loading
close
SON DAKİKALAR

Gökhan Günaydın; Fiili ‘Tek Adam’ Rejimi var

Gökhan Günaydın; Fiili ‘Tek Adam’ Rejimi var
Tarih: 24.06.2014 - 14:19
Kategori: Siyaset

Gökhan Günaydın; Sistem/düzen tartışmaları üzerinden Cumhurbaşkanlığı seçimini okumak gerekiyor...

Türkiye 50 günden az bir zaman dilimi içinde, yeni bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yaşayacak...

Türkiye 50 günden az bir zaman dilimi içinde, yeni bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yaşayacak. Bu ortamda, partilerin gösterdikleri/ gösterecekleri adaylar üzerinden yapılan tartışmalar hız kazanarak sürüyor. Buna karşılık, yoksulluk sınırı altında özgürlük/adalet/eşitlik temelinden yoksun bir yaşam süren milyonların, seçime yönelik yakın bir ilgi içinde olduklarını söylemek pek mümkün görünmüyor.

Bunun ‘halkın umursamazlığı’ ile açıklanabileceği kanısında değilim. Tersine, yurttaşın, sahip olduğu bilgi düzeyinden bağımsız bir düzen algısı içinde olduğunu düşünüyorum. Kısaca yurttaş, Cumhurbaşkanı’nın kendi bireysel ve toplumsal yaşamında bir olumlu değişiklik yaratacağına ilişkin bir beklenti içinde olmadığı sürece, sosyo-kültürel bağlantılarla kodlanmış siyasal tercihi doğrultusunda oy kullanma refleksini sürdürecek gibi görünmektedir. Zihinlerde yerleşmiş bulunan ‘değişmeyen müesses nizam’ algısına dokunmayan tercihler, siyaseti AKP-CHP-MHP-BDP ve diğer partilerin oy trendleri üzerinde sıkıştırmaktadır.

CUMHURBAŞKANI ‘UYUM’ GÖZETİR

Benzer durum, son yerel seçimlerdeki yolsuzluk tartışmalarına yurttaşın yanıtı ile somutlanmıştır. Herhangi bir duraksamaya yer bırakmayacak ölçüde ortada olan yolsuzluklar ve haksız zenginleşmelere, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan halk gerekli yanıtı neden beklenen ölçüde vermemiştir? Üstelik de araştırmalar, yolsuzluk öykülerinin yeterince geniş bir seçmen kitlesi tarafından duyulduğunu ve gerçekliğine yine önemli oranda inanıldığını göstermesine rağmen… Öğrenmek için dilediğiniz geniş araştırmalara girişebilirsiniz, ancak yanıt, “döven süren öküzün ağzı bağlanmaz” deyiminde gizlidir. Sözcüğün anlamını bilmeden, geniş halk kitleleri, Türkiye’de sistemin özünün kleptoraksiye dayandığını günlük yaşamlarındaki zengin örneklerle deneyimlemişlerdir. O halde iş yapmanın ‘götürmekle’ mümkün olduğu algısını kırmadan, yolsuzluk siyasetinden beklenen sonucu almak mümkün görülmemektedir.

Anlaşılabileceği gibi yaklaşımımız, kurulu düzenin, geniş halk kitlelerinin hak ve kazanımlarının siyaset-bürokrasi-iş dünyası üçgenindeki oligarşi tarafından yerel-ulusal-küresel düzeyde gasp edildiği, yurttaşın bunu gördüğü, siyaset dünyasından bunu değiştirecek güçlü bir karşı çıkış olmadığı sürece geniş ölçüde kodlanmış siyasal tercihlerine göre tutum almaya devam edeceği esasına dayanmaktadır.

Bu noktada, cumhurbaşkanı kimliği, işlevi, görev ve yetkileri ile düzen arasındaki ilişkiyi kurmak gerekiyor. Başka bir deyişle, parlamenter demokratik rejimde görev ve yetkileri sınırlı, geniş bir sorumsuzluk zırhına sahip, temsili görevler üstlenen Cumhurbaşkanı’na, düzenin asli unsuru rolü vermenin maddi bir temeli var mıdır?

Cumhurbaşkanı’nın sistem içindeki yeri ve işlevi, Anayasa’da tanımlanmıştır. Buna göre “devletin başı” olan Cumhurbaşkanı Cumhuriyetin ve milletin birliğini temsil eder, Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

FİİLİ ‘TEK ADAM’ REJİMİ VAR

Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın yasama, yürütme ve yargı ile ilgili görev ve yetkileri bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın kanunları yayımlamak ya da veto etmek, Başbakanı ve onun teklifi üzerine bakanları atamak ya da Bakanlar Kurulu’nu başkanlığında toplantıya çağırmak, yüksek mahkeme üyelerini seçmek gibi yetkileri, sistemin uyumlu olduğu anlarda rutin işlerden sayılır.

Ancak sistem işleyişinin sorunlu olduğu evrelerde, bu rutinin ciddi tıkanmalara ve sorunlara kaynaklık edebileceği Türkiye’de deneyimlenmiştir.

Örneğin Süleyman Demirel’in, koalisyon ortakları arasında başbakanlık devri amacıyla Refah Yol Hükümeti’nin istifası sonrasında Hükümeti kurma görevini Tansu Çiller’e değil de Mesut Yılmaz’a vermesi basit bir görevlendirme tercihi değildir. Ahmet Necdet Sezer ile Bülent Ecevit arasında ‘Anayasa kitapçığı’ ile kodlanan ilişki, sistemin tıkanma-kriz-yeniden uyum süreçlerinde sermaye birikiminin nasıl şekillendiğini göstermek açısından çok öğreticidir. Nihayet Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan arasında ‘kardeşim Abdullah’ tadında başlayıp ikinci adaylığın önünün kesilmesi için yasa çıkarma ile süren ve Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya aykırı bulduğu Yasa’yı veto etmeyip düzeltilmesini rica etmesiyle son virajı dönülen ilişki, Gül’ün ‘ben bu oyunda yokum’ repliğiyle sonlanmış mıdır?

Yukarıda verilen sınırlı örnek olaylar yanında, Türkiye’de cumhurbaşkanlarının önemli bir bölümünün başbakanlık görevleri sonrasında “Köşk”e çıkmaları, devletin başı ile düzen arasındaki ilişki konusunda zihinlerimizi açmaktadır.
Bu noktadan sonra, analizin düşünsel tutarlılığı açısından, Türkiye’de rejim tartışmalarının bugünü ve geleceği üzerine bazı değerlendirmeler yapılmalıdır.

Halihazırda, Anayasa’da yazılı bulunan kuralların önemli bir bölümünün işlevini kaybettiği görülmekte ve bu durum, zaman zaman düzenin aktörleri tarafından da dile getirilmektedir. ‘Savaşı neden kaybettiniz’ sorusuna verilebilecek çok yanıt vardır; ancak barutumuz bitmişti saptaması, başka söze hacet bırakmaz. O halde söyleyelim: Bu ülkede yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında ayrılık ve güçlerin birbirini dengelemesi esası fiilen ortadan kalkmıştır, polis devleti uygulamaları canlı örnekleri ile ortadadır. Protesto ettiği toplantıdan ayrılırken Cumhurbaşkanı’nı da kaldıran, Adalet Bakanı’na izlediği davaların seyrine ilişkin talimat veren bir Başbakan’ın varlığı, geniş analizleri gereksiz kılıyor.

Bu tabloda bir anımsatma yapmakta yarar var. AKP Türkiye’nin fiilen tek adam rejimine dönüştürülmüş sözde parlamenter rejimini yeterli bulmamaktadır ve diktatörden başka birşey üretmeyen eski Güney Amerika modeli başkanlık sistemini Türkiye’ye yerleştirme çabasındadır.

HALKIN DESTEĞİNE İHTİYAÇ VAR

Bunu nereden çıkarıyoruz? AKP’nin yazılı olarak TBMM Anayasa Komisyonu’na sunduğu başkanlık sistemi önerisinden..

Türkiye’de başkanlık sistemi denildiğinde, geniş oranda ABD sistemi anlaşılmaktadır. İki parti üzerinden sistemi kurgulayan ve “ideolojiler öldü” söylemiyle neolibaralizmi egemen kılan ABD rejiminde Başkan’ın yasa yapma, bütçe çıkarma ve Kongre’yi fesh etme yetkisi yoktur. Belki de bu durumun vurgulanması amacıyla, Washington’un en yüksek binası, içinde Temsilciler Meclisi ve Senato’nun barındığı Kongre binası iken, Beyaz Saray geniş bir bahçe içinde iki katlı bir kagir binadan ibarettir. Türkiye’den Washington’a giden ziyaretçilerin, yürütmeyi temsil eden Beyaz Saray zannıyla, yasama organı Kongre’nin görkemli binası önünde fotoğraf çektirmesi, meselenin sosyo-kültürel boyutunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. AKP elitinin deyimiyle Amerika’yı yöneten “zavallı Obama”nın durumuna düşmemek için, Türkiye’de kurgulanması öngörülen başkanlık sisteminde tüm yetkiler Başkan’a sunulmaktadır.

O halde, Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı tartışmalarını bu zemin üzerinde yeniden düşünmek gerekir. Elinde tuttuğu geniş medya gücü ile ideolojik meşruiyetini kurma çabasını kamu ihalelerinden elde edilen haksız kazancı havuza dönüştürerek genişleten iktidar, bunun yetmediği durumlarda geniş halk kesimlerindeki haklı isyanı vahşi polis devleti uygulamalarıyla bastırmaktadır.

AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın öngördüğü sistem, başlangıçta, “terleyen cumhurbaşkanı” terimiyle ifade edildiği biçimde mevcut sistemin de facto olarak zorlanması ve RTE alışkanlıklarının köşke taşınmasıdır. İlaveten, yöntemini burada tartışmanın gereksiz olduğu biçimde, Anayasa değişikliğiyle başkanlık sisteminin hukuken tesis edilmesinin ajanda içinde olduğu not edilmelidir.

Bu anlayışın yaşama geçirilmesi, oldukça yıpranmış demokratik düzenin ve hukuk sistematiğinin, zorbalığın meşruiyetine hizmet edecek biçime tam olarak dönüşmesi sonucunu doğuracaktır. Bu bağlamda önü kesilmesi gereken yalnızca Recep Tayyip Erdoğan değil, (şimdilik) AKP’nin temsil ettiği dinci faşizm ve çarpık kapitalizm olgusudur.

Bu süreçle mücadelede başarılı olmanın yolunun, geniş halk kesimlerinin desteğinin alınması ile mümkün olduğu açıktır. İlkokula giden çocukların yarıya yakınının, sorulduğunda tuttuğu siyasal partiyi söylediği bir kutuplaştırma ikliminde, bu işin başarılmasının kolay olmadığı da görülmelidir. Burada AKP’nin oy tabanını genişletme stratejisinin niteliğine vurgu yapmak yararlı olacaktır. Toplu konut/sağlık/ulaştırma/sosyal yardımlar/belediyecilik hizmetleri alanında AKP uygulamaları, klasik tabanının üzerinde bir desteğin AKP havuzuna akmasını sağlayabilmiştir. Kuşkusuz tüm bunlar, AKP yandaşı işadamını ve AKP siyasi elitini haksız kazanca boğan uygulamalardır. Ancak aynı alanlarda yurttaşın hizmet algısının beslendiği görülmektedir.

MÜESSES NİZAMI AŞMAK

Yurttaş yolsuzlukların, antidemokratik uygulamaların bir şekilde farkındadır. Ancak, bu durumun kendi yaşamına olumlu etkiler getirecek şekilde değişeceğine güçlü bir biçimde ikna edilmediği sürece, pasif izleme / kayıtsızlık arasındaki tutumunu sürdürmeye devam edecektir.

Bitirirken vurgulamalıyım ki, günlük yaşamının uğraşları içinde koşturan yurttaş nezdinde temel sorunun, bugünlerde çok sayıda köşe yazarının dillendirdiğinin aksine, başkanlık sistemine yakın yetki kullanan cumhurbaşkanı ile parlamenter rejimin temsili cumhurbaşkanı arasında bir seçim sorunu olduğunu düşünmüyorum.

Hatta belki biraz abartarak, artan sebze – meyve fiyatlarının yurttaşın günlük / sıradan yaşamı içinde, daha güncel bir tartışma konusu olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Dolayısıyla temel sorun, bu memlekette yaşayan herkesin ne anlama geldiğini çok iyi bildiği müesses nizam dışında samimi bir seçeneğin, geniş halk kitlelerine sunulabilmesi olduğunu görmek gerekiyor.

Doç. Dr. Gökhan Günaydın
CHP Parti Meclisi Üyesi, Ankara Milletvekili

Birgün Gazetesi

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları