Özgür Özel: Partiyi iktidara, Türkiye’yi; güzel, zengin, özgür, demokratik yarınlara taşıyacak bir yolda ilerliyoruz!

Sondakika: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan Özel Röportaj programına katıldı.
“YEREL YÖNETİMLERİMİZDEKİ BAŞARIYLA MİLLETİN GÖZÜNE DE GÖNLÜNE DE GİRDİK, İKTİDARA YÜRÜYORUZ. DARBEYE TEŞEBBÜS EDİYORLAR; REJİMİN SIKIYÖNETİM MAHKEMESİNDEN BAHSEDİYORUZ. BEN EKREM İMAMOĞLU’NU BIRAKIRSAM BİZE UMUT BAĞLAYAN TÜRKİYE’DEKİ BÜTÜN YOKSULLARI DA GERİDE BIRAKMIŞ OLURUM. SÜREÇ DEMOKRATİK YOLLARDAN ÇÖZÜLSÜN, KÜRTLERLE TÜRKLER BU SORUNU BİRLİKTE ÇÖZSÜNLER, GELECEĞE EL ELE YÜRÜSÜNLER İSTİYORUZ. ASGARİ ÜCRET TESPİT KOMİSYONU, BERBAT YAPISINDAN DOLAYI EMEKTEN YA DA EMEKÇİDEN YANA BİR ÇÖZÜM ÜRETMİYOR. ŞÇİ, 2026 YILINI 28 BİN LİRAYLA DEĞİL, 39 BİN LİRAYLA GEÇİRSİN”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan Özel Röportaj programına katıldı. Gazeteciler Kürşad Oğuz, Sinem Fıstıkoğlu ve Gökmen Karadağ’ın sorularını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin 39’uncu Olağan Kurultayı’nın ardından siyasi parti liderlerinden gelen tebrik mesajlarının sorulması üzerine, “Dünkü paylaşımdan beri AK Parti’den tabii geçmişte birlikte siyaset yaptırmış arkadaşlarımız, yöneticiler, değerli isimler arıyorlar veya mesaj atıyorlar. Ama Sayın Erdoğan’dan yok. Aslında zaten onun geleneğinde böyle bir şey yok. İlk seçildiğimde de aramamıştı. 31 Mart’tan sonra ben kendisini telefonla arayıp daha sonra da karşılıklı birer görüşme olduğunda, o sırada seçim başarısı ve Genel Başkanlığa seçilmemle ilgili bir tebrik ifade etmişti yüz yüze konuşmamızda. Ama öyle kurultaydan sonra aramamıştı” dedi. Genel Başkan Özel, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin tebrik telefonu hakkında ise “Pazartesi sabah telefonla görüştük. Sıcak bir görüşme geçti ama içeriğine ilişkin bir şey söylemeyeyim. Ama Devlet Bey hem kurultay ile ilgili, hem benimle ilgili sıcak, güzel mesajlar verdi sağ olsun. Biz de karşılıklı iyi dileklerde bulunduk. Öyle çok uzun ve siyasi içeriğe giren değil, nezaket gereği bir görüşmeydi” dedi. Özel, sorulara şu yanıtları verdi:
“İDDİALARI TEK TEK ÇÜRÜTTÜK”
(İBB iddianamesinde verilen ara karar ve beklenen tensip zaptı) “Şimdi ben zaten tensiple birlikte, yani iddianame kabul edildiğinde genellikle tensip zaptı da yayınlanır. Tabii dosya çok büyük olduğundan dolayı herhalde tensip incelemesi, tensip zaptının hazırlanması sürüyor. Onunla ilgili benim umudum şu: Öyle bir iddianame ile muhatabız ki tam sekiz - 9 aydır söylenen ve iddia edilen, kamuoyunda çok sarsıcı etkiler yaratan, bizim her birini teker teker çürüttüğümüz o iddialar iddianamede yer almadı. Yani A Haber‘i izleyen, CNN Türk’ü izleyen, TRT’nin bütün kanallarını; TRT Haber’i, TRT 1’i izleyen, TGRT’yi izleyen vatandaşların ‘Ya bak kasalardan Eurolar çıkmış’ diye bildiği şeyin çıkmadığı; efendim işte ‘Parkenin altından 2 milyon Euro çıktı Fatih Keleş‘in evinde’ dediği olayın hiç olmadığı; Ekrem İmamoğlu’nun 15 tane lüks arabasının olmadığı, onların MHP’li bir milletvekiline ait olduğu; efendim ‘İşte rüşvetin kanıtı, dekontu…’ bunların olmadığı; aksine birçok yapılan MASAK araştırması lehe olduğu için, lehe delili toplamakla mesul olan savcıların bunların dosyaya koymadığı; dosyada iddiaların olduğu ama ispatların olmadığı bir iddianame ile karşı çıkaracağız. Hatta öyle bir noktaya geldi ki iddianamenin bir kısmı Sayın Erdoğan’ın siyasi söylemleri… İşte ahtapot metaforları filan. Bir kısmı siyasi değerlendirmeler… Örneğin efendim ‘CHP’nin Kurultayı’nda Özgür Gelecek afişi vardı. Bunlar bunu önceden planlamış.’ Ya ben zaten Genel Başkanlığa aday olmuşum, bir iddia koymuşum. Memleketin bütün illerini gezmişim ve slogan benim sloganım. ‘Özgür gelecek’ sloganı. Tabii ki iddiayı koyacağım, ‘Bunu önceden planlamışlar’ diyor. Tabii ki önceden planladık. ‘Salonda sık sık ‘Güzel günler göreceğiz…’’ diyor. ‘Bu da’ diyor, ‘Özgür Özel’in Genel Başkan, Ekrem İmamoğlu‘nun Cumhurbaşkanı olduğu, ülkede iktidarı ele geçirdikleri günlere ‘güzel günler’ diyorlar’ diyor. Tamam, Tayyip Erdoğan’ın iktidardan gittiği, ülkeye demokrasinin geldiği, CHP’nin iktidarda olduğu günler güzel günler. Ben öyle düşünüyorum. Onunla ilgili. Düşünün bunlarla meşgul bir iddianame var. Tamamen siyasi bir iddianame var.”
“TUTUKSUZ YARGILAMA HUKUKUN GEREĞİ”
“Şimdi kararı verecek olan hakimler de eğer üzerlerindeki siyasi bir baskı, bir zorlama ya da yani şu kadar vicdan kırıntısı olsa baktıklarında diyecekler ki ‘Arkadaşlar bu insanları 8 - 9 aydır tutmuşsunuz. Kanıt bu mu yahu?’ Hiç olmazsa yargılamayı tutuksuz yapacak, mahkemede o bir ispat bulursa başka; kendini, masumiyetini savunan kişi anlatacak onlara. O yüzden ben bütün arkadaşlarımız için tutuksuz yargılamanın, hukukun, vicdanın aslında Türkiye için de aklın gereği olduğunu düşünüyorum. Bu ayrı bir şey. Bugünküler bambaşka bir fecaate işaret ediyor. Şimdi 21 kişinin tutukluluk incelemesi geldi bugün. 19’u tutuksuz yargılanıyor. Sebep? Bu arkadaşlar aylardır içerideler ve iddianamede isimleri yok. Yani bunlara diyorlar ki ‘Pardon. Biz sizi aldık. ‘Kuvvetli suç şüphesi’ dedik. ‘Kaçma şüphesi’ dedik. ‘Kanıt’ dedik. Tutukluluk olmaması gereken yerde tutukluluk verdik. Şimdi bakıyoruz ki sizi suçlayacağımız bir şeyi biz dahi bulamadık. Siz evinize gidin.’ Bu kadar zaman bu insanlar niye yattı boşa o zaman? Bakın, tutuklu birinin hakkında iddialar olup, tutuksuz yargılanması temel hukuk ilkeleri, yargılama ilkeleri gereğidir. Ama bu arkadaşlara diyorlar ki ‘Pardon, ben seni sekiz aydır tuttum ama ben, tutan ben, tutuklatan ben şimdi iddianameye adını yazmayı unuttum. Ya da adını yazacak bir şey bulamadım.’ Bu korkunç bir hukuk skandalı. Yazık bu insanlara. Bir de şöyle okuyun mesela: Bunlardan biri Baki Aydöner’in kardeşi Bulut. Niye tutuldu Bulut? Aileye ve Baki’ye daha çok baskı olsun diye. Biri Murat Ongun’un bacanağı. Neden? Bir baskı yaratmak için. ‘Alakasız ailelere saldırıyorlar’ dediğimiz buydu. Şoför arkadaşlar… O arkadaşların sorgularını hepiniz okumuşsunuzdur. Efendim ‘Sen filanca bürokratın şoförüsün.’ ‘Evet.’ ‘Yanında konuştu mu telefonda? Konuştuysa ne konuştu?’ Bir kere şoförlük mesleğinin ahlakı gereğince bir şey bilse de söylemez de diyor ki ‘Hiç duymadım.’ ‘İyi, hatırlayana kadar içeride yatarsın.’ Şimdi bu savcılık mı? Atıyor içeriye şoförü, ‘Hatırlayana kadar.’ Ara ara da çağırıp soruyorlar, ‘Bir şey hatırlıyor musun? Bak, bu buna bunu derken duymuş olabilirsin. Bunu dersen evine gidersin.’ Şimdi orada serbest kalan şoför arkadaşlardan aylarca bu baskıya rağmen ‘Ya ben kimseye iftira atamam’ diyenlere bugün ‘Peki git evine artık’ diyorlar. İddianame yazacak bir şey yok. Ne suçu olacak o şoförün, şoför adam.”
“TÜRKİYE ADINA UTANÇ DOLUYUZ”
“Bunları burada bir bütün olarak sonra değerlendiririz ama benim bütün bir bahar, bütün bir yaz, bütün bir sonbahar boyunca sürekli tekrarladığım şey de bu zaten. Suçsuz, günahsız insanları iftiracı yapmak üzere zorluyorlar. Ama gün gelecek, her şey ortaya çıkacak. ‘Bu kul hakkıdır, bu haksızlıktır. Bu insanların çoluğu çocuğu var, komşusu var’ dedim. Şimdi bu arkadaşlara ‘Pardon’ diyorlar. Ama bir de işin şu tarafına bakalım. Bazıları da dayanamadılar bu kadar. Kendinden istenen beyanı verdi, çoluğuna çocuğuna kavuştu. Peki o beyanla yargıladığın kişinin çoluğuna çocuğuna ne olacak? ‘Duymuşsundur, duymuşsundur’ diyormuş. ‘Duymadım’ diyor. ‘Sen bir düşün, bir yat. Ben sana bir ay sonra bir daha soracağım.’ Bir ay sonra ‘Şu ifadeyi duydun mu?’ Adam ‘Duydum’ derse eve gidiyor. Bir ay daha çoluk çocuk, yaşlı, ana - babadan ayrı… Onlara bakan kişi belki o. Bunlar 50 bin lira, 30 bin lira, 28 bin lira maaşla geçinmeye çalışan insanlar. İşte arabada şoförün dinlediğine göre ‘Şöyledir, şöyledir’ diye insanlara suç atmalar…Ondan bugün serbest bırakılanlara tabii ki çok mutluyuz ama onlar adına ve aslında Türkiye adına da utanç doluyuz. Böyle bir süreçte günü geldiğinde iddianamede isimleri bile olmayacak kişiler orada aylardır tutuldular. Maalesef bizde hiçbir şey yapamadık. Yani yaptığımız hiçbir şey bu kötülüğe mani olamadı.”
“TRT KONUSUNDA İKİ İHTİMAL VAR”
(Duruşmaların TRT’den yayınlanma konusundaki önergenin Cumhur ittifakının oylarıyla reddedilmesi hakkında) “Şimdi iki ihtimal var. Ben bunu açıkça da ifade ettim ve cevap da bekliyorum muhataplarımızdan. Birincisi; önergeyi biz verdik de ‘CHP’nin dediği oldu’ olmasın diye ret verdilerse hemen haftaya önergelerini versinler. Biz onların önergeye kabul vereceğiz. Kanun teklifini getirsinler, hatta görüşülmekte olan yasalardan, torbalardan birine bir maddeyi ilave etsinler bu akşam veya yarın akşam. ‘Evet’ diyelim, geçelim. Yok öyle değilse, durum çok daha vahim. Çünkü yazın demişlerdi ki… Hatta Devlet Bey benim ismimi anarak ‘Özgür Özel böyle böyle bir şey söylüyor. Bu isabetli bir yaklaşımdır’ deyip, ‘Bu iddialar ortaya atılmalı, adalet milletin önünde gerçekleşmeli’ dedi. Suçun da iddianın da ispatın da orada olmasına yönelik bir açıklamada bulundu. Biraz da tonu, ‘Millet suçluları görsün’ tonuydu. Onu da kabul edelim. Yani kuvvetli bir iddianame beklediği belliydi. ‘Madem öyle diyorlar, haydi bakalım’ diyordu. Sonra Sayın Erdoğan da ‘Devlet Bey böyle dediyse uygundur’ dedi. Şimdi ikisi birden ‘Hayır’ diyorlar. Dediğim gibi biz önerge verdik diyeyse kendi önergeleri hemen gelsin. Ama değilse o zaman şu: İddianamenin bekledikleri gibi çıkmadığını, arkadaşlarımızın masumiyetinin iddianame ile ispatlandığını, somut delilerin olmadığını, somut denen delillerin yeterince somut olmadığını ama beklenen o güçlü iddiaların ‘Bir ahtapot, bütün Türkiye’yi sarmış. Kollarını bir rüşvet çarkı…’ Nerede? En çarpıcı iddialar bomboş çıktı. Buradan bir kez daha hatırlatmak isterim. Örneğin Gaziosmanpaşa Belediyesi’nden görüntülerin TRT altına kıpkırmızı bir şey çıktı; ‘Gaziosmanpaşa’da gizli kasaya ulaşıldı.’ Ben de izliyorum. Kasa açıldı. Kasanın içinden çıkar çıkar bitmiyor dolarlar. Döndüm, yanımda Basın Danışmanımız Şevket vardı. ‘Şevket’ dedim, ‘Gaziosmanpaşa Belediyesi arama tutanağını isteyin avukatlardan.’ Bakın o görüntüler gerçek çıksa çok makul bir şey. Düşünün ki belediye başkanının masasının arkasında bir gizli kasa, içinden milyonlarca dolar çıkıyor. O görüntüler doğru olsa tavrım Bodrum’dakinden farklı olmaz, Manavgat’takinden farklı olmaz. Gaziosmanpaşa’da derim ki ‘İlişiği kesilmiştir.’ Çünkü biz suçluyu savunmuyoruz, biz iftiraya karşı hakikati savunuyoruz.”
“BUNLAR TRT’DE KONUŞULMASIN İSTİYORLAR”
“‘Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı’nın odasındaki gizli kasadan dolarlar çıkıyor’ dediler. Arama tutanağı geldi. Bir not. ‘Bu gizli kasa neymiş?’ dedim. Gaziosmanpaşa Belediyesi AK Parti’den alınmış. AK Parti döneminin gizli kasasıymış. Koca kasa. Arama tutanağında belediyeye ait mühür, teslimatın alındığı güne ait evrakların; mali durum filan saklandığı hard disk. Daha doğrusu dijital disk. Devir teslimde verilmiş; ‘Mali durumumuz budur. Bu da mühürdür.’ ‘Peki, bu görüntüler ne? Arayın TRT’yi’ dedim. TRT dedi ki ‘Anadolu Ajansı‘ndan geldi.’ Anadolu Ajansı’nı aradık. ‘Gaziosmanpaşa’dan canlı arama görüntüleri elimizde olmadığı için biz stok video kullandık.’ Daha önceden video, yani bir kasadan para çıkma görüntüleri… Şimdi bunun yapıldığı bir soruşturmadayız. Devletin televizyonu, devletin ajansı. Atatürk’ün ‘Cepheden doğru haber versin’ diye kurdurduğu ajansı, devletimizin ‘Kamu yayıncılığı yapsın. Güvenilir, kanuna ve ahlaka bağlı kamuyu bilgilendirsin’ diye kurduğu televizyonu İstanbul’daki başsavcılıklarla görünmez bir bağla ki bir ahtapot varsa burada var, manipüle edilerek haysiyet cellatlığı, belediye başkanımıza tutuklama, Gaziosmanpaşa’da alamadıkları belediyeye meclis oylaması oyunuyla belediye başkan vekilini oturtma. Belediye başkan vekili şimdi orada belediye başkanıymış gibi poz kesiyor. İçeride de masum Belediye Başkanım benim. Böyle bir süreçteyiz. Şimdi bunlar TRT’de konuşulmasın istiyorlar. Bunun için anlattım TRT detayını. Bunların izlendiği kanalda çıkacağız, diyeceğiz ki ‘İşte Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin arama tutanağı. İşte sizin algı operasyonunuz.’ Bu bilgilerin tamamı sabah erkenden, erkenden başsavcılık marifetiyle oluşturulan WhatsApp gruplarıyla yargı muhabirlerine pompalanıyor. Ama en sonunda hakikat hiç öyle değil. Aynı şeyi ikinci kez de bu TRT ve Anadolu Ajansı Sayın Mustafa Akın’ın, Ekrem Bey’in yakın koruması, Komiser, Emniyet Müdürü yayla evindeki kasadan… O kasayı da sordum. Dandik bir kasa. Belindeki silahla çocuklar ve torunlar oynamasın diye dandik kasa, şifre ‘1234.’ Arıyorlar ve şifreyi soruyorlar, veriyor. Oraya gidiyor, diyorlar ki ‘Özel korumanın yayla evi varmış.’ Giresun’da bir yayla evi. Gidiyorlar Giresun ya da Ordu’da, yanlış olmasın. Bakıyorlar, ‘Kasa bulduk.’ Arıyorlar, telefonda veriyor kasa şifresini. İçeride; 48 tane beylik silahına ait beklenen mermi. TRT’de görüntü; Euro’lar… Şimdi bunlar TRT’de yayınlansın ister mi görüntüler? O yüzden bu tutum değişikliği diye anlıyorum.”
“ANLATMAYALIM DİYE SÖZLERİNDEN DÖNDÜLER”
“Tayyip Bey de iddianamenin arkasından çekildi görüyorsunuz. İddianame çıkmadan sekiz ay önce; ‘İddianame bir çıksın. Bir aya kadar birbirlerinin yüzüne bakamayacaklar.’ Sekiz ay sonra iddianame konuşan bir AK Partili yok. İddianame konuşan AK Parti yerine gazeteciler var. Onlar yalan yanlış bilgilendirilmiş. Yaz boyunca üfürmüş. ‘Bin 200 tane cep telefonunun İBB tarafından satın alınıp bin 200 CHP delegesine dağıtıldığı ispatlandı’ diyor. İddianamede bir kelime yok. Öbürü diyor ki ‘Fatih Keleş’in evinde parkenin ardından 2 milyon Euro çıktı.’ Hiç öyle bir şey yok. Şimdi soruyoruz, video oynatıyoruz; ‘Hani bunlar?’ Birisi ‘Ben öyle duymuştum, her duyum doğru çıkacak diye bir şey yok’ diyor. Öbürü de diyor ki ‘İnsanlar bazen yalan söyler…’ Yalan söyleme hakkı gibi bir şey geveliyor. Olur mu ama? Bunlarla insanlar içeride. O yüzden TRT’den yayınlanmamasının ben ikinci gerekçe, yani yaz boyunca yapılan iftira ve haysiyet cellatlığının yine TRT’den, çünkü TRT’nin farklı bir kitlesi var. Hani bir ara seçim sonuçlarında olmuştu, ‘Sadece TRT’nin izlendiği yerlerde AK Parti 2,5 milyon fazla oy aldı’ falan gibi. O seçmene biz çıkıp takır takır anlatmayalım diye. Arkadaşlarımız kendilerini o mecrada savunamasın diye şimdi o sözlerinden dönmüş görünüyorlar.”
“A, B, Z PLANIMIZ EKREM İMAMOĞLU’DUR”
(Kurultayda Ekrem İmamoğlu’nun adaylığıyla ilgili ‘A’dan Z’ye planımız adaylığıdır’ sözleri) “Şu anda Ekrem Başkan ne Özgür Özel’in, ne CHP’nin adayı; milletin adayıdır. Niye? Bir partinin Genel Başkanı talebi halinde doğal olarak o partinin adayıdır. Ben kendi adıma bu hakkı kullanmayacağımı söyledim. Partinin yetkili organları aday belirler. Bunu daha geniş yetki ile kullanacağımızı söyledik. ‘Ön seçim’ dedik. Ön seçim gününe tutuklama yaptılar. Mahkeme koydular, tam o gün tutuklama yaptılar. ‘Dayanışma sandığı’ dedik ki tüzüğümüzde de halk yoklaması olarak yeri var. Biz adına ‘Dayanışma sandığı’ dedik. 15,5 milyon insan geldi, oy verdi. Şimdi bu milletin adayı dururken ikide bir başka başka tartışmalar. ‘Efendim işte siz aday olacak mısınız? Ekrem Bey olmazsa aday işte Mansur Bey mi?’ Yok efendim köşe yazarlarına notlar gidiyor AK Parti iletişim ekibinden, hatta Cumhurbaşkanlığı iletişim ekibinden, biz onlara erişiyoruz ve söylüyoruz inkar da etmiyorlar. ‘Efendim bu hafta yoğun bir şekilde şey yazılsın. Özgür Özel İmamoğlu’nu tasfiye etti, şimdi Mansur Yavaş’ı tasfiye edecek kendi aday olacak bilmem ne.’ Buradan benimle Ekrem Başkan, Ekrem Başkan’la ben, benimle Mansur Başkan, Mansur Başkan’la Ekrem Başkan arasında sanki bir hani kendi partilerinde olan saray oyunları bizde varmış gibi. Ya biz Ekrem Başkan tutuklandığı gün, Mansur Başkan dedi ki ‘Bu hal değişene kadar ben bütün gücümle arkasındayım, asla bir şey yok.’ Zaten başta gitti ön seçimde kendisi oy kullandı. Şimdi ben bu süreçte çok iyi niyetli de soranların, siz de iyi niyetle soruyorsunuz gazeteci olarak. Ama sarayın yönlendirmesiyle bana güzellemeler yapanların ya da Mansur Başkan’a güzellemeler yapanların yapmaya çalıştığı şey belli. Bizde bir adaylık tartışması başlatacaklar. O yüzden adayımız A - B - Z planımız Ekrem İmamoğlu. Bunu net olarak söylüyoruz, onun dışında da işimize bakıyoruz.”
“O GÜNE KADAR ADAY TARTIŞMASININ PARTİYE FAYDASI YOK”
“Ne bizim işimiz? Mansur Başkan’ın işi her zaman olduğu gibi görevine odaklı, en iyi hizmeti yapmak. Ve bir yandan da milletin gönlündeki yeri korumak, o noktayı yüceltmek. Buna engel olamazlar, olamıyorlar. Benim de görevim; partimi hem seçime hazırlamak seçim güvenliği açısından. Tüzüğümü değiştirmişiz, programımızı değiştirmişiz. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi ile bu programı bir hükümet programına çevireceğiz. Buradan politika notları çıkacak, 2 bin kişilik en az, ama gönüllülerle, 2 milyon kişilik üye ile ve gönüllülerle o 15,5 milyonun bir kısmı da mobilize, gelecek ‘Çalışmak istiyorum’ diyecek. Gençlerle tarihin görülmüş en büyük seçim ordusunu kurup, her birisini Cumhurbaşkanı adayı yapıp, her birisine doğru bilgiyi nerede üstleneceğini de kendisinden de sorup. Örneğin gidip işçiye sendikalaşma, CHP iktidarında emeğin karşılığının nasıl olduğunu, işçi duraklarında işçileri servisleri ile iş yerine uğurlarken mi, fabrika önünde mi bunu anlatmak istiyor. Yoksa dili tarıma dönüyor köylerde gidip tarım politikası mı anlatmak istiyor. Ev hanımlarının evlerinde kapısını çalıp bir kahve içmeye, bir çay içmeye, elinde bir pişirimlik kahvesi ile bir ziyarete gidip, onlara ev hanımlarının nasıl sigortalı olacağını ya da Temel Vatandaşlık Gelirini mi anlatmak istiyor. Gibi bir büyük propaganda ordusuyla birlikte Türkiye’nin, belki de dünya siyaset tarihinin en renkli, en güçlü, en kalabalık kampanyasını yapmak. Aday; A da B de Z de Ekrem İmamoğlu. Harf bitti, bir şey yap. O gün geldiğinde yapılır. O güne kadar aday tartışmasının partiye bir faydası yok. Zaten bir meseleyi yandaş köşe yazarları bu kadar çok konuşmak istiyorsa, o meseleyi konuşturmamakta milli menfaat vardır yani. Partinin de milletin de menfaati oradadır. Tamamen stratejisi bu yani, başka da bir şey değil. En açık cevabı verdim.”
“TEK BAŞINA GİZLİ TANIK BEYANIYLA TUTUKLAMA OLMAZ”
(Erdoğan ve Bahçeli’nin soruşturmalar hakkında söyledikleri) “Erdoğan’ınkini de şunu söyleyeyim. Erdoğan zaten kendi söz ve eylemleriyle aslında yargıya müdahale noktasında suçüstü durumundadır. Zaten bir ülke düşünün ki; hakimler, savcılar mezun oluyorlar, onların hepsini birden saraya götürüyorsunuz ve sarayda onlara yürütmenin başı, daha yasama - yürütme - yargı olacak. Yürütmenin başı gencecik hakimlere, savcılara ya da kamu görevini adalet ve hakkaniyetle yapması gereken gencecik kaymakamlara, kaymakam adaylarına siyasi siyasi konuşmalar yapıyor. Ana muhalefete laflar ediyor. İşte bugün adını olumlu bir şekilde andıkları Sayın Genel Başkanımıza hakaretler ediyorlardı o salonlarda. Olur olmaz şeyler. O yüzden zaten Tayyip Bey hani bir yargı bağımsızlığı değil, kuvvetler birliği olmasını, onun da kendine bağlı olmasını içselleştirmiş. Bir tek dilinde var ‘Yargı bağımsızdır’ lafları falan. Tayyip Bey ‘Turpun büyüğü heybede’ dediği gün, sonradan çıldıran gizli tanık ifadesinde Ekrem Başkan hakkında tutuklamasına gerekçe olan iftiralar atmıştı. Sonra o çıldırıp intihara kalkışan, yedinci kata girişi yasaklanan, apar topar dışarı atılan gizli tanığın söylediği tüm ifadeler, İlke adında yeni bir gizli tanığa söyletildi. Ekran Başkan 19’unda tutuklanırken avukatlarına, kendisine ‘Bakın Çınar sizin hakkınızda neler diyor?’ deyip ‘İşte filancayla filanca yerde görüşmüşsünüz. Filancadan şu kadar şey istemişsiniz, onu şuna vermesini söylemişsiniz.’ ‘Yokum orada. Kimden almışım, aldıysam o para ne olmuş? Yalan’ beyanlarına ‘Gizli tanıyan beyannamesi var.’ Anayasa mahkemesinin kararı var. ‘Tek başına gizli tanık beyanı tutuklama veya cezalandırma gerekçesi olamaz’ diye. Buna uymuyorlar. Hatta Akın Gürlek kendisi söylüyor ‘Sadece beyanla tuttuğumuz yok, varsa çıkarın’ diyor. Hemen 40 tane söyledik, birini bile çıkarmadı. Örneğin Özel Kalem Kadriye Hanım. Sadece beyanla. Sadece beyanla içeride tutuluyor. Suçu da Ekrem Bey’e ait yıllardır kullanılan bende bile Beylikdüzü İlçe Başkanı, Belediye Başkan Adayı, ilk o gün tanışmışım. O numaranın telefonu ya, çok biliniyor. ‘Bunu santrale yönlendirin, önemli bir şey varsa gelsin’ diye verdiği cep telefonu, ‘Bunu Kadriye Hanım verdi, ‘Saklayın bunu’ demiş olabilir’ falan gibi tuhaf bir beyan yüzünden içeride tutuluyor, halen tutuluyor. Ve şimdi diyorlar ki ‘Efendim işte, savcı kendini kararıyla konuşur, konuşmaz.’ Bir kere ikide bir basın toplantısı yapan o. Sabahları açıklamalarında HSK’nın yasaklarına rağmen ‘suç örgütü’ diyerek, ‘şüpheli’ demeyerek, ‘suç örgütü lideri’ diyerek HSK’nın bir açıklama yapacaksan kamuoyunu bilgilendirmek için dar kapsamlı, yönlendirici olmayan, somut bilgiye dayalı ve yapılacak yargılamada etkileyici olmayacak. Çünkü onun artık iddianameden okuyup bir karar vermesi ve sorması lazım. Açıklamaları yapan o, ikide bir basın toplantısı düzenleyen o. Bir tane adı sanı belli, Twitter hesabında çocuk var, canlı. Diyor ki ‘Bu yandaş gazeteciler abarttılar’ diyor. ‘Ben o ifadeleri’ diyor, savcı adına konuşan bir kişi var. Savcı adına itibar suikasti yapan, güya bir internet gazetesi var. Hepsini biliyoruz hesapları. Yani herkes biliyor, bütün gazeteciler biliyor. Ben çocuğun reklamı olmasın diye takipçi kazanmasın diye şimdi adını söylemiyorum. Bana da arada dikleniyor. ‘Savcımız, yedirmeyiz’ falan. Onun üzerinden sosyal medya paylaşımları. Kendi kurdurduğu şey üzerinden ne fena imalar yaptılar, ne imalar. Neymiş efendim ‘Bunlar eşlerinin de yüzüne bakamayacak.’ O zaman ne yalanlar vardı. Bilmem kaçıncı kattaki otelin bilmem kaçıncı katı kapalıymış da. Bunları doğrudan başsavcının yönlendirdiği o internet sitesinin yazmadığını bilmeyen mi var? Şimdi bıraksınlar. Türkiye’de bunun dışında hangi savcı, Ankara Cumhuriyet başsavcısı? Bizim hakkımızda davalar açıldı, yargılamalar yapıldı, parti kapatmayla, partinin kurultayının iptaliyle ilgili. Zorlu günler geçti. Bir sürü kişi ifadeye ifadeye çağrıldı. Ama İstanbul gibi bir muameleye muhatap olmadığımız için, hangisine bir laf etmişim? Hangisine laf etmişiz? İzmir’de arkadaşlarımız yargılanıyor. İlk gün dedim ki, ‘İstanbul ekolünde bir partizanlığın parçası olunursa aynı muameleyi yaparım. Tarafsız bir yargılamaya yönelik izlenim olursa gelir, duruşmayı izlerim.’ Gittim duruşmayı gayet sessiz, sakin, oraya saygılı, orada saygı gördük izledik, ayrıldık. 100 tutuklu vardı. Tensip zaptı ile birlikte 100’ün üzerinde, bir çoğu bırakıldı. 10 tutuklu, yedi tutuklu, dört tutuklu, üç tutuklu, iki tutuklu. İzmir’in bu başsavcıları ben atamıyorum. Ankara’nın, Antalya’nın, Manavgat‘taki karı - koca AK Parti’ye belediye kazandırmaya çalışanları ayrı geçiyorum. Veya herhangi bir şehrin başsavcısına ne laf etmişiz biz? Hiç ağzımızı açmayız. Ben bugün yüksek yargı ziyaretlerimi tamamladım. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, en son bugün Uyuşmazlık Mahkemesi. Sadece adalet, sadece yargı bağımsızlığı. Yargının kararlarına herkesin uyuması. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve herkesin anayasal sınırlarda çalışmasını istiyoruz biz. Ama sen oraya ilk önce bütün siyasi davaları gördürdüğünüz, ben o zaman söylemiştim hatta tazminat da ödedim. Hatta Akın Gürlek bir adli yıl açılışında bana o tazminatı da hatırlatmıştı. ‘Seyyar giyotin’ demiştim. Mahkeme mahkeme gezdiriyorlardı ve bütün kararları ona aldırttılar. Canan Kaftancıoğlu’nun kararını da o aldı Selahattin Demirtaş’ı da o aldı, Sırrı Süreyya Önder’i de o aldı, Selçuk Kozağaçlı’yı da o aldı, Grup Yorum’u da ona yaptırdılar. Daha yani aklınıza gelen gelebilecek her türlü haksız siyasi davada kararları o aldı. Sonra ödülü aldı. Geldi Bakan Yardımcısı oldu. Bakan Yardımcılığı, Tayyip Bey’in tanımlamasıyla söylüyorum: ‘Eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarları teknikti. Şimdi bakanlar teknik yardımcıları siyasi.’ Siyasi bir makama geldi, sonra bu operasyonu yapmak için özel görevle 2 Ekim tarihinde atandı. 9 Ekim tarihinde göreve başladı. 30 Ekim’de Esenyurt‘a kayyım atanması sonucunu doğuracak Ahmet Özer tutuklaması ile başladı. 9 Ekim - 30 Ekim arasında ve devamında. Telefon çalıyor Beylikdüzü’nde, açıyor. ‘Buyurun’, ‘Ben Başsavcılıktan arıyorum.’ Zaten millet korkuyor dolandırıcı mıdır, bilmem nedir. ‘Gelin, bir şey soracağız.’ ‘Ne soracaksın?’ ‘20 yıl önce Ekrem İmamoğlu’nun kendinden, babasından, şirketinden daire almışsın. Parayı resmi bu kadar vermişsin, açıktan da vermişsindir.’ Şimdi Türkiye’nin böyle bir realitesi var mı? O mahallede bir rayiç var, resmi gerçek fiyatından satış yapıldığı takdirde öbürlerine de vergi çıkıyor diye ‘Şu kadarını da açıktan istiyoruz. Yoksa satmıyoruz daireyi’ falan. Bu tip bir şeyden açıktan para verilmesi yakalayıp, onu başka bir şeye yoracak, başka bir şeyde kullanacak. Yok diyorlar. Ekrem Başkan’ın kendi ifadesidir. ‘Siyasete girdiğimiz andan itibaren böyle milimetrik şaşmadan her şey resmidir, açığımız yoktur’ diyor. 15 yıl önce Ekrem Başkan’dan daire almış bilmem ne. Ekrem Başkan ve babası 2 bin 500 daire yapmışlar ve satmışlar bu görevlere gelene kadar yani. Veya işte bugünlere kadar. Yüzde 10 kar etse ki bu müteahhitlik işlerinde daha iyidir bilmiyorum. 250 dairesi olur zaten. Ekrem Başkan’ın helal yoldan kazanılmış parasını yemeye mecali yok. Ve ne kadar yardımsever bir aile olduğunu herkes biliyor. Bunlar ‘Oradan şunu mu aldınız, buradan bunu mu aldınız?’ diye iftiralarla bizi uğraştırıyorlar. Net bir şey söylüyorum, çok net bir şey söylüyorum. Büyük bir kötü niyetle üzerimize doğru geldiklerini ve herkesin bir şey yakalayıp oradan bir iftira kurgulamak üzerine hazırlandıklarını biz gördük, yaşadık biliyoruz. Ben buna Özgür Özel olarak adım kadar emin olmasam, olmadığım yerde neler yaptığımı veya Gaziosmanpaşa görüntüsüne nasıl refleks verdiğimi anlattım. Adım kadar emin olmasam, bu işin bu kadar arkasında durmam. Ama burada bir de bir tarihi sorumluluk var. Sonuçta burası baba ocağı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti. Bu partide biz aday yapmışız, göreve getirmişiz, arkadaşlarımızı koymuşuz, belediye meclis üyeleri koymuşuz. Bu arkadaşlar seçim kazanmışlar. Bu arkadaşlar ikinci kez aday olmuşlar, kazanmışlar. İlk kez koymuşuz, anketlerin ötesinde oy almışlar. Hepsinin ötesinde memnuniyet oranları var. Bir bakıyorsunuz CHP yerel yönetimlerdeki başarıyla milletin gönlüne de gözüne de girmiş. İktidara yürüyoruz. Bu yürüyüşü kesmek için bu işi yapıp içeriye atılan kim varsa onlar, onların aileleri benim ailemdir. Çünkü bu yürüyüşü kesmek, AK Parti’nin kara düzenine, o çarka çomak soktuk diye bu arkadaşlar içeri atıldı. Yoksa kendisine emanet ettiğimiz kamu görevini, kendi zenginleşmesi için kullanan birisi varsa Allah onun bir kere belasını versin. Arkasında duran da namussuzdur. Ama bizim pozisyonumuz başka. AK Parti’nin kara düzenine çomak soktuk diye bu insanlara bu yapılıyorsa, o insanların haysiyeti namusu Genel Başkana emanettir. ‘Efendim sen bırak bunları tepelesinler. Sen kendin git bu tarafa. Bak hatta işte adaylığını koy sen Cumhurbaşkanı ol.’ Millet kendi ailesine sahip çıkmayana kendi ailesini emanet etmez. Milletin gözü önünde oluyor. Millet bu kadar haksızlığa karşı susan dilsiz şeytana, Türkiye adına bir görev vermez. Onun dilinden çıkan diğer lafa bakar. Bu millet sahicilik ister. O yüzden hiç öyle kimse ‘Ekrem’i bırak, kendi yoluna bak.’ Ben Ekrem’i bırakınca kendi haysiyetimi, kendi onurumu, ben Ekrem’i bırakınca bize umut bağlayan Türkiye’deki bütün yoksulları da geride bırakmış olurum. Çünkü bugün arkadaşını satan, bugün belediye başkanını satan, bugün adayının arkasında durmayan, yarın gariban işçinin, emeklinin, işçinin mi arkasında duracak? O zaman bir başka teklife de onları satacak. Öyle bir şey yok yani. O yüzden kimse bizden öyle böyle bir yalpa beklemesin. Biz bu ülkede iktidarı değiştirmeye, bu düzeni değiştirmeye talibiz.”
“BİN ODALI SARAYDA OTURAN ADAM BİZE ‘ELİTİST’ DİYOR”
(Stockholm Sendromu ve ‘celladına aşık olma’ ifadeleri ile Erdoğan’ın konuyla ilgili açıklamaları) “Bin odalı sarayda oturan adam bize elitist diyor. Dünyada 10 tane limuzin Mercedes var, bunları Merkel üretti. Bir tanesini Birleşik Arap Emirlikleri’ne, ikisini Katar’a, birini Suudi Arabistan’a falan. İki tanesini de bize sattı. Dünyanın en pahalı limuzinine binen adam bana elitist diyor. Bin odalı saray burada, Muğla’nın en güzel koyunda yazlık saray, kışlık saray Ahlat’ta. Uçan saraylar Katar’dan. Yüzen saray var. Bunların hepsinden birden istifade eden, her türlü kullanan, hiç çekinmeyen birisi bize elitist istiyor. Gidin bakalım Meclis’in bahçesine bakın. Bir de iktidar partisinin otoparkına bakın. Elitistlerin arabalarını göreceksiniz. Bir de Halk Partililerin kullandığı arabalara bakın. 11 sene Renault Latitude’e bindim ben. Gülüyordu arkadaşlar. 11 sene milletvekilliğinde. 2011 yılında milletvekili olduk, 2012 yılında elden düşme, az kilometre bir Latitude aldım. Ondan sonra da şimdi kendime ait aracım bir tane markasını söylemeyeyim şimdi. Ama orta segmentte. Diyeceğim şu: Millet kimin elitist, kimin böyle hani bir yüzükle başlayıp da buralara kadar geldiğini, kimin ne noktada olduğunu biliyor. Benim Erdoğan’a bir önerim var. Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkaralım. Sayın Erdoğan’ın ve benim başta olmak üzere bütün milletvekillerinin, bütün belediye başkanlarının. Mesela hem Mansur Yavaş‘ın, hem Mansur Yavaş‘tan önce metal yorgunluğundan istifa ettirilen arkadaşın. Bir mal varlıklarına, birinci derece yakınlarının mal varlıklarına bir bakalım. Bir Mansur Yavaş’a, onun evlatlarına fokuslanalım. Bir de dönelim, Gökçek ailesine fokuslanalım. Bir gün çalışmadan edinilen servetlere bir bakalım. Televizyonlar nasıl olmuş, villalar nasıl olmuş, konutlar nasıl olmuş, o paralar nasıl olmuş? Bakalım. Kim elitistmiş, kim biraz daha mütevaziymiş onu görelim.”
“MUHALEFETİN MUHALEFETLE KAVGASINA BEN İTİRAZ EDİYORUM”
“Şimdi gelelim öbür mevzuya. ‘Gücü etkisinde’ diye sizin bazı haber programlarınız oluyordu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayından elbette aldığımız oydan, anahtar listemizin tarihte ilk kez delinmeyen bir anahtar liste çıkarabilmiş olmaktan büyük memnuniyetler duyuyorum. Ama Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı, gündem belirledi. Kurultayda söylediğimiz o sözlerden, o söz. Ben ona gerekli açıklamayı yaptım. Konuştuk. Bir duyguya karşılık geldiği için bu kadar çok yankı buldu. Bir duyguya karşılık geldiği için, bir duyguyu doğru ifade ettiği için karşılık buluyor. Açık açık, herkese açar okur. O kadar özenli bir metindir ki o. 19 Mart sonrası partimize Saraçhane’de ve Genel Merkezimizde ziyaret ederek, sahip çıkarak gelen, konuşan bütün muhalefet liderlerine teşekkür ediyorum. Dönüyorum, DEM’in içerideki Eş Genel Başkanlarının hapiste tutulmasının da Zafer Partisi’nin Genel Başkanının hapiste tutulmasının da bize ve bizim arkadaşlara yapılanın da aynı şey olduğunu söylüyorum. Ve diyorum ki hangi partiden olursa olsun kimse, işte dün, ‘Parti kapatılsın, kapatmıyorsa AYM de kapatılsın’ diyenlerin demokratlığını unutmasınlar. Aynı cümlenin içinde de diyorum ki hangi partiden olursa olsun tüm seçmenlere kimse, celladına aşık olmasın. Ben burada DEM Parti’nin yönetimini hedef alır mıyım ya? Ben zaten muhalefetin muhalefetle kavgasına itiraz ediyorum. ‘Muhalefete muhalefet etmek, iktidara kıyak çekmektir’ lafının sahibiyim ben Meclis’te. Ben iki muhalefet partisi kavga ederken onların arasını bulmaya çalışıyorum. Ben gidip DEM Parti’nin yönetimine ne laf edeceğim yani.”
“-MİŞ GİBİ DEĞİL, ESASTAN SİYASET YAPIYORUZ”
“Ama bir duyguya karşılık geldiği için sahada çok ciddi bir duyguyu ifade ettiği için yani bu AK Parti ve MHP istedikleri zaman dövecekler, istedikleri zaman sövecekler, istedikleri zaman sevecekler. Hep de bu arkadaşlar denklemin bir yerinde olacaklar duygusu, muhalif seçmende rahatsızlık yarattı. Biz ne çözüme, ne barışa, ne masaya, ne komisyona karşı olduğumuzu yüz kere söyledik. DEM Parti’ye bunlar ‘terörist’ derken ben DEM Partiyle açık ilişkiden bir santim geri gitmedim. Çünkü milletin oy verdiği, 6.5 milyon kişi oy vermiş. Kürtlerin çok önemli bir kısmı oy vermiş. Nasıl yok sayabiliriz? O yüzden bir kere işin bu tarafında bizden yana bir kusur yok. Hatta yanıt da vermedim kendilerine dedim ki ‘Üstlerine alınmışlar, canları sağ olsun.’ Onların bana ettikleri laflara da cevap vermedim yani. Ama bize bu adaya gitmeme meselesi üzerinden, DEM’in yöneticileri değil, son derece özenli bir dil vardı Eş Genel Başkanlardan ama DEM’in çevresinden, önceki yöneticilerinden, yazarından, çizerlerinden çok ağır laflar edildi. Biz de bir kurultaydayız. Kurultayda yine de ben iki sayfa Kürt meselesi ile ilgili önemli şeyler söyledim. Bu meseleyi de tüm seçmenlere söylerken onu böyle bir üzerlerine çekme ve onun üzerinden Cumhuriyet Halk Partisi’ne çekme gibi yaptı. Ben de dedim ‘Canları sağ olsun.’ Eş Genel Başkanlarının açıklamaları da oradaki o mahallenin bu işi çok üste alınıp, CHP’ye bir söz söylenme talebine tatmin yönünden anladım ve algıladım. Ben de bir cevap vermedim artık yani. Çünkü kastım o değil. O olursa söylerim niye çekineyim? Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir kurultayı, kurultayındaki biri çok başlık bu kadar gündem oluyorsa bu iyi bir şeydir. Kimse bunda bir kötülük düşünmesin. Sadece siyaset yapıyoruz. Esastan siyaset yapıyoruz. Öyle -miş gibi, -muş gibi yapmıyoruz. Bir kurultayı, kurultay gibi yapıyoruz. Coşkusuyla, söylemiyle, sonucuyla, kadrosuyla. O yüzden ben fevkalade kurultayın bütününden ve çıktılarından keyifliyim. Şimdi burada geçmişte böyle bir şey olur, bütün Türkiye, AK Parti’nin kurultayında, Tayyip Bey’in söylediği bir sözü konuşur konuşur. Ona yanıt. Oh ne güzel. Ben kurultayımı yapmışım, günler sonra Tayyip Bey hala uğraşıyor benim kurultaydan kendisine bir ekmek çıkartmayı. O ekmek çıkmaz.”
“O KONFORLU SİYASET BİTTİ”
“Sen öyle süreçler yaşatacaksın ki Kürtlere, hem de öyle 100 yıl önce, 80 yıl önce değil, bugün. Daha dün, daha onların seçtikleri Eş Genel Başkanları dokuz yıldır içeride olacak, Sur olayları sırasında cenazelerini almak isteyen kadınların üzerine ateş açtıracaksın. Yedi gün cenaze yerde kalacak. Milletvekilimiz Aysel Hanım’ındı herhalde, annesinin cenazesinin gömüldüğü yere saldıracaklar. Böyle bakacak senin İçişleri Bakanlığın. Neler neler yaşanacak. Bugün bir anda her şey değişecek. Sonra sen gideceksin 80 yıl, 100 yıl geriye. Ben deyince ‘Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet’in kurucu partisidir.’ ‘Haydi ya o zaman biz de oradaydık. Tek parti vardı. Hep birlikte kurduk. Benim dedem de oradaydı’ diyeceksin. Vatan kurtulurken dedeler beraber, Cumhuriyet kurulurken beraber, demokrasi gelirken beraber. Ondan sonra ‘cellat’ deyince sadece bizim dedeler. Dönecek, gidecek oraya bakacakmışım. Ne celladı ya? Sen kime laf ediyorsun? O yüzden bu ülkenin geçmişinden husumet çıkaracaksan o husumetin sorumluluğundan da ortak olacaksın. Öyle tutup da Cumhuriyet Halk Partisi’ne ‘Bütün iyilikleri birlikte yaptık, bir yerde kusur varsa tek başına CHP’nin sırtına vuralım…’ O konforlu siyaset geçti. Tayyip Bey’e buradan ekmek çıkmaz.”
“O ŞARTLARDA BİLE ‘KOMSİYONDAYIZ’ DEDİK”
(İmralı görüşmesi tutanaklarının krize dönüşmesi) “Şimdi Hüseyin Yayman’ınki rahmetli Ahmet Kaya’nın şarkısı gibi. ‘Nereden baksan tutarsızlık’ diyordu ya. Nereden baksan tutarsızlık. Sürece önemli katkı sağlayacağı düşünüyor. Gidiliyor. Konuşuluyor. Ama bu Hüseyin Yayman’da kalıyor. Bize de diyor ki ‘Çok istiyorsanız gelseydiniz.’ Gelsek, gelen bilgi de gelen arkadaşta kalacak. Hüseyin Yayman AK Partililere açıklıyormuş da bize mi açıklamıyormuş? İşin bir ciddiyeti olur değil mi? Laf olsun diye söylenmiş bir laf; ‘Gelseydiniz öğrenirdiniz.’ E giden arkadaş öğrenecekti. Siz yine onu gizli tutup da komisyona bilgi vermezseniz nasıl öğrenecektik yani? Şimdi bu ziyareti bir kere çok farklı farklı kategorize ettiler. Biz bir yol gidiyoruz ve umudumuz; bu yolun Kürt sorunu demokratik yollarla çözecek, Türkiye’yi terörsüz ve demokratik bir ülke haline getirecek bir yol değil mi? Onun ümidiyle bu komisyondayız biz. Girerken de demişiz ki ‘Olduğumuz değil, olmadığımız komisyondan korkun.’ En büyük desteği de bu söylemimiz görmüş. Hem meydanda söylendiğinde meydanlarda, hem sosyal medyada, hem doğrudan örgütlerimizin, bu yaklaşımımızın seçmeni ikna ettiği. İş gelmiş bir noktaya. İmralı ziyareti ki bizim bu yolda bir çok kasisimiz ve tümseğimiz oldu. Yani 2 Eylül günü benim partimin İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atadılar. İstanbul’daki Çağlayan’daki AK Toroslar çetesi yaz boyunca 10 mahkeme, ‘Siyasi partilere yapılan bu tip itirazlar Ankara’da görülür uzmanlık gereği. Biz İstanbul’daki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde göremeyiz’ deyip Ankara’ya yolladılar. Ankara’da bunlar birleşti; hep görevsizlik, görevsizlik, görevsizlik. Birine denk getirdiler. Eskiden AK Partili olup, İBB‘de eşi ve kendisi karayollarında görev yapan, avukatken hakim olmuş kişiye denk getirdiler. O denk getirme ile Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yollanması gereken davaya İstanbul’da bakmaya başladılar. Ankara’daki birleştirilen davaların hepsi reddedilirken sonuçta birleştiği yerde, bu davayı halen daha tutuyorlar, oraya kayyım atadılar. Tanımadık tabii. Tanımıyoruz, tanımayacağız. 2 Eylül günü yapılmış İstanbul İl Kongresi’ni yok sayan, 2 Eylül günü İstanbul İl Başkanlığı’na kayyım atayan, Disiplin Kurulu Başkanlığı’na kayyım atayan, binası zaten davalık olan, üstüne üstlük kongresi ve başkanı davalık olan binamızın içine 8 Eylül günü 5 bin polisle girdiler kayyımlarını sokmak için. Milletvekillerine gaz sıktılar. Binanın kendisi, yönetimi, başkanı, kongresi davalıktı. Biricik kedimiz var orada; Şanslı. Şanslı’yı da veterinerlik yaptılar. Bir ay hastanede yattı kedi. Milletvekillerinin yüzüne bir karış mesafeden gaz sıktılar. Bu şartlarda ben hala ‘O komisyonda oturacak mısınız?’ sorusuna, ‘Evet komisyonda biz oturacağız. Çünkü fikrimiz de niyetimiz de beklentimiz de halistir. Biz iyi niyetle oradayız’ dedik. ‘Bu başka, o başka’ demeyi bildik. Kim diyebilirdi?”
“YANINDAN GEÇTİK AMA O YOLDAYIZ”
“Örneğin çok saygı duyuyorum; Türkiye İşçi Partisi gidilmesini savunmuş. Ama gidildikten sonra tutanakları açıklamıyorlar. ‘Ben kalkıyorum komisyondan o zaman’ diyor. Saygı duyuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin onca gördüğü muameleye rağmen kalmanın bir siyasi maliyeti var. Tabanınız, üyeniz size diyor ‘Bize bunlar bunu yaparken aynı masada mı oturacaksınız?’ Yine de kalmışız. Bir sürü zorluğumuz olmuş. Yani teker teker saymayayım. Yaz boyunca neler yaşadık, operasyonlar sürmüş…Millet şey diye düşünüyordu; ‘CHP girdi. Demek ki anlaşma yaptı. Operasyonlar duracak.’ Biz öyle ucuz bir şey yapar mıyız? Bir pazarlık karşılığı olmayacağımız yerde olacağız ki operasyonlar duracak? Ama iş öyle bir noktaya geldi ki adaya gitme de bizim açımızdan bu yolda bir zorluk bizim için, bir tümsek. MHP, o tümseğin üstünden dediğim gibi hızla geçti. AK Parti gizlenerek geçti. DEM Parti isteyerek geçti. Biz de yanından geçtik. Ama biz o yoldayız. Çözüm istiyoruz. Bu iş demokratik yollardan çözülsün istiyoruz. Kürtlerle Türkler bu sorunu birlikte çözsünler, geleceğe el ele yürüsünler istiyoruz. Herkes hem eşit olsun, hem zengin olsun istiyoruz.”
“ORTA DOĞU’DA BİRLİKTE KAZANALIM İSTİYORUZ”
“İsrail ellerini ovuşturamasın istiyoruz. Bu işin Suriye’deki bütün dengeler meselesini görüyoruz. Suriye’ye de demokrasi ve barış gelsin istiyoruz. Suriye’deki Kürtler de mutlu olsun istiyoruz. Suriye’deki Kürtler de Suriye’deki çözümün parçası olsun. Türkiye ile Suriye dost olsun. Oradan bize kriz, oradan bize risk yerine, bizden oraya ve oradan bize dostluk ve dayanışma olsun istiyoruz. Hatta seküler partiler olarak hem Cumhuriyet Halk Partisi, hem DEM… Artık seküler parti kalmadı ama bir seküler yönetim ihtiyacı bütün Orta Doğu‘da yükseliyor. Orta Doğu‘ya örnek olsun istiyoruz. Türkiye Müslüman Kardeşleri değil, oraya demokrasiyi, sekülerizmi, din ve devlet işlerinin ayrı olmasını; oradan selefilikler değil buradan oraya demokrasi, demokratik cumhuriyetleri biz önerelim. Orta Doğu artık öyle bataklık, bilmem değil hep beraber kazanıp hep beraber kalkındığımız bir coğrafya olsun istiyoruz. Bizim meseleye bakış açımız bu. Bu yüzden böyle bakıyoruz konuya. Yoksa demokrasi dışı bir şekilde ‘devlet aklı’ dedi de peşine takılmadık; dıgıdık, dıgıdık… Devlet aklının dediğin her şeyde kayıtsız şartsız evet demek, kendi aklını inkar etmek olur. Ama ‘devlet aklı’ denen mekanizma bir şey öneriyor da o işi teknik anlamda bir yere getirdiyse, buraya bir siyasi irade konacaksa, bir siyasi destek verilecekse orada da çekinmiyoruz. Orada da devletin menfaati hakikaten buradaysa ‘Sırf kötü başlatıldı, kötü prezente edildi diye neden karşısında olalım?’ diyoruz. Biraz önce söylediğim Suriye, Orta Doğu, Türkiye’nin aldığı tehditler, bundan sonraki süreçte hep birlikte kazanmak... Çünkü diyoruz ya ‘Kürt’ün de Türk’ün de karnını doyuracağız, çocuğuna iyi bir gelecek. kuracağız.’ Bunun için birbirimizle savaşmaya, didişmeye, paraları silahlara harcamaya değil; Kürt’ün, Türk’ün çocuğunun geleceğini güzel yapmaya harcayalım istiyoruz. Buradaki pozisyonumuz belli.”
“‘BİZ GİDERSEK, AÇIK AÇIK GİDERİZ’ DEMİŞTİK”
“Bu tümseğe, bizim için zorluktu. Biz demiştik, biz bu komisyonda yer alacağız. Açık olacağız. Şeffaf olacağız. Doğru bildiğimizi yapacağız. Bu tümseğe, kavşak muamelesi yapıyorlar. ‘Tümseğin üstüne çıkmazsan bu kavşaktan ayrılsın.’ Yok öyle bir şey. Ama böyle zorladılar. Şimdi işin geldiği noktada biz diyoruz ki madem bu katkı önemli miydi ki biz şunu da önerdik, komisyonun hepsi birden online bağlantı imkanıyla bu katkıları dinleyebilir. Ya da Adalet Bakanlığı bir başka formül üretir uzaktan bağlantı ile ilgili. Bu katkılarla alınır. Şimdi ‘Hayır öyle olmaz. Bize birer kişi vereceksiniz.’ Hatta bana baştan söylediler, video olmayacak, fotoğrafı olmayacak, ne gün gidip döndükleri belli olmayacak, ondan sonra kosterle olmayacak, basın göremeyecek. Hatta istersen kimse bilmeyecek’ falan filan. Biz dedik öyle olmaz, biz gidersek açık açık gideriz. Açık açık konuşuruz. Açık açık geliriz. Ama bu süreçte biz bakıyoruz, doğrusu bu kararımız. Gittiniz, komisyon adına gittiniz. Komisyon adına geldiniz. ‘Katkıları aldık’ diyorsunuz. Onu söyleyin komisyonda bilelim. ‘Yok bunu söylemeyiz, bilmeyiz.’ Yani bu açıdan bu tutanakların açıklanmayacak olması, konuşmanın bir özetinin verilmiş olması ve Yayman’ın bu tutumu, bu ifadeler gerçekten komik. Hem gitsin görüşsün, şimdi görüştüğünü söylemiyorsun. Niye söylemiyorsun? Niye açıklamıyorsun? Bunda devletin ne menfaati var? Bir gizlilik varsa sen bunu bir kapalı toplantıya emanet edebilirsin yani. Diyordur ki MİT, ‘Aman buradaki bazı cümleler şöyle olur, böyle olur.’ Ki hiç de öyle bir şey olduğunu sanmıyoruz yani. Görünüyor yani başka taraflardan yapılan iletişimlerden de. Sonra dönmüş bir de diyor ki ‘Çok istiyorsan sen de gelseydin.’ Kendisi gitmiş mi? ‘Gitmedim’ diyordu sonra gittiği çıktı. Röntgen çektiriyordu İmralı’dan çıktı. İmralı’daki sağlık sitesinde diş röntgeni çektiriyormuş.”
“HESABINI MİLLETE VERECEĞİMİZİ SÖYLEDİK”
(İktidarın ısrarla CHP’nin İmralı’ya gitmesini istemesinin nedeni) “Güzel soru. Devlet Bey’e sorulur da yanıtlarsa ben de memnun olurum. Soru güzel soru ama cevabı bende değil. Buna benim verecek bir cevabım yok. Ama benim söyleyeceğim şu, biraz önce de söyledim, biz en yapıcı yerde duruyoruz. Ama biz ilk başta söyledik. Millete hesabını veremeyeceğimiz şeyler diye düşündüğümüzde biz burada kendi kararımızı veririz. Hesabı da millete veririz. Öyle bizi başka siyasi partiler hesaba çekmesin. Önemli olan zaten dün değil yarın. Gerçekten iyi niyet varsa bunun bazı işte öyle DEM’den bize çok sert şeyler söyleyip yazanlar açısından da söylemek istiyorum. Yani kardeşim bir yerdeyiz. Sonuç almak mı istiyoruz? Başarmak mı istiyoruz? Başarmamak mı? Cumhuriyet Halk Parti bugün varlığıyla o masada. O komisyonda. Çözüme katkı sağlıyor. Siz gittiniz, biz gitmedik. Bundan sonrasında yapılacak işleri birlikte yapma olanağını ortadan kaldıracak bir takım değerlendirmelerin, bir takım yaklaşımların gerçekten katkısı ve faydası yok. Yoksa hepimiz zaten risk aldık. Ama işi doğru yerden okumak, doğru yerden tarif etmek lazım. Ne başarmak istediğimizi görmek lazım. Ben kişisel beklentiler, kişilere özel beklentilerden, yaklaşımlardan çok Türkiye’nin, Kürtlerin ve Türklerin ortak geleceğine yönelik kazanımları önemsiyorum. Ama bu süreçle tıkayıcı işler yapmadığımızı da herkes görüyor.”
“BİZ KENDİ SİYASETİMİZİN LOKOMOTİFİYİZ”
(CHP’ye bir fatura mı çıkarılmak isteniyor?) “Şimdi tarih boyunca veya siyasette hayat boyunca birtakım yerlerde durursunuz. Bazen de çok kritik noktalarda. Ben kendim söyledim ‘Biz tarihin doğru yerinde duracağız’ diye. ‘Kürt meselesi vardır’ demek tarihin doğru tarafında durmaktır. Tayyip Bey ‘yoktur’ diyordu biliyorsunuz. ‘Çözdük biz o işi’ falan diyordu. Devlet Bey de ‘Kürt meselesi olmaz, terörle mücadele olur, teröristin başı ezilir’ falan diyordu. Biz ‘Kürt meselesi vardır, son Kürt ‘Bir meselem yok’ diyene kadar onun demokratik talepleri karşılanmalıdır’ diyorduk. Ben tarihin doğru tarafı diye burayı görüyorum. Ancak tarihin doğru tarafında mı eğri tarafında mı durduğunuzla ilgili fatura çıkarma meselesine gelince, siyasette faturayı millet öder, millet çıkarır, siyasetçi de gider millete öder. Ben tarihin doğru tarafında durduğumu, milletin buna bir fatura çıkarmadığını ve çıkarırsa da bunu milletimize büyük bir özgüvenle ödemeye hazır olduğumuzu söylüyorum. Bunu ilk baştan beri söylüyorum. Ama öyle siyasette başka partiye fatura çıkarmak falan onlar başka partiye bir siyasi hat çizmektir. İstikamet vermektir. Buna kapılıp Tayyip Bey’in çizdiği istikamet, Tayyip Bey’in çizdiği hat, Devlet Bey’in çizdiği hat, bir başkasının çizdiği hat benim hattım olacaksa; ben zaten onların vagonu olmuşum demektir. Benim öyle bir durumum yok. Biz kendi siyasetimizin lokomotifiyiz. Partiyi iktidara, Türkiye’yi; güzel, zengin, özgür, demokratik yarınlara taşıyacak bir yolda ilerliyoruz. Ben demokrasi treninden hiç inmedim. Benim partim inmedi. Tayyip Bey ‘İşimize geldiği gün bindik, işimize geldiği gün ineriz’ demişti. İşine geldiği 2 Ekim veya daha önceden girdiği seçimlerde de denedi ama, 2 Kasım seçimlerinde bindiği trenden 2002 yılında, 3 Kasım 2002’de bindiği trenden, 31 Mart 2023 günü indi. Biz onu 19 Mart günü yaptığı eylemden gördük. Kazandıysa seçim demokrasi treni iyi. Kaybedince in trenden, rayları sök, treni devirmeye çalış. Öyle bir şey yok. O yüzden bizim kimsenin çizdiği bir hattın içinde olma mecburiyetimiz yok. Kendimize ait bir hattımız var. Bütün siyasi partilerle ilişkimiz, seçmenlerine saygımız, birlikte yol yürüyebileceğimiz yerde birlikte varabileceğimiz mutabakatlarımız var. Ama temel mutabakatımız anayasaya bağlı, seçmenine verdiği sözü unutmayan, iktidar hedefinden uzaklaşmayan bir Cumhuriyet Halk Partisi’dir.”
“ÇIKSINLAR PROTOKOLÜ AÇIKLASINLAR”
(Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Eski Başkanının ziyareti ve görüntüleri) “Şimdi gerçekten insan şaşırıyor. Şırnak Valisi orada, Cizre Kaymakamı orada, Cumhurbaşkanı başdanışmanı orada, AK Parti milletvekili orada, AK Parti’li Şırnak Belediye Başkanı orada. Doğru değil mi? Cizre’nin DEM’li Belediye Başkanları ve eş başkanları davetli değil. Gidiyorlar, kapıdan sokulmuyorlar. Ona tepki gösteriyorlar. Dört başı mamur, dört dörtlük bir AK Parti organizasyonu. Geliyor, içerideki konuşmalar, karşılıklı iltifatlar falan filan bir yana. Ve oradaki uzun namlulu silahlarla, yakın korumalarla işte korunuyor olması vatandaştan tepki alınca, Devlet Bey buna tepki gösterince soruşturma açıyorlar bilmem ne. Hepimizin korumaları var. Gittiğiniz ülkelerin kuralları var. O kurallara göre karşılıklı olarak bir mutabakatınız var. Ona göre girersiniz ya da giremezsiniz. Benim korumalarım mesela Amerika’ya girerken silahlarına başka prosedür uygulanıyor, Avrupa’ya girerken başka prosedür uygulanıyor. Ona göre hazırlık yapıyorlar. Bir ülkede bir başka ülkenin, daha önce de söylendiği gibi işte yanındaki bir sembolik asker hariç, o da Cumhurbaşkanı düzeyinde yaver. Üniforma taşıtmazlar size. Uzun namlulu silah olmaz. Belli kalibrede silahlar vardır, o karşı tarafta kayıtlıdır. Bazı ülke onlara da bir sürü zorluk çıkartır. O görüntü Türkiye’de olduysa, tam da karşı tarafın açıklamasından da anlaşıldığı üzere buranın ve oranın mutabakatıyla olmuş. Bu mutabakatı bir açıklasın AK Parti. O silahların girmesinde AK Parti yönetiminin, devletin oluru var. O prosedürün, o koruma protokolünün uygulanmasında ‘Protokole uygun davrandık’ diyorlar. Çıksınlar o zaman protokolü açıklasınlar. O protokol ne? Yok protokole uygun davranılmadıysa, nasıl geldiler, sınırdan gençler toplantıya katıldılar. Millet bırakmış esas sorumluyu, ya bu ülkenin bu işleri AK Parti’nin sorumluluğunda çünkü iktidar onlar. Devlet Bey de bu iktidara destek veren kişi. Devlet Bey eleştiriyor, AK Parti de önce duruyor, sonra soruşturma falan açıyor. Onun dışında Devlet Bey’e karşı kullanılan özensiz dili asla kabul etmiyorum. Orada bir net pozisyon alalım. O ayrı. Cevaben Devlet Bey’e karşı kullanılan özensiz dil, kabul edilemez. Ama şu da olmaz yani kardeşi. Hepimizi de niye salak yerine koyuyorsunuz. Vali, kaymakam, Cumhurbaşkanı başdanışmanı, belediye başkanları AK Parti’nin orada, herkes orada. Gözünün önünde oluyor. Emniyet müdürü orada. Bir kişi demiyor ne oluyor buna. Ta sosyal medyaya düşüp de ‘Ya ne oluyor?’ dendikten sonra, Devlet Bey tepki gösterince ‘Vallahi biz bilmiyorduk.’ Bunlar da soruşturma açıyor. Dört başı mamur AK Parti organizasyonu. Millet fatura kesecekse, faturayı siz ödeyeceksiniz kardeşim. Herhalde benim Cizre CHP İlçe Başkanlığı yapmadı o protokolü. O 4 × 4 arabalarla gelmişler, geçmişler, getirmişler. İki devlet ilişkisi açısından da olacak bir şey değil yani.”
“MİLLET BU MÜCADELENİN İKTİDAR GETİRECEĞİNE İNANDI”
(Kurultaydaki ‘Acıya katlanmayı, teslim olmamayı ve sonunda iktidarı vadediyorum’ sözleri) “Biz aslında iki yıl önce bir seçim yaptık, bir tane de şimdi yapıp seçimlere kadar bir seçim yapmamamız gerekiyordu. Ama partiye yaşatılanlar bizim iki yılda dört kez kurultay yapmamızı, son sekiz ayda üç kez kurultay yapmamızı zorladı. Delegeler 2 milyon yeni üyemizin, mahalleden ilçe, ilçeden ile, ilden Ankara’ya süzerek getirdiği delegelerimiz yepyeni bir iradeyle geldiler ve partiyi bundan sonra yönetecek kadroları belirlediler. Benim oradaki konuşmamda söylediğim şeyi tekrar etmek isterim. Bin 333 oy, parti tarihinin en yüksek oyu. Parti tarihinin delinmeyen ilk anahtar listesi. Aslında 6 Nisan kurultayında da delinmedi ama o olağanüstü şartlardı. Bu sefer olağan bir kongrede delinmeyen ilk anahtar listesi. Ben bu bin 333 oyun üçünü bile kendime saymıyorum. Açık söylüyorum. Bu bin 333 oy kararlılığa, birlikte mücadeleye, partinin birlik beraberlik halinde olmasına, ‘Genel Başkanınsa Genel Başkanın yönetiminse yönetimin arkasında hep birlikte durmalıyız’ denilen Anadolu ve Trakya’daki temel duygunun tercümesidir. Yoksa öyle çıkacaksın, aday olacaksın, geçerli oyların tamamını alacaksın, olacak iş değil Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir şeyde. Parti tarihinin en yüksek oyu, parti tarihinin ilkleri yaşanıyorsa parti tarihinde bir şeyi ilk kez yaşıyordur. Buradan kendime bir işte övgü falan, bunları hakikaten zul sayarım. Doğrusu şu. Parti tarihinin en büyük saldırısı altındadır. Çünkü parti 100 yıl sonra yeniden iktidarı değiştirmek, yeniden bir tek adam yerine demokrasi getirmek vazifesini üstlenmiştir. Parti bir kurulu düzene, bir kara düzene, bir çarka çomak sokmaktadır. Düzeni değiştirmeye, müesses nizamı değiştirmeye ve müesses nizamın ezdikleri on milyonlara, emeklilere, asgari ücretlilere, tüm emekçilere, köylülere, çiftçilere, esnaflara ve gençlere, ev hanımlarına umut olmaya ve yıllar sonra düşünün çeyrek asırdır iktidarda olan, neredeyse bir hakim parti düzenine karşı yerel seçimde yüzde 65’ini kazanmışsınız ve gümbür gümbür iktidara gidiyorsunuz. Ve otoriterleşmiş bu iktidar, size bu iktidarı verip demokrasiye saygı duymak yerine; yargı darbesi ile karşınızda. Bir Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı nerede durmalıydı? Saraçhane’ye saldırırken Saraçhane’de, yedi gün yedi gece otobüsün üstünde, daha sonraki süreçte de , 2,5 milyonluk mitingle Maltepe’de, 73 eylemde daha dün Güngören’deydik, bir mücadelenin içindeyiz. Millet doğrusunun bu olduğuna inandığı ve onayladığı için arkamızda. O yüzden birinci partiyiz. O yüzden bu gelen delege Özgür Özel‘in kara kaşına kara gözüne bin 333 oy vermiyor. Asansördeki komşusu ondan onu beklediği için oy veriyor. Onu buraya yolcu ederken torunu, ‘Dede Özgür Özel’e sahip çık, destek ol. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz’ dediği için o dede geliyor o oyu veriyor. Yoksa böyle bir oy, böyle bir seçim başarısı. Küsuratı olan üç oyu kendime mal ediyorsam ne olsun. Süreci doğru okumak lazım. Millet bu mücadelenin iktidar getireceğine inanmış. Ya da bu mücadele yapılmazsa teslim olacağına, bu teslimiyetin de büyük bir mağlubiyet ve bir daha geri dönülmeyecek bir noktaya bizi savuracağını görmüş. Bu yüzden artık bu içinde bulunduğumuz süreç, bir partinin süreci olmaktan, bir liderin, bir partideki grubun, hatta bir partinin süreci olmaktan da çıkmış; muhalefetin ve bütün milletin kurtuluş umudu olmuştur. Bu yüzden böyle ilerliyoruz, böyle devam ediyoruz. Bundan sonra yükümüz ağır, ama ben orada oy vermeden önce de söyledim. Öyle dikensiz gül bahçeleri, rahat rahat bir iktidar yürüyüşü, makamlar, mevkiler falan değil. Acıya direnmeyi ve teslim olmamayı. Bugüne kadar yaptığımız gibi. ‘Teslim ol’ çağrılarına, işte ‘Ankara’ya dön, partinin başına geç, orada otur. Ankara merkezli siyaset yap.’ Açık açık köşelerinden yazıyor. ‘Ekrem’i bırak, aday ol.’”
“SARAÇHANE ARTIK ANADOLU’YA SIÇRADI”
(Devlet Bahçeli’nin ‘Silivri, Saraçhane, Söğütözü’ üçgeni açıklaması hakkında) “‘3S.’ Ne sıkışması? Söğütözü dediğiniz yer burası. Zaten diyordunuz ya ‘Genel Merkez’e gel, Ankara merkezli…’ Söğütözü burası. Saraçhane ile mitingler kastediliyor herhalde. Saraçhane artık Boğaz’ı geçmiş, Maltepe’den 2,5 milyonluk güçlü destek alarak Anadolu’ya sıçramış. Artık Saraçhane dediğiniz şey bir hafta Bayburt‘ta, bir hafta Yozgat’ta, bir hafta Van’da, bir hafta Mersin’de, bir hafta Konya’da. Her çarşamba İstanbul’da, dün akşam ‘AK Parti’nin kalesi’ Güngöre’nde. Öyle diyorlardı. Kaleleri bitiriyoruz, milletin kalesi yapıyoruz oraları. Silivri’ye de arkadaşları ben koymadım ki. Tutuksuz yargılayın, Silivri’ye adımını atan namerttir. Sen Silivri’ye bizim evlatlarımızı koyarsan biz haftada, 15 günde bir gidip de onlarla, aileleriyle birlikte olmazsak, yargılama süreçlerine destek olmazsak, orada bulunmazsak nasıl olacak? Başta söyledim: Millet bakar; kendi hastasına, yaşlısına sahip çıkmayana kimseye itibar atfetmez. Burada da çok olağanüstü bir durumla arkadaşlarımız tutsaktır. Onlara, o tutsak arkadaşlarına sahip çıkmadığında, onun evladına, anasına, eşine, onların gözyaşına ortak olmadığında millet seni geleceğine ortak etmez. Bu ülkeyi Cumhuriyet Halk Partisi yönetecekse direnci de gösterecek, mücadele azmini de gösterecek, kararlılığı da gösterecek, korkmayacağını da gösterecek, teslim olmayacağını da gösterecek. Yoksa ‘höt’ deyince kaçmaya, arkadaşlarını bırakmaya, hemen böyle işte onların tariflerine uygun bir siyaseti kendin için de tarif etmeye, oradan bir parti içinde pozisyon bulmaya falan kalktığınızda olmaz. Ben hep şuna iman etmişimdir: Sandığın da seçmenin de sokağın da bir sesi var. O sesi duyup, doğru analizleri yapanlar siyasette başarılı olabilirler. Kime buna ‘stratejik akıl’ diyor. ‘Vatandaşın senden beklentisi.’ Bu ülkede vatandaş her şeyi bırakır, sandığı bırakmaz. En yüksek katılım oyları ile gitmesi, sandıkta satır satır mektuplar yazması ondandır. Bu ülke devletini sever, askere çağırır gider, vergi ister verir. Ama devlet karşısına dikilirse millet o karşısına dikilen devlete haddini de bildirir. 1980 darbesinden sonra… Darbe yaptılar, anayasayı dayattılar, ‘Şuna oy vereceksin’ dediler. Dediğine değil, Özal’a verdi. 31 Mart seçimlerinde devleti milletin karşısına diktiler. Nasıl? TRT’siyle, Anadolu Ajansı’yla, bütün imkanlarıyla millet kazandı. Şimdi de devleti milletin karşısına dikiyorlar. Anadolu Ajansı stok görüntü diye yalan video yolluyorsa, TRT bunu gece - gündüz yayınlıyorsa, dünya kadar yalan TRT ve bütün basın - yayın organlarında yer alıyorsa millet doğruyu görür. Devletin bu dayatmasına karşı millet kendi hukukunu korur ve sonra o devleti milletin dediği gibi yönetecek birilerini iktidara getirir. İktidarı değiştirir. Tam öyle bir sürecin içerisindeyiz.”
“NE İSTEDİLERSE VERDİKLERİ…”
(Abdullah Öcalan’ın ‘darbe mekaniğinin devreye girmesi’ şeklindeki sözleriyle ilgili) “Birincisi, ‘İsrail tehdidi’ okuması hafife alınacak bir okuma değil. Bu meseleyi her zaman bir kenarda tutmamız lazım, göz önünde bulundurmamız lazım. Ama tabii darbe meselelerinde şöyle: Geçen seferki darbe Adalet ve Kalkınma Partisi’nin apoletlerine yıldızları kendi taktıkları, ne istedilerse verdikleri, altına tankı, F-16’yı verdikleri, sırf kendilerince alınları secdeye değiyor diye itimat ettikleri bir itikatın sahibi ama esasen bir ihanetin mensupları tarafından yapıldı. O yüzden onu bir kenara koyalım. Şimdi buradan alınacak ders; liyakat de… Biliyorsunuz İzmir’de AK Parti İl Binası bir FETÖ’cüye aitti ve o binada bedava oturuyorlardı. O gece o binadan apar topar taşındılar. Yeni binalarına Atatürk resmi astılar. O günlerde ‘Atatürk’ü anladık, demokrasinin önemini anladık. İşte bu tarikatlara, cemaatlere, sapkın cemaatlere yüz vermenin bilmem neyini anladık. Bundan sonra sadakate değil liyakata bakalım.’ Böyle diyorlardı. Şimdi bakıyorsunuz yine bir çok yerde bugün FETÖ değil ama başka yapılanmaların önünün açıldığı, söz verdikleri halde mülakatın kaldırılmayıp aksine kurumsallaştırıldığı ve artık öyle bir noktaya gelmiş ki iş mülakatlarda… ‘Reis deyince aklına ne geliyor?’ ‘Ispanak, Temel Reis’ diyeni eleyip, ‘Tayyip Erdoğan’ diyenin devlet memuru yapıldığı bir noktaya getirdiler Türkiye’yi. Aynı hatanın tekrar edildiğini başka bir perspektiften, ‘Darbe nasıl olmaz, ne yaptılar da darbeye muhatap oldular’ görelim. Onun dışında bu darbe mekaniği meselesinde ben de Şubat ayının herhalde 16’sında Meclis’teki konuşmamda bir darbe mekaniğinin işlediğini söylemiştim. 19 Mart’ta da dedim ki ‘Dediğim darbe buydu işte.’ Şubat ayının 16’sında, işleyen darbe mekaniğini şöyle söylemiştim, ‘Bugüne kadar bildiğimiz darbeler mevcut iktidara yapılır, iktidar hedeftedir. Döner millet de muhalefet bu darbeye ‘ne diyor’ diye bakar. Ana muhalefetin de gözünün içine bakar.’ 15 Temmuz akşamı darbenin karşısında, demokrasinin yanında durmuştuk Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Şimdi bir darbe mekaniği işliyor, Buna kalkışmayın. Bu darbe diğerlerinden farklı olarak mevcut iktidara değil mevcut iktidar tarafından bir sonraki iktidara yapılmaya çalışılıyor. Mevcut Cumhurbaşkanı tarafından bir sonraki Cumhurbaşkanı’na yapılmaya çalışılıyor. Hatta selefi bir darbe. Selefi özentileri olanların selefine darbe yapıyor olması ile ilgili yaptıkları bir selefi darbe diye söylemiştim. Bugün geldiğimiz noktada, mevcut iktidarın bir sonraki iktidara yaptığı bir darbeyle karşı karşıyayız. Bu darbeye pozisyon almadan, bu darbeye itiraz etmeden demokrasinin tarafında durulamaz. Bu darbe durdurulmadan, bu darbenin sonuçsuz kalması sağlanmadan veya bu darbeyle uzlaşarak veya bu darbeye teslim olarak, kendi adıma söylüyorum teslim olmayı yani, darbenin muhatapları teslim olursa ya da darbeyi yapanlar dışında başkaları tarafından buna sessiz kalınırsa bir darbe mekaniği işliyorsa oradan demokrasi, huzur ve barış çıkmaz. O yüzden ben meseleyi kendi ve doğru perspektifimizden de böyle okuyorum. Tabii her sözü söyleyenin darbe mekaniğinden ne kastettiğini benim bilmem mümkün değil. Ama ben bir darbe sürecinin içinde olduğumuzu ve selefin halefe yaptığı bir darbenin bir görev devir teslimine rıza göstermeyen, kendisi demokratik yollardan görevi almış birisinin demokrasiden saparak görevi devretmeye direndiğini, yani eskinin yeniye değişecek olanın yeni gelene direndiğini ve darbe girişiminde olduğunu ifade etmek istiyorum.”
“‘O ANAHTAR BİZE İKTİDARIN KAPISINI AÇACAK’ DEDİM”
(Kurultayda ‘40’ıncı Kurultayımızı iktidarda yapacağız’ açıklaması) “Biz bir Türkiye İttifakı tanımı yapıyoruz. İlk parti içinde iktidara geldiğimizde de şunu söylemiştim: ‘İttifaklara, seçim ittifaklarına karşı değiliz. Hatta yerel seçimde de biliyorsunuz ittifak arayışlarımız oldu. Ama belli ilkeler çerçevesinde anlaşabileceksek ittifaklarımızı yapalım’ dedik. Mümkün olmadı. Döndük, Türkiye İttifakı tarifiyle bir seçim süreci götürdük. Türkiye İttifakı, sosyal demokratların yanında diğer demokratlara alan açan, tanımlar yapan ve hepsinden oy isteyen bir İttifak’tı. Bizim listelerimizde bazen ‘Kent Uzlaşısı’ üzerinden sanki ‘Sadece bazı yerlerde DEM’lilerden oy getirsin diye DEM’lileri koyduk ve bunlarda sınırlı kaldık’ gibi anlaşılıyor. Bizim İstanbul’da bazı ilçelerimizde Kürt seçmenden oy alacak kişilerin yanında eski MHP ilçe Başkanının, AK Parti ilçe yöneticisinin, ilçe başkanının, belediye meclis üyesinin, başka siyasi partilerin aynı listelerde buluştuğumuz listelerimiz oldu. Anadolu’da bazen aday üzerinden, bazen listeler üzerinden yaklaşımlarımız oldu. Döndük, dedik ki ‘Bu seçimleri Türkiye ittifakı kazanacak, bu şehirleri Türkiye ittifakı yönetecek.’ 10 ay önce beş parti yüzde 25 oy aldığımız yerde, tek başına yüzde 38’e yakın, yüzde 37 oy aldık. Ama nasıl bu seçim aldığımız oyu kendimize saymıyorsak, tam Gökmen Bey’in önünde bulunan sehpanın olduğu yerde kürsü vardı. Ben bu salona ilk yaptığım değerlendirmede, seçim akşamı saat herhalde 20.00’de ne çok yeri kazandığımızı ama bunun CHP’nin bir seçim zaferi değil CHP’ye bütün demokratların verdiği bir görev, vazife olduğunu, oy aldıklarımızı pişman etmeyeceğimizi, oy vermeyenleri pişman edeceğimizi, ‘Keşke biz de oy verseydik bu adaya’ dedirteceğimizi söyledim. Dedim ki ‘Bu akşam sevinmeyi bile buradan sonra artık abartmayalım. Kaybedenleri düşünelim. Çünkü onların da oylarına talibiz.’ Bu salona 411 belediye başkanımı topladığımda onlara yaptığım konuşma şuydu… Kapalıydı ama sonra duyuldu. ‘Cebinizde ya da kadınların çantasındaki anahtar ne belediyenin kapısının, ne kasasının anahtarıdır. Ne şehrin altın anahtarıdır. Size verilen anahtar Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarının anahtarıdır. Doğru kullanın.’ Tam da o noktadayız. O anahtarlar bize iktidarın kapısını açacak. Ama bunu tek başımıza yapamayız. Şu anda da anketlerde birinci parti çıkan Cumhuriyet Halk Partisi’nin Türkiye İttifakı’nı taşıdığı ve sorumluluğunu bildiği için.”
“DEMOKRATLAR KÜMESİ GİTGİDE GENİŞLEMEKTEDİR”
“Seçim gelince başka ittifaklar olur mu? Elbette olabilir. İlkeli, seçime odaklı, sistemin gerektirdiği ittifaklar, adil ittifaklar kurulacaksa kurulacaktır. Herkesin de hakkı teslim edilecektir. Kimsenin hakkı yenmeyecek, partinin de hakkı yedirilmeyecektir. Meselemiz budur. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçime kadar kendisinin sözünü söylediği, siyasetini anlattığı, duruşunu gösterdiği ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne davet ettiği demokratlar kümesi gitgide genişlemektedir. Bu kümeyi bugün işte kimi yüzde 35 ölçüyor, kimi yüzde 40’a yakın ölçüyor. (Panorama’nın anketinde yüzde 40’a yakın bir oy vardı) Yakın bir anket vardı Panorama’da. Ondan önce bizim yüzde 35, AK Parti’nin yüzde 28 olduğu bir başka anket vardı. Kararsızların miktarına göre değişiyor ama CHP’nin birinci parti olması, önde olması değişmiyor. Önemli bir sorumluluk. Buna göre de partimizde partilerinden çeşitli vesilelerle istifa etmiş, kimi birkaç aydır, kimi uzun aylardır bağımsız olan milletvekillerinden katılımlar oldu. Bu katılımlar çeşitli demokratları temsil ediyordu. Biz onlara Parti Meclis listelerimizde de yer verdik. Bundan sonraki süreçte, özellikle illerde bu anlamda çok önemli katılımlar oluyor. Baba ocağının kapısını bütün demokratlara açtık. Cumhuriyet Halk Partisi bu sistemde olabilen en büyük demokratlar kümesiyle ama Cumhuriyet’e sadakatlerinden şüphemizin olmadığı, vatana bağlılığından şüphemizin olmadığı bir yolu birlikte yürüyor. Zaten Cumhuriyet’in ilk yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi de ülkenin hem mezhepsel anlamda, hem etnisite anlamında, hem çeşitli sosyal sınıflar anlamında o büyük kümenin temsilcisiydi. 100 yıl sonra bir kez daha buna ihtiyaç var. Sonra demokrasi tekrar bütün kurum ve kurulları da inşa edildiğinde belki bugün Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy veren demokratlar, belki başka tercihlerde bulunurlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin böyle bir sorumluluğu var: En zor günde işgale teslim olmamak, acıya teslim almamak, mücadele etmek ve en sonunda başarma sorumluluğu. 100 yıl sonra aynı şeyi başarırız. Dört başı mamur bir demokrasiyi Türkiye’nin bütün demokratları için kurarız. Sonra belki bugün Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verecek demokratlar başka siyasi partilere tekrar oy verebilirler.”
“BU İSYAN DUYGUSU DEVLETTEN DUYGUSAL KOPUŞ GETİRİYOR”
“Ama biz 100 yıl sonra bir büyük sıçramayı daha yapmak durumundayız. Çünkü bugün getirilen nokta artık anayasasızlaştırılmış, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı nokta. Bakın Tayfun Kahraman bir özgül örnek. Eşi Meriç Kahraman, kızı Vera… Defalarca beraat ettikleri Gezi davasından ‘Birileri bunları beraat ettirmeye kalktı’ dedi diye Tayyip Erdoğan tekrar yargılanıp bu sefer ceza aldırdılar. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine, bir halk ihlali olduğuna inanan eşi, bir hukuk mücadelesini ilmek ilmek örerek, bütün itiraz mekanizmalarını yapa yapa… Anayasa Mahkemesi, bakanlık görüşleri, onlar, bunlar, karar, gerekçeli karar, karşı oy, yazı, tebliğ... Her şey bitti. Anayasa Mahkemesi’nde çoğunluk, ‘Adil yargılama olmadı. Yeniden yargılama lazım, tutuksuz yargılama lazım’ dedi. Birinci kademe mahkemesi ya birinci kademe mahkemesi tuttu bu karara uymayacağını, Anayasa’ya uymayacağını iddia etti. Şimdi tekrar Anayasa Mahkemesi’ne gidecek. Bu sefer Anayasa Mahkemesi’nin tüm üyeleri, daha önceki içtihatlarına uygun davranırlarsa diyecek ki ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaz mı? Nasıl uymuyorsun?’ İşte onu HSK’ya yollayacak, tekrar oraya yollayacak… Meriç Kahraman bir anne. Evladı, 35 yaşında. Babasının hiç kreşe götüremediği kızı şimdi gelmiş 8,5 yaşına. Bir anne, bir kadın tek başına uğraşıyor ve o gün, o karara uyulmadığı gün gözyaşları içinde şunu düşünüyor: ‘Benim hakkımı kim koruyacak bu ülkede? Ne yapayım ben? Bu çocuğu alıp hukukun olduğu başka bir ülkeye mi gideceğim eşimi burada bırakıp? Ne dedilerse yaptım. Bütün kurallara uydum. Kendi dedikleri başvuruyu yaptım. Onların değiştirdiği Anayasa’ya göre yaptım bunu. Onların seçtikleri ve atadıkları Anayasa Mahkemesi de elini vicdanına koydu, benim eşimin haksızlığa uğradığına karar verdi. Şimdi ilk gün yanlış kararı veren ‘Ben bu son karara uymam’ diyor. O zaman kim koruyacak benim hakkımı?’ Bakın burada bir isyan duygusu var. Bu isyan duygusu devletten duygusal kopuşu getiriyor. Bunu yapmamak lazım. Bu Anayasa hepimize lazım. Yani ‘Ben ne yapayım daha?’ dedirtmemek lazım işte.”
“CAN ATALAY’I BIRAKSA NE OLACAK?”
“O yüzden ben bugün Türkiye’de çok önemli, kritik bir eşikte olduğumuzu görüyorum. Buna uygun doğru işlerin yapılması lazım. Son, artık olmayacak bir yere geldi iş. Burada Devlet Bey’in de sorumluluğunu çok önemsiyorum. AK Parti’nin içinde bu meselelerin buraya gelmesinin artık Türkiye’nin yarınlarına tehdit olduğunu düşünenlerin de sorumluluğunu önemsiyorum. Bütün muhalefetin ve bu milletin ferasetli yaklaşımını da çok önemsiyorum. Anayasa gitti mi köşedeki bakkal dükkanının yağması gündeme gelir. Bu kadar nettir. Çünkü hepimizi o Anayasa koruyor. Mülkiyet hakkını da o koruyor, evlenmiş kadının yarınki hakkını da o koruyor, miras hakkını da o koruyor. O dükkana birisinin gelip yağma yapmaması Anayasa’nın tüm kurum ve kurallarıyla ayakta olması ile mümkün. Hepimizin canı, malı, namusu bu devlete o Anayasa üzerinden emanet. Son olarak Anayasa’yı feda edecek kadar gözleri döndü. Ne olur yarın Tayfun Kahraman Anayasa Mahkemesi’nin dediği gibi çıksa, Can Atalay görevine gitse? Senin içeride tuttuğun Can Atalay kim biliyor musunuz? Bakın çok önemli, çok değerli bir değerlendirme duydum geçtiğimiz günlerde bir hukuk insanından, yani hukuku içselleştirmiş birisinden bir değerlendirme duydum. Diyor ki ‘Can Atalay’ın kim olduğuna bir bakın. Bu CHP’li falan değil Türkiye’de çok düşük oy almış bir parti gitti, Hatay’da milletvekili çıkarttı. Demek ki Hatay halkı doğru gösterilmiş bir adaya, o partiye ‘Evet bizim temsilcimiz senin gösterdiğin aday olsun’ diyor.’ Ve ‘O Hatay hangi Hatay biliyor musunuz? Türkiye’ye vilayet olarak bağlanması kararını sandıkta alan Hatay’ diyor. ‘Siz o Hatay’ın, yani başka bir Cumhuriyet’ken bir sandık koyup Türkiye’ye bağlanan Hatay’ın bir sandıkta seçtiği milletvekilini içeride tutuyorsunuz’ diyor. ‘Anayasa Mahkemesi ‘yanlıştır’ diyor. Hatta Meclis’te okunmasını yok sayıyor. Direkt ‘Çağır, yemin etsin’ diyor. Bu karara uymuyorsunuz’ diyor. Çok başka bir yerdeyiz. Çok kıymetli bu değerlendirme ama çok başka bir yerdeyiz. Birisi iktidarı bırakmamak için her şeyden vazgeçiyor. Çünkü çok hukuksuzluk yapacak. Sordunuz ya siz ‘Bundan sonra daha mı sert gidecek?’ Yoksa ya bir Can Atalay’ı bıraksa ne olur? Enis Berberoğlu geldi, Gergerlioğlu geldi de ne oldu? Ne oldu yani rejiminizi alıp da bir yere mi götürdüler? Bir tek Can Atalay gelse ne olur?”
“DARBE MEKANİĞİ İŞLİYORSA BURADA İŞLİYOR”
“Ama niyet; ‘Bundan sonra benim AK Toroslar çetem Ekrem İmamoğlu davasında YÖK‘e doğru sorular soranı alacak, atacak. Yerine yandaş hakim getirecek. Bir başka davada Ekrem İmamoğlu‘nun savunma hakkını kısıtlamayanı alıp atacak, yerine başkasını. Efendim filanca davada cezaya muhalefet şerhi yazan üç hakimden bir tek o hakimi atacak, yerine başkasını getirecek.’ Sonra vereceği akla, vicdana sığmayacak kararlar üst mahkemeden dönerse uymayacak, Anayasa Mahkemesi’ne uymayacak. Yani rejim iki celladın elinde sübut bulacak. Böyle şey mi olur? O yüzden çok başka bir yerdeyiz. Herkesin aklını başına alması lazım. Anayasa’ya sahip çıkmak lazım. Bir darbe mekaniği meselesini, yani 19 Mart darbesini buralardan okumak lazım. Asker gelip ne yapıyor postalıyla? Anayasal düzeni ortadan kaldırıyor. Yeni bir Anayasa yapmaya çalışıyor. Şimdi de anayasal düzenin ortadan kaldırıldığı bir yerdeyiz. O yüzden herkesin bu meseleyi doğru yerden okuması lazım. Darbe mekaniği işliyorsa işte burada işliyor darbe mekaniği. Darbecinin yaptığı da kendisinden, kendi kafasına göre bir askeri mahkeme kuruyor, olağanüstü mahkeme kuruyor, sıkıyönetim mahkemesi kuruyor. Kendine göre yargılama yaptırıyor. Bugün sıkıyönetim mahkemesi gibidir Çağlayan’da teşekkül edilmiş düzen. Hakimin bir coğrafi güvencesi var. Karar verirken hakim şuna emin olacak, Anayasa onu söylüyor: ‘Vicdanıma göre, 51’e 49 da olsa doğru bir karar veririm. Bence doğru olduğunun arkasında dururum, bana kimse bir şey yapmaz.’ ‘Ya bu kararı verirsem bizim çocuk ne güzel şurada okuluna gidiyorken yarın Kahramanmaraş’ta okula mı gidecek? Bak demin benden önceki şerhi yazan hakimi sürdüler Maraş‘a’ diyen adamın adalet dağıtabilmesi mümkün mü? O yüzden çok tehlikeli bir yerdeyiz. Bu mesele artık tenezzül meselesini aşmış. Nelere tenezzül ettiklerini gördük. Ama teşebbüs meselesi haline gelmiş. Darbeye teşebbüs ediyor adam; Anayasal düzeni bir zümrenin iktidarının devam etmesi için askıya almaya, ortadan kaldırmaya, alternatif ikinci bir yargı oluşturmaya. Rejimin sıkıyönetim mahkemesinden bahsediyoruz. Olmaz.”
“SANDIK DURDUKÇA MEYDANDA TOPLANIR, SONRA DAĞILIRIZ”
(‘Eylem için toplanıyoruz, yeri gelir dağılmamak üzere toplanmayı da biliriz’ sözleri) “Sandık varsa biz toplanır, dağılır, sonra sandığa gideriz. Sandık durdukça biz meydanlardan dağılırız.”
“KOMİSYON EMEKTEN VE EMEKÇİDEN YANA DEĞİL”
(CHP’nin asgari ücret önerisi ve bu konudaki gelişmeler) Bir kere bu Asgari Ücret Tespit Komisyonu, berbat yapısından dolayı emekten, emekçiden yana bir sonuç üretmiyor. O konuda bir kanun teklifi hazırladı ilgili Genel Başkan Yardımcımız, verdik. Yani beş emeklinin, beş emekçinin, beş işveren temsilcisinin, akademisyenlerin, çok doğru bir yapı tarif ettik. Tabii o olsa bambaşka sonuçlar doğar. Geçen sene kendi verdikleri asgari ücrete enflasyonu, büyüme payını falan filan uygulasalar zaten 35 bin lira vermeleri lazım. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak kendi söylediğimizin üzerine doğru rakamları uyguladığımızda en az 39 bin lira vermemiz gerekiyor. Bizim ile ettiğiniz rakamın bir tutarlı tarafı da TÜRK-İŞ bir açlık sınırı tarif etti. Bugün açlık sınırının geldiği yer ortada. Ve bütün dünyada asgari ücretler, bir işçinin en düşük geçinebilme, yaşayabilme maliyeti üzerinden hesaplanır. Onu da 38 bin 570 lira olarak bulmuşlar zaten. 39 bin lira bu açıdan çok önemli. Ama bizim 39 bin lira önerimizin devamı var. Diyoruz ki biz 39 bin lira verelim ama Türkiye’de asgari ücret belli sektörler ve belli gruplar açısından alan için çok düşük, veren için çok yüksek. Kim o? Özellikle örneğin tekstilde mücadele etmeye çalışanlar başta olmak üzere. Biz de diyoruz ki küçük esnaf açısından yani işte 1-10 arasında, 10-50 arasında, 50-100 arasındaki işletmeler arasındaki ve belirli yaklaşımlarla örneğin 10 bin 500 lira işverenin ödediği SGK priminde indirim yapalım. Yani 39 bin lira veriyorsunuz ama onun 10 bin 500 lirasını sana teşvik olarak veriyoruz. Devlet ‘28 bin lira ver diyecek’ ya CHP, ‘39 bin lira ver’ diyecek. Bu aradaki fark kadar SGK priminden bir destekleme yapıyoruz. İşte devlet burada lazım. Bakın devleti yönetmişsiniz, satrançta açmaz nerede oluşur? Başlangıçta yaptığınız hatalarla. Öyle bir düzen kurdular ki şimdi açmazdayız. Kale, vezir açmazı. Hangisini feda etsen, edemezsin. Alan açısından çok düşük, veren açısından çok yüksek. Ya da döviz kuru, Türkiye’deki bir grup için çok düşük, ihracat yapanlar için. Ama bizler açısından çok yüksek. Pahalılık yaratıyor, bilmem ne yapıyor. Bunları çözmek için işte oraya girecek devlet aklı. Öyle ona, buna karışıyor, buraya gelecek. Bir aklı selim hakim olacak ve diyecek ki ‘Gelin biz devlet olarak, hem de şu kadar da bir kaynağı var, onu da tarif etti arkadaşlar. İşverene teşvik verelim, işverene destek verelim o da bu parayı SGK’ya değil, işçiye versin. İşçi, 28 bin liraya 2026’yı geçirmesin 39 bin lirayla geçirsin. Biz bunu tarif ediyoruz.
“TÜM TÜRKİYE’YE DUYURDUNUZ”
(Yayındaki son sözleri) Şeref verdiniz. Ben Halk TV ailesine şu açıdan teşekkür etmek isterim; Çok önemli bir kurultay yaptık. Bir gün program değişti, iki gün seçimlerimizi yaptık, kürsüde çok önemli konuşmalar oldu. Kurultayı hem büyük bir emekle, büyük bir gayretle, böyle bazen kurultaylardan aktarılan bilgiler çok yalan, yanlış oluyor. Çünkü kolay değil. Büyük bir hakimiyetle arkadaşlar bütün Türkiye’ye duyurdular. Eskiden bundan 10 yıl önce kurultaylarını muhalefet partilerinin, 7, 8, 10 televizyon canlı yayınlardı. Bugün canlı yayında iki televizyon vardı, yani sürekli canlı verebilen. Bunlardan bir tanesi Halk TV, bir tanesi Sözcü TV’ydi. İnanılmaz bir emek verdi arkadaşlar. Ben de büyük bir dikkatle tabii biz konuşuyoruz gidiyoruz liste yaparken bir gözümüz kurultay salonunda. Biz de kurultay salonunu, sizlerin ekranlarından izledik. O açıdan teşekkür ediyoruz. Liderlerin yuvarlak masalarda tartışabildiği, kurultayların bütün televizyonlar tarafından verilebildiği, milyonluk mitinglere kör, sağır olmayan bir merkez medyanın yeniden var olabildiği günlere kadar biz de size başarılar diliyoruz. Her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyoruz.”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları












