loading
close
SON DAKİKALAR

Sınıf bilinci olan işçiler iş cinayetlerini durdurur

Sınıf bilinci olan işçiler iş cinayetlerini durdurur
Tarih: 30.10.2012 - 14:12
Kategori: Sendika

Yeraltı Maden-İş'in eski Başkanı Çetin Uygur'la söyleşi...

Günümüz Türkiye'sinde madenler, sadece göçük olayları, ölümler, yaralanmalar, hak kayıplarıyla, kısacası hep acılarla haber oluyor. Bunda hiç şüphesiz maden havzalarında yaratılan kaderci, rıza gösteren muhafazakâr iklimin de etkisi büyük. Ahlanıp vahlanmak istersek şöyle de diyebiliriz, oysa eskiden böyle değildi. Rüzgarın soldan estiği dönemlerde madencilerin eylemleri işçi sınıfının lokomotifiydi. Ama elimizde değil mi tekrar rüzgarı soldan estirmek? En azından bir esinti yaratmak? Peki acıların yerini hak arayışının aldığı dönemler geri getirilebilir mi? Bunun için ne yapmak gerekli?

İşte bu sorulara yanıt aramak için madenci eylemleri deyince özellik bizim devrimci cenahın ilk aklına gelen isimle, Yeraltı Maden-İş'in efsanevi eski Başkanı Çetin Uygur'la buluştuk. Çetin Abi, içtenlikle, kendi yaşam hikayesi içinden somut hatıralarla harmanlanan yanıtlar verdi. Hem neden devrimcilerin Çetin Abisi olduğunu hissettirdi, hem de nereden başlanması gerektiği konusunda fikir verdi.

Çetin Abi, pek çok genç madencinin, güvenlik önlemlerini yeterince almadığını düşünerek, kazalarında sorumluluğu kendisinde araması nereden kaynaklanıyor?

Madende, sana gündelik bir verilir, şu kadar kömür çıkartacaksın diye… Maden işçisinin bu kömürü kazması, küreklemesi, vagona doldurması günde en azından 10 saatini bulur. 10 saat boyunca, kömürün ortaya yaydığı gazı soluyarak, kömür tozunu ciğerlerine çekerek çalışır. 10 saat sonra evine gitmek için çıkar, arkadaşlarıyla ayarladığı servisine binip köyde bulunan evine gitmesi de 2 saatini bulur. Şimdi bu kadar ağır şartlar altında çalışan adamın evinde en azında 2.000- 3.000 kalorilik bir besin alması, 10-12 saat uyuması lazımdır ki ertesi gün çalışması için gerekli gücü toplasın. Evinde yediği yemeğe baktığında o, 2.000-3.000 kaloriyi alabiliyor mu? Hayır! Evinde yediği bulgur pilavıdır, makarnadır, domatestir, kuru soğandır. Onlardan hazırladığı bir çıkını da torbaya koyar ocaktada bunları yer. Ertesi gün koştura koştura işe yetişmek zorundadır. Oysa o işe giderken, bir önceki gün önceki gün çalışırken kaybettiği enerjiyi kazanması gerekmektedir. 2.000-3.000 kalori almadan ocağa giden bir işçiden çalışırken bir hata beklemek doğaldır. Ama sistemde, hatayı yaptığı için, oradaki kazada ayağı kırıldı, üzerine göçük oldu öldü, denildiğinde suçlu olarak yine işçiyi gösteriyorlar. Aslında geriye dönüp bakıldığında kaybettiği enerjiyi karşılayamadığından yürüyecek hali kalmayan işçinin ağır çalışma koşuları altında işini bir an önce bitirmeye zorlanması somut şekilde cinayetidir.

İş güvenliğiyle ilgili yasalar hazırlanıp çıkartılıyor, bunlar madenlerdeki göçük vakalarını azaltabilir mi?

Böyle bir noktada açık olarak söylemek gerekirse bu konudaki yaklaşımda işçinin sendikası, bununla ilgili bir denetim mekanizması, bunların hepsini yazılı çizili biçimde şöyle bir önlerine koymalı, artı bir denetim mekanizması ortaya oturtmalıdır. Böyle bir çözümü sendika yapmalıdır. Sendika bu sorunun çözümünde vardiya sayısını bile değiştirebilir, 8’er saatten 3 vardiyayı 4 vardiyaya bile çıkarabilir. Sendikanın bu güce sahip olabilmesi içide mühendisler, işçiler hepsi aynı sendikada örgütlenmelidir.

Peki, maden işçisinin 'benim seçtiğim sendika yöneticileri sorunları masada çözsün' yaklaşımına nasıl bakıyorsun?

Şimdi taşeronlar taşeron tutarak köy kökenli işçileri madenlerde çalıştırıyorlar. Yani taşeronun taşeronu var. Taşeron da siyasi iktidarın tek tek sözcüleri. Bunlar eski emekli nezaretçi, şefler. Taşeronun taşeronları genç köylüleri alarak çalıştırıyor. Onlara verilen ücretle kamusal alanda yılların birikimi anlamında bakıldığında ücretleri arasında ciddi farklar oluyor. Tek şikâyetleri de bu fark onların. Sendikalı olarak bu farkın kapatılmasını istiyorlar. Yılların deneyimiyle eski madencilere dönüp baktığımızda gördüğümüz şey şudur: Maden işçiliğinin işyerinden doğan hakları anlamında cumhuriyetin ilk dönemlerinde hatta tek parti döneminde onlara kültürel anlamda da etkinliklerde bulunmuş devlet. Onları ekonomik boyutuyla sömürmeye devam etmiş ama onların beslenmesini de sağlamış. Şimdi bütün bunlar kalktı. Artık beslenmeyle de ilgilenilmiyor. Onlara ilişkin herhangi bir kültürel etkinlik de yapılmıyor. Sağlık sorunları da dışlanmış durumda ve dolayısıyla bir tek ücret. Bu ücret konusunda da onları kontrol altında tutacak sendikayı da iktidar kendi elinde tutuyor. Bu siyasal iktidar da onları kontrol ediyor. İşte bu genç işçilerin sendikadan sadece istedikleri ücret farklılıklarının giderilmesi doğrultusunda yaklaşım, onun ötesine geçemiyorlar. Onlara işçi sınıfı bilincini sınıf örgütlerinin taşıması gerekir. Sınıf örgütlenmesinin öncüsü beyinlerin bunu taşıması gerekir.

Anladığım kadarıyla devrimcilere görev düşüyor burada, ama nasıl yapacaklar?

Şimdi çok somut bir örnek vereceğim: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nin Zonguldak Limanı’nın Kozlu yolu üzerindeki üst çaprazındaki bahçesinde bundan birkaç yıl önce bir toplantıya katılmıştım. Toplantıya ara verildiğinde oradakilerle sohbet ederken, (Gelenlerin içinde birtakım siyasetçiler, bilim adamları, mühendisler, konuyla ilgilenen gençler de vardı) sordum: Aşağıda Zonguldak limanında bir gemi var, bu gemi ne yükü boşaltıyor? Biri 'kömür boşaltıyor’dedi. Nerden geliyor gemi? (sesini yükseltiyor) 'Ukrayna’dan geliyor' dediler. Yapma ya! Güney Afrika’dan gelenler de varmış . 

Ukrayna’dan Zonguldak Limanı’na kömür getirilip, boşaltılıyor. Nereye geliyor? Ereğli Demir Çelik ile Karabük Demir Çelik fabrikalarına geliyor. Zonguldak dünyanın en iyi kömürlerinden birine sahip! Bu kömürü alıp, ilk işleminin sonrasında demir cevherini eritip, metal halde demir üretebilecek kok elde edebiliyorsun, naftalin elde ediyorsun bir taraftan da benzol benzenel elde edebilirsin. 

Benzol benzenel bir işleme tabi tutarak ondan da araçlara yakıt elde edebilirsin. Şimdi Zonguldak’ta birçok genç işsiz, istiyor, üniversite mezununa dahi yok ama Zonguldak’ın bu zengin kömür yatağını ciddi anlamda sözünü ettiğim bu sistemle bir yanıyla demir çelikleri bir yanıyla da yan sanayileri harekete geçirip, bütün bunlar için atölyelerini kurup, çalıştırabilecek bir kurumda, atölyeler kapatıldı, özelleştirmeler ve taşeron sistemi de devreye girdi ve işsizlikten insanlar kırılırken, taşeron sistemiyle güvencesizlik ortamına itilirken bütün bunlara seyirci kalan bir sendika, bütün bunlara seyirci kalan bir toplum… 

İşte bu toplumun bu gerçekliği görmesi lazım. ‘Bu gemi ne boşlatıyor?’ diye sorduğumda gemiyi söküp atacak toplum orada. Zonguldak’ın işsiz ve işçilerinin bu bilinci yakalamaları gerekir. Bu bilinci onlara taşıması gerekenler burada ciddi anlamda sorumludurlar. Zonguldak'ın merkezinde cadde üzerindeki, sendikaların, sol partilerin tabelası ne işe yarıyor?

Ocaklarda, taşeron patronlarının sömürüsünü nasıl göstereceksin?

Bir örnek daha vereyim. Zonguldak’ta işçilerle olan bir sohbetimizde, ‘5 TL verin bir kazma alın, çıkın Zonguldak’taki dağlara. Kömür damarları Sülfaz’denilen yerde yukarıya doğru çıkıyor. Kaz bir ton kömür çıkar.10 TL’de ver bir arabaya, o kömürü İstanbul Zonguldak yoluna indir. 'Kaça satarsınız?' diye sordum. İHepsi o dönemin parasıyla bağırdılar, "300 bin, 500 bin, 600 bin" filan. Tamam! Gazma sizde kalacak ama gazmanın parasıyla arabanın parasını çıkın. Geride ne kaldı? 500 binden çıkınca 400 bin kaldı diyelim. 

He! Yeraltındayken sıfır onun değeri, sen kazdın çıkardın ona 400 bin lira değer kazandırdın. İşte bu emeğin ürettiği değerdir. Çalıştığın işyerinde patronuna git, ister devlet iste özel. "Al sana bir ton kömür. Ver bana 400 bin' deyince verir mi?" dedim. "Vörür müüü" deyip bastılar küfürü. He işte sömürüldüğün nokta bu! Sana 400 bin liranın 100 bin lirasını verir o. 300 bin lirası onda kalır. Şimdi beni orada dinleyen, onların başındaki mühendisten önce sorumlu olan nezaretçi, meğer o taraftaki bir ilçenin o dönem bir partinin ilçe örgütündeymiş.

 Partisinde bir tartışmada bu duyduğunu söylemiş. Yöneticiler, "Sen gominist mi oldun lan!" demişler. İşçiye bunu kendi somutunda gösterince... Şimdi bu bilinç için ne yapmak gerek? Önce sendikalı olmak gerek. Sendika nedir? Sınıf nedir? İşte o sömürüyü böyle görmesini sağlamak gerek.

Maden işçilerinin içinde olmak gerekmez mi bunları anlatmak için?

Benim çalıştığım dönemde Kozlu'da üretici işçiler bir ay çalışıyor bir ay dinleniyordu. Bir ay çalışan işçiler köylerine gittiğinde, dinlenen işçiler köylerinden geliyor üretime giriyordu. Dönüşümlü bir çalışmaydı. Bu çalışmada fazla üretimden dolayı prim alıyordu işçi... Bir gün öyüne giden işçiler aldıkları primi az buldukları için döndüklerinde ocağa girmeyip, "Biz çalışmıyoruz"dediler. Biz de o dönemin genç mühendisleriyiz, "Ocağa girmiyoruz" dediklerinde, "Sözcüleriniz yok mu? Gelin konuşalım"dedik. 

Geldi birkaç tanesi, "Hadi oturun" dedik. Oturmadılar. Çünkü mühendisi işveren olarak görüyor. "Sorun nedir?" dedik. "Bu bizim primleri az vermişsiniz" dediler. "Hesap edelim"dedik. Duvara tebeşirle yazarak, (Yeraltında bir takım yerlere işaret koymak gerektiği için yanımızda tebeşir bulundururduk) hesap ettik. Aldıkları kadar çıktı. Ondan sonra toplusözleşmelerini açtık. Toplusözleşmede o primin ne kadar olacağını gösteren formül var. Kendilerine, "Bakın bunu bizim de başımızda bulunan Ankara'daki amirler, kurumun yöneticileri genel müdürlerle sizin de başınızdaki sendika yöneticileri yaptı"dedik. İşçinin birinin dikkatini çekmiş. 

Orada bütün hesaplamar yapılırken, sayıları neredeyse en aza indiren bir katsayı var. Çarpı katsayısı. Sıfır virgül bilmem kaç diye... Bununla çarptımmı zaten para miktarı düşüyor. "Bu yalınış"dedi. Dikkatini çekmiş. "Bunun sorumlusu biz mühendisler değiliz. Bu sizin başınızdaki sendika yöneticilerinin imzaladığı toplusözleşme göre" dedik. "Sağol Bey" deyip, çıkıp gittiler. Ertesi gün Zonguldak'ta Genel Müdürlüğü bastılar. Genel Müdürlük'te bir telaş! İşçileri sakinleştirmeye çalışırlarken, görüşme, mörüşme derken, giden işçilerin başındaki "Bu yalınış" diyerek o formüldeki sayıyı gösteriyor. Şaşırıyorlar. "Nereden öğrendin?" diye soruyorlar. "Genç mühendisler öğrettiler" diye cevap veriyorlar. Ondan sonra yönetim dönüp işçilere bunları öğretmemizi önleyecek bir tavır takındı. Şimdi işçiye kendi somutudaki bu olayı gösterecek olan, bu yanlışlığa düşmemesini sağlayacak olan kendi örgütü. İki, gerçekten sınıf çıkarları doğrultusunda, onun kendi sınıf bilinci, ya da ürettiği değerin kendi toplumuna yararı, sadece kendi değil bu ülkeye yararlı halde, büyük harflerle de yazılmış bir bilinç kazanırsa bu olayın önü alınabilir. Başka türlü alınmaz. Şemsi Denizer'in döneminde gerçekten işçilere taşınan bir bilinç, bir de kendilerinin somut çıkarları bakımından bakıldığında, "Ha!" deyince ayağa kalkıp, eğer işçi kazanırsa bizde kazanırız, diyen oranın esnafı, işsizi, ayakkabı boyacısı da işçiyle beraber bir kent greve gitmiştir. Yani bir bilinç ve doğan o bilincin hareketlendirdiği kitle en genelde de ekonomik temelde bir olayın siyasi iktidara karşı yöneliyor. Onun asıl çözüm noktasının o olduğunu öğrenmelerini getiriyor. Bende soruyorum şimdi, o gemi Zonguldak gibi bir yerde kömür boşaltırken, sendika, sol partiler ne yapıyor? Demek ki bir eksiklik var.

İşçilerle konuştuğumda şunu gördüm, sol partilere sadece 1 Mayıs'larda kendilerini gördüklerinden dolayı tepkililer. Toplusözleşme dönemlerinde de yanlarında görmek istiyorlar onları.

Yaa! İşçi girdiği ücret kavgasında onları görmek istiyor. Fiziki olarak yanında olmak, aynı zamanda düşünsel olarak yol gösterici olmak gerekir. Biraz önce tariflediğim işçinin yaşamına ilişkin duruma dikkatle bakar mısın. En az 10-11 saat içerde bu işçi. Evine gidecek, dinlenecek küt diye yatacak. Bu adamın bir şey okumaya değil, düşünmeye dahi vakti yok. Bunu görüp, sınıf mücadelesi, işçi çıkarları, ülkenin çıkarları, halkın çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini söyleyen düşünce odağı, ister siyasi bir örgütsellik, ister ekonomik mücadele örgütselliği, ister tek tek düşünce grupları da olsa bu bilgiyi taşıması gerekiyor. Tabiki zordur ama taşıması gerek.

Nasıl taşıyacaklar?

Yapma ama.

İşçilerin içinde solcu biri neredeyse kalmamış demek istiyorum.

Bunun açık ve net şekilde görmesini sağlayacak sensin. Yani sol diye tanımlanan. Sol sözcüğü nereden geliyor? Toplumsal yaşam anlamında bir devrimin sonrasında, ilk kurulan koca mecliste işçilerin, yoksulların toplandığı yer meclisin solunda olduğu için sol demişler. Dolayısıyla işçilerin çıkarlarının ne olduğunu onlara gösterme zorunluluğu çok doğal olarak sol düşünce odaklarındadır.

Ama, "Ocağa siyaset girmesin" deniliyor

Halt etmiş onu diyen. Onu söyleyen sağcıdır. Onu aşmak zorundasın.

Genç madenciler bunu söylüyor.

Sen ona gitmiyorsan, çok doğal olarak bunu söyleyecekler. Ondan sonra senden yeraltında namaz kılınmasını sağlayacak yer yapılmasını isterler.

Eskiden ocaklarda sol dergilerin dağıtıldığı yerlerde şimdi Zaman, Şok gazetelerinin bulunduğu söyleniyor.

Senin anlattıkların açısından bakıldığında ben 1977-1978'de Hekimhan'da köylere doğru çıktığımda demir madenlerinde çalışan işçilerle konuşurken, tesadüfen balast işçileriyle karşılaştım. Demiryollarındaki küçük taşlar var ya balast onlardır. Ailece çalışıp taşları döşüyorlar. Balast işçileri şaşırtıcı bir bilgiye sahiptiler. Kendisinin sömürülmesi, yaşam şartlarıyla ilgili, çocuklarının eğitimiyle ilgili... O kadar bilgiyi nasıl edindiğini merak ettim. Gördüm ki Malatya'dan, Hekimhan'dan, Divriği tarafından üniversite öğrencileri sömestir tatillerinde köylülere bu bilgileri taşıyor, onlara anlatıyormuş. O dönemde bunu beceriyorlardı şimdi niye beceremiyorlar?

Muhafazakâr iklim var, rüzgar o dönemdeki gibi soldan esmiyor.

Essin! Ama aksi bir rüzgar, çok daha kuvvetli bir rüzgarın esmesini sağlayacak ortam var. Lütfen biraz önce söylediğim olaya dikkat eder misin. Dünyanın içine girdiği kriz, dünya sermayesinin bütün pazarları paylaşmış olmasından kaynaklı büyümeyi devam ettirememesinden dolayı şimdi kendisine çözüm olarak bulduğu yol toplumları küçük parçalara bölmek. Tıpkı Yugoslaya'dan 7 devlet yarattıkları gibi... Yeni demokrasi diye de bunu yutturabiliyorlar. Arap Baharı diye de yutturulabiliyor. Yeni demokrasi, toplumların içinde farklı dil, farklı kültür, farklı dinlerden insanların düşüncelerini geliştirebilmeleri, öğrenebilmeleri ve kendi sorunlarının çözülmesinde aktif olarak devreye girmelerini sağlayabilmek için küçük yeni yapılanmalar yaratmak. Dolayısıyla kendilerine yeni pazarlar yaratmaya çalışıyorlar. İkinci olarak da bugüne kadar sosyalizmi kendileri karşısında bir tehlike olarak gördükleri için sosyalizme karşı korunabilmek için bir sosyal devlet anlayışı sunmuşlardı. Şimdi onu bütünüyle yok edecek yani krizdeki sermayeye yeni bir saldırı hedefi gösterecek, eğitimden sağlığa, ulaşımdan emeklilerin ücretlerine... Dünya Bankası'nın yazdığı yazıyı, IMF'nin yazdığı yazıyı düşünebiliyor musun? Bilim ve teknolojideki gelişmenin insan yaşamını uzatmış olmasından ekonomideki yeni krizlere neden olmaktadır. Yeni düzenleme yapın. Yani bilim ve teknoloji insanı yaşatıyor, çok yaşatmak ekonomide yük oluyor, emeklilik yaşını yükselterek, emeklilik maaşlarını düşürerek bunları düzelte kadar varan bir saldırı alanı açtılar. Bu yaşanan sorunu açık ve net olarak göstermek kimin görevi? Sol bunu gösteremezse onun rüzgarı tutuyor muhafazakâr iklimi tabii.

Son soru; solun yükselişe geçmesi için önce maden havzalarının hareketlenmesi gerekiyor değil mi?


Kişisel düşüncem, Türkiye’de solun, ister siyasi parti olarak, ister düşünce odağı olarak, isterse dergi çevresi olarak tanımlansın, solun ortak bir mücadele hattında bir araya gelip (Bunun için hiç kimsenin yakasındaki rozeti çıkarmasına da gerek yok) bu topluma doğru bilinç ve doğru çözüm yollarını gösterip, onun önderliğini yapması gerekir. Hiç kimsenin, “Ben” diyerek tek başına hareket etme, ben sizlerle artık birlikte olamamam”deyip 5-10 kişiyle bir yayın organı çıkarıp, “Benim düşüncem daha doğrudur” diyerek bir parçalanmaya, bu saldırılar karşısında toplumu parçalamaya, toplumun dağılmasına neden olabilen bir davranışın içinde bulunmaya hakkı yok. Doğru bilgilerin halka ulaşması ve bu bilgilerin ışığında yükselen bilincin bu toplumun , işçi sınıfının önderliğinde yaşama müdahale etmesi gerekir.

Yani toplumun bir ilkbahar yağmurunun altında ıslanıyormuşçasına bilgilerin ışığında bir bilinç sıçramasına uğratıp yola devam etmesini sağlamalı…


Birgün

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları