğuracağını göreceğiz.

(Av. Özgür Karaduman, mahkeme heyetine, dünya çapında neoliberalizm ve küreselleşme karşıtı Occupy hareketinden bahsediyor)
Tunus'taki hareket nasıl başladı? Bir yurttaşın kendisini yakmasıyla. Otpor mu para verdi ona kendini yaksın diye? 15 Haziran 2013 günü dönemin başbakanı Erdoğan diyor ki "Gaz kullanımında aşırılığa kaçılmıştır, bu konuyu görüşeceğiz".

Polis şiddetinin artmasıyla siyasal iktidarın kadınları, LGBTİleri, Alevileri, Kürtleri zaman zaman yok sayan tavrına karşı bir itiraz yükseldi. Kadınların kürtaj hakkında, sokakta yemeye içmeye siyasal iktidarın karıştığı bir yerde yurttaşların bir araya gelip itiraz etmesi yargılanamaz. O yargılanırsa, benim bu ifadelerim de, bu ifadeleri alkışlayanlar da yargılanacaktır. Buna korku imparatorluğu denir. Gezi olaylarında, kitlelerin kendi itirazlarını oraya taşımasıyla ne Kavala, Canvas, Otpor kimsenin kontrol edemeyeceği büyüklükte bir direnç ortaya çıkmıştır.

2011'den beri emperyalizmden oluk gibi para akıyor, iktidara karşı tezgah yapılıyor. Ama ülkenin başkentinde, hükümetin, ordunun karargahların olduğu yerde değil, İstanbul gibi sanatın, meyhanenin, şiş kebabın olduğu yerde yapılıyor. Neden? Bilmiyorlar çünkü. 2911'den gözaltına aldıkları insanları 312'den yargıladığı bu insanlara delil yapmaya çalışıyorlar. Bu iddianame olası muhalefet imkanlarını daraltabilmek amacıyla, yeniden ısıtılıp kıymetlendirilerek altı yıl sonra yeniden tarihe geçti. Bu dava, tarihsel olarak da güncel olarak da kendi iddialarını kendisi çürüten iddianame olarak tarihteki yerini aldı.

Türk Hukuk Sistemi'nin siyasal iktidar karşısındaki pozisyonunun güçlendirilmesi, bağımsız yargı ve adalet kavramlarının ayakları üzerine yerleştirilmesi,  mahkemenizin bu iddianameyi reddederek, iddianamedeki ifadelerin sanıkları suçlamaya yönelik hiçbir mesnete sahip olmadığından hareketle buna göre hüküm kurmasını, bunun kıymetsiz bir iddianame olarak tarihe geçmesini istiyoruz."

Avukat Eren İşler'in savunması:

"Gezi'nin üstünden 6 yıl geçtikten sonra yazılan iddianame ile ilgili işlem yapıyorsunuz, soruşturma dosyasındaki şüphelilerin bir kısmı hakkında bu iddianame.
Eğer gerçekten hükümete karşı işlenen bir suç olsa bir işlem yapılması için 6 yılın beklenmesi mümkün mü?
Ki bu süre içinde seçimler yapılmış, anayasa işlemiş.
Bu kadar eleştirdiğimiz iddianame bile Gezi direnişini şiddetsiz eylem olarak değerlendiriyor. Sanıkların cebir ve şiddet kullandığına dair bir kanıt göstermiyor hatta iddia bile etmiyor.
İddianame yönelttiği suç açısından kendi içinde çelişiyor ve bütün hatalarına ek olarak hukuki niteleme yaparken büyük bir ciddiyetsizlik yapıyor. Bir belgenin başına iddianame başlığı konunca o iddianame olmuyor. Cumhuriyet savcısının görüşlerini iddianame olarak okuyoruz. İddianamenin herhangi bir yerinde delilin bir faille ilişkilendirildiğini de görmüyoruz. "Anlaşılmıştır, göstermiştir kanaati edinilmiştir, dikkat çekicidir, görülmüştür" gibi tamamen çıkarım yaparken kullandığımız kelimeler iddianamede tekrarlanıyor. İddianamedeki dil hatası bundan ibaret de değil. Sanıkları küstahça davranmakla da suçluyor. "Şirk koşmak" gibi dini bir terimi anayasal düzen için düşünebiliyor savcı. Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre hüküm ancak fiil ve fail hakkında verilir. İsnat edilen suç, suç sayılan fiiller, bunların ne zaman işlendiği gösterilmelidir.
Maddi olaylar hakkında o kadar net bilgi verilmelidir ki sanık hangi fiilden yargılandığını bilmelidir. Bunun müvekkillerimiz açısından gerçekleşmediğini söyleyebiliriz.
Bu belgeyle hükme gitmemiz mümkün değil. Gezi anayasal ve demokratik hak kullanımıdır. Çok sayıda hak ile talepler dile getirilmiştir. Toplanma, ifade özgürlüğüdür. Bunun yanında halkın itiraz hakkı ve direnme hakkı da vardır. Bu kişilerin eylemleri bundan ibarettir.  Bu iddianamenin kabul edilmesi bile bu hakların engellenmesine yöneliktir."

Gökçe Yılmaz'ın avukatı Bahri Belen'in savunması: 
"Mantık ve felsefe açısından antogonizmaya örnek vermek gerekirse bu iddianame örnek olabilir. *antogonizma: uzlaşmaz zıtlık. 
İddianamede şiddetsiz eylem biçimi üzerine teoriler anlatılıyor ardından "cebir ve şiddetle işlenen bir eylemden dolayı sanıklar cezalandırılsın" deniliyor. 

Açık Toplum, yasal olarak vakıf. Ve Gezi olayını finanse eden örgütlerden biri olduğu iddiası var. Bu örgütün vakıf senedi var. 2008 tarafından Türk Asliye Mahkemeleri'nin onayıyla tüzel kişilik kazandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün vakıf senediyle ilgili görüşleri alınmış. Sonra bu senette bazı değişiklikler yapılmış. 15 Temmuz'dan sonra noter değişikliği hazırlanmış ve onanmış, hukuki değer kazanmıştır. Öte yandan bu vakıf, 2007-2008'den itibaren her yıl tüm faaliyetlerini Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirmek ve denetimine sunmak zorundadır. Müvekkilimin suçlanmak istendiği faaliyetler Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün denetiminden geçmiştir. Mali açıdan ve faaliyetleri açısından olumsuz bir değerlendirme, yaptırım olmamıştır. Açık Toplum Vakfı ile Gezi'deki eylemler arasında suç bağlantısı kurmanın ve müvekkilem hakkında yakalama kararı çıkarmasının hukuki olmadığı kanaatindeyiz. Ve belki de ileride müvekkilem hakkında beraat kararı verebilirsiniz. Redde mahkum bu iddianameye dayanarak müvekkilem hakkında yakalama kararının kaldırılmasını talep ediyorum.

İnanç Ekmekçi'nin avukatı Aynur Tuncel:
"Müvekkilim Almanya'da çalışmaya başladı. Kendisi hakkında var olan yasaklamaya rağmen uluslararası istinabe yoluyla ifadesinin alınmasını istemiştim.
Ama 25 Haziran'da verdiğiniz karar ile suçun karşılığı olan cezanın beş yılın üstünde olmasını gerekçe göstererek reddettiniz talebi. Ceza Muhakemesi Kanunu gereği sanığın mahkeme huzurunda bulunması asıldır ancak her kuralın istisnası vardır. Sanığın yurt dışında bulunması istisnadır.
Mahkeme isterse istinabe yoluna başvurur. Mahkemenizden bir kez daha uluslararası adli yardım sözleşmesine göre takdir hakkınızı olumlu yönde kullanmanızı talep ediyorum. Türkiye'de ve Almanya'da sorgu bir yükümlülüktür. Ancak müvekkilim, ailevi nedenlerle yurt dışında yaşamaktadır. Hepimiz kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının nasıl önemli bir hak olduğunu biliyoruz.  Bu hak ile ilgili gerekli olmadığı sürece kısıtlayıcı ve sınırlayıcı tedbirlere başvurulmaması gerektiğini biliyoruz. Müvekkilim üç sayfada yer alıyor yalnızca. Duruşmadan beş gün önce toplanması gereken delilleri bildirmiştim.  Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı'na yazı yazılarak ne zaman hangi görevde çalıştığının sorulmasını istemiştim. Müvekkilim huzura da gelse yapacağı savunma üç cümleden ibaret olacaktır."

Can Dündar müdafii Akın Atalay söz aldı:
"Dündar 3 yıldır yurt dışında yaşıyor. "İşte Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" yazısının ardından baskıya maruz kaldı. Bir çok soruşturmaya dahil edildi, hakkında çok sayıda soruşturma var.  Her ay periyodik olarak onun casusluğu iktidar temsilcileri ve uzantıları tarafından kamuoyuna aktarılıyor.
Bugün can güvenliğinin olmadığı somut olgularla ortada. Hakkında ilk açılan haber davasının karar duruşmasının akabinde silahlı saldırıya uğradı. Bu durum mevcutken müvekkilime "Hadi gel" deniyor. Eğer yargının kesintiye uğratılmaması isteniyorsa CMK, yurt dışında yaşayan sanığın istinabe yoluyla ifadesinin alınmasına izin veriyor.
Müvekkilimizin sorgusunun bulunduğu ülkede yapılması talebimizi değerlendirmenize sunuyoruz."

Çiğdem Mater'in müdafii Av. Hürrem Sönmez:

"Müvekkilimin nasıl bir cebre başvurduğu, müştekilerin hangi eylemle zarara uğradığının bir cevabı olması gerekiyor.  Müvekkil bakımından iddianamedeki fiiller belgesel çekmek, Gezi eylemleri sırasında gazdan etkilenen kişilere Gaviscon vermek. Bunların hiçbiri suç değildir.  Normal şartlarda benim beyanlarımın burada sona ermesi beklenirdi ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis istemi karşısında çelişkilere değinmemiz gerekiyor. 
Usulsüz dinleme kararları verilmiş ve kararlar uzatılmıştır. Bunun dışında Gezi eylemleri nedeniyle suçlanan kişilerin, eylemler sona erdikten bir ay sonra alınan dinleme kararlarıyla suçlanmaları nasıl delil oluşturabilir?

Delil diye önümüze konulan bu belgelerde suç unsuru bulunmamaktadır. Topçu Kışlası yapılmasına barışçıl bir şekilde karşı çıkan müvekkilim ile bu eylemlere katılan milyonlar arasında bir fark yoktur. Savcılığın iddiası 16 kişinin bu protestoları organize ettiği ve milyonların bu organizasyon dahilinde sokağa çıkmış olmasıdır. Bu yurttaşlar için onur kırıcı bir iddiadır. Bu bizim kişisel kanaatimiz değil. Anayasa Mahkemesi'nin içtihatleri ile de sabittir. Müvekkilim film yapımcısıdır. En temel suçlamanın çekilen bir belgesel ile ilgili olması nedeniyle bunu vurguluyoruz. Bu filmi sunamıyoruz çünkü böyle bir film yok. Benim müvekkilim hiç çekmediği bir film nedeniyle hükümeti yıkmaya teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyor. Hükümeti yıkmaya teşebbüs fiili, film çekerek işlenen bir fiil değilir. Bir film kötü olabilir, vasat olabilir ama suç oluşturan bir eylem olarak değerlendirilemez. Bu ülkede yaşayan bir birey olarak bu filmin çekilmesini isterdim. 2013 yazında neler yaşandığını aktarmasını isterdim. Geçmişle gelecek arasındaki bağ böyle kurulur. İddianamelere ve etkili yargılamalara konu edilecek şey, insanların hayatını kaybetmesine, uzuvlarını kaybetmesine neden olan failler olmalıdır, burada sanık sandalyesinde oturanlar değil.

İddianamedeki çelişkiler bunlardan ibaret değil. Orantısız müdahaleden bahsetmiştir iddianame. Bu iddia ifade edilmiş ise müvekkilim neden Gaviscon verdi diye yargılanıyor? Osman Kavala neden gaz maskesi dağıtılması ile ilgili konuştu diye yargılanıyor?

Mine Özerden müdafii Av. Tuğçe Duygu Köksal:

"Hukuksuz elde edilmiş delillerin kabul edilmemesine yönelik talebimizi yineliyoruz. İddianamede müvekkilime isnad edilen sadece telefon görüşmeleri, bir de isimsiz bir adet e-mail var. Biz müvekkilime ibraz edilen telefon görüşmelerine ilişkin mahkeme kararlarının verilmesini, isimsiz mail hakkında yapılan araştırmanın yazılan yazıların tarafımıza verilmesini istemiştik. Ama gördük ki savcılıkta bulunmayan bir takım belgeler emniyetten getirilerek dosyaya eklendi. Ama bizim istediğimiz evraklar yok. Savcılığın yeniden kıymetlendirdiği deliller doğrultusunda bahsi geçen örgüt üyeliğinin dosyada etkilerinin tamamen kaldırılmasına baktığımızda 2013 tarihli soruşturma ve yazışmaların doğrudan alındığını görüyoruz. Bu etkinin tamamen kaldırıldığına dair gerekli delilin ortaya konulmadığını düşünüyorum. İddianamedeki telefon görüşmeleri ve isimsiz mail hukuka aykırı elde edildiği için bunların yargılamada esas alınması halinde yargılamanın bir bütün halinde adilliğin müvekkilem açısından zedeleneceğini düşünüyoruz. 

Müvekkilem, aleyhinde delil yaratılmak üzere izlemeye tabi tutuldu ve isimsiz mail yaratıldı. Daha sonrasında ikinci grup telefon görüşmeleriyle bu isimsiz mail yeniden kıymetlendirilmiş ama bu telefon görüşmelerinin hiçbiri müvekkilem tarafından yapılmamış. Bununla da müvekkilime 312 kapsamında suç isnad ediliyor. Son olarak üçüncü grup görüşmeye değinmek istiyorum. Bu görüşmeler, müvekkilemin Taksim Platformu kapsamında yapmış olduğu bir takım toplantılara ilişkin telefon görüşmeleri.  Ve söz konusu görüşmeyi yaptığı kişiler de burada sanık değil. İfade özgürlüğüne yönelik hazırlanan bu iddianamenin kanuni dayanağı yoktur. Bu iddianamede iddia edilen amacın gerçekleştirilmesine yönelik somut bir delil yok. Bugün Gezi direnişine ilişkin şiddet konulu tek soruşturma, güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddete ilişkin derdest olmuş soruşturmalar. Mahkemeden değerlendirmeyi yaparken bu delilleri tartışmamasını talep ediyoruz. Bu iddianameyle müvekkilemin ifade özgürlüğü yargılanmıştır. İfade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü bağlamında bu iddianame sadece benim müvekkilem ya da buradaki diğer sanıklarla alakalı bir iddianame değil. Devletin pozitif yükümülüleri gözüne alınarak kişi hakkı özgürlüğü ve güvenliğine yönelik ihlalin devam ettirilmemesini, müvekkilimin seyahat özgürlüğünün daha fazla ihlal edilmemesi yönünde yurt dışı yasağının kalkmasını talep ediyorum."

Osman Kavala konuşuyor:

"Gezi protestolarını, hükümeti devirmeye değil, yanlış kararlardan döndürmeye yönelik demokratik bir kampanya olarak gördüm
İddianamedeki suçlamalarla ilişkin sorgulanmadım. İddianamedeki kurgunun temel unsurlarını teşkil eden Soros, Açık Toplum Vakfı, Taksim Dayanışması, Otpor'la ilgili bana hiçbir soru sorulmadı. Bana karşı delil olarak gösterilen fotoğraflar bir fotoğraf sergisi ve Gezi Parkı'nda çekilmiş fotoğrafım. Gözaltına alındıktan sonra savcı tarafından sorgulanmadım. İddianamenin tutuklanmamdan 16 ay sonra hazırlanmış olması da somut delil arama çabasının göstergesi. 
İddianamedeki deliller seyahat programım ile Anadolu Kültür'ün mali raporları. Bunların tutukluluğumla alakası olmadığı açık. Bu bilgiler ve mali raporlar suç işleme kastıyla fon kullanıldığına ya da kullandırıldığına dair bir somut delil içermiyor. Ben iki suçlamadan dolayı tutuklandım. Gezi olaylarının organizatörü ve finansçısı olmaktan ve 15 Temmuz darbesine destek vermekten.
Aralarında 3 yıl olan bu iki olay nedeniyle tutuklanmış olmam, savcılığın bu iki olay arasındaki bağlantıya ilişkin şüphe olduğunu gösteriyor.  Bu şüpheleri beslemek üzere bazı basın organlarında yazılar çıktı.
Beni suçlayan KOM dairesinin hazırladığı analiz raporunda hiçbir delil yok. 15 Temmuz darbe girişimine destek olması suçlaması iddianameye dönüşmedi, soruşturma dosyası olarak devam ediyor. Hakkındaki gizlilik kararı devam ediyor. Tutuklandıktan sonra Henry Barkey ile 93,5 saat telefon kaydımın olduğuna dair asılsız haberler yayınlandı. Ama tek bir görüşmemiz yok. Tutuklandıktan sonra da suçlamalarla ilgili somut delil yok. Şüphe ile delil arasındaki kopukluk daha belirgin hale geldi. Bu nedenle tahliyemi talep ediyorum."

Osman Kavala'nın avukatı Köksal Bayraktar:
"Müvekkilim 21 aydan bu yana yani 630 günden bu yana hürriyetinden yoksun kılınarak yaşama durumunda kalmıştır. Sayıların büyüklüğü yapılan hukuki işlemin yanlışlığını ortaya koymaktadır. 

Önceki duruşmadan sonra önemli bir belge ortaya çıktı. Bu belge bizim konumuz yönünden son derece önemli bir delil niteliğinde. Bu belge AYM'nin kararıdır AYM başkan vekillerinden Hasan Tahsin Gökcan ilginç bir şekilde bu suç için yalnız cebrin ve diğer unsurların yanı sıra silahlı örgüt kavramının da gerçekleşmesini gerekli tutuyor.Bu son derece önemli bir tespit. Hükümeti devirmeye teşebbüs etmek ancak silahlı bir örgütün faaliyetiyle mümkün olabilir.  Gökcan, aynı kararda yasal prosedürlere uyulmadan icra edilse dahi cebir ve şiddet unsurunu taşıması gereken suçların dayanığının olgular olmasının hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Bununla da kalınmıyor. AYM Başkanı Zühtü Arslan, Kavala'nın telefon görüşmelerinden birine dayanarak cebir ve şiddetin bulunduğunu söylemenin mümkün olmadığını söylüyor. AYM Başkan Yardımcısı Engin Yıldırım da başvurucunun şiddet eylemlerini organize ederek hükümeti ortadan kaldırmaya ve görevini yapmayı engellemesi suçunun olgusal temellerini ortaya koyduğunu söylemesi mümkün değil diyor. Bundan önce pek çok kez tutukluluğun kaldırılmasını talep ettik. Engin Yıldırım, tutukluluğun ölçülü olması gerektiğini söylüyor. Yapılan eylemle, kişiyle ve olayla bağlatılı olarak ölçülü olması gerekmektedir.  Orantılılık, elverişlilik aramak gerektiğini söylüyor Yıldırım. Zühtü Arslan da somut olayda, burada tutukluluğun gereği yoktur diyor. Bu koruma tedbirinin hukuka uygun olmadığını görüyoruz.
iddia makamı bir önceki duruşmada bu suçun katalog suç olduğunu söyleyerek tutukluluğun devamını istedi. Peki doktrinler bunu mu söylüyor? Hukukla ilgili bir internet sitesinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun bir yazısı vardır. Diyor ki katalog suç söz konusu olsa dahi tutuklama kararı vermek zorunluluk değildir. Şu ana kadar yaptığım konuşmada üç ünlü yargıcın sözleriyle hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun işlenmediğini ortaya koyuyoruz. Suç işlenmemiştir ki katalog suç olsun. Basmakalıp terimlere dayanılarak özgürlükler ortadan kaldırılamaz. Müvekkilim 21 aydan bu yana tutukludur. Bu salon kaç metrekare? 1000 metrekare. Bunun yüzde biri 10 metrekarelik bir hücrede bir insanı 630 gün tutarsanız bu hukuk bilincine, hukuki düşünce tarzımıza ve modern devlet anlayışına aykırı olacaktır. Artık müvekkilin tutukluluk halinin devamı yönünde işlem yapılmamasını ve özgürlüğünün verilmesini arz ederim. Osman Kavala'nın avukatlarından İlkan Koyuncu konuşuyor:
Biz, mahkememiz muhatabımızdır demiştik. Bunu söylediğim için özür diliyorum ama ilk defa mahkemede "hukuki garabet" terimini kullanacağım. Müvekkilim 1 Kasım 2017'de Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı ve ilk kez 25 Haziran'da huzurunuza çıktı. Başka bir hakime çıkılmadı, tutuklama kararı verilmedi. Hakkında bir defa tutuklama kararı verildi. 5 Mart 2019'da tekzip zaptında, 2 Nisan'da 30 Nisan'daki tutukluluk incelemelerinde, 28 Mayıs'da ilk celsede tutukluluğun devamına karar verildi
Müvekkilimizin tahliyesi için şerhinize teşekkür ediyoruz ama ev hapsine katılmıyoruz. Çünkü devletimiz muktedirdir. Adli kontrol yeterli olacaktır.
Kavala başka bir dosyadan daha tutuklu. Bir kere hakim karşısına çıkmış ancak iki kere tutuklama kararı verilmiş. Hukuki garabet terimini mecburen kullanıyorum. Bugün Kavala hakkında tahliye kararı verilebilirse Kavala ceza evinden çıkabilir mi bilmiyoruz.
Sulh Ceza Hakimliği'nin kararını kaldırırsanız tahliye olması gerekir ama diğer dosya ne olacak, nasıl çözülecek? Sizin heyetinizin bunu çözebileceğine, Sulh Ceza Hakimliği'ni kararını kaldırırsa Kavala'nın tahliye olabileceğine inanıyoruz."

Müşteki Kemal Mustafa Bayram:
(İş Makinesi Sahibi)
"İş makinemin camları olaylar sırasında kırılmış ve alıkonulmuştur. Aracımı yakmışlardır. Bu şüphelileri yakalayamadık. Daha sonra görüntülere ulaştık ve bunları mahkemeye ulaştırdık. Ben mağdurum. Yargılanan kişilerden tazmin edileceği yönünde hususlar var.
Şikayetçiyim. Bu olaya adı karışan, mağduriyetime neden olan kişilerden davacıyım."

Müşteki Emniyet Müdürü Avukatı davaya katılma talebini yineledi.

Yiğit Aksakoğlu'nun Avukatı Turgut Kazan:
"Kamu davasında müşteki alınması durumu çok istisnai. Bugün verilen görüntüleri ve dilekçeleri gördükten sonra katılma taleplerine dair söyleyeceklerimiz olacak."

Savcı mütalaasını verdi

Savcı: Avukat beyanlarına diyeceğimiz yoktur. Kıymetlendirilen delillerin çıkarılması talebinin reddi, katılan müştekiler konusunda değerlendirme yapılmadı. Ekmekçi'nin istinabe yoluyla ifadesinin alınmasının talebinin reddi ve savunmasının alınması için hakkında yakalama kararı çıkarılması, Dündar için de atılı suç dikkate alınarak istinabe talebinin reddi, dosyanın yakalamalı sanıklarla ilgili yakalama kararı zabtını beklenmesi ve akıbetlerinin sorulması, adli kontrol tedbirinin devamına, Kavala'nın atılı suçun katalog suç olmasından ötürü atılı suçun vasfı ve mahiyeti göz önünde bulundurarak tutuklama tedbirinin AİHM kararıyla ölçülü ve uyumlu olması nedeniyle tutukluluk halinin devamına kamu adına mütalaa olunur."

Verilen aranın ardından mahkeme kararını açıkladı. Hakkında yakalama kararı olan sanıkların, yakalama isteğinin devamına, davaya katılma hususunda diğer müştekilere yazılan talimatlara yeni duruşmada dönülmesine, Ekmekçi'nin celse arasında hazır olması durumunda dinlenmesine, Adli kontrol tedbirlerinin kaldırılması talebinin reddine karar verildi.

Murat Pabuç, Ercan Orhan Aydın, Hasan Gün'ün tanık olarak diğer duruşmada dinlenmesine, Osman Kavala'nın tutukluluk halinin devamına oy çokluğuyla karar verildi.

Bir sonraki duruşma 8-9 Ekim'e ertelendi.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları